Katalog
                    Yayınlar
                
                - Anneler Günü
 - Atatürk Kitapları
 - Babalar Günü
 - Bilgisayar
 - Bilim Teknik
 - Cumhuriyet
 - Cumhuriyet 19 Mayıs
 - Cumhuriyet 23 Nisan
 - Cumhuriyet Akademi
 - Cumhuriyet Akdeniz
 - Cumhuriyet Alışveriş
 - Cumhuriyet Almanya
 - Cumhuriyet Anadolu
 - Cumhuriyet Ankara
 - Cumhuriyet Büyük Taaruz
 - Cumhuriyet Cumartesi
 - Cumhuriyet Çevre
 - Cumhuriyet Ege
 - Cumhuriyet Eğitim
 - Cumhuriyet Emlak
 - Cumhuriyet Enerji
 - Cumhuriyet Festival
 - Cumhuriyet Gezi
 - Cumhuriyet Gurme
 - Cumhuriyet Haftasonu
 - Cumhuriyet İzmir
 - Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
 - Cumhuriyet Marmara
 - Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
 - Cumhuriyet Oto
 - Cumhuriyet Özel Ekler
 - Cumhuriyet Pazar
 - Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
 - Cumhuriyet Sokak
 - Cumhuriyet Spor
 - Cumhuriyet Strateji
 - Cumhuriyet Tarım
 - Cumhuriyet Yılbaşı
 - Çerçeve Eki
 - Çocuk Kitap
 - Dergi Eki
 - Ekonomi Eki
 - Eskişehir
 - Evleniyoruz
 - Güney Dogu
 - Kitap Eki
 - Özel Ekler
 - Özel Okullar
 - Sevgililer Günü
 - Siyaset Eki
 - Sürdürülebilir yaşam
 - Turizm Eki
 - Yerel Yönetimler
 
                        Yıllar
                    
                    
                
                    Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
                    Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
                    Sayfayı Satın Almak İstiyorum
                
            
                8 16 HAZİRAN 2019  Kanallar, bisikletler, esrar...  1 Bayram tatili eziyete dönmesin diye ilk gün evde oturup sokaklar tenhalaştıktan sonra düştük yola. “İs  liderlere doğrudan getirdiği eleştiri, farklı bakış biçimleriyle düşüncenin çeşitlenmesini sağlaması etkileyiciydi. Ortadoğulu sa  tanbul Havaalanı”, İstanbul’un neresi  natçı tam da bulunduğu coğrafyanın acısını  ne düşer diye öğrenmiş olduk böylece. Yol  ortaya sermiş.  lar boş olduğu halde, neredeyse bir buçuk  Müzede etkisi en güçlü iş Grayson  saatte zor vardık alana. Görkemli bina kar  Perry’nin “Gulf War Dinner Service/ Kör  şımıza dikildi. “Gıcır gıcır yerler, uçsuz bu  fez Savaşı Yemek Servisi” adlı çalışması.  caksız salonlar, hayli aydınlık, insanı rahat  Saldırgan ABD ve medyasının, savaşı nasıl  ettiren ortam” diyeceğim ama diyemiyorum.  haklı/meşru gösterdiğini, oturduğumuz sof  Çünkü israf, gereksiz, abartılı büyüklük ve  ralarda nasıl insan kanı içip, eti yediğimizi  asla kullanışlı olmayan alanlar arasında kay  güçlü imgelerle anlatıyor. Sanatçıların he  boluyor insan. Uçağa bindikten sonra nere  men tümü saldırgan kapitalizmi, savaş oyu  deyse bir saatte ulaşıyorsunuz piste, zaten  nunu sert biçimde eleştiriyor. Müzeden çı  kapıya ulaşmak için de bir o kadar zamanı  kınca bir süre uzandığım çimenlerden göğe  nız gidiyor. Diyeceğim; AKP döneminin ru  doğru bakıyorum  hunu olduğu gibi yansıtıyor havaalanı. Amsterdam’a inince dertler bitecek san mak saflık olurdu. Yanımızdan kayıp giden AB vatandaşlarına imreniyoruz, çünkü bizim kuyruk bir saat sürecek. Arada insanları gözlüyorum, yurttan uzak olmak, tuhaf, çocuksu tavırlara taşıyor insanları, özgürlük sanılan gülünç tavırlar, yapmacık haller belirginleşiyor. Sahte gülümsemesiyle Hollanda polisinin aşağılayıcı sorularına maruz kalıyoruz. “Kaç paranız var?”, “Nerede kalacaksınız?”, “Niye geldiniz?” türü utandıran sorular bunlar. Tatil dostlarımdan Doktor Baha Doğan’ın: “Bir daha Avrupa’ya çıkmayacağım, her yer birbirine benziyor” sözüne hak veriyorum. 2 Geceden başucuma koyduğum Demir Özlü’nün şahane üçlemesi “Bir Beyoğlu Düşü, Berlin’de Sanrı, Kanallar”ı yol arkadaşı yapıyorum. Dünya yazınında Amsterdam’a dair neler var diye ararken, çok sevdiğim ve de okuduğum Özlü’nün Kanallar anlatısı heyecan veriyor. Uçakta okuyorum. Düşlemeye başlıyorum Amsterdam’ı, Özlü’nün kanallar arasında nasıl kaybolduğunu okuyorum, bir aşkın izinden nasıl gittiğini gözlüyorum… Sahi bir aşk hangi şehirde yaşanırsa oranın kokusunu taşımaz mı? Hoş eski sevgilinin peşinden akıyor Özlü’nün öyküsü. Şaşırtıcı sonu. Düşle gerçek arasına sıkışıyor insan. 3 O tele sağ salim varıyoruz, acele yerleşip sokağa atıyoruz kendimizi. Şehirde yürümenin en güç yanı bisikletler. Kulağa hoş gelen, görüntüsü sevimli bisikletlerden canını korumak hiç kolay değil. Amsterdam yayalar için tasarlanmış değil, her yerden çıkan ve hızı kestirilemeyen bisikletlerle yaşamak deneyim istiyor. Bir an boş bulunulursa büyük kazalara yol açıyor bisikletler. Dikkati toplayıp usulca yürüyoruz, ilk durak Vondel Park. Uçsuz bucaksız yeşilin, ağaçların arasına yayılmak büyük keyif! İnsan canlısı ördeklerle dostluk hemen gelişiyor. Güneşi görüp sere serpe yayılarak ekmek arası peynirleri, sosisleri keyifle yiyen insanlara bakıyorum.  4 Müzeler bölgesi apayrı olanaklar sunuyor gezginlere. Dünyanın en değerli yapıtlarını görmek an meselesi. İlkin Van Gogh Müzesi’ne giriyoruz. Geçen sene izlediğim başarılı animasyon film aklımda… Müzedeki kalabalığın ne kadar turistik amaçla, ne denli sanat heyecanıyla orada bulunduğunu kestirmek güç. İlk gençliğimde okuduğum “Theo’ya Mektuplar”dan anımsıyorum Van Gogh’un yaşamı üstüne ayrıntıları. Bu tür karmaşık, kalabalık gezilerin pek faydası ol  ENVER AYSEVER Amsterdam önemli sanat ve müzik şehri. Binaları özenle korunmuş şehrin, sanat merkezleri mimari olarak başlı başına etkileyici. Müzeler bölgesi apayrı olanaklar sunuyor gezginlere...  Marie Lassnig’in eseri kadaşlarımdan Göksel Aydemir: “Bunlar iyi kopyalar, dünyanın hiçbir müzesi eserlerin özgün hallerini sergileyecek kadar aptal değil” dese de, ben ısrar ediyorum fikrimde. Kendime not: “Müzelerin hediyelik eşya dükkânları sanatçının imgesi üstünde acımasızca tepinmektedir; sanatçıyı/yazarı bağlamından koparmak, piyasalaştırmak ve kendine ait olmayan yeni bir imge ile pazarlamaktır.” 5 Modern sanat izlemek daha çok ilgimi çekiyor doğrusu. “Stedelijk Museum” sanırım dünyanın sayılı merkezlerinden biri, etkileyici binası, içinde yer alan yapıtların niteliğiyle övgüyü hak ediyor. Özel iki sergiye denk geliyoruz. Son derece sarsıcı çalışmalarıyla uzun süre Marie Lassnig etkisi altında kalıyorum. Sanatçının yaşam, ölüm üstüne boyutlandırdığı çizgisi irkilten türden! Yaşlılık üstüne yeniden düşünmek kaçınılmaz oluyor. Modern sanat son derece politik iletiler  6 A msterdam önemli sanat ve müzik şehri! Binaları özenle korunmuş şehrin, sanat merkezleri mimari olarak başlı başına etkileyici. Concertgebouw Avrupa’nın seçkin salonlarından. Büyük salonda iyi bir konsere denk gelemediğimiz için küçükle yetindik. Yaşları otuzun altında dört gençten oluşan Dudok Quartet, Beethoven çaldı o gece. Hayli yetkin yorumcu gençleri dinleyenlerin yaş ortalaması yetmişti sanırım. İnsanların özenle giyinip büyük ilgiyle konser dinlemesi mutlu ediyor insanı, ancak gençlerin ayağının klasik konserden çekilmiş olması düşündürücü. Yerli halkla konserde olmak gözlem olanağı veriyor. 7 En hüzünlü ziyaret Anne Frank’ın evine olandı kuşkusuz. Nazi saldırından gizlenirken tuttuğu günlükle dünyada büyük ün kazanan 12 yaşındaki talihsiz kızın evinin ticari, turistik izlenceye dönmesi başka bir utanç. Yıllar önce okuduğum, yakın zamanda yeniden ve ayrıntılı okuduğum güncenin özgünlüğü hayli tartışılmıştı. Küçük Anne’nin yazarlık tutkusu, gün gelip dünyayı etkileyecek bir roman bırakacak olma düşü, pek acılı biçimde gerçekleşmiş durumda. Anne Frank, ailesi ve birlikte gizlendikleri insanların acısını duyumsamak için çevre size hiç yardımcı olmuyor. Dışarıda hararetle gerçekleşen ticari faaliyetin ardından, sanki kurmaca bir dekor içine sızmış gibi oluyorsunuz. Oysa fotoğraflara biraz yakından bakınca, yüzlere sinen acıyı görmek güç değil. Defterin konduğu camekâna bakıyorum bir süre, el yazısına ve umuda, ölüme dair düşüncelere dalıyorum. Amsterdam’ın kanallarla çevrili dar sokaklarında gezinirken, bir yandan havaya yayılan esrar kokusuna maruz kalıyor insan. Sarhoşların geceleri kanallara işerken düşüp boğulduğunu öğreniyoruz, bir metrelik kanalların altında bisiklet mezarlığı olduğuna şaşırıyoruz ve daha pek çok öyküyle dönüyoruz memlekete. “Bir şehrin üzerinde derinlemesine uyuma  Memlekette en hasret kaldığımız bu işte; ye madığını biliyorum gerçi, yine de yakından  barındırıyor. Bir diğer önemli sanatçı Walid dan onun sırlarını kavramak mümkün değil”  şil, özgürlük, huzur… Esenvdiği5mEMRAH KOLUKISA Yıllar sonra konser vermek için İstanbul’a gelen Alan Parsons’a en sevdiği 5 albümü sorduk. Tercihleri 60’lı, 70’li ve 80’li yıllardan geldi.  resimleri görmek ayrı heyecan. Hoş gezi ar  Raad’ın işleri de son derece sarsıcı. Siyasal diye yazmıştım bir zaman.  Bilimi övdü, mantığı anlattı...  İlginç bir adamdı. Camide verdiği hutbelerin yer aldığı videoların yayımlanmasından sonra tüm Arap dünyasında tanınan biri olmuştu. Asıl adı Fethi Ahmed Safi olan, 1954 Şam doğumlu. Suriyeli din âlimi, Şam Hanbala Camii’nin imamı, vaizi Fethi el Safi 2 Mayıs 2019’da hayatını kaybetti. Onu diğer din adamlarından ayıran en önemli tarafının çok mütevazı, içten ama en önemlisi çok esprili biri olmasıdır derler. Vaazlarında sözü denk getirip kendisiyle dalga geçmesiyle de bilinir. Geçmişlerini püri pak göstermeyi sevenlere inat, “tövbe”sinden önceki yaşamı neyse, olduğu gibi anlatan biridir el Safi.  olacak’ dediğini hatırladım. Adamın yanına gittim, onu öptüm, beni affetmesini söyledim. ‘Allah affetmesin’ dedi. Gittim, ona yiyecek bir şeyler aldım yine affını istedim. ‘Affetmem’ dedi. Bir paket Küba purosu alıp gittim, ‘Beni affeder misin, dedim. Yine ‘Affetmem, Allah da affetmesin! dedi. Son kez sordum ‘Affetmeyecek misin?’ diye ‘hayır!’ deyince elime bir bıçak aldım ve dakikalarca kovaladım. Sonra beni Şeyh Salih’in müritleri yakalayıp  tılmasından hiç yakınmaz. Tam tersine karşılaştığı bu gibi durumları kendisi anlatır: “Mahallemin insanları beni tanır. Pazara alışverişe çıktığımda beni görenler hâlâ kendi aralarında beni göstererek fısıldaşırlar. ‘Bak şu şeyhi görüyor musun? Gitsin, bir zamanlar ne menem biri olduğunu anlatacağım’ dediklerini duyarım”. Vaazlarında kendisinden keramet bekleyenlere, hiçbir din adamının ya da bir camii imamının keramet sahibi olmadığını anlatır. Yine kendisinden örnek vererek tabii: “Bir gün kadının biri bana bir şişe su getirip ‘Kocam 13 senedir kanser hastası. Tıbbın yapabileceği bir şey yok. Kocamın içip şifa bulması için su şişesini okuyup üfler misin’ dedi. Ne yapayım, inanmış gelmiş. Şişenin kapağını açıp Fatiha’yı okudum. Aradan  1“Who’s Next” (The Who), her zaman ilk tercihimdir. 2The Temptations’ın “Papa Was A Rollin’ Stone” şarkısı da sanırım prodüksiyon modeli olarak beni çok etkilemiştir. Uzun bir şarkıdır ayrıca, gerçek bir prodüksiyondur bence. 3The Beatles’ın “Revolver” albümünü çok severim. Birçokları “Sgt. Pepper”ı tercih eder ama benim favorim “The Revolver”dır. 4Peter Gabriel’dan “So” albümünü de severim. Müthiş bir yetenektir Peter Gabriel. 5Yes grubunun “The Yes Album”ü.  CAMİDE NELER SÖYLERDİ? Örneği şudur: “Bir gün yanıma bir adam geldi. Bir deste para gösterip ‘Bu para senin’ dedi. ‘Niye benim’ diye sorduğumda bana ‘Kardeşlerimle mirası paylaştık. Bu para artınca ihtilafa düştük. Ben de kızdım, parayı insanların en şirretine vereceğime dair yemin ettim. Sordum, soruşturdum, seni söylediler ve yanına geldim’dedi. ‘Madem yemin etmişsin, bu parayı alıyorum, ama dayak yiyeceksin’ dedim ve adamı bir güzel dövdüm.” Artık iyi bir insan olmaya karar verdiğinde ilk defa namaz kılmaya gittiği camide kendisini gören cemaatin namaza ara vererek “Eğer ayakkabı çalacaksan sakın çalma. İleride bir ayakkabıcı var, git istediğini seç, parasını biz vereceğiz” dediklerini de gülerek anlatan el Safi’nin camide anlattıklarından biri de şudur: “Bizim fırında çalışan biri vardı. Bir ara ayağına testere ile vurmuştum. Ara sıra gittiğim camide imamın Cuma hutbesinde, Dünyada hesabınızın olduğu her insanla ahrette de hesabınız  Şeyh’in yanına götürdüler. İnsanlarla nasıl ile  tişim kuracağımı; toplumla, aile fertlerimle na  sıl yaşayacağımı, çocuklarımla nasıl arkadaş  olacağımı, karıma  nasıl nezaket gös  termem gerektiğini  öğrettiler. Çok sa  bırlı davrandılar.”  Geçmişiyle uta  nıp, onu sürekli  bir mahcubiyet ge  rekçesi yapmaktan  uzak tutumu ger  çekten ilginçtir. Di  ni yaşamı seçtik  Fethi el Safi  ten sonra da sürdürdüğü kendisine yö  nelik eleştirilerinde  çok gerçekçidir. Bir gün Suriye’nin en önem  li din adamlarından Ramadan El Buti’nin oğlu  Dr. Tevfik El Buti tövbe konusunda bir hutbe  verir. Hutbeden sonra el Safi söz alır. Söyledi  ği şudur: “O tövbeden ne anlar? Onun, baba  sının, dedesinin tertemiz bir geçmişi var. Bana  sorun tövbeyi”.  Geçmişinin deşilmesinden, hatırlanıp, hatırla  yarım saat sonra adamın ölüp haberini verdiler”. Fethi el Safi, yaşamanın sonuna gelmiş bir din alimini ziyaret ettiğinde, orada bulunanların kendisinden “biraz kerametlerinden söz etmesini” istediklerini, yanıt olarak onlara “tamam anlatayım” diyerek okuduğu şişeden sonra ölen adamı anlatır. Anlat diyenlere de sorar: “Size de şişe okuyup vermemi ister misiniz?” SAVAŞ YALANI HIRSIZLIĞI ÖĞRETTİ Hutbelerinde, bilimi, mantığı anlatan, hurafelere, keramet hikâyelerine inanılmamasını öğütleyen, kimsenin diniyle, inancıyla yargılanmamasını savunan Fethi el Safi ülkesindeki savaşta çok sayıda yakınını yitirdi. En can yakanı müstakbel gelininin, düğünden üç gün önce bir kurşunun isabet etmesi sonucu ölmesidir. O yine de savaşta bile dürüstlüğün, doğruluğun olması gerektiğini anlattı. İnsanların savaşı bahane ederek ahlaksızlaşmaması gerektiğini söyledi hep. Şu söz onundur: “Savaş bizi bir araya getireceğine bize yalanı, hırsızlığı öğretti”. Ne hurma çiğneyip birilerinin ağzına verdi, ne de kız çocuklarını ikinci sınıf insan gördü. “Kerametin değil, bilimin peşinde koşun” öğüdünü binlerce Suriyeli duymuştur.   
            
    
