22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

27 MAYIS 2018, PAZAR Hİlal Bebek Şeker gibi yazılar SAYFA 7 ÇOCUK sesİ Bekİr Onur Birilerinin ‘kötü’sü olamayan kişi, yaşamda kendini ıskalamış olabilir Beni övgünle hapsetme Takdir edilmek güzel, övülmek dozunda ve zamanında hoş... Ancak satın aldığımız güzel sözler üzerinde durup düşünmeli. Bizi ‘o olmaya’ zorlayan övgülere ve ‘o olmamayı’ dayatan kınamalara dikkat etmeli. Çoğumuz, takdir ve övgü toplamayı farklı oranlarda severiz. Hatta yaptığımız birçok şeyin en önemli motivasyon kaynakları arasında az ya da çok, açık ya da örtük bu vardır. Övgü ve takdir iştahımızı rasyonalizasyonlarla perdeleriz çoğu zaman. Aslında çıkış noktamız olan takdir ihtiyacımıza akli bir gerekçe giydirir sonra o gerekçeye kendimiz de inanır ve oyunu kuran olduğumuzu ve hatta oyunu unuturuz. “İnsanlık için” çabalarız mesela ya da “bilime katkımız olsun” istiyoruzdur veya “barış için” uğraşmışızdır hep; hatta “sırf senin iyiliğin” içindir ağzımıza pelesenk ettiğimiz söz. Elbette ki tüm bu gerekçeler, motivasyon kaynaklarımız arasında bulunuyor olabilir. Bununla birlikte hiçbir şey kendi “ben”ci(l)liğimizden bu keskinlikte azade değildir. Pür “başkası” için diye bir şey yoktur. Yine de bazen buna inanırız. Siz hiç “Bunu beni övmen için yapıyorum” diyen biri duydunuz mu? Bırakın bunu başka birine söylemeyi kendimize dahi fısıldamayız çoğu zaman. Takdir ve övgü toplama isteği, başkalarından hatta kendimizden bile saklı tutmak istediğimiz “mahrem” bir mevzudur. Övgü ya da takdir merakımız, “kimseyi asla kıskanmayışımız”, “kimsenin kötülüğünü istemeyişimiz”, “kimse ile asla rekabet etmeyişimiz” kadar kendimizden ayrıksılaştırılmıştır. Kötü taraflarını gömme, ehlileştir, evcilleştir! Ayrıksılaşan ve yabancılaştığımız her parça, sinsileşmeye başlar. Örneğin, “kıskançlık” olarak tanımlamadığınız şey, artık radarınıza takılmaz. Onu tanıyıp antikor üretecek bağışıklık sisteminiz devre dışı kalmıştır. Gömdüğünüz “kötü” taraflarınız, gerekçelendirdiğiniz “ilkel” yanlarınız ve aklileştirdiğiniz “ayıplarınız” ehlileşme ve evcilleşme şansını böylece kaybetmiş olur. İçimizde iyikötü, güzelçirkin, ayıpuygun diye tanımlayabileceğimiz ne varsa onları tanıyor ve varlıklarını tasdikliyor olmak bize onları yönetme, düzenleme, geliştirme ve çatışmaları çözme şansı sunar. Tabii eğer “güvenlik görevlisi”ne “düşmanın eşkali”ni yanlış tarif ettiysek hükümranlıkları gizlice devam edecektir. Ne ile övülmek istiyorum ve hangi konularda övülüyorum Önemli konudur bu. Çok iyi insan mı diyorlar arkamdan hep? Hanım hanımcık mı diyor herkes? Ya da ne cömert adam mı? Bir kez bile beni üzmedin mi diyor birileri size? Bilin ki ne ile övülüyorsanız orada bir dolu bedel vardır. Ne ile övülmek istiyorsanız orada özgürlüğünüz adına tehlikeler mevcuttur. Ne ile kınanmaktan korkuyorsanız orası sızıntı yapabileceğiniz zayıf noktalarınızdır. Övgü, ödüldür biz insanlar için. Beynimiz, dopamin salgılar. Olumlu yönde pekiştirilmiştir eylemlerimiz. Dolayısıyla “O” olmaya devam etmek ister sistemimiz. Birileri bizi süreğen biçimde “bir şey” ile övdüğünde artık o çerçevenin dışı bizim için yasak bölgedir. Övgünün dikenli telleri Eğer fazlaca satın aldıysanız bir övgüyü artık apoletinizin sökülmemesi için gizli bir anlaşma imzalanmıştır övenlerle aranızda ve rütbe kaybetmemek uğruna ödeyeceğiniz bedeller vardır. “Yakınlarım beni çok sever, ailenin göz bebeğiyim, her zaman takdir edilmişimdir” diye anlatı yordu tanıştığım biri. Ne için takdir edildiğini sorduğumda; “Çok iyi gelin, ağzı var dili yok diyorlar” cevabını aldım. Daha sonra öyküsünü öğrendiğimde, yaşamı boyunca kendi kimliğinden bir dolu taviz vermiş, ihtiyaçlarından çoğu zaman feragat etmiş, en kor öfkelerini bastırmış, başkalarının tercihlerini yaşamış, ait olmadığı bir kelimenin içine tıkılı kalmış bir kadın buldum. “Çok iyi gelin” övgüsü, asla dışına çıkamadığı bir ülkenin dikenli telleriydi. Kendisinin de sökmek istemediği. Onların gül olduğuna ve dışarıda başka bir memleket bulunmadığına (Truman Show misali) ikna edilmişti. Takdir edilmek güzel. Övülmek dozunda ve zamanında hoş. Ancak satın aldığımız güzel sözler üzerinde durup düşünmeli. Bizi “o olmaya” zorlayan övgülere ve “o olmamayı” dayatan kınamalara dikkat etmeli. Birilerinin “iyisi” olmak güzel. Fakat birilerinin “kötüsü” olamayan kişi, yaşamda kendini ıskalamış olabilir. hilalbebek@yahoo.com; www.hilalbebek.com.tr Yurttan Sesler Manisa’da alkollü muhtar traktörle belediye önüne çıktı. Muhtar mahallelerine yapılacak olan çöp transfer istasyonuna tepki göstermek için traktörü ile merdivenleri aşarak, Salihli Belediyesi önüne çıktı. Demek ki, konuşma dinlemek ve cüppe giymekten başka iş yapan muhtarlar da varmış. Bu arada Muhtar Emmi, Muhtar Emmiiiiiii ramazanda içki içtiğini de fark etmedim sanma!.. Kocaeli’nin Gebze ilçesinde seçim standı kuran AKP’liler, camiden kaçak elektrik çektiler. Allah 24 Haziran’dan sonra kimseye çektirmesin! Erzurum’da tabaktan meyve yerken ayaklarıyla otomobilini kullanıp video çeken ve “Amacım mizahtı” diyen adamın ehliyetine el kondu. “Milli ve yerli” mizah anlayışımız da bu olsa gerek. Karabük’te genç bir erkek, kız arkadaşına Sırçalı Kanyonu’nda, yerden yaklaşık 100 metre yükseklikteki doğal “taş teras”ın üzerinde evlilik teklifinde bulundu. Okurken “Kesin çiftin heyecandan ayakları kaydı ve birlikte uçuruma yuvarlandılar” cüm lesini korka korka beklediğinizin farkındayım, zira kaş yapayım derken göz çıkaran, uçurumdan yuvarlanma örnekleriyle sıklıkla karşılaşıyoruz malum. Neyse ki öyle bir şey olmamış, kız kabul etmiş, biz de çıkabiliriz rahatça kerevetine... İstanbul’da FenerbahçeKonyaspor maçı sırasında tribünde yer alan bir taraftar, “Göztepe gol attı!” şeklinde şaka yapınca diğer taraftarlar tarafın Erzurum’da tabaktan meyve yerken ayaklarıyla otomobilini kullanan mizahsever zatın ehliyeti elinden alındı. Azmi Karaveli dan tartaklandı. Hiçbir uğraş, iş, hobi, sanat, bilim, aklınıza ne gelirse artık, futbol kadar ciddiye alınmıyor bu ülkede. Aslında eğlenmemiz gereken işleri ciddiye almasak, ciddiye alacaklarımızda da fazla eğlenmesek pek güzel olacak ama zaten teyzemin sakalı olsa dayım olmaz mıydı?.. Trabzon’da AKP’den Vehbi Koç aday oldu. Rabbim sana geliyorum! Erzincan’da evine giren sinek ve böcekleri pürmüz (piknik tüpü) ile yakmak isteyen R.P. ve Z.P., perdelerin tutuşmasıyla evlerinin yanmasına neden oldu. Olayda, yangını söndürmek isteyen gurbetçi çift yaralandı, evde hasar meydana geldi. Yurttan Sesler’de yaralanma ve ölümlü haberlere asla yer vermemekle birlikte, kısa süreli tedavilerinin ardından taburcu olan ve örneklerini ancak Vietnam Savaşı’nda gördüğümüz alev makinesi kullanan bu müstesna çift özelinde istisna uygulamak caizdir diye düşündüm. Bir Resim Bin Kelime Murat Bergi 27 Mayıs 2018 SAYI: 21 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü BÜLENT ÖZDOĞAN Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Faruk Eren Yayın Yönetmeni TAYFUN ATAY Görsel Yönetmen Ulaş ERYAVUz Yayın Koordinatörü Gürer mut Sayfa Uygulama İLKNUR FİLİZ BAHADIR AKTAŞ Reklam Direktörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın. Cumhuriyet Gazetesinin ücretsiz ekidir. Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Kültürel süreksizlik Konumuz okul ve aile. Önce birlikteliklerini, sonra uyuşmazlıklarını inceleyeceğiz. Ev ile okulun birlikte çalışmasının çocuk için yaşamsal bir öneme sahip olduğu artık kesin. Çocuğun gelişimi ve başarısı için ana babanın katılımı kaçınılmaz bir zorunluluk. Birçok gelişmiş ülkede evokul ilişkileri yasayla düzenlenmiştir. Örneğin, İngiltere’de 1998 tarihli “Okul Standartları ve Çerçevesi Yasası” güçlü bir evokul bağı kurmayı, okulun rolünü ve ana babanın sorumluluğunu vurgulamıştır. Birleşik Devletler’de “Federal Amaçlar 2000: Amerika’yı Eğitme Yasası”, ana babalar ile okul çalışanları arasındaki ilişkileri çocuğun ihtiyaçları doğrultusunda güçlendirmeyi amaçlamıştır. Yine Birleşik Devletler’de “Head Start”, İngiltere’de “Sure Start” girişimleri, iyi bir evokul bağı kurmak için ana babalar ile eğitimciler arasındaki erken ilişkiyi savunur. Eğitim araştırmacıları da yaklaşık yarım yüzyıldan beri aile ile okul arasındaki karmaşık ilişkileri incelemeye koyulmuşlardır. Ailelerin okulu nasıl algıladığı, öğretmenlerle nasıl ilişki kurduğu, çocuklarının eğitimine nasıl destek olduğu; aynı şekilde öğretmenlerin aileleri nasıl gördüğü, onlarla nasıl ilişki kurduğu güncel araştırma konuları arasındadır. Ailelerin kendi aralarındaki kültür farklılıkları kadar, aile ile okul arasındaki kültür farklılığı da son yıllarda önem kazanmıştır. Evde çocuk eğitimi Quido Manes (18281888). Çekoslovakya Okul ile ev arasındaki uyuşmazlık “kültürel süreksizlik” olarak adlandırılır. Bu durum, okulun kültürü ile evin kültürü arasında aşılması güç bir uçurum olduğunda ortaya çıkar. Eğitim antropolojisi çalışmaları, özellikle yoksul çevrelerde zayıf okul başarısının, okulu erken terk etmenin ev ile okul arasındaki kültürel farklılığa bağlı olduğunu ortaya koydu. Öğrenmenin ve eğitim başarısının içinde bulunulan sosyokültürel bağlama göre farklılaştığı anlaşıldı. Ev ile okul arasındaki kültür (değerler, anlamlar, özellikle dil) farklılığı eğitim ve öğrenme sürecini etkiler, okul başarısını belirler. Bayburt’tan bir örnek Somut bir örnek vereyim. 1946’da Bayburt’ta doğan Hüsamettin Koçan ev ile okul arasındaki kültür farklılığını çocukluğunda yaşamış: “Bir gün andımızı ezberliyordum, ninem söylenir gibi sesini yükseltti namaz kılarken, acaba önünden kedi mi geçti diye baktım, yok! Devam ettim ezber yapmaya. Sonra ense köküme okkalı bir şamar indirdi, döndüm, ‘Ne oldu nine?’ dedim. Burnundan soluyarak, ‘Sen ne diyorsun bakayım?’ dedi. Söyledim, ‘Nerden öğrendin bunu’ dedi, ‘Okuldan öğrendim, amcam öğretti’ dedim. ‘Senin amcan zaten gavur mektebinden mezun!’ Öyle düşünüyor: Biz Türk değilmişiz, Osmanlı’ymışız. Öğretmenin öğrettikleri ile orada egemen olan alışkanlık arasında bir ilişki kopukluğu olduğunu ilk orada hissettim galiba.”* Ev ile okul arasındaki kültür süreksizliği ister evden ister okuldan kaynaklansın ciddi bir sorun. Çocuğun öğrenmesi toplumun ve kültürün ona sağladığı öğrenme olanaklarıyla bağlantılıdır, sınırları aşmak da kolay değildir. Birçok çocuğun okul başarısızlığının altında bu “ilişki kopukluğu”, sınırları aşamama sıkıntısı yatar. Böyle bir durumda, evin yetersizliklerini okulun gidermeye çalışması, bazen de okulun eve ayak uydurması beklenir. Her iki durumda da sistemli –aynı zamanda iyi niyetlibir “müdahale” söz konusudur. (Türkiye’de bu tür programları geçen yıl kaybettiğimiz Çiğdem Kağıtçıbaşı’na borçluyuz.) En önemlisi, eğitime sosyokültürel bir açıdan bakmayı öğrenmek. *A. Lodi. “Bir Dağda Mucize Yaratan Ressam: Hüsamettin Koçan”. DK, 2018. Ayrıca bkz. B. Onur. “Okul, Aile, Toplum Birliği”. İmge, 2018. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle