Katalog
                    Yayınlar
                
                - Anneler Günü
 - Atatürk Kitapları
 - Babalar Günü
 - Bilgisayar
 - Bilim Teknik
 - Cumhuriyet
 - Cumhuriyet 19 Mayıs
 - Cumhuriyet 23 Nisan
 - Cumhuriyet Akademi
 - Cumhuriyet Akdeniz
 - Cumhuriyet Alışveriş
 - Cumhuriyet Almanya
 - Cumhuriyet Anadolu
 - Cumhuriyet Ankara
 - Cumhuriyet Büyük Taaruz
 - Cumhuriyet Cumartesi
 - Cumhuriyet Çevre
 - Cumhuriyet Ege
 - Cumhuriyet Eğitim
 - Cumhuriyet Emlak
 - Cumhuriyet Enerji
 - Cumhuriyet Festival
 - Cumhuriyet Gezi
 - Cumhuriyet Gurme
 - Cumhuriyet Haftasonu
 - Cumhuriyet İzmir
 - Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
 - Cumhuriyet Marmara
 - Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
 - Cumhuriyet Oto
 - Cumhuriyet Özel Ekler
 - Cumhuriyet Pazar
 - Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
 - Cumhuriyet Sokak
 - Cumhuriyet Spor
 - Cumhuriyet Strateji
 - Cumhuriyet Tarım
 - Cumhuriyet Yılbaşı
 - Çerçeve Eki
 - Çocuk Kitap
 - Dergi Eki
 - Ekonomi Eki
 - Eskişehir
 - Evleniyoruz
 - Güney Dogu
 - Kitap Eki
 - Özel Ekler
 - Özel Okullar
 - Sevgililer Günü
 - Siyaset Eki
 - Sürdürülebilir yaşam
 - Turizm Eki
 - Yerel Yönetimler
 
                        Yıllar
                    
                    
                
                    Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
                    Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
                    Sayfayı Satın Almak İstiyorum
                
            
                8 Polonezköy İstanbul rotaları İstanbul’da yaşayıp da hâlâ bu güzellikleri görmemiş olanlar var. Ertelemeyin! Arabanıza ya da otobüse atlayın, keşfedin. KAYHAN AYHAN u Polonezköy: Güzel bir orman havası almak isteyenler Anadolu yakasında Polonezköy’ü tercih edebilir. Ağaçların ve yeşilliğin içinde derin bir nefes almak, yürüyüş parkurunda kuş seslerini dinlemek, büyük şehir stresinizi anında alıp götürecek. Kafelerde keyif çayı içip mola vermek isterseniz pek çok butik kafe var. Çocuklu aileler için de iyi bir rota. Garipçe u Garipçe: Rumeli Feneri ve Rumeli Kavağı’nın ortasında yer alan Garipçe, deniz kenarında şirin bir balıkçı köyü. Ailece güzel bir kahvaltı yapmak, deniz havası almak için tercih edebilirsiniz. Akşam menüde balık var. Denize de girmek isterseniz Anadolu Feneri tam size göre. Gökmaslı köyü u Şile’nin köyleri: Köy hayatını deneyimlemek isteyenler için Anadolu yakasında Şile’de geçmişi 600 sene öncesine dayanan Gökmaslı köyü tam isabet bir adres olacak. Asırlık evleri, yeşil vadileri ve tüm heybetiyle karşısında duran Fakradağı gelenleri kendine hayran bırakıyor.  9 HAZİRAN 2019  Biraz seyahat edenlerin ya da gezme fikrini sevenlerin az çok bilgi ve fikir sahibi olduğu bir kenttir muhtemelen Viyana... O nedenle hakkında yazı yazma  nın da zor olduğu bir kent bence... Zira  ne yazsanız eksik kalabilir. Ama zaten  bizde bıraktığı izler değil midir, o kent.  Bir kenti o kent yapan sadece tarihi, do  ğası, yönetimi, ulaşımı, insanların ya  şam biçimleri midir yoksa tüm bunların  bizde bıraktığı imge mi?..  Neyse dönelim Viyana’ya... İlk 20  yıl kadar önce gitmiştim. Bir arkadaşım  orada yaşamaya karar vermişti. Yerleş  mişti biz de onun kadar heyecanlı idik.  Hem kararı hem yaşayacağı yer açısın  dan. Sonra ilk fırsatta gitmiş, ilk şoku  havaalanında yaşamıştım.Nazi subaylarını andırır bir görevli, ağlayan küçük  Harita ve toplu taşıma bileti ile keyifli zaman geçirmek mümkün  bir çocuğun annesini azarlamış, muhte  melen çok gürültü yaptığını söylemişti ama ne anne, ne çocuk ne de biz o konuştuğu Nazi filmlerindeki subay Almancasından bir şey anlamıştık. İçimden “Almanya kadar faşist” düşüncesinin belli belirsiz geçtiğini hatırlıyorum. Kentte gezerken gördüğüm aşırı nizam, turistik yerlerin bahçelerindeki ağaçların güzellik adına aynı sıra, aynı boyutta oluşundan kıllanmıştım ki arkadaşım da artık tanımaya başladığı bu kentin havaalanındaki fikrimi doğruladığını anlatmıştı. Neyse sonra zaman  İşte renkli ViyanaOLCAY  zaman gitme olanağım oldu arkadaşım  BÜYÜKTAŞ  sayesinde, hatta aşarı sağcı Jörg Haider  başkan seçildiği dönem Haider karşıtı  gösterilere katılma şansım... Gel zaman  git zaman kenti de, insanları da, anlaşı  yı da tanıma  ya başladık ve  tanıdıkça sev  meye... Hatta  artık ucuz bi  let zamanla  rını kollayıp,  Viyana’da bir sosyal konut inşa etmesi  arkadaşımızı  teklifi üzerine mimarlığa adım atan  arayıp biz ge  ve düz çizgiden nefret eden ressamın  liyoruz der ol  mimari eserleri de böyle olur...  duk, neyse ki  misafir seven Tuvaletleri bile kendine has. bir arkadaşımız var.  İlk kez  Ressamları, müzeleri, sergileri, opera binası ve konserleri, festivalleri, pastaneleri ve benim için vazgeçilmez ka  gittiğimde nizam intizam  nal boyu gezmeleri... Kültür ve sanat  içinde  alanında haklı bir ünü var tabii ki... Hırıstıyan dünyası için de önemli olabilecek Avrupa’nın ilk kilesesi olarak bile  oluşundan rahatsızlık  Esas olarak yürüyüşü önereceğimiz kentte zaten özellikle akşam ve sabahları tüm kentin yürüdüğünü görmek mümkün. Tuna Nehri’nin bir kolu şehrin içinden geçiyor ve içinden nehir, kanal, boğaz geçen tüm kentler gibi daha bir güzelleşiyor şehir... Kanalın iki yakasında yaz kış yürüyenler, koşanlar eksik olmuyor. Yazın da pub’lar, müzik çalan mekânlar kuru  reci. Mimaride radikal bir tavrı var. Ona ressam olarak niye mimarı ile uğraştığını soranlara, “Ressamdan önce, insanım. Bir sandalyeye oturmadan önce, eğer kirliyse mendilinizi çıkarıp temizlersiniz. Kirli mimarinin olduğu bir yere gidersem de önce onu temizlemem gerekir” yanıtını vermiş vakti zamanında. Çöp yakma ünitisini merak ettiğimde arka  nen küçük bir kilisede, yıllar önce dinlediğim konseri hâlâ unutamam... Ulaşıma dikkat Kentin tadını çıkarmak için yapılması gereken iki basit şey var: Kent içi ulaşım hatlarını gösteren bir harita ve ulaşı  duyduğum kentte yavaş yavaş düzen karşıtı ya da tam  luyor. Uygun bir bütçe ile güzel biralar, şaraplar içmek, iyi vakit geçirmek mümkün. İçinden ağaç geçen evler Gelelim bizim içinden ağaç geçen evlere... İlk gidişimde dikkatimizi çekmişti yüksek kuleli rengârenk bir bina... Metro hatların  daşım anlatmıştı nasıl bir ressam ve mimar olduğunu. ‘Hundrtwasser Village’a götüreceğini söylediğinde heyecanlandık. İlginç bir mimar, düz çizgiden nefret ediyor, çünkü yaratıcı olmayan tek çizgi, hatta yasaklanması gerekir. Yapılarının vazgeçilmez öğesi olan dalgalı zeminlerin kaynağında  mı kolay ve ucuz yoldan halletmek için kalış süresine göre alınacak toplu taşıma biletleri.. Günlük ve haftalık seçenekler  anlamıyla doğanın  dan birinin son durağında. Sanırsınız bir sanat galerisi... Meğer bir çöp yakma ünitesiymiş... Ünlü bir ressamın elinden çıkmış. Res  yatan fikir de bu olsa gerek. Çünkü ona göre doğada düz hiçbir şey yok. Her yer engebeli, rengârenk, cıvıl cıvıl... O nedenle de yapı  var, havaalanına da toplu taşıma ile gi  düzenini  sam dediysek mimaride de bir tarzı ve duruşu lar da düz değil. Evler bile... Hatta helikopter  decekseniz 3540 Avro kadar bir bütçeyi toplu taşımaya ayırmanız gerekiyor 45 günlük bir sehayatte. Alınan biletler  içinde barındıran  olan biri: Birkaç kez değiştirdiği ismiyle; Friedensreich Hundrtwasser. Çevreci, moda deyimle ekolojik biri.  le dolaşıldığında bir kentte değil de bir doğa üzerinden geçiyormuş hissi yaşansın diye her şey çok renkli... Binaların yapıldığı yerlerde  tüm toplu taşıma araçlarında kullanılıyor. Sakın kontrol yok diye bilet almamazlık etmeyin. Çünkü beş günlük se  bir şeyler bulur oldum.  Her şeyi çöpe atan bir toplumun kabul edilemez olduğunu savunan, insanoğlunun her şeyden önce, dünyaya tehlike yaratan en bü  ağaç varsa asla kesilmemeli. Binaları ayakta tutacak sütunlar bile tekdüze, dümdüz olmamalı. Parke taşlar bile engebeli... Buradaki  yahatimde iki kez kontrole denk geldik.  yük parazitin kendisi olduğu gerçeğini ka  evlerde oturanlar da var ama eşyaları bu eve  Cezasın yüzlerce Avro’yu buluyormuş.  bul etmesi gerektiğine inanan sıkı bir çev  göre yaptırması gerekiyor...  Eco ile gençlik ve kitaplar üstüne...  1 Umberto Eco ile tanışma düşüm İstanbul ziyareti sırasında gerçekleşti. Çeşitli toplantılara katılacağını öğrendim önce, basına söyleşi vermeyecekti. Hazırlanan pop programa nasıl dayandığını merak ediyordum aslında. Büyük yazarın, bunca ilgiden sıkılacağını kestirmek güç değil. Mizacının insan canlısı olmadığına kalıbımı basarım. Kariyer planlaması yapan kimi yerli kültür esnafı için fotoğraf verme önemliydi. Okumaya ömür vermiş insan, elinde kitap olmaksızın zaman yitirince evet bunun adı yitirmektir öfkeli olur. Nasıl olduysa, aniden basına söyleşi verme kararı alındı. Ben de sıraya girdim. 2 Kapıda biriken kalabalık endişe vericiydi. Kaçı Eco kitabı okumuştu söyleşiye gelenlerin? Ülkem adına kaygılanmam, utanç hissiyle içimin kavrulması ayrı sorun. Sıra bana geldiğinde, kapıyı hafif tıklatıp sessizce girdim içeri. Sessizdim, Eco uyuklamaktaydı. İtalyan Konsolosluğu’nda bir odaya kapatılmış, ardı ardına gelen, eli kameralı insanlara kaygılı, sıkkın gözlerle baktığını düşündüm. İnsan böyle durumlarda diğerlerinden farklı olduğunu hissettirmek ister. Açtı gözlerini, yanımda çevirmenim olduğu halde çıkmıştım huzura; “İstanbul’u nasıl bulduğumu, Türkleri sevip sevmediğimi sormayacaksınız değil mi?” dedi mırıldanarak. Fırsat elime geçti ya, iyi okuru olduğumu anlatmaya çalıştım. 3 Süzdü beni; “sor bakalım” der gibi baktı, patlattım: “Bunca uyarıcı varken, telefon, televizyon, bilgisayar, sosyal medya ve daha neler, insanlar ni  çin kitap okusun?” Tereddüt etmeden, sanki hep sorum üstüne kafa patlatmış gibi yanıtladı: “Bir ömrüm var ve ne denli renkli kılmaya çalışsam da sınırlı. Edebiyat bana başka hayatları sürme olanağı veriyor. Bundan yararlanmak istemiyorsa insanlar onlarda sorun var demektir.” Okumanın diğer tüm etkinliklerden etkili olacağını vurguladı. Ne tiyatro oyunu izlemek, ne sinema filmi içine düşmek, ne de başka türden deneyimler “okuma”nın yerini alamazdı. 4 Çok zamandır ara kuşak olmanın bunaltısını derin hissetmeye başladım. Bilişim çağına doğmadım, kıyısından yetiştim, tam olarak ne halt edeceğini bilmeyenler için söylüyorum bunu. Alışkanlıklarımın gülünç sayılması canımı sıkıyor. Bir kahveye sığınıp, hele de deniz kenarıysa, elimde kitap saatlerce devrilerek okuma özlemi duyuyorum. Buna “özlem” diyorum, çünkü okuma işi benim açımdan pek öyle güzel dekor eşliğinde yapılan eylem değil, tüm günümü, zamanımı alıyor. Hatta uykuya dalarken, sıradaki düşü beklerken ve uyandığımda; hangi kitabın neresinde olduğumla meşgul olmaya devam ediyorum, dahası aniden yataktan fırlayıp kütüphaneye tırmanmışlığım çoktur. Ne olacak kitaplar ve insanlar arasındaki ilişki.  Eco: Bir ömrüm var ve ne denli renkli kılmaya çalışsam da sınırlı. Edebiyat bana başka hayatları sürme olanağı veriyor.  Eco’nun gülerek okuduğum enfes “Somon Balığıyla Yolculuk” denemelerinin dışında, acil gereksinim duyduğum “ne olacak kitabın geleceği” sorusuna yanıt, Jean Pierre Carrier ile birlikte yazdıkları “Kitaplardan Kurtulacağınızı Sanmayın”a getirdim konuyu. Her okuma/kitap tutkunu için, yakın gelecekte tabletlere hapsolmuş, tutsak kitap fikri endişe vericidir. Kitabın nesne ve varlık olarak değerini, yaşamsal önemini kavramadan yaşam sürecek kuşaklara acıyorum. Ölecek mi kitaplar?  6 Bir söyleşide Eco: “Neden roman yazıyorsunuz” sorusuna, “Canım istediği için” yanıtını vermişti. Patlattım kahkahayı. Şimdi kişisel gelişim safsatası kurslarla karışan “yazarlık atölye”lerinde, heveslilere hap anlamlar arayan kimi “yürütücüler” –bu da yeni kavram, atölye yürütücüsü, ben koymadım adları sadece bu yanıtı verip toplantıyı sonlandırabilirler. Canımız istediği için yazmak ve elbette okumak haklı, iyi gerekçedir.  5 Sanırım her yazar “kitaplar” üstüne düşünür. Eco’nun başyapıtı “Gülün Adı”nda on dördüncü yüzyılda bir manastırda işlenen cinayet yine kitaplar üstünden gelişmez mi? Bilim ve din üstüne derin hesaplaşma, müthiş kurguyla sunulur okura. Sınırlı söyleşi zamanında konuyu o denli derinleştiremedim. Eco: “Dünyanın fişi çekildiğinde, elimizdeki elektronik cihazlar değersizleşecek, anlamı kalmayacak” diyor kitaplardan söz ederken, söyleşimizde yineledi. Yalnız şunu da ekledi: “Kalın bir kitabı uçak yolculuğu sırasında ya  7 Eco’nun kendini “genç romancı” sayması yadırgatıcı gelir ilkin, oysa geç yaşta ilk romanı kaleme almıştır, o halde gençtir. Yazarlık ömrü diye bir şey varsa eğer, ki vardır, bunu kurmaca ile başlatmazsanız yanılırsınız. Eco, muhtemelen hayli sıkıldığı üniversite yaşa mından sıyrılıp, romancılığa geçişle birlikte yeni özgürlük alanı sezmiş olmalı. Matrak, yaşamı mizahla anlayan, anlatan kalemi var Eco’nun. Bizde ağır abi pozlarıyla ortada salınan, içeriği zavallı metinlerle büyük şöhret yakalayıp, bir de üstüne gevezelik edenlerden farklı biri. Müte  nıma alacak kadar ahmak deği  vazı biri mi Eco? Bence hiç de  Alimm.aUmçuaktltaaktaabblaestıtleınhaolkinuiyoedruinmir.im,UevmdbeeorrtoaEco  ğil! Her yazar vaktini çalanlardan yaka silker, sıkılır, o gün neden bu ba  dan okurum, kütüphaneme yerleştiririm.”  sın buluşmalarını kabul etti emin değilim; yi  Kitap güvenilir, kalıcı olan. Öyle olmasa, ne de Orhan Pamuk’la söyleşi vermek, Elif  halen dünyanın dört yanında kütüphaneler  Şafak’la çay içmekten daha sıkıcı olduğunu  tüm ihtişamıyla yerlerini korumazdı. Rahat sanmıyorum sorularımın. Bir gün önce onlar  soluk alıyorum.  laydı da, aklıma geldi!   
            
    
