Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
26AĞUSTOS 2018, PAZAR ÇAĞNUR ÖZTÜRK Diyalog SAYFA 7 THERAPIA ALPER HASANOĞLU İlyas Salman: Dinfaşizmine gidiyoruz İlyas Salman; Banker Bilo, Kibar Feyzo, Çiçek Abbas gibi hâlâ güncelliğini, lezzetini yitirmemiş, toplumsal ikiyüzlülüğü, yanlışları haykıran filmleriyle, sinema ve mizahımızın en kıymetlilerinden... Usta sanatçı inandıklarıyla ayakta kalmaya devam ediyor ve bir serzenişte bulunuyor: “Geçenlerde İlyas Salman kolon kanseri diye haber çıkardılar. Bu ülkede benim ölmemi bekleyen softalar, yobazlar var ama merak etmesinler, onlar ölmeden ben ölmeyeceğim.” Salman ile baş köşesinde dev bir Atatürk portresinin olduğu evinin salonunda gerçekleştirdiğimiz sohbete buyurun!.. ? Size nasılsınız dediklerinde, ‘Genelde Türkiye’den iyiyim’ diyorsunuz. Türkiye nasıl sizce? Şu an Türkiye karanlık, koyu yeşil bir faşizme doğru gidiyor. Din faşizmine doğru gidiyor. Ben inançlara hayatımda saygısızlık etmedim, etmem de ama inancını teraziye ya da vitrine koyup satan insanlardan da nefret ederim. İnanç, Tanrı ile insan arasında bir bağdır, köprüdür. Onun reklamını yapma, onunla politika yapma, Tanrı’yla koalisyon kurma kimsenin haddine düşmemiş bir şeydir. ? Geçen haftalarda AKP’li Cemile Bayraktar, Kemal Sunal ve filmleri ile ilgili, “Bu ülkeye zihinsel anlamda yapılmış büyük bir kötülük. Bu filmler resmen insanın zekâsına hakaret” dedi. Ne düşündünüz? Şimdi onun zekasını ölçsek ne olur acaba? Üç yaşındaki çocuğun seviyesinde olur. Kemal bu ülkede mizaha dayanarak eleştirel filmler çekti. O filmlere kör bakarsanız, içindeki eleştiriyi göremezsiniz. Ama Kemal’in olsun, benim olsun, Şener Şen’in olsun, Adile Naşit’in Ayşen Gruda’nın filmleri aslında derslik filmlerdi. Yani o günden bugünü görmüşüz, bugünün sancılarını mizah yoluyla ele almışız, göstermişiz. Ben halka hizmet ettim, ediyorum da… Kemal Sunal halka yıllarca hizmet etti ama maalesef erken kaybettik. Şener Şen, Münir Özkul... Biz gözümüzü kapatsa mıydık? Yani Recep İvedik’i mi yapsaydık? Şahan Gökbakar diyor ki: “Benim gaz çıkararak başlayıp gaz çıkararak bitirdiğim filmleri seyrettiklerine göre, AKP’ye de öyle oy verirler diyor. Bu sanatçıların fiyatı var. Bırak sanatçıyı gerçek insanın fiyatı olmaz. ‘Biri seni uyarmalı Cem!’ ? Diğer komedyenleri nasıl buluyorsunuz? Saray’ın soytarıları diyorum ben bunlara. Hatta Cem Yılmaz’a Saray’ın soytarısı dedim diye beni eleştirenler de oldu, alkışlayanlar da. Ama ben arkasından şunu ekledim: Ben Şahan Gökbakar ya da başka hiç kimseyi eleştirmem, Cem Yılmaz’ı eleştiririm çünkü o kalitesiyle, esprileriyle, parlak zekâsıyla, yeteneğiyle tam bir sanatçı olacak adam. Niye yaralarımıza parmak basmaz ki? Cem de ‘İlyas Salman gibi bir usta bunu söylediği için üzüldüm’ dedi. E biri seni uyarmalı Cem. Sen bu kadar beyin zenginliğinin içinde sadece kıkırdamak isteyenlere hizmet ediyorsun. ? Korkuyorlar mı? “Yatma tilki gölgesinde ko yesin aslan seni” derler. Kırıl ama eğilme. Halkımızın temel değerlerinden biri budur. Kırıl ortadan ikiye bölün ama hiç kimsenin karşısında eğilme. Bunlar mevcut iktidarın karşısında boyun eğdiler. Korkaklıkları ondan. ? Değişecek mi sizce? Evet, bu arıduru hale gelecek. Millet bunlardan da bıkacak. Nasıl ki mevcut iktidardan bıkacak, bu iktidarın yarattığı Saray soytarılarından da bıkacak. Bunun yerine gerçek sanat gelecek. Dokunan, yanlışları kurcalayan ve onları doğruya sevk etmeye çalışan eleştirel bir sanat. ‘İyi seyirci olacağınıza, kötü futbolcu olun’ ? Yılların deneyimiyle, hayat ve insana dair çıkarımlarınızı paylaşır mısınız? Benim gözümde ya da benim aklıma göre, insan olmanın iki yolu var. Bir, hak yemeyeceksin; iki, hakkını yedirmeyeceksin. Hak yiyenler ne ka ‘Televizyon narkoz tüpü’ ? Televizyonda olmanız için mutlaka teklifler geliyordur yıllardır ama sizi göremiyoruz? Geliyor tabii... Televizyon mevcut iktidar tarafından narkoz aleti olarak kullanıldı, kullanılıyor. Ben televizyona narkoz tüpü diyorum. Milleti uyuşturmak için diziler “dizilerler”i yarattı, yaratıyor. Bir romanı ele alıyorlar. Oturup seyredelim diyorsun. 1. Bölümde roman bitiyor ama onlar sakız gibi uzattıkça uzatıyor. Sonra ölümcül bir maceraya dönüşüyor diziler. Mafya dizileri yüzünden, çocuklarımız silahı tek oyuncak olarak görmeye başladılar. Halbuki küreği kazmayı ver çocuğa kumda evler yapsın, oyunlar oynasın. Ya saçma sapan esprilerin peşinden koşan çocuklar oldular ya da eli tabancalı küçük eşkıya tiplemeleri oldular. Bir de ellerinde telefon, tablet etrafa hiç bakmıyorlar. Biri acından mı öldü, sokakta ne oluyor; hiç hayatla bağlantıları kalmamış durumda. Tableti alıp hap gibi, uyuyorlar. Uyusunlar bakalım daha ne kadar uyuyacaklar. Bu sistemde pislikleri temizlemek yerine, yeni ve adı konulamayan pislikler ürettiler, onun için bana gelen teklifleri ben kabul etmiyorum, çünkü para hırsı olan bir adam değilim. Konservatuvardayken dedim ki “orta halli bir hayatım olsun, onun ne altı ne üstü...” ve onu da başardım, çocuklarımı okuttum, evimi, yazlığımı aldım. Ama sarayım olsun, villada yaşamalıyım hiç demedim. dar onursuzsa hakkını yedirenler de o kadar onursuzdur. Genelde bizim insanımız suskun kalmayı, baskı altında inlemeyi, acı çekmeyi seviyor, biz ölü sevicileriz. Bir insanla ölene kadar ilgilenmeyiz, öldükten sonra mezarının başında. Helal eder misiniz diye sorar hoca, helal olsun deriz. Aşkı, şiiri ve kavgayı bilmeyen insandan hayır gelmez, çünkü dünyada âşık olunacak çok güzel, uğruna şiir yazılacak çok güzellik, kavga edilecek çok puşt var. Kavga derken düşüncelerin mücadelesinden bahsediyorum. Hayatta çok iyi bir seyirci olacağınıza, çok kötü bir futbolcu olun. Sahayı taca çıkmış futbol topu gibi izlemeyin, sahaya girip tekmelenin. Çünkü onun acısını çektikten sonra, tatlısının farkına varıyorsunuz. Çelişme olmadan gelişme olmuyor. ? Umut var mı? Umut insanın en büyük dostu. Umutsuz yaşanır mı? Eğer umudunu yitirdiysen hiç yaşama daha iyi. İnadına yaşamalı, ayrık otu gibi. Ayrık otu inatçı bir ottur, bahçenizde domates, salatalık, biber yetiştirirsiniz… ayrık otu biter onların güneşini büyümelerini engeller. Çapalarsınız yolarsınız ayrık otunu, siz arkanızı döner dönmez tekrar çıkar. Bu ülkenin devrimcileri ayrık otu gibi olmalılar. Mustafa Kemal gibi olmalılar. Siz artık kul değil ümmet değil vatandaşsınız dedi millete ve cumhur bir ülkenin cumhurbaşkanı oldu. cagnurozturk@gmail.com Mercedes şerefin olsun Cübbeli! Din bu Menzil cemaatine ait olduğu öne sürülen bir mercedes konvoyu haliyle tepkilere maruz kaldı ve kamuoyu bu meseleyi “dini gruplar ve zenginleşme” bağlamında yeniden tartıştı. Tartışmanın taraflarından biri de İsmailağa cemaatinin önde gelen isimlerinden Cübbeli Ahmet olarak da bilinen Ahmet Mahmut Ünlü’ydü. Cübbeli Ahmet’in tartışmaya taraf olan sözleri şöyle: “Yok Mercedes’e binmiş, cipe binmiş… Şerefsizler! Adam nereye bindi, indi sana ne. İyi bir ata binmiyor muydu Sahabei Kiram? En iyi deveyi almıyor muydu Sahabei Kiram?” Görüldüğü üzere Cübbeli Mercedes’li cemaat eleştirilerine pek kızmış. Bir kere şunu ifade edelim ki, 15 yaşından beri Mercedes’e binen biri için yadırganacak sözler değil bunlar. Bilakis “sınıf” çıkarları gereği Cübbeli böyle konuşmak zorunda. O “bir lokma bir hırka” düsturuyla yaşayacak ve o düstur üzerine duruşunu belirleyecek birisi değil. Yanmaz kefenden tutun, “Nalı Şerif” dediği dualı terliğe kadar “dini ürünler”i maharetle satışa çıkaran bir hoca(!) dan bahsediyoruz. Şimdi bu hoca kalkıp, yoksulluktan, geçinemeyen milyonlardan, dar gelirlilerden bahsedecek değil. E, Mercedes’e binmenin de bir karşılığı var değil mi?!.. Bundan altı yıl önce mahkemeye aylık gelirini 10 bin lira olarak ifade eden fakat daha sonra kitaplarının yayıncısı ile yaşadığı sorundan dolayı aylık gelirinin bunun çok üstünde (yaklaşık 80 bin) olduğu öne çıkan bir isimden bahsediyoruz. Cübbeli içinde bulunduğu şartlar gereği Mercedes’i de lüks ya Cübbeli Ahmet Hoca lüks otomobile binilmesini, “İyi bir ata binmiyor muydu Sahabei Kiram?” sözleriyle savundu. şamı da, zenginliği ve konforu da savunmak zorunda. Bunun için gerekirse sahabe tanık gösterilir, dinin bu lüks ve şatafata izin verdiği kabul edilir, ama zinhar bu zenginlik terk edilmez!.. Halbuki din “ihtiyaçtan fazlasını infak edin” der ya da İslam Peygamberi’ne ait olduğu öne sürülen sözlerde dünya malının değersizliği dile getirilir, ama işte serde Mercedes olunca ne gam! Uruguay, eski devlet başkanı José Mujica, bu gö reve seçildiğinde kendisi için ayrılan saraya taşınmaz. Aksine bu sarayı evsizlerin sığınma yerlerinden biri olarak ilan eder. Kendisi de başkent dışında mütevazı bir evde yaşar. Makam aracı da kullanmayan Mujica, 1987 model bir Vosvosla seyahat eder. Maaşının yüzde doksanını sosyal programlarla paylaşan Mujia, yaşam felsefesini ise şöyle özetler: “Ben insanların gece uyuyacak bir saçak altı bile bulamadıkları bir dünyada, başkalarının 500 metrekarelik malikânelerde yaşamasını anlamıyorum. Evsizler için ev, suyu olmayanlar için su lazım, ekmek lazım. Sense böyle bir dünyada özel uçağım olsun, oraya buraya gideyim diyorsun. Eğer herkes daha fazlasını isterse, bir gün kimseye bir şey kalmayacak. Eski ruhani Tanrımızı kendi ellerimizle kurban ettik ve artık market tanrının tapınağındayız.” İşte bir tarafta Cübbeli’nin (sahabeyi de tanık göstererek!) savunduğu “Mercedes’li din”, diğer tarafta 87 model Vosvosla dünyaya umut saçan ve başka bir yaşamın varlığını savunan Jose Murcie. Cübbeli güya beşeri âlemin değerlerini eleştirip sonsuz olan öte dünyayı savunuyor değil mi?! Fakat Yunus diyor ya “Dervişlik olsaydı tâc ile hırka, biz dahi alırdık otuza kırka”, işte o misal, bizim Mujica gibi dervişlere ihtiyacımız var, “Mercedes dervişleri”ne değil. Aydın Tonga Kendine rağmen filozof: Sigmund Freud Sigmund Freud’un, bugüne kadar en sadık takipçilerinin bile, neden olduğunu tam olarak anlayamadıkları bir yönü vardır. Freud neden inatla felsefeden bu kadar uzak kalmayı tercih etmiştir ve psikanalizin bir tin bilimi değil de, doğa bilimi olduğu konusunda bu kadar diretmiştir? Gesammelte Werke (Toplu Eserleri) Bd. XVII S: 108’de şöyle bir ifadesi vardır: “Gelecek bize ruhsal aygıt içindeki enerji kümelerini ve dağılımlarını özel kimyasal maddelerle etkileyebileceğimizi gösterecek. Ama şu an elimizde psikanalitik teknikten daha iyi bir araç yok.” Dönemin coşkun pozitivist etkisini hissetmemek mümkün değil bu sözlerde. Ayrıca, “ruhsal hastalıklar beyin hastalıklarıdır,” diyen Griesinger’e de iyice yaklaşır, bu sözlerle. Bu durum Freud için kişisel olarak oldukça sıkıntılı bir durumdur, çünkü terapist olmaya karar vermek, aslında başlangıçta olmak istediği şeyden uzaklaşması demektir onun için; felsefeden… 1896 yılında o dönem çok yoğun mektuplaştığı ve hayatındaki hemen her şeyi hiçbir şey saklamadan paylaştığı dostu Alman doktor Wilhelm Fliess’e yazdığı bir mektupta, “(…) ben de aynı yollardan geçip (fizyoloji çalışmalarını kastediyor) başlangıçtaki amacım olan felsefeye erişme umudumu için için besliyorum. Zira bu dünyaya ne amaçla geldiğimi henüz çözemediğim zamanlarda aslen istediğim şey tam olarak buydu.” Birkaç ay sonraki mektubunda tam olarak istediği şeyin ne olduğunu daha açık bir şekilde yazar: “Şu yaşıma kadar, felsefi bilgi için çektiğim özlemi başka hiçbir şey için çekmedim; işte şimdi tıptan psikolojiye kayıyorum. Hiç istemememe rağmen terapist oldum.” Kafası bu konuda oldukça karışıktır anlayacağınız. Çünkü hayat istediklerini yapmasına izin vermeyip mutsuzluğun hayatını belirleyen en önemli duygu olduğunu ve olacağını kafasına vura vura öğretir insana. Freud da mutsuzlukla ilgili hayat tecrübelerini toplamaya başlamıştır çoktan. Âşık olduğu ve evlenmek istediği nişanlısı Marta Bernays’ın ailesi evlenmelerine, ancak yeteri kadar para kazanmaya başlaması durumunda izin verebileceklerini belirtmiştir. Bir fizyoloji laboratuvarında tatlı sularda yaşayan bir böcek olan kerevitin santral sinir sistemi üzerine araştırma yaparak, bir aileyi geçindirecek parayı kazandırmasının mümkün olmadığını gayet iyi biliyordu Freud. Bir yandan, insanlığa nasıl katkıda bulunacağıyla ilgili narsistik coşku ve merak, diğer yandan Martha’ya duyduğu aşk ve yalnız geçirdiği bunaltıcı geceler onu bir muayenehane açmaya iter. Her pazar hiç aksatmadan annesini ziyaret ediyor olması tekbaşınalık duygusuyla baş etmesine yetmemektedir. Hastalarının çoğunun geldiği muhafazakâr orta ve üst sınıftan Viyanalı Yahudi ve Hıristiyan ailelerin en önemli sıkıntılarından biri histeri nöbetleri geçiren kadınlardı 19. yüzyıl sonlarında. Daha sonra neredeyse bir peygamber gibi muamele göreceği psikanalitik dünyanın doğduğu yer oldu bu nedenle Berggasse 19 adresindeki evi ve muayenehanesi... Freud’un ölümünden sonra takipçilerinin kafasını en fazla karıştıran şey, bir felsefi antropoloji olarak çok şey ifade eden psikanalizi, Freud’un pragmatik nedenlerle bir terapi usulü olarak hayata geçirmeye çalışmasıdır. Bir terapi okulu olamadığı ölçüde iyi bir psikolojik hermeneutiktir çünkü psikanaliz. Freud’un iddia ettiğinin aksine bilimsel yöntemlerle incelenmesi mümkün olmadığı için bir psikoloji olamamış, ama insan üzerine düşünmenin en iyi yollarından biri olduğu için de kendiliğinden bir felsefi okul olmuştur. Freud’un felsefeyi reddetme çabaları psikanalizi psikoloji yapmaya yetmemiş, takipçilerinin kafalarını karıştırmakla kalmıştır yalnızca. Habermas, Freud’un psikanaliz hakkındaki yorumunun bilimsel bir kendini yanlış anlama durumu olduğunu söyler. Habermas’a göre psikanaliz bir ‘derinlikler hermeneutiki’dir. Freud psikanalizi, cinsel içgüdülerin çatışması çerçevesinde kurduğu bir hermeneutik bakışa indirgeyerek, psikanalizin felsefe olmasını da engellemiştir başka bir anlamda. Freud’un psikanalizini felsefeye doğru genişleten, Heidegger’den aldığı Dasein kavramını libido kuramının yerine geçirerek psikanalizi ‘daseinsanaliz’e dönüştüren Ludwig Binswanger olmuştur. Ama bunu bir psikoterapi okulu olarak değil psikiyatri hastalarını anlamanın bir yolu olarak önermiştir sadece. Hastaları tedavi etmek bambaşka bir şeydir. Gelecek haftalarda felsefenin psikiyatriyle nasıl buluşacağı hakkında düşünmeye devam edeceğiz. C MY B