Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
26AĞUSTOS 2018, PAZAR memetcan demİray Güncel SAYFA 3 dış bükey solİ özeL Öyle bir “tatil”dir ki bu, şehrinden kaçar, otoyollarla sarmaşırsın! ‘Fabrika’ ayarlarına dönüş! Hakkında her ne kadar sayısız methiye de düzülse, “Dünya’nın en güzel şehri” de dense, aslında İstanbul’un geniş kitleler tarafından hiç sevilmediğini bize gösteren iki net durum var. Birincisi şehrin 565 yıldır bitmeyen ve günümüzde “inşaat furyası”yla devam eden “fethi” olgusu; ikincisi ise kentin kısa veya uzun, her tatil vesilesiyle tıpkı mesai saati sona eren bir fabrika gibi terk edilmesi… Evet, bir kenti “yuva” haline getiren, bireylerin oradaki meydanlardan, caddelerden, tiyatro salonlarından ve festivallerden ortaklaşa keyif alması ise İstanbul için uzun zamandır bu tabiri kullanmak mümkün değil… 1950’lerden itibaren “taşı toprağı altın” şiarıyla göç edilen Konstantiniyye, bugün hâlâ kimileri için ekmek davası uğruna katlanılan dev bir fabrika/lojman, kimileri içinse tüm kusurlarına rağmen vazgeçilemeyen bir alışkanlık… Ama katiyen “yuva” değil… İşte o kimileri, dokuz günlük bu bayram tatili öncesi yine soluğu havaalanında alıp arkalarına bakmadan uzaklaştılar. Bazısı hasretini çektiği “asıl memleketine” kavuştu, bazısı da bir yıllık ağır mesainin yorgunluğunu atmak için Ege ve Akdeniz kıyılarına… “Tatil” nihayet başlamıştır! Bozcaada ‘metrobüs durağı!’ Öyle bir “tatil”dir ki bu, şehrin keşmekeşinden kaçacağım diye sözleşmiş gibi aynı gün, aynı saatte yola çıkılır ve trafik hengâmesi bu kez otoyollara taşınır! Olsun, tatil dediğin #yollarda hashtag’iyle yer bildirimi yaparak başlar zaten Twitter’da!.. Birazdan yirmi dakikalık feribot için saatlerce kuyruk beklenecek ama denize uzatılmış bir çift ayak fotoğrafını Facebook’ta yayımlamak için tabii ki buna değecektir! Bir bardak çaya 20 TL ödenecek, ama Instagram takipçilerimiz bunu masmavi bir deniz önünde çekilen ‘selfie’ sayesinde “Alaçatı keyfi” etiketiyle görecektir. Ortalama Yunan balıkçı kasa Her bayram öncesi sanki sanal bir ‘paydos’ düdüğü çalmış gibi topluca İstanbul’u terk eden milyonlar, bugün yine kitlesel halde ‘ev’lerine ulaşmaya çalışacaklar. balarının biraz büyüğü Bozcaada’da adım atacak yer kalmayacak ama Ayazma plajında profil fotoğrafı çektirebilmek için gerekirse hap kadar odaya yüzlerce lira verilecektir. Geyikli iskelesi Zincirlikuyu metrobüs durağına, Bodrum caddeleri E5’e dönüştürülecek; bizzat kaçış noktası, gidilen yerde tekrar yaratılacaktır. Çünkü “fabrika”nın sanal “paydos düdüğü”nü çalan “ticari kitle kültürü” böyle buyurmuştur. Haydi, fethe devam! Aynı “ticari kitle kültürü”, bugün mesainin başlama düdüğünü yeniden çalacak ve milyonlarca kişi yine aynı anda şehre dönecekler. El bette sosyal medyaya #BitmeyenTatilYapsinlar etiketi ve neşeli yol fotoğraflarıyla yansıyacak bu durum. Gerçekte ise internet gazetelerinde İstanbul’a girmeye çalışan milyonların batıda Malkara, doğuda İzmit’e uzanan araç kuyruklarını “Tatilcinin dönüş çilesi” başlığıyla göreceğiz. Fatih Sultan Mehmet’in Konstantiniyye’ye Topkapı – Romanos Kapısı’ndan girdiği söylenir. 565 yıldır bitmeyen fethin günümüzdeki fatihleri ise şehre duhul etmek için Esenler Otogarı’nı tercih etmekteler. Kentin son kalan kuzey ormanlarını dev havalimanı, kanal ve otoyol projeleriyle zapt edip, “yerli ve milli”leştirebilmek için… Feyzİ Açıkalın Bayram sonrası herkesin ağzındaki soru: Siz danaya mı girdiniz denize mi? Malumunuz, bayram denince artık dini olanlarını anlıyoruz. Cumhuriyet’in resmi bayramları, sıkkın zevatın dizilip, İstiklal Marşı’nı mırıldandıktan sonra kötü metal çelenkler yerleştirdiği törenlerden öte gitmiyor. Yine bilindiği gibi, dini bayramlar son 17 yıldır, belki de Allah’ın bir lütfu olarak(!) yaz aylarında kutlanmakta. Ülkeyi bu süre zarfında yöneten siyasi iktidarın, öncesi ya da sonrasına seçimleri denk getirdiği uzun, sıcak günlerde… Bayramların, insanların daha da gevşediği yaz aylarına denk gelmesi doğal olarak safları da netleştirdi. Tatil seçeneğini kullanmak isteyenler ve kurban ritüelini sürdürmek kararlılığında olanlar iki ana başlığı oluşturdu. Alt başlıklar ise günümüz sosyal medya mesaj laşma teknikleri üstünden yürüdü. Bu yolu tercih edenlerin büyük bölümü, hiç olmazsa, “huzur ve kardeşlik” ana temasına karşı olmamak adına dilek ve temennide bulunanlardı. Dikkat çeken bir yüzde, bu yumuşatıcı mesajlara, memlekette her şeyin normal seyrettiği gerçek dışı algısına onay vermemek adına katılmadı, yanıt vermedi. ‘İçmeye ayranı olmayanlar’ danaya girer oldu Denizciler, tatilciler, memleketçiler; nasıl adlandırılırsa adlandırılsın kurban kesmeyenler, daha ilk günden firar etti. Yolda araba kullanırken ya da tekneden atılan mesajlarla bayram kutlandı. Artık ülkenin bütününü kapsadığına inandığım Bayramların, insanların daha da gevşediği yaz aylarına denk gelmesi doğal olarak safları da netleştirdi. Tatil seçeneğini kullanmak isteyenler ve kurban ritüelini sürdürmek kararlılığında olanlar iki ana başlığı oluşturdu. Dana/ tatil çelişkisini yaşamayanlar, yani ikisini birden halledenler de vardı tabii ki. Bunların en ilginci lüks arabalarıyla ta Avrupa’lardan gelenlerdi. Türkiye kırsalı ise, milyonlarca dolar döviz harcayarak sağlanan ülke hayvan varlığını bir günde, gerçekten kurban etmenin peşindeydi. Ülkenin normal olduğu yıllarda (!) her birey bütçesine göre tekil bir ritüel uygular, yani keçi koyun keserdi. Abartının pik yaptığı günümüz Türkiye’sinde ise, “içmeye ayranı olmayanlar” çoklu tapınmaya geçip, “danaya girer” oldular. Toplu kesim yerlerindeki bu uygulama hiç olmazsa ülkedeki katliam görüntüsünü bir ölçüde önledi. Ülkenin gerçek kırsalında ise (!) balkon altı, ağaçlıklı bahçe içi kaçak kesim ritüeli/üretimi devam etti. Çocuklar, yine besledikleri hayvanların katledilmesi travmasını yaşadı. Dana sesli araba kornaları Dana/tatil çelişkisini yaşamayanlar yani ikisini birden halledenler de vardı tabii ki. Bunların en ilginci lüks arabalarıyla ta Avrupa’lardan gelenlerdi. Bir kısmı, köye uğrayıp vazifesini ifa ettikten sonra sıcak denizlere açıldı. Büyük bir bölümü ise “neyse ederi şeyttirelim!” diyerek kefaletle sorunu halledenlerdi. Ama dana, bir metafor olmaktan da kurtulamadı tabii ki. Gittikleri tatil kasabasında, trafikte seyretme adabından tutun da eğlence yerlerindeki hal ve hareketlere kadar “danalık” peşlerini bırakmadı. Siyasetten başlayarak yaşamın her alanında çabucacık “modifiye olma” özelliğini bünyede barındıran Anadolu halkı, daha “öz ve pratik” bir uygulama ile kervana katıldı. Bayramın ikinci günü dana sesi çıkaran araba kornaları ile çıkageldiler. Oysa danalarını da beraberlerinde getirseler, dolunayın denizi aydınlattığı gece saatlerinde onlara tutunarak yüzseler fena mı olurdu?.. Yanılıyorum galiba, asıl yüzenler dana değil manda idi; yüreği mangal gibi geniş olduğu söylenen hayvanlar… Kod adı TrumPutin: ‘Ne seninle ne sensiz!’ Tam James Bond filmlerine layık bir hikâye ile karşı karşıyayız. Maria Butina adında bir Rus kadın, önce Moskova’da silah taşıma hakkını savunan bir dernek kurar, sonra ABD’ye üniversiteye gider. Önceden bilinen silahlara hayranlığı nedeniyle ABD’nin en güçlü örgütlerinden, en sağcı politikaların ve politikacıların destekçisi silah lobisinin bir numaralı silahı National Rifle Association’ın (NRAUlusal Tüfek Örgütü) önde gelenlerinin “haremi ismetine dahil olur. Bu vesileyle Amerikan muhafazakâr seçkinleriyle, dinci örgüt yöneticileriyle, siyasetçilerle tanışır, kişisel ilişkiler kurar. James Bond filmlerinde görüleceği gibi kurduğu bazı ilişkilerde para akışını sağladığı gibi cinselliğini de kullanır. Tutuklanmasına yol açan iddianamede yazıldığına göre yaptıklarını yöneten, Kremlin’de etkili bir şahsiyet olan ve kendisi de NRA kurultaylarına katılan Aleksander Torşin’dir. Hedef Amerikan muhafazakârlarını daha Rusya yanlısı yapabilmek, seçimlerde Trump’ın kazanmasını desteklemek, mümkün olursa bir PutinTrump zirvesi kotarmaktır. Butina, Trump ile değilse bile oğlu ile tanışma imkânı bulur. Maria Butina, 12 Rus istihbarat görevlisinin 2016 Başkanlık seçimi kampanyası sırasında Demokrat Parti’nin bilgisayar sistemlerine girmekle suçlanmalarından iki gün sonra ve Helsinki’deki PutinTrump zirvesinden bir gün önce tutuklanır. Hakkındaki iddialar bu zirveden birkaç saat sonra kamuoyuyla paylaşılır. Bu tutuklamalar Amerikan istihbaratı ve savcılık makamları indinde Rusya Federasyonu’nun Amerikan seçimlerine bir şekilde müdahale ettiği ve bu seçimlerin sonuçlarını etkilediği konusunda pek bir tereddüt olmadığını da gösterir. James Bond senaryosunu siyasi/stratejik boyutlara taşıyan unsur da budur elbette. Zira Butina’nın tutuklanmasından ve 12 istihbaratçı hakkındaki iddianamenin çıkmasından sonra yapılan Helsinki zirvesinde Başkan Trump, önce Putin ile başbaşa iki saat görüşmüş, ardından yapılan basın toplantısında ise kendi istihbaratından çok “iyi bir rakip” diye tanımladığı Putin’in söylediklerine güvendiğini söylemişti. Trump’ın yakın çevresinin ve oğlunun kampanya sırasında Ruslarla buluştuğu, oğlunun buluşmasındaki hedefin Hillary Clinton hakkında aleyhte propaganda malzemesi toplamak olduğu artık biliniyor. Helsinki zirvesinde ortaya çıkan tablo öylesine bir infial yarattı ki Kırım nüfusunun çoğunluğunun Rusya idaresinde yaşamak istediğini Kanada’daki G7 zirvesinde söyleyen Trump’ın ‘Beyaz Saray’ı nihayet Kırım’ın ilhakını asla kabul etmeyeceklerini resmen açıklamak ve Putin’le Washington’da yapılacak zirvenin ertelendiğini ilan etmek zorunda kaldı. Bunun ötesinde Putin’in aralarında eski Moskova büyükelçisinin de bulunduğu Amerikalı yetkilileri sorgulamak isteğine sıcak bakan Trump, burada da geri adım attı. ‘Muz cumhuriyeti’ miAmerika? Amerikan Ulusal İstihbarat Örgütü’nün başı Dan Coats, “Rusya’nın Amerikan demokrasisini zayıflatmak için süregelen, ısrarlı bir çaba” içinde olduğunu söyledi. Örgütün bir buçuk yıl önce yayımlanan raporunda da Rusya’nın, 2016 Başkanlık seçimlerini etkilemek için demokratik sürece inancı zayıflatacak, Demokrat aday Hillary Clinton’u küçük düşürecek ve Trump’ın seçilmesini tercih eder bir yaklaşım benimsediği savunuluyordu. Bu konular iki yıl önceki Valdai Konferansı’nda kendisine sorulduğunda Putin gülerek, “Amerika bir muz cumhuriyeti mi ki biz bunları yapabilelim” demişti. Ortaya çıkan son bulgularla yaptıklarından pek kuşku duymak mümkün değil!.. İşin ironik tarafı, Trump döneminde Rusya’ya yönelik yaptırımlar ağırlaştırılıyor. Obama döneminde başlayan Rusya’ya yönelik caydırma politikası gereği Baltık ülkelerinde NATO güçleri tahkim ediliyor, Seattle ve San Francisco’da konsolosluklar kapatıldı. Rus şirketleri ve vatandaşları yaptırıma maruz bırakılıyor, Ukrayna’ya silah yardımı yapılıyor. Trump’ın kabinesindeki şahinlerin Rusya’yı bir ulusal tehdit olarak gördüklerine de şüphe yok. Burada bir ikinci ironiden bahsedebiliriz. Trump aslında temel yaklaşımında kötü bir pozisyonda değil. Rusya ile ilişkilerin iyi gitmesini istiyor ve bu ülkeye pek bulaşmak istemiyor. Putin’in arzuladığı gibi ABD ve Rusya’nın oturarak dünyanın geleceğini birlikte belirlemeleri ona da normal geliyor. Obama da Rusya’nın bir bölgesel güç olduğunu, o nedenle Ukrayna’nın onun arka bahçesi diye kabul edilmesi gerektiğini söylemişti. Ne var ki iş Amerikan sisteminin işleyişinin manipüle edilmesine gelince tüm alarm zilleri de çalmaya başlamıştı. İki ülke hem rekabet içinde olmak hem de Suriye gibi konularda iş birliği yapmak zorundalar. Trump’ın zaafları, Rusya ile seçim öncesi ve kampanya sırasındaki ilişkilerinin (ki kanımca daha önceleri büyük ölçüde Rus oligarkların kara para aklama işlerini görüyordu) bir türlü vuzuha kavuşmaması makul ve rasyonel bir siyaset izlenebilmesini engelliyor. Bu durumda da “Trump Amerikan güvenlik devletine karşı” türü menkıbeler yazmak da mümkün oluyor. Kasım ayında ABD ara seçimlere giderken daha pek çok James Bond hikayesine hazırlıklı olmak gerekir herhalde. C MY B