22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 Polonezköy İstanbul rotaları İstanbul’da yaşayıp da hâlâ bu güzellikleri görmemiş olanlar var. Ertelemeyin! Arabanıza ya da otobüse atlayın, keşfedin. KAYHAN AYHAN u Polonezköy: Güzel bir orman havası almak isteyenler Anadolu yakasında Polonezköy’ü tercih edebilir. Ağaçların ve yeşilliğin içinde derin bir nefes almak, yürüyüş parkurunda kuş seslerini dinlemek, büyük şehir stresinizi anında alıp götürecek. Kafelerde keyif çayı içip mola vermek isterseniz pek çok butik kafe var. Çocuklu aileler için de iyi bir rota. Garipçe u Garipçe: Rumeli Feneri ve Rumeli Kavağı’nın ortasında yer alan Garipçe, deniz kenarında şirin bir balıkçı köyü. Ailece güzel bir kahvaltı yapmak, deniz havası almak için tercih edebilirsiniz. Akşam menüde balık var. Denize de girmek isterseniz Anadolu Feneri tam size göre. Gökmaslı köyü u Şile’nin köyleri: Köy hayatını deneyimlemek isteyenler için Anadolu yakasında Şile’de geçmişi 600 sene öncesine dayanan Gökmaslı köyü tam isabet bir adres olacak. Asırlık evleri, yeşil vadileri ve tüm heybetiyle karşısında duran Fakradağı gelenleri kendine hayran bırakıyor. 9 HAZİRAN 2019 Biraz seyahat edenlerin ya da gezme fikrini sevenlerin az çok bilgi ve fikir sahibi olduğu bir kenttir muhtemelen Viyana... O nedenle hakkında yazı yazma nın da zor olduğu bir kent bence... Zira ne yazsanız eksik kalabilir. Ama zaten bizde bıraktığı izler değil midir, o kent. Bir kenti o kent yapan sadece tarihi, do ğası, yönetimi, ulaşımı, insanların ya şam biçimleri midir yoksa tüm bunların bizde bıraktığı imge mi?.. Neyse dönelim Viyana’ya... İlk 20 yıl kadar önce gitmiştim. Bir arkadaşım orada yaşamaya karar vermişti. Yerleş mişti biz de onun kadar heyecanlı idik. Hem kararı hem yaşayacağı yer açısın dan. Sonra ilk fırsatta gitmiş, ilk şoku havaalanında yaşamıştım.Nazi subaylarını andırır bir görevli, ağlayan küçük Harita ve toplu taşıma bileti ile keyifli zaman geçirmek mümkün bir çocuğun annesini azarlamış, muhte melen çok gürültü yaptığını söylemişti ama ne anne, ne çocuk ne de biz o konuştuğu Nazi filmlerindeki subay Almancasından bir şey anlamıştık. İçimden “Almanya kadar faşist” düşüncesinin belli belirsiz geçtiğini hatırlıyorum. Kentte gezerken gördüğüm aşırı nizam, turistik yerlerin bahçelerindeki ağaçların güzellik adına aynı sıra, aynı boyutta oluşundan kıllanmıştım ki arkadaşım da artık tanımaya başladığı bu kentin havaalanındaki fikrimi doğruladığını anlatmıştı. Neyse sonra zaman İşte renkli ViyanaOLCAY zaman gitme olanağım oldu arkadaşım BÜYÜKTAŞ sayesinde, hatta aşarı sağcı Jörg Haider başkan seçildiği dönem Haider karşıtı gösterilere katılma şansım... Gel zaman git zaman kenti de, insanları da, anlaşı yı da tanıma ya başladık ve tanıdıkça sev meye... Hatta artık ucuz bi let zamanla rını kollayıp, Viyana’da bir sosyal konut inşa etmesi arkadaşımızı teklifi üzerine mimarlığa adım atan arayıp biz ge ve düz çizgiden nefret eden ressamın liyoruz der ol mimari eserleri de böyle olur... duk, neyse ki misafir seven Tuvaletleri bile kendine has. bir arkadaşımız var. İlk kez Ressamları, müzeleri, sergileri, opera binası ve konserleri, festivalleri, pastaneleri ve benim için vazgeçilmez ka gittiğimde nizam intizam nal boyu gezmeleri... Kültür ve sanat içinde alanında haklı bir ünü var tabii ki... Hırıstıyan dünyası için de önemli olabilecek Avrupa’nın ilk kilesesi olarak bile oluşundan rahatsızlık Esas olarak yürüyüşü önereceğimiz kentte zaten özellikle akşam ve sabahları tüm kentin yürüdüğünü görmek mümkün. Tuna Nehri’nin bir kolu şehrin içinden geçiyor ve içinden nehir, kanal, boğaz geçen tüm kentler gibi daha bir güzelleşiyor şehir... Kanalın iki yakasında yaz kış yürüyenler, koşanlar eksik olmuyor. Yazın da pub’lar, müzik çalan mekânlar kuru reci. Mimaride radikal bir tavrı var. Ona ressam olarak niye mimarı ile uğraştığını soranlara, “Ressamdan önce, insanım. Bir sandalyeye oturmadan önce, eğer kirliyse mendilinizi çıkarıp temizlersiniz. Kirli mimarinin olduğu bir yere gidersem de önce onu temizlemem gerekir” yanıtını vermiş vakti zamanında. Çöp yakma ünitisini merak ettiğimde arka nen küçük bir kilisede, yıllar önce dinlediğim konseri hâlâ unutamam... Ulaşıma dikkat Kentin tadını çıkarmak için yapılması gereken iki basit şey var: Kent içi ulaşım hatlarını gösteren bir harita ve ulaşı duyduğum kentte yavaş yavaş düzen karşıtı ya da tam luyor. Uygun bir bütçe ile güzel biralar, şaraplar içmek, iyi vakit geçirmek mümkün. İçinden ağaç geçen evler Gelelim bizim içinden ağaç geçen evlere... İlk gidişimde dikkatimizi çekmişti yüksek kuleli rengârenk bir bina... Metro hatların daşım anlatmıştı nasıl bir ressam ve mimar olduğunu. ‘Hundrtwasser Village’a götüreceğini söylediğinde heyecanlandık. İlginç bir mimar, düz çizgiden nefret ediyor, çünkü yaratıcı olmayan tek çizgi, hatta yasaklanması gerekir. Yapılarının vazgeçilmez öğesi olan dalgalı zeminlerin kaynağında mı kolay ve ucuz yoldan halletmek için kalış süresine göre alınacak toplu taşıma biletleri.. Günlük ve haftalık seçenekler anlamıyla doğanın dan birinin son durağında. Sanırsınız bir sanat galerisi... Meğer bir çöp yakma ünitesiymiş... Ünlü bir ressamın elinden çıkmış. Res yatan fikir de bu olsa gerek. Çünkü ona göre doğada düz hiçbir şey yok. Her yer engebeli, rengârenk, cıvıl cıvıl... O nedenle de yapı var, havaalanına da toplu taşıma ile gi düzenini sam dediysek mimaride de bir tarzı ve duruşu lar da düz değil. Evler bile... Hatta helikopter decekseniz 3540 Avro kadar bir bütçeyi toplu taşımaya ayırmanız gerekiyor 45 günlük bir sehayatte. Alınan biletler içinde barındıran olan biri: Birkaç kez değiştirdiği ismiyle; Friedensreich Hundrtwasser. Çevreci, moda deyimle ekolojik biri. le dolaşıldığında bir kentte değil de bir doğa üzerinden geçiyormuş hissi yaşansın diye her şey çok renkli... Binaların yapıldığı yerlerde tüm toplu taşıma araçlarında kullanılıyor. Sakın kontrol yok diye bilet almamazlık etmeyin. Çünkü beş günlük se bir şeyler bulur oldum. Her şeyi çöpe atan bir toplumun kabul edilemez olduğunu savunan, insanoğlunun her şeyden önce, dünyaya tehlike yaratan en bü ağaç varsa asla kesilmemeli. Binaları ayakta tutacak sütunlar bile tekdüze, dümdüz olmamalı. Parke taşlar bile engebeli... Buradaki yahatimde iki kez kontrole denk geldik. yük parazitin kendisi olduğu gerçeğini ka evlerde oturanlar da var ama eşyaları bu eve Cezasın yüzlerce Avro’yu buluyormuş. bul etmesi gerektiğine inanan sıkı bir çev göre yaptırması gerekiyor... Eco ile gençlik ve kitaplar üstüne... 1 Umberto Eco ile tanışma düşüm İstanbul ziyareti sırasında gerçekleşti. Çeşitli toplantılara katılacağını öğrendim önce, basına söyleşi vermeyecekti. Hazırlanan pop programa nasıl dayandığını merak ediyordum aslında. Büyük yazarın, bunca ilgiden sıkılacağını kestirmek güç değil. Mizacının insan canlısı olmadığına kalıbımı basarım. Kariyer planlaması yapan kimi yerli kültür esnafı için fotoğraf verme önemliydi. Okumaya ömür vermiş insan, elinde kitap olmaksızın zaman yitirince evet bunun adı yitirmektir öfkeli olur. Nasıl olduysa, aniden basına söyleşi verme kararı alındı. Ben de sıraya girdim. 2 Kapıda biriken kalabalık endişe vericiydi. Kaçı Eco kitabı okumuştu söyleşiye gelenlerin? Ülkem adına kaygılanmam, utanç hissiyle içimin kavrulması ayrı sorun. Sıra bana geldiğinde, kapıyı hafif tıklatıp sessizce girdim içeri. Sessizdim, Eco uyuklamaktaydı. İtalyan Konsolosluğu’nda bir odaya kapatılmış, ardı ardına gelen, eli kameralı insanlara kaygılı, sıkkın gözlerle baktığını düşündüm. İnsan böyle durumlarda diğerlerinden farklı olduğunu hissettirmek ister. Açtı gözlerini, yanımda çevirmenim olduğu halde çıkmıştım huzura; “İstanbul’u nasıl bulduğumu, Türkleri sevip sevmediğimi sormayacaksınız değil mi?” dedi mırıldanarak. Fırsat elime geçti ya, iyi okuru olduğumu anlatmaya çalıştım. 3 Süzdü beni; “sor bakalım” der gibi baktı, patlattım: “Bunca uyarıcı varken, telefon, televizyon, bilgisayar, sosyal medya ve daha neler, insanlar ni çin kitap okusun?” Tereddüt etmeden, sanki hep sorum üstüne kafa patlatmış gibi yanıtladı: “Bir ömrüm var ve ne denli renkli kılmaya çalışsam da sınırlı. Edebiyat bana başka hayatları sürme olanağı veriyor. Bundan yararlanmak istemiyorsa insanlar onlarda sorun var demektir.” Okumanın diğer tüm etkinliklerden etkili olacağını vurguladı. Ne tiyatro oyunu izlemek, ne sinema filmi içine düşmek, ne de başka türden deneyimler “okuma”nın yerini alamazdı. 4 Çok zamandır ara kuşak olmanın bunaltısını derin hissetmeye başladım. Bilişim çağına doğmadım, kıyısından yetiştim, tam olarak ne halt edeceğini bilmeyenler için söylüyorum bunu. Alışkanlıklarımın gülünç sayılması canımı sıkıyor. Bir kahveye sığınıp, hele de deniz kenarıysa, elimde kitap saatlerce devrilerek okuma özlemi duyuyorum. Buna “özlem” diyorum, çünkü okuma işi benim açımdan pek öyle güzel dekor eşliğinde yapılan eylem değil, tüm günümü, zamanımı alıyor. Hatta uykuya dalarken, sıradaki düşü beklerken ve uyandığımda; hangi kitabın neresinde olduğumla meşgul olmaya devam ediyorum, dahası aniden yataktan fırlayıp kütüphaneye tırmanmışlığım çoktur. Ne olacak kitaplar ve insanlar arasındaki ilişki. Eco: Bir ömrüm var ve ne denli renkli kılmaya çalışsam da sınırlı. Edebiyat bana başka hayatları sürme olanağı veriyor. Eco’nun gülerek okuduğum enfes “Somon Balığıyla Yolculuk” denemelerinin dışında, acil gereksinim duyduğum “ne olacak kitabın geleceği” sorusuna yanıt, Jean Pierre Carrier ile birlikte yazdıkları “Kitaplardan Kurtulacağınızı Sanmayın”a getirdim konuyu. Her okuma/kitap tutkunu için, yakın gelecekte tabletlere hapsolmuş, tutsak kitap fikri endişe vericidir. Kitabın nesne ve varlık olarak değerini, yaşamsal önemini kavramadan yaşam sürecek kuşaklara acıyorum. Ölecek mi kitaplar? 6 Bir söyleşide Eco: “Neden roman yazıyorsunuz” sorusuna, “Canım istediği için” yanıtını vermişti. Patlattım kahkahayı. Şimdi kişisel gelişim safsatası kurslarla karışan “yazarlık atölye”lerinde, heveslilere hap anlamlar arayan kimi “yürütücüler” –bu da yeni kavram, atölye yürütücüsü, ben koymadım adları sadece bu yanıtı verip toplantıyı sonlandırabilirler. Canımız istediği için yazmak ve elbette okumak haklı, iyi gerekçedir. 5 Sanırım her yazar “kitaplar” üstüne düşünür. Eco’nun başyapıtı “Gülün Adı”nda on dördüncü yüzyılda bir manastırda işlenen cinayet yine kitaplar üstünden gelişmez mi? Bilim ve din üstüne derin hesaplaşma, müthiş kurguyla sunulur okura. Sınırlı söyleşi zamanında konuyu o denli derinleştiremedim. Eco: “Dünyanın fişi çekildiğinde, elimizdeki elektronik cihazlar değersizleşecek, anlamı kalmayacak” diyor kitaplardan söz ederken, söyleşimizde yineledi. Yalnız şunu da ekledi: “Kalın bir kitabı uçak yolculuğu sırasında ya 7 Eco’nun kendini “genç romancı” sayması yadırgatıcı gelir ilkin, oysa geç yaşta ilk romanı kaleme almıştır, o halde gençtir. Yazarlık ömrü diye bir şey varsa eğer, ki vardır, bunu kurmaca ile başlatmazsanız yanılırsınız. Eco, muhtemelen hayli sıkıldığı üniversite yaşa mından sıyrılıp, romancılığa geçişle birlikte yeni özgürlük alanı sezmiş olmalı. Matrak, yaşamı mizahla anlayan, anlatan kalemi var Eco’nun. Bizde ağır abi pozlarıyla ortada salınan, içeriği zavallı metinlerle büyük şöhret yakalayıp, bir de üstüne gevezelik edenlerden farklı biri. Müte nıma alacak kadar ahmak deği vazı biri mi Eco? Bence hiç de Alimm.aUmçuaktltaaktaabblaestıtleınhaolkinuiyoedruinmir.im,UevmdbeeorrtoaEco ğil! Her yazar vaktini çalanlardan yaka silker, sıkılır, o gün neden bu ba dan okurum, kütüphaneme yerleştiririm.” sın buluşmalarını kabul etti emin değilim; yi Kitap güvenilir, kalıcı olan. Öyle olmasa, ne de Orhan Pamuk’la söyleşi vermek, Elif halen dünyanın dört yanında kütüphaneler Şafak’la çay içmekten daha sıkıcı olduğunu tüm ihtişamıyla yerlerini korumazdı. Rahat sanmıyorum sorularımın. Bir gün önce onlar soluk alıyorum. laydı da, aklıma geldi!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle