Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
7 OCAK 2018, PAZAR SAYFA 3 Diyalog Tanıl Bora ile milliyetçilik, ırkçılık ve faşizmin popülaritesi üzerine... Kapitalizmin iniltisi: Popülizm gürer mut Artan krizler, savaşlar ve kitlesel göç dalgaları siya sette önemli kırılmalara yol açmakta. Uluslararası göç dalgaları karşısında yükselen sağ otoriteryen yönelim ler popülist söylemin de etkisiyle kitlelerin desteğini alı yor. ABD’de ırk ayrımını savunan Trump’ın başkan se çilmesi; İngiltere’de göçmen karşıtlığı üzerinden do ğan Brexit süreci; Fransa seçimlerinde ırkçı Le Pen’in önemli ölçüde oylarını arttırması; Polonya’da 60 bin’e yakın ultra milliyetçinin “Kardeş milletlerin Beyaz Avrupa’sı” sloganı altında yürümeleri ve AKP’nin İsla mimilliyetçi bir popülizmi giderek daha “şiddetle” be nimsemesi hemen sıralanabilecek örnekler... Yükselen milliyetçilik, ırkçı vurgular, İslamofobi ve popülizm şeklinde karşımıza çıkan siyasal sorunlar seti ni, Türkiye’de ve dünyada hem milliyetçiliğin, hem de sol siyasetin nabzını tutan deneyimli ve birikimli yazar Tanıl Bora ile konuştuk. ? Dünyanın farklı coğrafyalarında popülist söylemin milliyetçilikle, ırkçı lıkla, yabancı düşmanlığıyla, kitleler nezdinde kabul görmesi nasıl değer lendirilmeli? Muazzam bir tehdit algısı, bir gü vensizlik var dünyada. Bir belirsiz lik var. Bunu neoliberal globalleşme nin tahripkâr etkileriyle açıklayabili yoruz, doğrudur. Fakat bu açıklama da şöyle bir problem var: bu manzara yı bir “normal”in, bir statükonun bo zulması gibi görmeye yatkınız. Bu arı za giderilse de sosyal refah devletine geri dönülse, gibi. Oysa galiba çok da ha büyük bir dönüşüm gerçekleşiyor. Kapitalist sistem başka bir evreye gir di. Otomasyon ve bilişim teknolojile ri, üretici emeğe duyulan ihtiyacı tedri cen azaltıyor. Kabaca söylersek, global düzlemde, nüfusun önemli bir bölü Tanıl Bora müne, “lüzumsuz” nazarıyla bakan bir sistem aklının zemini oluşuyor. Emek gücü olarak belirli bir kısmı lazım, müşteri olabilecekler lazım, gerisi fazlalık! Buna, insanı daha verimli biçimde ikame edebilecek teknik “imkânların”, yönetici elitler nezdinde, fani insan bedenlerini “gözden düşürten” etki sini ekleyin. Bütün bunların, zaten eşitsizliğin olağanüs tü derinleştiği koşullarda vuku buluyor olmasını ekle yin. Elbette, ekolojik felaket kaygılarını da ekleyin. Aslında kapitalizmin kendisinin “fazlalık” hale geldi ği koşullardan söz ediyoruz! Bugün karşı karşıya olduğumuz her türlü ayrımcılı ğın, ırkçılığın diplerinde, böyle muazzam bir dönüşü mün sezgisinin yattığını düşünüyorum. Yüzeyde, refa hı kemiren göçmenler karşısındaki tepki var, dünyanın her yerinde her nevi “yabancı” –bilhassa “yerli yaban cılar”! karşısında tepki var. Altındaysa, somut günde lik güvencesizleşmenin ötesinde, dünyanın gitgide gü ven verici bir yer olmaktan çıkmasıyla ilgili endişeler var. Beka kaygıları ve “gücü gücü yetene helal” hissiya tı için elverişli bir zemin. Komünizmin yerini İslam aldı ? Batılı kapitalist ülkelerin sosyalist eğilimlerle mücadele ölçeğinde ırkçı ve muhafazakâr kimliği yeniden inşa etmesiyle bağlantılı olarak faşizm hiç gitmemişti diyebilir miyiz? Faşizmin düzlemlerini ayırt etmeliyiz. Rejim olarak, siyasi hareket olarak, ideolojik söylem olarak, psikopolitik potansiyel olarak faşizmden söz edebiliriz. İdeolojik ve psikopolitik “dürtüler” olarak faşizmin unsurları, evet, baki idi. Gladio gibi antikomünist gayrinizami harp yapılarını düşünürseniz, sistem içinde de faşizmin unsurları baki idi. Fakat “faşizm hep vardı, her yerdeydi” gibisinden, kavramı anlamsızlaştıran bir yere vardırmamalı bunu. Dikkat ederseniz kâh faşizm diyoruz, kâh popülizmden, kâh otoriterleşmeden söz ediyoruz. Bildiğimiz eski sağcılıkların geleneğine de yaslanan, bütün sağcılıkları kışkırtan, fakat dünyanın şu yeni zamanının belirsizlikleriyle yoğrulan, yeni bir şey bu. Nitekim yeni yapılar çıkıyor. Fransa’daki Milli Cephe gibi, Hindistan’da ki ırkçı “Hind Halk Partisi” gibi kurumlaşmış sayılabilecek radikal sağ partiler de, şekil değiştiriyor. Kapsama alanlarını genişletmeye dönük olarak esniyorlar. ? Avrupa’da artan İslamafobiyi bu eksende nasıl değerlendirmemiz gerekir? İslamfobi, bir yanıyla, Batı dünyasında Soğuk Savaş’ın ideolojik zihniyet yapısını yeniden üretiyor. Komünizm tehdidinin yerine, İslam tehdidi. İslam, sadece İslam değil burada. Göçmenleri, göçle ilgili tehdit algılarını temsil ediyor. Buna bağlı olarak, “yabancılaşma” motifine ve dolayısıyla tehdit altındaki bir “biz” algısına yakıt temin ediyor. Almanya’da bir düşünce kuruluşunun bir ay önce yayımlanan bir çalışması, ülkede halen yüzde 6 civarında olan Müslüman oranının, 2050’de, hiç göç olmazsa yüzde 9’a çıkacağını, göç sürerse, ölçüsüne göre yüzde 20’ye kadar tırmanabileceğini duyuruyordu. Göçmenler, yerleşikler tarafından, özellikle onların yoksulları, güvencesizleri tarafından, zaten daralan geçim imkanlarına dönük bir tehdit olarak algılanıyor. Biliyorsunuz, yerleşik, yani “daha önce gelmiş” Müslümanlar veya kendisi “otokton ırktan” olmayanlar da böyle algılayabiliyor. Göçmenler arasında Müslümanlar, siyahlarla beraber (hele ikisi birdense!), “bizim gibi değiller” dam gasının en rahat vurulduğu insanlar. Ülkenin, kültürün “yabancılaşması” ile ilgili tahriklere en elverişli malzemeyi sunuyorlar. Yeni sağ biliyorsunuz artık illa dini veya etnik kimlikle ilgili vurgular yapmıyor, daha soyut bir “biz”, “halkımız/milletimiz” öznesine hitap ediyor. “Kültürümüz”den söz ediyor. Hem etnik, dinsel imalara göz kırpan, hem de biraz müphem. Bizdeki “milletimiz” hitabı da öyle ya... Burada kurucu unsur, ötekidir; “bizim gibi olmayan”, “biz”i tehdit eden, “kültürümüze” yabancı olanlardır. Keza, bu yabancılaşmayı hoş gören, hatta teşvik eden, hatta kendisi de yabancılaşmış olan yerliler, yani “içimizdeki hainler”dir. İslamofobinin, evrensel bir ayrımcılığın zihniyet kalıbını kullandığını söylemeye çalışıyorum. “Yerli ve milli” söylemi de aynı zihniyet kalıbını kullanıyor. Sol popülizmin imkânları, riskleri ? Bugün muhafazakâr sağ siyasetin “Milliyetçiler Birliği” haline geldiği öne sürülebilir mi? 2015’te radikal sağ partiler Avrupa Parlamentosu’nda “Milletlerin ve Özgürlüğün Avrupa’sı” fraksiyonunu kurmuşlardı biliyorsunuz. Oysa hepsi Avrupa Birliği’ne karşıdırlar. Tamamen faydacı, çıkarcı, oportünist birlikler bunlar. “Ortak değerler”de değil, güdüsel diyebileceğimiz çıkar ortaklıklarında birleşiyorlar ve bu temelde herkesle yan yana gelebilirler. ? Avrupa’da artan sol popülizmin yükselişini nasıl değerlendirmemiz gerekir? Sol popülizm, kafaların epeyce karışık olduğu bir tartışma konusu. Sanırım İspanya’daki Podemos hareketi ve Fransa’da komünist menşeli Mélenchon, sol popülizmin Corbyn’den daha bariz örnekleri. Keza Almanya’da Sol Parti’nin bir kanadının meyli bu yönde. Bilinen sol düşünür Chantal Mouffe de, sol popülizme taraftar. Sol popülizmi savunanlar, “sağla onun kendi silahını kullanarak baş etmek” gibi reaksiyoner bir şekilde temellendirmiyorlar bunu. Mouffe, popülizmi, açıkça bir hasım belirleyerek, kitleleri seferber edecek bir mesele, bir çelişki tanımlamanın politik lisanı olarak görüyor. Sol popülizmin programı, işçi sınıfını muhtelif talepler ve kimlikler etrafında bir araya gelmiş sosyal hareketler ve yoksullaşan orta sınıflarla bir araya getirmektir. Küçük bir azınlığa, “eski tabirle” oligarşiye karşı, halkın büyük çoğunluğunu temsil etmenin iddiasını kuruyorlar. Sağın halk veya millet adına konuşma tekeline karşı, farklı bir halk tanımı kurmaya çalışıyorlar. Prekarizasyon olgusuyla sol popülizmin irtibatı önemli bence. Prekarizasyon, kapitalizmin emek ve istihdam süreçlerini azami esnekleştiren, parça parça eden yapısını anlatıyor. Staj, yarı zamanlı iş, kısa süreli sözleşme, sık sık iş değiştirme ve işsizliğin bir karambolünün hâkim olduğu bir yapı bu. Bu yapı içinde emekçilerin sosyal varlıkları da dağılıyor, parçalanıyor, örgütlenmek zorlaşıyor. Yeni esnek örgütlenme biçimleri lazım. Popülizmin bir alternatif olarak tartışılması, bence bu dağınıklıkla da alakalı. Zira popülizm, örgütlü topluluklardan ziyade dağınık “kitlelere” hitap eder. Sol popülizmin imkânı da burada, riski de. “Çözülmüş”, “dağınık” kitlelere soldan hitap etmeye elverişlidir. Ajitasyona, manen güçlendirmeye elverişlidir. Adı üstünde, popülerleşme kabiliyetini işaret eder. Fakat hep karizmatik lider odaklı olmak, çoğulculuğu çiğneyen bir “halk” toptancılığı, indirgeyici şemalarla politik içerikleri geçiştirmek gibi tarihsel zaafları da baki. Yine de, bu zaaflarını sorgulayarak, imkânlarının ciddiye alınması gerektiğini düşünüyorum. Her halükârda, popülizmden istifade ederek veya değil, sol, restorasyonculuğa kısılmamalı. Elbette, mesela bugün Türkiye’de insan hakları ve demokratik anayasa (belki ondan önce, anayasallık!) talebinden vazgeçilecek değil, restorasyonculukla onu kastetmiyorum. Global bir mesele olarak, distopya üretimini şahlandıran şu geleceğin “yeni dünyası” hakkında alternatif bir iddia, bir umut yaratmaktan söz ediyorum. Türkiye’de popülist siyaset ? 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti’nin popülist söylemi bir noktadan sonra karşılık bulamamıştı. Benzer bir dil kullanan AKP’nin de bir yerden sonra tıkanacağını öngörebilir miyiz? Çağ farkını unutmayalım, DP döneminin popülizmi, cılız da olsa, sosyal refah devleti paradigmasına doğru yol alınan bir dönemin popülizmiydi. Hem unutmayın, tıkandı dediğiniz dönemin devamında, onun karşıtı olarak yükse len Ecevit hareketi de popülistti. Günümüzün “yerli ve milli” popülizmi, kendi tutarsızlıkları ve ajitasyonu içinde tıkanabilir de elbette. Böyle bir beklentiye bel bağlamayan salim bir çözüm için ise, bir politik alternatif gerekir. Az evvel konuştuklarımız, işte... ZAHİRÎ MEKÂNDA ARŞİV REFİK ANADOL SALT GALATA 22 Aralık 2017 25 Şubat 2018 saltonline.org SALT kurucu Garanti Bankası Giriş ücretsiz C MY B