25 Haziran 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SAYFA 6 EŞİK CİNİ Mİne Söğüt OSMAN ELBEK 22 Nİsan 2018, PAZAR So?al?sğ?ul?ınk Mahallecek aşka inanmıyoruz Doğrudan hormonlarla bağlantılı olan cinsel uyarılmanın ardından yaşanan fiziksel değişimleri, kültürel algının tanımladığı ilişki modellerinin içine alelacele tıkıştıran insan zihni, bu telaşının ve özensizliğinin bedelini ağır öder. Aşkla seksi dürüstçe tanımlamaz, mantıklıca birbirinden ayırmaz ve bu yüzden de asla mutlu olamaz. Bu iki duygusal akımdan daha temel olanı, cinsel istektir. Cinsel istek bir biyolojik dürtüdür ve kişide doğumdan hatta doğum öncesinden başlayarak çok ileri yaşlara kadar kendiliğinden devam eden, irade dışı bir enerjidir. Aşkın alt elementleri olan, sadakat, sevgi ya da şefkat kavramlarıysa biyolojik bir dürtü değil, toplumsal bir öğretidir. Aşk bir inanç meselesi Aşk ve tanrı bu açıdan birbirine yakın kavramlardır. İkisi de bir inanç meselesidir. Yani aslen değil fikren vardırlar. Ve varsayım halleriyle her şeye kadir olabilecek kadar kutsaldırlar. Aşkı bu açıdan sorguladığınız anda kabul edilmiş güçlü ve etkin bir toplumsal yargının hışmını hemen üzerinize çekersiniz. Cinselliği kalıpların içine sokup, hayatın en üst ve zor ulaşılır rafına yerleştiren de yine aynı yargıdır ve kalabalıkların yaşam şekillerini belirlemekte iddialıdır. Aşka tanınan özgürlüğün sevişmekten esirgenmesinde bir bit yeniği olduğu gerçeğiyle yüzleşmedikçe; Kendini inançlara ve kutsallara kilitleyen insanoğlunun trajedisini tam olarak anlamlandıramazsınız. Gerçekler ve hayaller arasında gidip gelen akıl, bu tehlikeli hatta hoyrat bir yolculuk yapar ve kendine kullanışlı tuzaklar kurar. Hayallerle güçlenen inancın kati yargıları, tanrı ya da aşkın varsayım halinin tartışmaya açık durumunu silindir gibi ezer geçer. Ve tanrı ya da aşk gerçekte olmasalar bile onlara duyulan inancın gücü, hayatı gerçeklere değil hayallere göre şekillendirmeye yeter. Bilim iki insanın birbirine karşı duyduğu ilgiyi hormonlarla açıklarken aslında aşkı değil seksi tarif eder. Ama cinsel arzuları ve bedensel hevesleri kültürel olarak kilit altına alan, bunları utanılması gereken mahrem haller olarak kodlayan toplumsal yargılar, hormonlara bağlı doğal coşkuları tanımlarken kafa karıştırıcı dolaplar çevirirler. Kendisini bilinçli bir şekilde hem kendi doğasından hem de parçası olduğu evrenden kopartmaya çalışan ve farklılığını bu suni kopuşta arayan insanlık, mevcut değerlerini yeniden belirlerken varoluş zincirinin biyolojik devamlılığını sağlamak için yaşadığı fırtınalı cinselliği evcil sistemler içine hapsederek sindirir. Ve kendi gerçekliğine yaptığı bu suikastın adını da hileli bir şekilde aşk diye belletir. İnsan sevişmek ister Aslında aşk sanılan şey cinsel hevestir, istektir, dürtüdür. Ve rapta zapta alınırken ısrarla üzerine yapıştırılmaya çalışılan etikete koyu koyu harflerle yazıldığı şekilde, ehil, masum, romantik bir meyil değildir. İnsan aslen önce sevişmek ister. Sonra olacakları düşünmeden. Bedensel bir temasın ardından ortaya çıkacak duygusal alışverişi hiç düşlemeden. Hazzın elinde tutuğu iplere kendini bırakır ve sevişmek istediği diğer bedene doğru meyleder. Şartlara göre... Fikren ya da bedenen. Aşk, o hormonların harekete geçirdiği cinsel dürtülerle ortaya çıkan ilk meylin ardından, kolektif bir bilinç rafından çağlardan çağlara aktarılmış bir disiplinle yazılan kurmacadır. Yani aşk bir hikâyedir. Çağlara ve kültürlere göre değişken eksenlerdedir. Cinselliği es geçip aşk hikayelerine odaklanan... Ve bu vesileyle insanın varoluşsal kaosunu daha da içinden çıkılmaz hale getiren yoz kültüre başkaldırı... En azından, dini inançları es geçen ve deist olmayı tercih eden o yarı rasyonel aklın yolu izlenerek gerçekleştirilebilir. Bir duvara “Mahallecek aşka inanmıyoruz” yazan iradenin keşfettiği cesur başkaldırının varacağı yer nihayetinde “Aşka inanmıyorum ama bir seks var” mertebesidir. Yatmasak da kalmasak da, her durumda sermaye kazanmakta!.. Orda bir hastane var, uzakta… Sağlık Bakanlığı’nın 2018 Yılı Bütçe Sunumu’nda “Şehir Hastaneleri” önemli yer tutuyor. Bakanlık, bu yıl Ankara (Bilkent), Elazığ, Eskişehir, Kayseri ve Manisa’da şehir hastanelerini hayata geçirmeyi hedefliyor. Planlanan projeleri inceleyince bu hastanelerin ilk göze çarpan özelliğinin isimlerinin aksine hemen hepsinin şehir dışında olmaları geliyor. Örneğin Bursa Şehir Hastanesi, il merkezinden 29 kilometre uzakta… Olsun devir imaj devri. Hem bu ülkede insanların öldürüldüğü bir operasyona da “Hayata Dönüş” denmemiş miydi?! Peki, nedir bu “Şehir (Dışı) Hastaneleri”? İyisi mi biz anlatırken bu garabeti, siz de Cumhuriyet Pazar’ın keyfini çıkarmak için ayaklarınızı uzatın ve sıcak kahvenizi yudumlayın!.. Kahve deyip geçmeyelim Dünyada petrolden sonra en fazla ticari hac mi olan ürünün kahve olduğunu biliyor musu nuz? Veriler, Türkiye’de yaşayan her 100 kişi den 78’inin kahve içtiğine, önümüzdeki birkaç yıl içerisinde ise tamamının kahve tüketece ğine işaret ediyormuş. Araştırmalar Espresso, filtre kahve ve Americano’nun gerçek tiryaki ler için vazgeçilmez olduğunu da gösteriyor. zbnymrsknetvcrsmtmyaıaeuataaeiaieırş.”ktrnlaaaetDABnnld.nmyıa.Dakyk.manmud.euyaimrryaSmakloüAavgı,oaaaaanandkekahmneekylllacknmıartumataydraac“aataoaeptsgtaarbyıgnğd,kaanşkıaahnemçaeveıatyerau;mtsgreaüıltaralmkhaoneaameaeçşlamfbreeivkkjğitnçıet:ie.iıitklermke.luikklrl,“kT.abvzyiainOkogblâtğbaYr.uümetoeaanainayiaOvikryrda:hüzçduçırae.yeeivnıdalFarie.tcdVnahıtnhüemilbabmıiiOakadabsncaneikausoielkeeili,duüalltdzyirzblkakieaçlınnnmkklesaeuıkr.irtauieuişaaçıüm”k,İsh,banuıshhtekkaogkvlvmüoyyalacvvıtntaaleaeç.lenaıeeoaeeahaşlşütkkiyllamyyi”eeoenykrz!iar.ekm.dmaa“iühNalaşv“saehtykeetHçekraairpo“sıfzairtıaeaslmaıallmekrıirtcçrrzanabeaiıkekkğaijd”hesaktligrbıravısieinlslparsienaıudiaklinnnsal“ziıeaydudaysbotemearüomgmdhsiklüoeöağrrrduaı.rsaşül.üuület.”moıenzkknAkruljl”iüaeinyrmrbiyıieciarçraşikoanyetmcpbbn“dÇhioageidz“açanelöiuaaalaiaermnGANAğıkznnsesmğkkkodathıaıtzaöcelaıollnekblneurıae”aciosenrrmşlıoiçed”smnmıımpaiprjve”nivtmdeidnplnailefeııeeabevliaapaınlşnorpekmknyneaiçeyir.abellrş.klkloı““seızi.oyizgıaoszaçaislrrknkmaoınindeıtb:liinaraslevın“r”çnmeıeilTvşihdnluekMraianarivyeoyivaeınnmklsnişmeyelnloieledıbeb.ueiçra“lroarşazeiivsii“inçdk!hşkdrrnnyişas.silaeon.ue.hzdeatdıtmaknsrznmisrHyrueğeoantçit;seeoarklyetmaeehebrıbekmmnkiekokkrkpaijabldtlnn”liieesateieshmsil”aketzyllneirikaaikitioi?enzasiayrsiiniçnl!aşalvcmnsiaieeteniiehsyebeıtodlrenıldzğyiioüeminaoobktlesiernryrel”tiisaüro;lbe,nodnuoelöngldaidleirl,rkulaaee Üçü bir arada... rafiler gibi. Her ikisinde de ürün çeşitlendiriliyor satışı arttır Sağlık alanında ilk işaret 2008 yılında “Üçü bir arada hastane” haberi ile verildi. Ama dedik ya bu ilk işaretti. Zincirleme gelişmeler birbirini takip etti ve nihai müjde okurlara ulaştırıldı: “AVM, hastane, otel... Üçü bir arada” Sözü edilen habere göre ülkemizin mümtaz bir ilinde inşa edilen bir alışveriş merkezinin içerisin mak için: Checkup programları, hormon düzeyleri, kanser taramaları, kişiye özel doğum hizmetleri gibi. Her ikisinde de ürünün satıldığı mekân etkileyici hale getirilir: Uzay üssüne benzeyen binalar, alışveriş merkezlerine benzer heybetli ve devasa hastaneler ve “üçü bir arada” olan konseptler gibi. Her şeyi satılık bir mala indirgeyen bu “neolibe ral rüzgâr” öyle etkili ki devlet bile kurtaramıyor yakasını bu illetten ve işte tam bu noktada “ŞehirDışı Hastaneler” devreye giriyor. Olmayan hastanın parası ödenecek Bunların her biri, devletin adına “müşteri” dediği hastalara ve hatta sapasağlam insanlara sağlık hizmeti satacağı yeni mekânlar. Her birisi, milyarlarca lira kamusal kaynağın fahiş fiyatlarla yaptırılan binalar aracılığı ile yandaşlara aktarılması. Her birisi, büyük, çok büyük, devasa yapılarda ve temiz çarşaflar üzerinde kirli işlerin aklanmasıdır... Sorarsanız bana; devletin “şehir hastaneleri” ile özel sektörün “üçü bir arada”ları arasında hiç fark olmayacak mı diye... “Fark var” derim. Gerçekten de özel sektörün hiçbir “üçü bir arada”sında aylık hasta garantisi verilmedi o hastaneyi yapan şirketlere. Özel sektörün hiçbir “üçü bir arada”sında o hastaneye gelmeyen, o hastanede yatmayan, kısacası “olmayan hastalar”ın parası ödenmeyecek o hastaneyi yapanlara… Ama şehir dışı hastanelerde verilen garantiler nedeniyle hasta olmasa da ödemeler yapılacak şirketlere: Tıpkı geçmediğimiz köprülerden her gün ve her an ödemeler yaptığımız gibi. Ne demişti Ahmet Kutsi Tecer; “Orda bir yol var, uzakta, / Dönmesek de, varmasak da…” Orda bir hastane var, uzakta / Yatmasak da kalmasak da / Her durumda sermaye kazanmakta!.. Barbaros Şansal Çalıntı zaman Renklerle dans Sinemaskop Ne günlerdi! Tünel’den, boynuzları sık sık çıkan troleybüse biner, cadde boyunca ilerlerken en arka camdan ardımda kalan dükkânları ve insanları izlerdim. Hele de gün düşerken yanmaya başlayan rengârenk neonların gözalıcı titrek ışıkları beni benden alırdı. O yıllarda Yeşilçam “Beyazcam”a dönüşmemiş, Kezban Roma’da ve Paris’te filmleri henüz vizyona girmemişti. “İki Filim Bir Arada”, “Civciv Çıkacak Kuş Çıkacak” gibi yapıtlar belki de Ali Poyrazoğlu için başrolünü beklemekteydi… ^¡^ Ünlü Mefruşatçı Lazzaro Franko’nun önündeki ilk durağa varana dek göze çarpan dükkânlar genelde, Kürkçüler, Kırtasiyeciler, Mücevherciler gibi seçkin cephelerdi. Sümerbank, Lion ve Şaneller bugünkü ithal yığılmış butiklerin albenisini fersah fersah geçerdi. Üst katlarda ise Avukatlar, Doktorlar ve Tüccar Terziler gibi saygın meslekler icra edilirdi. Kiliseler ve Eski Büyükelçilik Sarayları ile yabancı dilde eğitim veren kolejlerin yoğunluğundan mıdır bilinmez, sık sık göze çarpan şık kadınlar ve erkekler hep 1970’lerde Taksim, İstiklal Caddesi. ilgimi çekerdi. Katlanır kapılar kapanıp yola devam ettiği mizde Karaköy dolmuşlarına selam çakar geçer Galatasaray Postahanesi’ni de ıskalayarak yola devam ederdik. Diamantstein, Franguli, Rebul, Marten, Galeri Edip, Piknik, Galeri Kristal… Karakedi Plak melodileri kulağımıza çalınırdı Taksime yaklaşırken, sanki o günlerde eser di parfüm kokulu bir Mistral… Yıllar sonra kısmet oldu yeniden Beyoğlu’na gitmek. Üstad Yıldırım Mayruk’un 50 yıl önce ilk atölyesi olan şimdi Otel Müze “ohal”ine gelmiş Güney Palas Apartmanı’ndaki Mr Cas oteli çatısında bir de dostlarla kahve içmek... Duvarlardaki geçmişin fotoğraflarını ve orada dikilen elbislerin teşhirini izlemek. Sonra Ferhan Şensoy’dan Boom Galası. Saatler ilerledikçe ise kokmaya başlamıştı renksiz kalmış leş Beyoğlu tafrası… ^¡^ Yeniden tramvay geçiverdi saç ektirmiş kafası bantlı çoğunluğun içinden. Faslı Fahişler, Peçeli Cariyeler, Apaçi gençler cins cins her çeşidinden. Şapkalı beyler değildi Tramvaya asılmış olan, tinerci tayfası salkım saçak sarkıyordu her yerinden. Lokumcu, Dönerci, Köfteci ve hayalete dönmüş AVM silsilesi, katili kim oldu acaba var mıdır bir bileni? Soluyordu ne acı neonların renkleri geçmişimin tek tek, yerlerine yerleşmiş sinemaskop Çin malı yanardöner led sefaleti şimdi her köşede bir pezevenk ve iktidar olmuş karanlık hepyek!.. Ulaşırken Taksim’e, kavga dövüş ve ayyaş güruhu arasından, bir de baktım ki AKM yerle bir, solumda ise beton bir sefil. Çalınan zamana mı acısam kaybolan kültüre ve kente mi?.. Yerine, itibardan tasarruf etmeden şatafatı sokuşturan efendiler, haydi yiyin biraz daha bakalım ne de güzel yarattınız yeryüzünde Beyoğlu cehennemini!.. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle