20 Haziran 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8TEMMUZ 2018, PAZAR SAYFA 7 Derinlik Göksel Aymaz 24 Haziran’ın artçı sarsıntıları devam ediyor hâlâ Alt sınıfa orta sınıf tepkisi 24 Haziran’dan beri Türkiye’nin sol muhalif kesimi, kafasında sorularla düşünüp duruyor: Erdoğan’ın başarısının sırrı ne? Yoksulların Ak Parti’ye bağlılığını nasıl açıklamak lâzım? Eğitimli orta sınıfın Ak Parti’ye oy veren yoksullara “bunlara müstahak” diyerek sitemle karışık öfke duymalarında haklılık payı var mı, yok mu? Gelişmiş toplumlarda sol partilerin tabanı olan işçiler neden Türkiye’de Ak Parti’ye oy veriyor? Nihayetinde, bütün bu sorulara cevap aramanın mantıklı gerekçesi olarak, bu gerçeklik nasıl değişebilir? 24 Haziran seçimlerinin en temeldeki sonucu, Türkiye’de azgelişmişliğin sosyolojisi üzerine düşünmeyi kışkırtmış ve güncellemiş olmasıdır. Bunu, bütün bu sorulara baktığımızda rahatlıkla söyleyebiliriz, zira o günden beri bu ve benzeri sorularla üzerinde düşünüp durduğumuz şey aslında hep Türkiye’nin bu azgelişmişliği meselesidir. Sorular içerisinde düğümü çözmeye yarayacak olanlar, toplumun alt kesimlerinin, yoksulların, işçilerin neden Erdoğan ve partisine oy verdikleri ile eğitimli orta sınıfın bu tercihe ilişkin sitem ve öfkelerinde haklı olup olmadıkları sorusudur. Erdoğan’ın lider karizması, yönetme kabiliyeti, kitleleri büyüleme gücü bunların yanında daha tali bir meseledir. Tarihte pek çok örneğine rastlandığı gibi, liderlerin dönemsel başarılarında belirleyici olan, onların bireysel kudreti değil, o kudretle iş görebilmelerini mümkün kılan tarihsel ve toplumsal koşullardır. Erdoğan’ın başarısı ile Türkiye’de kitlelerin nesnel koşulları arasındaki ilişki de bunu söyler: Kitleler Erdoğan tarafından yönetiliyor, çünkü yönetilebilecek durumdalar; büyüleniyorlar, çünkü büyülenebilecek durumdalar. Ana sebep, kentleşme ve iç göç Erdoğan ve partisine oy veren kitlenin nesnel koşullarını biçimlendiren şey, neredeyse Türkiye’nin yapısal tüm sorunlarının temel sebebi olan kentleşme ve iç göçtür. Türkiye’de kapitalizm, Avrupa tipi büyük fabrika merkezli üretimden ziyade küçük işletmeler temelinde gelişti. Bu nedenle sanayileşen kentlerde enformel üretim, yani fabrika merkezli olmayan, küçük işletme ve atölye üretiminin, taşeron işçiliğin, tam zamanlı olmayan çalışmanın ve geçici işlerin baskın olduğu bir işlik alanı yaygınlaştı. Bu koşullarda, kente gelenler, enformel işgücü piyasasında buldukları işler ve yerleştikleri mahallelerin kent içinde değişen konumları sayesinde ar Ak Parti’nin yoksul seçmenlerine kızanlara, bugüne kadar kimlik politikalarını toplumsal muhalefet içinde sınıfsal zemine oturtacak sendikalaşmaya, parti, meslek ve STK’lerde örgütlenmeye ne denli destek verdiklerini sorma hakkımız vardır. sa ve emlakta oluşan ranta el koyabilme fırsatı yakalayarak yoksulluklarıyla baş edebilme olanağını buldular. Sınıf yok, hemşerilik var Bütün bunlar Batı’nın klasik kapitalistleşme modelinde sol partilerin doğal tabanı olarak gelişmiş bir sanayi proletaryasının bizde oluşmasının önünde engel teşkil etti. Tabii bunu söylerken, kapitalist modernleşmenin klasik deneyimlerinde sosyal hak ve politikalar aracılığıyla bir ölçüde gerçekleşme fırsatı bulmuş olan “sınıf meşruiyeti”nin Türkiye’de olanak bulamamış olmasını da hesaba katmak gerekir. Türkiye’de devlet, işçi örgütleri, sendikalar ve aydınlara uyguladığı baskılar aracılığıyla, işçilerin bir “sınıf” oldukları bilincini edinmelerinin önüne geçmiştir; devletin sola uyguladığı baskı, işçinin kendi sınıfını temsil etme kabiliyetini de engellemiştir. Sonuç olarak, bu çeşit bir kalkınma ve kentleşme modeli sınıfsal ayrışma değil, kültürel kimlik ayrışması yarattı. Etkin olgu, sınıfsal temele oturmayan, güven ve dayanışmaya dayalı çok amaçlı bir gruplaşma olarak, “hemşerilik” idi. Zincir leme göçte, göçenlerin göç edecekleri yer hakkındaki bilgiyi ve göç sürecindeki iş, konut vb. hakkında desteği, kendilerinden önce göç etmiş olan yakınlarından almaları önemliydi. Hemşerilik temelli gruplaşmalar, mahalle yaşantısından meslek hayatına, hatta siyasi partiler içindeki oluşumlara kadar pek çok alanda önemli rol oynadı. Kente gelenler, kendilerini de diğer gelenleri de geldikleri yere göre adlandırdılar. Ben ve öteki, aynı ilden, hatta ilçeden, hatta köyden olup olmamaya göre tanımlandı. Kimlik bilincinin bu baskınlığını görmüş olan Ak Parti’nin sağcı ve İslâmcı politik söyleminin vazgeçilmezlerinden olan “Anadolu mozaiği” kavramı, ülkede çeşitli kültürel kimliklerin varlığının kabulünü dile getirerek bu kimlikleri İslâm’ın veya Türkiyeliliğin kurucu unsuru olarak onurlandırdı. Elbette onların sadece kültürel kimliklerini değil yoksulluklarını da onurlandırdı Ak Parti… Türkiye’de daha önceki dönemlerde uygulanan sosyal politikalar hem sadece formel sektörde istihdam edilmişleri kapsıyor, hem de yetersiz kalıyordu. Üstelik artık çalışan nüfusun yarısının enformel sektörde istihdam edildiği bir ülkeydi Türkiye. Ak Parti bunları hesabı katan bir sosyal poli tika anlayışını gündeme koydu. Fakat Ak Parti’nin sosyal politika anlayışı, devleti “vatandaşlık hakkı” ilkesine göre sosyal alanda daha fazla görevlendirmek değil, sorunları devlet kurumları dışında bir çeşit “sosyal dayanışma” ile halletmek şeklindeydi. İslami renklere bürünmüş hayırseverliğinde, seçmen tabanına dönem dönem yaptığı erzak, kumanya, kömür, beyaz eşya vb. yardım ve dağıtımlarda, ihtiyaçlar üzerinden bir politik tutum ve davranış oluşturma stratejisi belirgin rol oynadı. Tutum ve değerler insan ihtiyaçlarına bağlı olduğu için ve kişilik de esas olarak “ihtiyaçların bir düzenlenişi” olduğu için, ihtiyaçlar, ideolojik tercihler ile politik tutum ve davranışları belirlemekte, lider otoritesine bağlanmada, her zaman olduğu gibi, önemli bir rol oynadı. Zaten ataerkil siyaset geleneğimizin Devlet Baba anlayışı da böyle bir bağlanmaya her zaman uygun zemin sunuyordu. ‘Alt tabakanın seçme kabiliyeti yok’ mu? Hem Türkiye’de yoksulluğun kendi yapısal dinamizminin hem de Ak Parti’nin yoksulluk stratejisinin sonuçları, eğitimli orta sınıf içinde yoksullara karşı bir tepkinin doğmasına yol açtı. Erken dönemlerde bu “arabesk müzik ve kebap kokuları” üzerinden yürüyen daha kültürel bir tepki iken, sonrasında politik tercihlere de sirayet etti. Erdoğan veya Ak Parti’ye verilen kitlesel destekle başlamış bir tepki de değil bu. Dünden bugüne, “toplumun alt tabakalarının seçme kabiliyeti yok” diyoruz. Bugün canımızı sıkan gerçekliğin, uzun sayılacak bir sosyal tarihin yükünü taşıdığını görmek mümkün. O “yanlış tarih”in kefareti ödenip telafi edilmediği sürece canımız hep sıkılacak. Bugün Ak Parti’nin yoksul seçmenlerine kızanlara, Türkiye’de kapitalist modernleşmenin yarattığı sorunlar hakkında; azgelişmişliğin sosyolojisi, siyasal kültür, sosyal politikalar vs. hakkında ne kadar bilgi sahibi olduklarını değil belki ama, bugünlere gelene dek kimlik politikalarını toplumsal muhalefet içinde sınıfsal bir zemine oturtacak sendikalaşmaya, parti, meslek ve sivil toplum örgütlerinde örgütlenmeye ne denli ilgi gösterip ne ölçüde destek verdiklerini sorma hakkımız vardır. Çünkü 16 yılda 12 seçimin biriktirdiği olgular yığını, pek çok şeyin yanında, ulusal siyaset alanında her kimliğe yer açacak bütünleştirici bir siyasi projenin başarısızlığını da ortaya koyuyor. 24 Haziran seçiminin Ekşi çıktısı Vaziyet Giden, gitmek isteyen ve gitmeyenler 50 günlük bir umutlanma döneminin ardından, suzluk da ülkenin mevcut siyasi iklimi ile birlikte seçim sonuçlarının belli olmasıyla birlikte kendi değerlendiriliyor. sini AKP’nin karşısında konumlandıran insanla Hal böyle olunca, AKP’nin, yıllardır başarılı bir rın üzerine derin umutsuzluk çöktü. Bunu 25 Ha şekilde yürüttüğü, toplumu kültürel olarak iki kam ziran sabahı sokaktaki insanların yüzlerinden bile pa bölme stratejisinin, muhaliflerin zihninde de anlamak mümkündü. Kuşkusuz bunda seneler son “tek ülke iki toplum” şeklinde karşılık bulduğu an ra ilk defa umudun elle tutulur bir hale gelmesinin laşılıyor. Ülkeden umudunu kesip başka ülkelerde ve ardından yaşanan hayal kırıklığının payı büyük. bir gelecek kurma derdine düşenler, sadece AKP Ancak korku da önemli bir etmen. Bir Alman tele iktidarı altında değil, AKP’liler ile aynı topraklar vizyonuna konuşan 25 yaşındaki genç bir kadının, da yaşamak istemiyor. “Burası çok güzel bir ülke, bura da yaşamak istiyorum ama kadınlar olarak her şeyimiz tehlikede” diyerek ağlaması, umudun yerini korku AKP’nin yıllardır toplumu kültürel Elit/entelektüel karşıtlığı ya bıraktığını gösteren bir örnek. Benzer şekilde, her seçimden sonra ekşi sözlük’te entry bombardımanına tutulan “Türkiye’den s.ktir olup gitmek” başlığı da bu seçim sonrası sözlüğün en çok ilgi gören başlığı oldu. Aslında, başlık altına yazılan entry’ler üç gruba ayrılabilir: Birincisi, halihazırda yurtdışında yaşayanların ülkede kalanlara yaptıkları çağrılar ile gitmek isteyenlerin mesajları; ikincisi AKP’lilerin “Defolun gidin vatan hainleri” türü mesajları; üçüncüsü ise gitmek isteyenleri korkaklıkla, mücadeleden kaçmakla itham eden muhalif mesajlar. olarak iki kampa bölme stratejisinin sonucunda, ülkeden umudunu kesip başka ülkelerde gelecek kurmak isteyenler, sadece AKP iktidarı altında değil, AKP’lilerle de aynı topraklarda yaşamak istemiyor. Buna karşılık aynı başlığa yazan AKP’liler, partinin yıllardır sahiplendiği “entelektüelizm/elitizm karşıtlığı” söylemini tekrar ediyor. “Milletini beğenmeyen elitler”in ülkeyi terk etmesinin, ülke için daha iyi olacağını, vatanın hainlerden temizleneceğini söylüyor. Üçüncü grupta yer alanlar ise, kalıp mücadeleyi büyütmek gerektiğini, bu ülkenin yüzde 50’sinin AKP’ye direndiğini hatırlatırken, elitizmkarşıtlığı söylemini bir şekilde paylaşıyor: “100 yıl önce Atatürk’ün daha kötü şartlarda başardıklarını unutup, gitmeyi marifetmiş gibi anlatıyorsanız bir s.ktir Bir ‘kapana kısılmışlık’ hissi olun gidin lütfen. Kendini aydın sanıp, halkından bu kadar kopuk olanlar en başta gitsin bi zahmet” Gitmek isteyenler, ülkenin içerisinde bulunduğu durumda kendilerini hapiste gibi hissetmelerinden, iktidarın siyasi ve toplumsal uygulamalarından dolayı bunu istediklerini söylüyorlar. Ekseriyeti eğitimli olan bu insanların paylaştığı kapana kısılmışlık hissi sadece siyasilerin kararlarıyla sınırlı kalmıyor. Küçük bir köpeğin bacaklarının kesilmesinden kedilerin tecavüze uğramasına, kadınların taciz edilmesinden trafikteki basit bir tartışmanın vahşi kavgalara dönebilmesine dek birçok olum (bugbulur). Entry’ler üç eğilime ayrılabilse de bunların ezi ci çoğunluğunu birinci grubun oluşturduğu bir gerçek. Yazarlar, özel mesaj üzerinden yurtdışına yerleşme konusunda bilgi paylaşımı yapıyor, deneyim aktarımında bulunuyor, birbirlerine CV gönderiyor ve hatta vatandaşlık alabilmek için evlilik pazarlıkları bile yapıyor. Ancak başlıkta yazılanlardan da görebildiğimiz gibi, her şey güllük gülistan değil. “Yurtdı şında çöpçülük bile yaparım” diyen yazardan, Almanya’daki deneyimlerini paylaşan yazarlara kadar herkes kültürel sermaye eksikliğine vurgu yapıyor: “Genel olarak siz nasıl Türkiye’de aklı alınmışlarla mücadele ediyorsanız, biz de burada modern görüşlü, eğitimli insanlar olduğumuzu ispat etmek için her gün yeni bir engel geçmeye çalışıyoruz” (julieta). İçerde ‘suçlu’, dışarda ‘öteki’ olmak Türkiye’de herhangi bir üniversiteden alınan diplomanın yurtdışında güçlü bir karşılığı olmadığı açık. Kültürel engeller de işin içine girince, başka bir ülkede parlak bir gelecek hayalinin birçok zorluk barındırdığı da… “Kimsenin yaşam tarzına müdahale etmedik” diyen bir yönetimin altında, hayatının bütün olarak 24 Haziran seçimlerinin ardından Euronews Almanya’ya konuşan 25 yaşındaki genç kadının, “burada yaşamak istiyorum ama kadınlar olarak her şeyimiz tehlikede” diyerek ağlaması umudun yerini korkuya bıraktığına örnek. tehdit altında olduğunu hisseden, AKP’ye muhalif olduğu için terörist ilan edilebilen ve bunun fiili bir karşılığı olabileceğine inanan eğitimli bir nesil, harıl harıl ülkeden gitmenin yollarını arıyor. Burada akla Stefan Zweig’in gurbette “sorun, Alman olarak mı, Yahudi olarak mı daha çok nefret edileceğim” diyerek özetlediği ruh hali geliyor. Nefret düzeyinde olmasa da insanlar, ülkesinde suçlu olarak damgalanmakla, başka bir ülkede öteki olarak yaşamak arasında seçim yapmaya çalışıyor. Ancak bir sözlük yazarının dediği gibi, bu iklimden kaçış yok: “Bu seçim bende öyle bir hayal kırıklığı yarattı ki; halihazırda s.ktir olup gittiğim ülkeden bir daha s.ktir olup gitmek istiyorum resmen” (dadinur). EMRE TANSU KETEN C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle