16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SAYFA 6 EŞİK CİNİ Mİne Söğüt OSMAN ELBEK 12Ağustos 2018, PAZAR So?al?sğ?ul?ınk Neden, neden, neden? Neden savaşırız? Ülkemizi korumak için. Neden ülkemizi koruruz? Düşmanlardan. Düşmanlar neden bize düşman olurlar? Kötü oldukları için. Neden biz iyiyizdir de onlar kötüdürler? Tanrı onları öyle yarattığı için. Tanrı neden onları öyle bizi böyle yarattı? Bizi sınamak için. Tanrı neden bizi sınıyor? Çünkü tanrı bizi seviyor. Neden tanrı sevdiği insanları düşmanlarıyla baş etme sınavıyla sınıyor? En belalı soru Anlam arayışı varoluşunun en zorlu meselesidir. Bu anlamı ararken insan çeşitli soruların peşine düşer. Kim der, nasıl der, ne zaman der... Hepsine de birtakım cevaplar bulur. Bulduğu bu cevaplardan kolayca tatmin de olur. Ama mesele “Neden” sorusuna gelince, orada işler karışır. “Neden”, insan zihninin en belalı sorusudur, çünkü cevabı yoktur. Neden sorusuna verilen tüm cevaplar bir diğer neden sorusuyla küme düşer. Birine “Beni seviyor musun” diye sorduğunuzda alacağınız evet ya da hayır cevabı aslında bir cevap bile değildir. Asıl cevap ardından sorulabilecek “Neden” sorusunda gizlidir ve buna verilen her cevap bir diğer neden sorusuyla kolayca alaşağı edilebilir. Neden, aklı karıştıran, kalbi sıkıştıran ve tatmin edici bir cevaba asla ulaşamayan kadim bir sorudur. Birinin (bu biri sevgiliniz, anne babanız ya da devletiniz olabilir) sizi sevme ya da sevmeme nedeninin içinde gizli olan anlam tam olarak da aranan ve asla bulunamayacak olan temel anlamdır. Neden Neden Neden Neden Aile neden kutsal? Sevmek fiilini dilediğiniz başka bir fiille değiştirebilirsiniz. Neden sorusu tüm cevapları yine anlamsız kılmaya devam edecektir. Komşumuz bizi neden gözlemektedir? Sevgilimiz bizi neden aldatmaktadır. Aile neden kutsaldır? Tanrı insanı neden yaratmıştır? Bu gibi sorulara verilebilecek cevapların ardından sorulabilecek neden sorularıyla birlikte tüm meseleler en karmaşık yapılarıyla zihnimizde yeniden ve yeniden belirirler. Zihnini yormaktansa dinlendirmeyi tercih eden insanlık o yüzden neden sorusundan hiç hoşlanmaz. Gerçeğin iç içe geçmişliğine, kendi kendisini yalanlayan paradoksuna, aslında hiç olmamasına, değişkenliğine, tekinsizliğine ve insanı allak bullak eden hallerine maruz kalmakla baş edemeyeceğine en baştan karar verir. Yetinmek en büyük gaflet O yüzden neden sorusuna verilen kestirme soruların üzerine gitmez. İkinci bir neden sorusuna kolay kolay yeltenmez. Yetinir. Yetinmek insanlığın en büyük gafletidir. Savaşların neden çıktığını, tanrının kötülüğe neden müsaade ettiğini, insanların bu adaletsiz düzene göz göre göre neden tahammül ettiğini sorgulamak yerine... Tüm bunların nasıl olduğunu sorar sadece. Oysa nasıla ve nedene verilen cevaplar birbirinden çok farklıdır. Tanrı insanı cezalandırarak eğitir. Peki ama neden Tanrı insanı cezalandırarak eğitir. Çünkü insan ancak cezalandırma korkusuyla doğru davranır. İnsan neden ancak cezalandırma korkusuyla doğru davranır? Çünkü insanın doğası böyledir. İnsanın doğası neden böyledir? Çünkü Tanrı onu öyle yaratmıştır. Tanrı neden insanı ancak cezalandırma korkusuyla doğru davranacak şekilde yaratmıştır? Asıl soru, ‘Kim bilir?’ Neden sorusu dogmaların en büyük düşmanıdır ve aynı soru aklın da en büyük baş belasıdır. Ailenize, devletinize ve hatta kendinize devamlı “Neden” diye sorarsanız, çağınızın ve türünüzün tüm çelişkileriyle, bulantılarıyla, kaygılarıyla yüzleşip muhtemelen başka çelişkilere, bulantılara, kaygılara ulaşırsınız. Sormazsanız da çağınızın ve türünüzün tüm çelişkilerinin, bulantılarının ve kaygılarının içinde böyle boğulursunuz. Neden sorusunun tek panzehri vardır, o da asla bir cevap olmayan “Kim bilir” cevabıdır. Ve kim bilir... İnsanın tüm meseleleri gibi anlam arayışı meselesi de neden böyle çetrefillidir. [email protected] Sağlık Bakanlığı Yardımcılığı’na bir inşaat mühendisini atadılar Sağlıkta da mı inşaat ya Resulullah?! İnşaat mühendisi kimdir ve ne iş yapar? Akademinin ve ilgili alanın meslek odasının tanımlarını dikkate alırsak inşaat mühendisi, insan eliyle yapılan her türlü yapıyı tekniğine uygun ve ekonomik olarak tasarlayan, geliştiren, yaptıran ve yapım işlerinin yürütülmesini denetleyen kişidir. Peki, sağlık ile inşaat mühendisliği alanı ne oranda örtüşür? Bu sorunun yanıtı da muhtemelen sağlıklı kalmak için gerekli altyapıların ya da hastaların başvurduğu sağlık kurumlarının bina işlerinin yapımı ile sınırlıdır diye verilebilir. Acaba öyle mi?!.. Sağlık bir ‘sosyal bilim’dir Sizce antropolog, sosyolog ya da “düşünme üzerine düşünen” bir düşünür kimdir ve bu insanlar ne iş yaparlar? Memleketimin “ortalama” bakış açısına göre bu kişilerin işi sadece “çok konuşmak”tır. Gerçekten de çoğu kişi, aralarındaki mesleki ayrımı dahi bilmeden bu alanlarda emek harcayan kişilerin bir iş yapmadığını düşünür. Oysa antropologlar geçmiş ve günümüz insanının biyolojik ve kültürel dünyasını, sosyologlar genel olarak toplum–insan etkileşimini ve toplumsal yapının organizasyonunu, filozoflar da genel anlamda düşünmeyi, bilmeyi ve anlamayı dert ederler. Hal böyleyse sizce bu alanlar ile sağlık arasında bir ilişki var mıdır? Ya da daha doğru bir ifadeyle antropoloji, sosyoloji ve felsefe disiplinleri, inşaat mühendisliği disiplinine göre sağlık hizmet alanı ile daha çok mu ilişkilidir? Kuşkusuz evet. Eğer bu ülkede hâlâ aklımızı kullanabilme becerisine sahipsek, sağlık dediğimiz kavramın insanın biyolojisi ve kültürüyle, sağlık hizmetinin toplumsal organizasyonun işleyişiyle, sağlık ve hastalık rollerinin insan ve toplum bilimleriyle, sağlık bilgisinin de genel olarak bilgiyle doğrudan ilişkili olduğunu fark edebiliriz. Hal böyleyse antropoloji, sosyoloji ve felsefe disiplinlerinde emek harcayan insanların, sağlık hizmet alanı ile (en azından hekimler kadar) doğrudan ilişkili olması gerektiği sonucuna varabiliriz. Kimi meslektaşlarımdan “hekimler kadar” vurgusuna itiraz geleceğini biliyorum. Ama bu uz Her geçen gün doğanın yeşilini, suyun mavisini yok ediyor betonun gri rengi ve biz her geçen gün üzerimize çöken beton griliğin altında biraz daha nefes alamaz hale geliyoruz. Anlaşılan kamu otoritesi, bu sağlıksız gidişi yeni inşaatlar yaparak durdurmayı düşünüyor olmalı ki bir inşaat mühendisini sağlık bakanlığı yardımcılığı görevine getirdi!.. laşmazlığa rağmen pek çok hekim de inşaat mühendisliğinden daha ziyade sağlık hizmet alanının antropoloji, sosyoloji ve felsefeyle ilişkili olduğunu kabul edecektir sanırım. Peki o zaman 2 Ağustos 2018 günü yayımlanan Resmî Gazete ile Sağlık Bakanlığı Yardımcılığı’na bir inşaat mühendisinin atanmasını nasıl izah edeceğiz? ‘Hayır, sağlık inşaattır!’ Tarih ileride bu günleri pek muhtemelen “İnşaat Ya Resulullah” üst başlığıyla kaleme alacak. Gerçekten de son on beş yılda her bir ağacın, ormanın, börtü böceğin, nehrin, denizin yerini inşaatların can yakan ancak cep dolduran betonu aldı. Her geçen gün doğanın yeşilini, suyun mavisini yok ediyor betonun gri rengi. Ve biz her geçen gün üzerimize çöken beton griliğin altında biraz daha nefes alamaz hale geliyoruz. Anlaşılan kamu otoritesi, bu sağlıksız gidişi yeni inşaatlar yaparak durdurmayı düşünüyor olmalı ki bir inşaat mühendisini sağlık bakanlığı yardımcılığı görevine getirdi. Bir gerçeği vurgulayalım: Bu atama, basit bir kayırmacılık konusuna indirgenemez. Çünkü kentlerin dışında inşa edilen Şehir Hastaneleri bina inşaatlarının büyük sorun olduğunun herkes farkında. Dünyanın terk ettiği devasa yapı sisteminin Şehir Hastaneleri’nde kullanılmasının yarattı ğı teknik ve ekonomik sorunlar çok büyük. Ama asıl sorunlarımız, yapılan sözleşmeler gereği o “mega” hastaneler para kazansın diye halen hizmet sunan “butik” devlet hastaneleri kapatıldığı zaman başlayacak. Şehir Hastaneleri’nin insanı ezen akıllı binalarına bakarak orada nitelikli sağlık hizmetinin sunulduğunu zanneden yurttaşlara da; görkemli binaların sağlıkla ilişkisinin, inşaat mühendisliğinin sağlık hizmetiyle ilişkisi kadar olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Velhasıl, gerçekten sağlıklı yaşamak istiyorsak hekimler kadar sosyal bilim insanlarına ihtiyacımız var. Şehir lerin dışına toplamakampı benzeri dev hastaneler inşa edip zamanla “Bu hastanelerin müşterisi inşallah çok daha artacak” demeyecek bir akla ve vicdana ihtiyacımız var. [email protected] Barbaros Şansal Çalıntı zaman Doğmamış çocuğa mektup! Biliyorum, annen ve baban karanlıkta ve susarak çiftleşirken birbirlerini hep hayallerinde arzuladıkları başkaları olarak düşünüp aslında seni iraden dışında var ettiler. Topluma seni “aşk meyvesi” diye kakalarken de asla “kaza kurşunu” olduğunu sana söylemediler. Toplum beklentileri nedeni ile de söyleyemediler. Bu senin suçun değildi. Malum insanlar doğarken, ailelerini, genetiklerini, doğdukları coğrafyayı ve isimlerini seçemiyorlar. Bu yüzden çok da kafana takma! Hem bak senin gibi ana rahmine kazara düşmüş milyonlarcası dünyaya gelmeyi bekliyor. Hele bazı coğrafyalarda, embriyo olduğun andan itibaren ebeveyninin değil devletinin malısın. Çünkü o devlet için bir ekonomik kaynak, bir sistem elemanı, olmadı bir oy kadarsın. ^¡^ Eğer yasalar izin veriyorsa ve ailen seni istemiyorsa belki de diğerlerinden daha şanslısın. 8 haftalıkken organizma halinde rahimden alıp doğaya geri bırakılacaksın. Kimbilir belki kalıtımsal hastalıkla hatta belki de engelli doğacaksın. Belki ünlü birinin, belki de fakir birinin yavrusu olarak hayata başlayacaksın. Önce kız mısın, erkek misin arayışı başlayacak. Daha senin haberin bile yokken ne giyeceğin, nerede uyuyacağın dahil her şey başkalarının keyfi üzerine hazırlanacak. Üzülme, zaten ilk doğduğunda hiçbir şeyden haberin olmayacak. Ya kulağına ezan okunacak, ya fallusun yara alacak ya da soğuk su banyosu ile ebeveyninin günahlarından arınacaksın. Neticede yasak elmanın çekirdeği kadarsın. Hatta bir gün karı–koca uyuşmazlığında nafaka ve pazarlık konusu bile olacaksın. ^¡^ Bir başka yalanla da peydahlanman mümkün. Babanın yetersiz spermleri yüzünden ancak sperm bankasından alınan donör kadarsın. Bir gün gerekli olur da DNA testi yapılırsa gerçeği bulacaksın. Doğduğun andan itibaren hastalıklar ve savaşlar peşinde olacak, yaşadığın coğrafyanın din, dil, gelenek ve göreneklerine göre sana bir gelecek hazırlanacak. Korkma, çoğunu nasıl kabul ettiğini bile anlamayacaksın. Korku denen illet ile terbiye edilecek, eğitim denen kanuni şiddet ile hamur gibi yoğrularak istedikleri gibi bir “adam” olacaksın. Kuzguna yavrusu güzel gelir gibi dünyanın en güzeli olarak anıldığın günler çabuk geçecek. Ergenlik falan derken gençlik seni süratle değiştirip olgunluğa yerleştirecek. İşte ancak o zaman yaşlanmaya başladığını anlayacaksın ve sen de öğretilmiş çaresizlik içinde bir yavru sahibi olmak konusunda telaşlanacaksın. Ya ebeveynini ve çevrenden gördüklerini kopyala yapıştır aktaracak ya da başkaldırıp geçmişinde hoşuna gitmeyen her şeyi evladından uzak tutacaksın. Sonra yine savaşlar göreceksin, şiddet, şehvet, hiddet, ihanet ve de himmet ile ümmet, yaşamının ayrılmaz bir parçası olacak. Sorgulamayı bırakıp boyun eğeceksin. Paraya ve güce tapmak için niteliği unutup niceliğe dalacaksın. “Eşya bekçisi” bir hayata dönüşen yaşamının çöplüğünde fark etmeden boğulacaksın. ^¡^ Aşkların nefretlere, nefretlerin tutkulara dönüşecek ve bir gün öldüğünde her şey eskiye dönecek. Var olmadığın yerden gelip var olmadığın yere konulacaksın. Mirasın yağmalanacak, görkemli cenaze törenine gelen herkes üzüntü yaşarken oh ben ölmedim diye daha da mutlu olacak. Korktun mu çocuk?! Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen alsancak!.. Sen de toprak olacaksın çünkü bunun adı hayat... Asırlar geçecek mezarın bile bilinmeyecek. Her yeni doğan gibi senin hayal ettiğin değil onların belirlediği yaşamına da alın yazısı denecek. Hadi gel! Cennet ve cehennem bu dünyada sana ev sahipliği edecek... Bu mektubu okuyabilseydin doğmamış çocuk, sana gezegen değil bir tek kâinat yetecek!.. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle