Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 23 HAZİRAN 2019 @moving.daily movementprojectistanbul YeAnni mimodaalsFploorw: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK A“ nimal Flow” hayvan hareketlerini taklit eden bir egzersiz türü. Şu sıralar oldukça ilgi görüyor. Eğitmen Damla Altay, yaz aylarında derslerini Maçka Parkı’nda veriyor. Nisan sonunda iki arkadaşıyla “Movement Project Istanbul” isimli bir hareket başlattı. Ders ücretlerini bağışlıyorlar. Altay, “İlk ay Haçiko’ya bağış yaptık. Bu ayın geliri Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği’ne gidecek. Katılım ücreti 20 TL. Jimnastik, başüstü duruşlar, esneklik ve Crossfit’i kombine ederek antrenman yaptırıyoruz. Çok güzel bir grubumuz oldu, aile gibi olduk” diyor. Zihin ve bedenin birbirinden ayrı iki şey olmadığını ve birbirinden beslendiğini söyleyen Altay, şöyle devam ediyor: “Kendimi spor yaptıkça daha iyi hissetmemle ve daha önce yapamadığım şeyleri yapabildiğimi görmeye başlamamla spora yönelmem organik olarak gelişti.” HAREKET, DENGE, ESNEKLİK... Altay, Koç Üniversitesi psikoloji öğrencisiyken 3’üncü sınıfta Crossfit ile tanışmış: “Crossfit Seviye 1 eğitmeni olmak için Avusturya’ya gittim ve eğitmen oldum. Daha sonrasında Crossfit jimnastik uzmanlığı aldım. Bu sene de şubat ayında ‘Animal Flow’ isimli hayvan hareketlerini taklit eden bir egzersiz türünün eğitmeni oldum. Sporun faydaları saymakla bitmez. Psikolojik olarak sağladığı en önemli faydalar, beyindeki kimyasal dengeyi değiştirip mutluluk hissi sağlaması. ‘Yapamayacağım’ diye düşündüğünüz şeyleri yapabildiğinizi gördüğünüzde kendinize gelen güven. Anatomik olarak ise özellikle ileriki yaşlarda ihtiyacımız olan dengeyi, hareket etme açılarını ve esnekliği artırması. Bana göre bilgisayar başında çalışan bir insanın öncelikle omurgası ve mobilitesi üzerinde çalışması gerekir. Mobilite, kaslarımızı belirli açılarda kontrol edebilme kapasitesidir. Dolayısıyla masa başı çalışanlara önerim, Animal Flow gibi hem esneyip hem de sizi nefes nefese bırakan ve canlı hissettiren bir spor türü yapmanız.” Eskiden Kanlıca koyunda ‘dem çekmek’ çok sevilirdi Boğaz sefası zamanı LALEHAN UTKAN Limonata kıvamındaki serinliği, eşsiz güzellikteki sarayları ve yalılarıyla yaz aylarının vazgeçilmez rotalardan biridir Boğaziçi... H aziran güneşinin iyiden iyiye kendini göstermesiyle birlikte, püfür püfür Boğaziçi gezmeleri de baş tacı olmaya başladı. Boğaziçi kıyılarında ilkçağda var olan ufak yerleşimler, rüzgârdan korunan yamaçlarda ve koylarda yer alırdı. Bizans devrinde ise daha çok Boğaziçi’nin sağladığı iki imkândan faydalanıldı: Balıkçılık ve gemilerden alınan vergiler. Boğaziçi’nin altın çağı, XVll. yy sonlarında, Haliç kıyılarındaki sanayileşmeyle başladı. Saltanat mensuplarının sarayları ve İstanbul’un elit kesiminin yalıları birbirinin ardı sıra Boğaziçi’nin iki yakasını süsledi. suyla bağı olmalı Sırtını erguvanlarla kaplı yamaçlara dayayan, bahçesindeki envai çeşit çiçekle Boğaziçi’ni süsleyen yalılar, asırlar boyunca seçkin bir zümreye de ev sahipliği yaptı. Bir evin yalı olabilmesi için su ile bağlantısı olmalı. Osmanlı devrinde sayıları 445'i bulan yalılardan suyla bağı kesilenleri çıkardığımızda, çok azının günümüze gelebildiğini söyleyebiliriz. Osmanlı yalıları ve sahipleriyle ilgili bilgileri, o dönemde yazılan “Bostancıbaşı Defterleri”nden öğreniyoruz. Bostancıbaşı, saltanat kayıkları ile yapılan Boğaz gezileri sırasında, sultanın oturduğu locanın karşısında ayakta durur, güzergâh üzerindeki ya lılar ve sahipleri hakkında bilgi verirdi. Osmanlı sultanlarının hemen hepsi Boğaziçi’ne önem vermiş, özellikle lll. Ahmet devrinde yetiştirilen 229 çeşit lale, çerağ eğlenceleri ve helva sohbetleri, Boğaziçi’nin sembolleri olurken, bir devre de adını vermiştir. XVlll ve XIX. yy’da saltanat mensupları dilediği yerde yalı yaptırabiliyordu. Ancak, saraylara yakın olması sebebiyle daha çok Beşiktaş ve Ortaköy kıyıları tercih edildi. Sadrazam ve divan üyeleri Bebek, azınlıklar Arnavutköy ve Kuzguncuk, yabancı diplomatlar Tarabya, Büyükdere ve Sarıyer taraflarına yerleşirken, din adamları genellikle Beylerbeyi ve Çengelköy kıyılarını yalılarına mesken tutardı. Bulundukları yerler gibi, yalıların renkleri de birtakım kurallarla belirlenirdi. RENKLERİN SIRRI Aşıboyalı denilen kırmızı renkli yalılar saltanat mensuplarına, beyaz ve pastel renkliler Müslümanlara, gri ve tonlarına boyanan yalılar ise gayrimüslimlere aitti. Kurallara uymayanların yalısına el koyulur, hatta sürgüne gönderilirdi. Genişçe bir bahçenin içinde, harem ve selamlık olarak inşa edilen yalıların, aile hayatının yaşandığı harem bölümleri genellikle daha geniştir. Gündelik hayata ayrılan bu bölümde denize uzanan cumbalardan balık tutulur, rıhtıma yanaşan sandallı satıcılardan alışveriş yapılır, odalardan birinin döşemesindeki kapak kaldırılarak denize girilirdi. KANLICA’DA BÜLBÜL SESİ Baharda, birbirinden ilginç gelenekler de hayata geçirilirdi. Boğaz’daki irili ufaklı kayıklardan yükselen hanende ve sazendelerin sesleri, mehtapla aydınlanan kıyıları süslerdi. Nisan ve haziran ayları arasındaki en sevilen eğlencelerden biri ise bülbül dinlemekti. Uzak semtlerde oturan akrabalar yalıya davet edilir, akşam yemeğinden sonra kayıkhanedeki kayıklar çözülür, koylara bülbül gibi ötücü kuşların “dem çekmek” adı verilen nameleri dinlemeye gidilirdi. En çok tercih edilen koy ise adeta amfi tiyatro tınısına sahip olan Kanlıca Koyu idi. 1 Yandan çarklı...851’de kurulan Şirketi Hayriye’ye ait vapur rılan kayıkların yerini alırlar. Artık ne hanılar, Boğaziçi'nde yaşayan halkın ulaşım so miğneleri kaldı ne de yandan çarklılar. Belrununu önemli ölçüde çözer. İngiltere’den ki de değişimin değiştiremediği tek şey, ha getirilen 6 vapura, halk “yandan çark vaların ısınmasıyla birlikte, bir vapura atla lı” ismini uygun bulur. Beykoz’dan Galata yıp Boğaz’ın serin sularına doğru uzanmak. Köprüsü’ne uzanan tek seferde yaklaşık 20 Karadeniz’den esen rüzgâr yüzümüzü okşar iskeleye uğrayan vapurlar, sonradan “dilen ken, güvertede içilen demli çay ve İstanbul’un ci vapuru” olarak anılacaktır. Kısa sürede, martıları ile paylaşılan bir parça simit ise Bo şeklinden dolayı hanımiğnesi olarak adlandı ğaz sefasının olmazsa olmazlarından hâlâ... İstanbul’a can veren müzik festivali 1 İstanbul Müzik Festivali’ni yakından izliyorum. Dünyanın başka ülkelerinde büyük paralar vererek dinleyebileceğimiz müzisyenler yanı başımıza geliyor. İKSV’nin zorunlu olarak siyasal İslamcı bakanlarla, belediyeyle iyi geçinmek zorunda olması can sıkıcı kuşkusuz. Dirençle devam ediyorlar kente lezzet katmaya. Onur konuğuna ödül verilmesini önemsiyorum. Bu yıl Rengim Gökmen aldı. Hocayla dostluğumuz var. Ödülü alan sanatçı dışındaki teşekkürler yoruyor. Bülent Eczacıbaşı her yıl aynı sözleri yineliyor, haklı. Aileden kalan geleneği sürdürüyor inatla, başarıyla. Aydın Gün Teşvik Ödülü’nü alan Can Çakmur, “Sahnede olup piyano çalmadığım nadir zamanlardan biri” diye başladı söze. Sıcak, içten seslenişti. Keşke ilk konser onun olsaydı. Bu arada, ülkenin en büyük piyanisti olma tekelinin kırılacağına dair umudum güçlendi. 2 Rengim Gökmen’in konuşması dokunaklıydı. Bir yandan vefa örneği sergilerken, öte taraftan Cumhuriyetin nasıl erdemli, değerli sanatçılar yetiştirdiğini anımsattı hepimize. Ahmet Adnan Saygun’dan söz ettiği sırada izleyenlerin tümü sanırım benzer duyguya kapıldı. Festivalde sıkça dinleyeceğimiz Şostakoviç’in “Tarihe Tanıklığım” kitabından şu sözleri öteden beri aklımda: “Sanatçı, milyonlarca insana tek bir insanın ruhunda neler olup bittiğini gösterebildiği gibi, tek bir insana tüm insanlığın ruhunun neyle dolduğunu da anlatabilir. Sanat için her ikisi de eşdeğerdir.” Elde olmadan Hüseyin Sermet’in utandıran sözleri geldi aklıma. Bazen insan yaşarken nasıl ölüyor, onu görüyoruz. Gitsin bakalım, saray bestesi yapsın da görelim kim dinleyecek onu! Saray deyince, bu konuda sınav verecek çok sanatçımız olması düşündürücü! 3 Bizim ülkede sahiden “sanat çevresi” denen düşünsel inceliğe sahip bir kitle var mı, emin değilim. Daha çok zengin ailelerin, zaman zaman gösteri halini alan varlığı öne çıkıyor. Bunu aşan genç ilgisi dikkat çekici gerçi! Seviniyorum. Cumhuriyet; klasik müziği, baleyi, operayı halkla buluşturmayı başarmıştı. İKSV içinden geçtiğimiz süreçte tüm etkinlikleriyle, bir anlamda devletin görevini de yükleniyor. Özellikle kente yayılan yeni mekânlar, kitlesel katılım açısından önemli. Cumhuriyetin bir diğer önemli kurumu İş Bankası’nın salonu değerli rol üstlendi yine. Başarılı kış programı ardından, haziranda İKSV ile birlikte dünya yıldızlarını ağırlamaya devam ediyor. Festivalin Kadıköy’e taşmış olması, ki hâlâ çok eksik, önem taşıyor. Süreyya Operası müthiş ortamıyla, dinleme zevki sunuyor. Elbette koca kentte sınırlı olanaklar içinde kıvranmamız acıklı. AKM’nin yıkıntısı önünde her gün yüreğim sızlar. 4 Festival Tekfen Filarmoni ile açıldı. Şef Aziz Shokhakimov ilgi çekici genç adam. Elde olma Yuja Wang dan kuşku ile yaklaştım. Şeflerin giderek dansa dönen hareketleri ilgiyi dağıtır gibi. Genç piyanist SeongJin Cho etkileyiciydi doğrusu. Şunu görüyorum, dünyanın her yerinde olağanüstü seviyede çalgıcılar var. Önemli olan popstar duygusuna kapılmadan kendi tınını bulmak. Nitekim Lüksemburg Filarmoni Orkestrası ile çalan piyanist Yuja Wang özgün örneklerden biri. Giyimi, tavrı ile aykırı genç kadın. Sahneye şortla, dikkat çekici dekolte ile çıktı. Seyirciyi hayretle irkiltti. Bu tür kafa tutuşları seviyorum doğrusu. İş, Şostakoviç çalmaya gelince nasıl bir duyuşla karşılaştığımızı anlıyoruz. Şostakoviç müziği; çalan için de, dinleyenler için de sınav niteliği taşıyor. Yazık ki konser dinleyicisinin bir kısmı hâlâ eser sürelerini bilmiyor. Yerli yersiz alkış, öksürükler büyük sanatçıları etkiliyor. 5 Yaş ilerledikçe her sanat alanında yalın, rafine olanı seçiyor insan. Nasıl edebiyatta söz kalabalığına kapılmıyorsak, müzikte de o sade olana yöneliyoruz. Aklımda Tahsin Yücel’in “Ömrümü süsten püsten arınmaya verdim” sözü var. “Faust, Queyras, Melnikov” üçlüsünün Beet hoven yorumu tam anlamıyla bunu sağladı. Festivalde pek çok başarılı virtüöze denk geliyoruz, ancak hemen hepsi dinleyici tavlamak için araya bir numara sıkıştırıyor. Ben bunca sade ve içe işleyen bir çello yorumu uzun zamandır dinlememiştim. Queyras büyüsü diye bir tarif olmalı. Faust’un mükemmel tınısı, artık bilgeleşmiş Melnikov dokunuşları Beethoven’i bize müthiş taşıdı. Onlar sahnede birlikte soluk alıp verirken, biz de bir süre sonra kapıldık. Evde kayıtlarını bulup dinliyorum. Uzun süre etkisinde kaldım. 6 Yine Tekfen Filarmoni Danıel MüllerSchott ile sahnedeydi. Parantez açıp, büyük şirketlerin müziğe yatırımını alkışlamam gerekiyor. İçinden geçtiğimiz berbat liberal süreçte, yazık ki kentlere, kasabalara orkestra hayali kuramıyoruz. Son derece değerli müzisyenlerimiz rock, pop, hatta arabesk yaparak ayakta kalmaya çalışıyor. Devletin düşmanlığı sürdükçe özel sektöre daha çok iş düşecek sanatçılar için. Daniel MüllerSchott’u daha önce dinlemiş, hayranlık duymuştum. İki gün üst üste görkemli çellist izlemek karşılaştırma olanağı da sunuyor dinleyene. Üslup nedir iyice anlıyorsunuz. Yine Şostakoviç vardı ve elbette sanatçıya zengin olanaklar sunuyordu, Müller Scott bestecinin sınırlarını zorlayarak muazzam bir gezinti yaptı. 7 Müzik eleştirmeni değilim, meraklısıyım. Dünyanın neresine gidersem, elimde avucumda olanı müzik için harcıyorum. Dünyayı katlanılır kılmak, anlamak için müthiş olanak sunuyor müzik. Şiir, felsefe, genel anlamıyla edebiyat peşinde olmayan birinin, dinlediğinden herhangi bir anlam çıkaracağını sanmıyorum. Yaşamın her alanında olduğu gibi, garip güruh içinde kıvranıyoruz. Büyük başarı kazanan sanatçılarımızın, siyasal olaylarda yalpalaması acıklı! Dünyada öne çıkan beste ciler, çalgıcılar direnç gösterenler. Müziğe düşünsel derinlik katmazsanız yitip gidersiniz bir zaman sonra. Bilge Şostakoviç’e sıkça başvurmam bundan: “Besteci, dinleyicisiyle bağlantı kurmanın yollarını aramalıdır. Bu onun sanatsal ve ahlaki görevidir. Kimse tarafından dinlenmeyen bir bestecinin eseri bütünüyle anlamsızdır. Bir de sorunun diğer yönü var. Sanattaki erişebilirlik sorunsalı, sanatı yozlaştırıp karşıtına dönüştürme riskini de taşımaktadır. Strauss’un valsleri, Liszt’in rapsodileri ya da Çaykovski’nin senfonileri anlaşılabilir eserlerdir, ama dinlemesi utanç verici, kaba pop şarkıları da öyle değil midir? İlkinde, sanat değeri yüksek bir müzikten, ikincisinde, ilkellikten, müziğin bedeninde çıkmış hastalıklı bir sivilceden söz ediyoruz. Sanatsal ölçütlerimizi asla aşağı çekmememiz gerekir. Tersi durumda, sanat bir eğlence, boş ve anlamsız oyalanma etkinliği düzeyine inecektir. Her türden sesin bombardımanı altında yaşayan günümüz toplumu böyle bir tehlikeyle karşı karşıyadır. İkinci sınıf pop müziğin ‘büyük dalga’ları, büyük müziğin dayanaklarını sarsmakta, onları un ufak edip ortadan kaldırmakla tehdit etmektedir.” Rengim Gökmen