Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
22 Nİsan 2018, PAZAR SAYFA 5 Teşhis Ahmet Tulgar Ricat ve miskinliğin arabeskidir Ferdi Tayfur’unki Bir ağlak teslimiyet Elbette Ferdi Tayfur ve benzerlerinin Arabeskin “dört yapraklı yonca”sının son yaprağı Ferdi Tayfur’un müziğini ürettiği ama esas üreticisi ve tüketicileri için kapa Türkiye’nin siyasi durumuna ilişkin laflarını ciddiye alacak değilim. Sizin de almadığınızı biliyorum. Bu kitle kültürü figürlerinin bu türden ses çı ve imajını kent karşısında daha baştan bir ricat, bir teslimiyet, yelkenleri suya indirme ve dalkavukluğu kabullenmenin arabeski belirlemektedir. lı devre, kendi içinde patlayan bir tepki, yelkenleri her dem suya indirmeye hazır bir tepkidir arabesk... Bu anlamıyla her yönden de politik bir tep karmaları, Murat Belge’nin 80’li yılların başında kidir yani. yaptığı “dalkavuk ile soytarı” karşılaştırmasındaki dalkavuğun işlevinin bile gerisine düşerek (Belge, dalkavuğun aşağılanmaya hazır “köle komiği” halinin karşısına Batı saraylarının hükümdarı bi Gencebay, Tatlıses, Gürses hak getire! le hicveden soytarı komiğini koyar) işçi ile işveren ilişkisinin de en arkalarından bir yerden geliyor. Kaale almaya değmez. Ama işte vesile oldu, “bir Ferdi Tayfur yazısı yazayım” dedim. Çünkü Ferdi Tayfur’un her zaman arabeskin dibinde bir yerde yere çökmüş, “yapılamayan arabesk”, “yeltenilmiş ama vazgeçilmiş arabesk”, “ricat arabeski” ve de “impotent (iktidarsız) arabesk” olduğunu düşünmüşümdür. Arabeskin sosyolojisinin sınırlarını zorlamaktan bahsetmiyorum; bırakınız o sınırları zorlamayı, o sınırların kapısında ağlamaktan başka bir şey yapmayan miskin bir arabesktir bu. Ne Orhan Gencebay’ın “mış gibi” entelektüalizmi ne İbrahim Tatlıses’in büyük şehre kin ve öfkesi ile kifayetsiz muhteris fetihçi iddiası ne Müslüm Gürses’in kırık ve kırgın yarıetik’i, kesici özyıkımcılığı… Şehrin bin bir estetik ve emekle yapılmış tarihi çeşmelerini, hatta sızmaya çalıştığı bütün bir metropolü, onun agoralarını köyünün derme çatma çeşme başı sanan “halüsinatif bir delirium” (sanrılı bir çıldırmışlık) arabeskidir Ferdi Tayfur’unki. Ağlak teslimiyet!.. Bu tepki sosyolojisinin çerçevesi içinde Ferdi Tayfur’da; Orhan Gencebay’ın öncü olması hasebiyle edindiği ve entelijansiyanın kendisinde keşfedip üstüne yapıştırdığı, onun da uzun süre sahiplendiği bir politik, hatta “sol politik” imajdan eser yoktur. İbrahim Tatlıses’in el yordamıyla edindiği ve gırtlak nağmelerindeki tremololar (müzikteki titreklik) gibi mütemadiyen, konjonktüre endeksli olarak takıp çıkardığı mahcup Kürt kimliğinin politik imajını da bulamayacaksınızdır Ferdi Tayfur’da. Müslüm Gürses’in ezilmişliğinin sebeplerine vakıf olmuş ve küsmüş bir ermiş edasıyla (asla miskin olmayan) içine dönerek, içine doğru söyleşindeki o kendiliğinden protestin ise yanına bile yaklaşamamıştır Ferdi Tayfur. Türkiye sinemasının “dört yapraklı yonca”sına (Türkan Şoray, Fatma Girik, Filiz Akın, Hülya Koçyiğit) nazire olarak söylersek, arabeskin dört yapraklı yoncasının son yaprağı Ferdi Tayfur’un müziğini ve imajını kent karşısında daha baştan bir Emmoğlu da, Fadime’nin ricat, bir teslimiyet, yelkenleri suya indirme ve dalkavukluğu kabullenmenin arabeski belirlemektedir. Düğünü de hikâye! Ferdi Tayfur’un bir gıdım gelişmeye bile ka Arabeskin sosyolojisinin sınırları kapısında ağlamaktan başka bir şey yapmaz Ferdi Tayfur... Nihayet o da söz aldı! palı döngüsel ağlaklığının nüvesi aslında o döngünün 90’ların ilk yarısındaki iki momenti, “Emmoğlu”su (1992) ve “Fadime’nin Düğünü”sü (“Hadi gel köyümüze geri dönelim” adıyla meşhur olan şarkısı, 1994) arasında sıkışmıştır. Bu kısır dairenin çapını kariyerinin herhangi bir döneminden çekebileceğimize göre işte buradan, 90’lar döneminden girdiğimizde de o verimsiz çekirdek oradadır. Kısır döngünün merkezinde kuru bir büzüşme çıkar karşımıza. Şehrin surlarındaki miskin bekleyiş sona ermek üzeredir sanki ve modernizme mecali olmayan Ferdi Tayfur art arda iki ricat denemesine kalkışmıştır. Ama kendisi gibi şehre bir türlü dahil olamayan kalabalıkların pazar yeri de hayli kârlıdır artık bir yandan da ve miskinlik etkileşimi uzun bir ağlaşma olarak her halükârda sürdürülecektir. Ne diyordu Ferdi Tayfur “Emmoğlu”sunda: “Ben de bu dağların nesine geldim / Meleşir kuzular sesine geldim / Bir garip ölmüş de yasına geldim / Geldim emmoğlu” // Yüce dağ başında yayılır atlar / Yar mendil işlemiş ikiye katlar / Mezarın üstünde beş karış otlar / Bitmeyince gönül yardan ayrılmaz / Ayrılmaz emmoğlu ayrılmaz” Ferdi Tayfur aslında Emmoğlu’suna gitmemiştir, gitmiş gibi hissetmektedir sadece, mezarın üstünde beş karış ot bitmeden gönül yardan ayrılmayacaktır ama beş karış otlar bittiğinde de artık geçersiz dönüş bileti yırtılıp atılacaktır. İkinci hayali ricat momentinde ise şöyle demektedir şarkıcı: “Hadi gel köyümüze geri dönelim / Fadime’nin düğününde halay çekelim / Ne umutla geldik koca şehire / Allah sonumuzu hayır getire / Alacaklı haciz koymuş Bekir’e / Hadi gel köyümüze geri dönelim / Fadime’nin düğününde halay çekelim” Şöyle devam etmektedir Ferdi Tayfur aynı yerde: “Buralarda ağaçları kesmişler / Yerlerine taş duvarlar dikmişler / Sevdiğimi başkasına vermiş FERDİ TAYFUr: Bize gülümsemesi en büyük lütuf! Cumhurbaşkanı Tay yip Erdoğan’ın Hatay zi yaretinde kendisine eş lik eden ünlülere yönelik tartışmaların devam et tiği süreçte Ferdi Tayfur Ferdi Tayfur çıktı ve bir gazeteye verdiği röportaj da hem Ha tay davetine icabet edenlere destek çıktı, hem de Türkiye’de baskı ortamı olmadığını be lirtti. Ayrıca Erdoğan’ı eskiden beri tanıdı ğını söyleyen Tayfur, “Belediye Başkanı ol duğu zamandan dostluğumuz var. Çok iyi bir insandır, sanatçıyı sever. Bize en büyük lütuf selam vermesi, gülümsemesi” şeklinde ko nuştu. Ülkede baskı var da bizim gözümüz mü gör müyor? Bana baskı gören birini getirin. Al lah aşkına geçsinler bunları” diyen Ferdi Tayfur’a yanıt Türk Halk Müziği sanatçısı Sa bahat Akkiraz’dan geldi. Sosyal medya hesabı Twitter üzerinden yaptığı açıklamada Akkiraz, “Ferdi Tayfur; ‘Kim baskı görmüş? Bana bas kı gören birisini getirin’ demiş. Ben gördüm, Erdal Erzincan gördü. Ha yır türküsü yaptık diye ya saklandık. Ülkemde bazı şe hirlerde ‘güvenlik gerekçesi’ ile konser yapamıyorum. Si yasi olarak taraf olmayı an larım. Ama sanatçının körlü ğünü anlayamam” dedi. Sabahat Akkiraz ler / Hadi gel köyümüze geri dönelim / Fadime’nin düğününde halay çekelim” 2010 yılında Orhan Gencebay ile Milliyet Sanat Dergisi için çok uzun bir söyleşi yap tım. O söyleşide ortaya çıktı ki Or Arabeskin han Gencebay artık ultra milliyetçi, hatta Turancı fi sosyolojisi, politikası kirler savunuyor, müziğini de, hatta bütün bir müzik tarihi Görüldüğü gibi köye dönüş için sebep yoktur, sevdiği de zaten başkasına verilmiştir; ağaçların kesilmesi, taş duvarların dikilmesi hiç de yeterli sebep değildir gitmek için, burada taş duvarların dibinde tatlı, yağlı çilesini çekecektir Tayfur. (Hürriyet Emlak ekindeki habere göre Ferdi Tayfur gayrı menkul zengini ünlüler listesinin en üst sıralarında. Emirgan'da 6 villası, Tarabya'da 4 katlı bir evi ve bir dairesi, Sarıyer'de bir dairesi vardır. Memleketi Adana'da da 50 dairesi olduğu söylenmektedir. Memleketinde müteahhit olarak konut inşaatları da yap Arabesk müziğimizin dört yapraklı yoncası: Orhan Gencebay, İbrahim Tatlıses, Müslüm Gürses ve Ferdi Tayfur. olmuştu. ni bu kavramlarla tanımlıyordu. Söyleşimin başlığına sohbetimizde söylediği “Ey sosyologlar, sevgili dostlar, söyledik leriniz benim için geçerli değil” lafını çıkarmıştım Gencebay’ın… Evet, Orhan Gencebay sosyologlara “dostlarım” diye hitap ediyor, sesleniyordu. Çünkü senelerce onun ve yaptığı müziğin sadece sosyologlar değil sol entelektüeller tarafından da nasıl yüceltildiğinin farkındaydı ve belki de içinden güldüğü maktadır.) Sahiden de sol entelijansiya arabeski uzun bir Belki bir klişe ama arabeskin Türkiye’deki çar dönem kayırarak çözümledi, arabeskçileri de nere pık kentleşmenin, tarımın yıkıma uğratılışının, deyse politik özne statüsüne oturttu. montaj sanayinin gelişimin etkisiyle köyden ken Oysa başarılamamış, toplumsallaştırılamamış, te göçün, kentteki kırık dökük de olsa modernleş üleştirilmemiş bir modernleşme ve sanayileşme meye ayak uyduramayışın sonucu bir tepki olduğu, projesinin taşralı ve köylü bünyesindeki estetikdı bir gerçek ya da en azından gerçeğe en yakın sos şı, estetikyıkıcı bir yan etkisi olarak zuhur etmiş yolojik tanımdır. Sonradan kentli orta ve üst sınıf ti arabesk. ların da keyfidir arabesk. Tepeden bir modernleş Bugün her alanda devam eden bu “estetikyıkım” me sürecinden geçici bir özgürleşme ayinidir. Sol döneminde Ferdi Tayfur’un artık ricattan vazge cu entelektüellerin de bir yandan snoblaştırarak, çip, miskinliğini de üstünden atıp, toplumun gözü şımarık bir koketlik olarak sahiplendiği ya da en nün içine baka baka söz alması da elbette pek uy azından amacını ve doğasını değiştirerek yeniden gun düşüyor işte. Orhan GencebayFerdi Tayfur farkı Değişik kesimler arabeski dinliyor. Ne var ki, “işleri iyice olanlar” ile “işleri ters gidenler” arasında, arabesk türünün kendi içinde bir farklılaşma görülüyor. Dış ülkelerden “Türkiye’nin Sesi” radyosuna gelen istek mektuplarının içerik çözümlemesine dayanan bir araştırma böyle bir varsayımı doğruluyor. Dört bin kadar mektuptaki isteklerin dökümü yapıldığında birincilerin Gencebay’dan, ikincilerin ise Ferdi Tayfur’dan daha çok hoşlandığı anlaşılıyor. Gencebay’la Ferdi Tayfur’un müzikleri arasındaki farklılık, bence, birincisinin biraz daha “resmi terbiye” içinde yapılmasından; ikincisinin ise daha bir “sokaktan” çıkıp gelmekte oluşundan kaynaklanıyor… Gencebay, kim ne derse desin, yaptığı işin felsefesini kendi mantığı içinde, bayağı tutarlı bir biçimde yapabilen biri. Sanırım bir dergideki röportajda, “Bizim kültürümüz mazoşist bir kültürdür, ben de onun için böyle müzik yapıyorum” diyordu. Bir oranda doğrudur bu yargısı… Ferdi Tayfur ise, “Beni bu işlere karıştırmayın, bir şeyler tutturdum, söylüyorum… Satıyor, işler Ünsal Hoca aramızda... iyi gidiyor… Seveni de var, epey…” diyor. Yani işindeki ısrarını, piyasadaki ampirik verilere bakarak sürdürüyor. Felsefenin yüce katlarına çıkmaya da hiç hevesli değil… Ama bizim için, yani Gencebay’ın müziği ile Ferdi Tayfur’un müziğini onların dışından değerlendirme durumundaki kimseler için, bakılabilecek başka veriler de var… Hayatın sorunları karşısında, kendilerini çok fazla güçsüz hissedenler Gencebay’ı da aşıp Ferdi Tayfur’un müziğine yöneliyorlar. “Yurtdışından araba getireceğim. Ne yapayım?” diyenlerin mektuplarında, “Lütfen bana bir Gencebay çalın” diye yapılıyor istekler… “Hapse düştüm… Haftaya mahkemeye çıkaracaklar… Tercümana güvenemiyorum” diyenler; “Memlekette bıraktığım karım” diyenler; “Burada birbirimizi kırıyoruz, en yakın arkadaşım beni ihbar etti… Ben de…” diye yazanlar; “Marsilya’dan çıkınca yakalandım, yurda iade edildim… Sonra gene tarla satıp bu sefer gene Marsilya’ya gelip… bir İsrail gemisinde tayfa olup… daha sonra…” diye yazanlar ise “Bizi sizlerden başka düşünen yok… ablamız, bacımız, anamız, babamız sizsiniz sanki… son olarak baki selam eder… Bana ve Hollanda’daki amcama, dayıma, Suudi Arabistan’daki kardeşime, Avustralya’daki abime ve dahi memleketteki kız kardeşime bir Ferdi Tayfur isteğinde bulunabilir miyim?” diye bitirmektedir mektuplarını… (Ünsal Oskay, “Yıkanmak İstemeyen Çocuklar Olalım”, YKY, 2000 [3. baskı], s. 2628) C MY B