Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
14 OCAK 2018, PAZAR SAYFA 9 Diyalog gürer mut Ressam Muzaffer Akyol ile Türk resminin dününü ve bugününü konuştuk Sanatçı çığlığa tanıktır Sanat, düşüncenin baskı altına alındığı bir iklimde, kurtarıcı ve birleştirici bir kimliği temsil eder. Bu noktada sanatçının önemi, çağının düşüncelerini ve zamanın ruhunu yakalamasından geçiyor. Gogol’un belirttiği gibi “Sanatçı kaygı ortamında da huzur soluyan varlıktır.” Yani sanatçı, çağa tanıklık etmenin yanı sıra, meselelerin özüne odaklanmak ve onu yansıtmak gibi tarihi bir sorumluluğu da üstlenmiş oluyor. Bu çerçevede, sanatçının üretim sürecine, Türk resminin dünü ve bugününe, toplumsal yabancılaşmaya ve kentin sanat ile etkileşimine dair ressam Muzaffer Akyol ile konuştuk. 1969’dan bu yana yurtiçi ve yurtdışı sergileriyle pek çok sanatsever tarafından takip edilen Akyol, sanatsal ve toplumsal kaygılarını bizlerle paylaştı. ? Üretim sürecinde hangi kaynaklardan besleni yorsunuz? Benim beslendiğim temel kaynağım Anadolu coğrafyası ve kültürü. Başta şunu çok iyi tespit et memiz gerekiyor, sanatçının özgünlüğü, yaşadı ğı coğrafyanın birikimiyle, alt katmanlardaki uygar Fotoğraf: Kurtuluş Arı lık enerjisiyle temas kurmasıyla ve olayları görmesi, anlaması, sonra da bu olayları akıl ve zihin süzge cinden geçirerek günümüze yorumlamasıyla müm kün oluyor. Akabinde sanatçının günümüzün in san anlayışıyla olgulara yeni bir ruh, biçim ve ener ji kazandırması gerekiyor. Sanatçı bu süreç içerisin de, onu var eden kaynaklardan yola çıkarak ulusal kimliğiyle, evrensele giden yolun önündeki zorluk ları aşar. Hiçbir şey gökten zembille inmez. Öyley se, araştırmak, bedel ödemek, hazmetmek, özümse mek temel disiplinimiz olmalı. Disiplin burada çok önemli. Üzerinde yaşadığımız 780 bin kilometre ka relik Anadolu coğrafyasını anlamaya, tanımaya ve tanımlamaya geçilen süreçte, binlerce yıllık uygar lıkların, yaşanmışlığın ve kültürün var olduğu bir gerçek. İşte bu gerçek özgünlük denen anlayışın asıl Trabzonlu ressam Muzaffer Akyol’un İstanbul Beyoğlu’ndaki Asmalımescit’te bulunan Müzeev’i sanatçının önem çekirdeğini oluşturur. Yani onu özümseyebilmek ve li eserlerine ev sahipliği yapıyor. yorumlamak bir sanatçının asli görevidir. tanıttılar, anlattılar. Ümmetten, millet olmanın yol yan olguların karşısında direnmenin, dik durmanın Sanatçı çağına karşı sorumlu ları açıldı. Ve Cumhuriyet’in kazanımlarıyla birlikte, Köy Enstitüleri, Halk Evleri bu anlayışa ön ve kendini teslim etmeden, var oluş adına mücadele etmenin kaçınılmaz olduğunu bilmekte büyük ya ? Sanatçıyı besleyen kaynaklar neler olmalı? derlik yaptı. Bu anlayışla birlikte Güzel Sanatlar rar var. Özgürlük mü diyorsun, bedeli var; demok Bu coğrafyanın bir bireyi olarak, sanat adına kul Akademisi’nde çok değerli evrensel sanat ailesin rasi mi diyorsun, bedeli var. Özgürlüğün yok oldu lanılan hazır reçetelerin bizi taşıyacağı bir yer ol de yer alabilecek sanatçılar ortaya çıktı: Bedri Rah ğu, insan onurunun hiçe sayıldığı yerde kavgacı ola duğuna hiçbir zaman inanmadım. Biz kendi tekne mi Eyüboğlu, Neşet Günal, Orhan Peker, Sabri Ber caksın. Ve bedel ödeyerek kazanacaksın. mizde, kendi birikimlerimizin hamurunu yoğuracağız. Bunu bir ressam olarak düşünürken, bir müzis kel, İhsan Cemal Karaburçak ve Erol Akyavaş. Bu sanatçılar yüzünü Anadolu’ya döndüler. Pera, sistemin hoşuna gitmedi yen, şair, yontucu ve seramikçi de bunu bu şekilde düşünmeli. Eğer sanatçı, “Ben sorumlu bir bireyim, ülkemde ve dünyada olup biten bütün olaylara karşı duyarlıyım” diyorsa, gereğini yap malı. Biz yaşadığımız coğrafyanın verileriyle yola çıkarken, dünyada olup bitenlere de sırtımızı asla dö nemeyiz. Buradaki çığlığı, Uzak Asya’daki çığlıktan ayırmamalı yız. Sanatçı önce ulusal kimliğinin değerleriyle yola çıkarken, evren sel anlamda da söz sahibi olan ki şidir. Bir belge ve ürün ortaya koy mak zorundadır. Sanat tarihiyle yüzleştiğimizde, her ülkenin bir dili var. Ben res Ortadoğu Devesi sam olarak, “bu Fransız resmidir” diyorum. Tanıyorum Fransız res mini. Fransız mantalitesiyle, kültürüyle, anlayışıy la üretildiğini anlıyorum. Bu İtalyan, İspanyol, Rus, İngiliz, Çin, Japon, Latin Amerika, Afrika diyebi liyorum. Bunları bana tanıttıran olgu, o ülke sanat çılarının, kendi kültür birikimleriyle bakış açılarıy la kendi değerlerini, kendi teknelerinde yoğurarak, ürettiği eser olarak karşımıza çıkması. Öyleyse, ya şadığımız bu coğrafyanın yansıması olan, “bu Ana dolu resmidir; Türk resmidir” dedirtmemiz gereki yor. ? 1980 sonrası sanat hayatında neler yaşandı? 1980 sonrası bu ülkede büyük bir bellek yıkama operasyonu başlatıldı. Kimliğinden, kültüründen uzaklaştırılma, varoluş nedenlerine ciddi bakmayı gereksiz görme ve global bir anlayışın insanı olarak ulusmillet kavramları zayıflatıldı. Bu bir emperyal operasyondu. Bu anlayışa paralel olarak, 1980 sonrası özellikle 1990’da hızlandı, 2000’de ayyuka çıktı. Denildi ki, “Sanat evrenseldir; sanatın ülkesi yoktur; sanat bütün insanlarındır; sanatı bir ülkeye ait kılmak uygun değildir; öyleyse yaptığınız her şey sanattır.” İşte bu beyin ve bellek yıkama operasyonunun özellikle 90 sonrası gençlik üzerinde çok büyük etkileri oldu. Çağdaş adı altında, teknolojinin de bütün ürünlerini araç ve gereçlerini her türlü olanaklarını kullanarak Sorosçu bir sanat anlayışı doğdu. Bu anlayışı besleyen kaynaklar oldu. Galeriler oldu. Ve denildi ki, “Türk resminden hiçbir şey olamaz, ey koleksiyonerler siz yabancı sanatçıların resimlerini koleksiyonlarınıza alın.” Bu anlayış hızlanınca bunu burada söylemek zorun ? Sanatçı çağına karşı sorumlu mu? dayım. Bugün büyük paralara resim satan Akademi Sanatçı çağına karşı birinci derecede sorumludur. de uzun süre hocalık yapmış bir şahsiyet, “Bu ülke Birinci derecedeki sorumluluğu, belge bırakma de ressam yoktur, kalkıp bundan sonra bunlara re sı gerektiğidir. Yaşadığı coğrafyanın meselelerinde sim mi öğreteceğim” diye absürt, yaralayıcı, yanlış kendini sorumsuz göremez. Bunca acının, talanın, ve hakarete varan bir değerlendirme yapmıştır. Bun yağmanın ve insan onurunun ezildiği yerde, sanat ları yan yana getirdiğinizde hiç de birbirlerinden ay çı oturup natürmort yapmamalı. Sanatçı oturup mas rı olmadıklarını görüyoruz. Benim karşı çıkışım ve mavi bir gökyüzü, sahilde ata binmiş balıklar ve pür kavgam bu yüzdendir. Bu değerlendirme, ülkenin mutlu bir görüntüyle gününü harcamamalı. Geriden sanatçısına, insanına saygısızlıktır. Bu ülkedeki öz gelen kuşaklar mutlaka sorar ve sorgular. 1980 son gün sanatçıların dünya sa rası Türk ressamlarının neler yaptığını önümüze ko nat ailesi içinde kesinlikle yun; ne gördüler, yaptıkları resimleriyle nasıl bir ka yeri vardır. pı açma önerisiyle yola çıktılar, hangi acıya, hangi haksızlığa, hangi çığlığa tanıklık yaptılar? Sanatçı bunu asla ıskalamamalı, bu soruyla yüzleşeceğini bilmelidir. Tanrıça Demeter ile son görüşmemde, “Ressam yarına kalacak bir şeyin yoksa, beni meşgul etme ve zamanı çalma” dedi. Öyleyse yarına bir şey bırakmak zorundasın... ? Toplumsal hayatta yabancılaşma sorununu nasıl değerlendiriyorsunuz? İroni yapalım, sahipsiz bir bağın meyve bahçesi talan edilir, sahipsiz bir çayırın otunu ezerler. Sahipsiz ? Türk resminin son dönemine dair neler düşü bir sürünün koyunlarını ya Kurtlar Sofrası nüyorsunuz? Ardınızdan gelen sanatçı kuşağını na ban kapar. sıl değerlendiriyorsun? İnsanı eğitmedikçe, koru Bu ‘olmak ya da olmamak’ kadar önem taşıyan madıkça, sorunlarını çözmedikçe ve onu ileriye taşı bir konu. Osmanlı sonrası, Cumhuriyet’le birlik yacak kaynakları yaratmadıkça insan kayıplara ka te sanat alanlarında bir atılım, yoğunlaşma ve ürün rışır. Bu kayıpta bir küsme ve yalnızlaşma da başlı üretme eylemi başladı. Burada Anadolu aydınlan yor. Kendine yabancılaşan insan, karnının doyduğu ma düşüncesi fedailerinin elbette ki, Cumhuriyet yerde bu kez varlığını görmeye çalışıyor. Bir yanıy le birlikte çok büyük payı var. Bizlere Anadolu’yu la teslim oluyor. Bütün bu bizi rahatsız eden, yarala ? Sizin bu süreçte öne çıkan çalışmalarınız nelerdi? Ben Amerikan bayrağından pabucu olan Ortado du. Böyle olunca Beyoğlu’nda bir yalnızlaşma başladı. Kediler ve kuşlar dahi buradan göç etti. ğu devesini yaptım. Çadır mahkemesini yaptım. Bü ? Sanatçıların birbirleriyle olan dirsek teması yük yalanın, talanın, vurgunun resmini yaptım. Ya yaratıcılıklarını etkiliyor mu? ni, sütre gerisine gizlenmeden, meselelerin tanığı 1960’lı yıllarda İstanbul metropolünde sanatçıla olarak, yaptığın işte eylemi göze alacaksın. Sayısız rın toplandığı alanlar vardı. Kahveler, kıraathane gazetecinin, aydının işsiz bırakıldığı yerde, linç kül ler, pastaneler ve meyhaneler vardı. Bunlar rasge türünün çığlık attığı yerde le alanlar değildi. Her sanatçı sanatçı paletine hangi renk oraya gittiğinde, kiminle gö leri koyacağını iyi tespit et rüşeceğini, ne görüşeceğini, meli. Sadede gelelim. Kni hangi önemli konular üzerin dos Kralı, “Her nehir kendi de görüş alışverişi yapabilece yatağında rahat akar, neh ğini biliyordu. Her sanat da rin yatağını değiştirmeye lı bir diğer sanat dalını besler. kalkma çocuk başına be Özellikle üç sanat dalı olabil la alırsın, üstesinden ge diğince birbirleriyle iç içedir: lemezsin, hatta yok olur Müzik, şiir, resim... Bu alışve sun çocuk” dedi ve ekle riş bir beslenme alışverişidir. di: “Çocuk sen önce kendi nehrinde ayaklarını son Boşluğa Nutuk Çeken Kurbağa Karşılıklı iletişimle daha güçlü olmanın bir versiyonudur. ra da yüreğini yıka, öylece Bu, özellikle 2000 sonrası yok korkma ve yürü...” Sırça köşkte oturup, rengârenk denecek kadar azaldı. gözlükler ile meseleyi görürsen, yapacağın eylemin, söyleyeceğin sözün içi boştur. Ülkenin öncülerine borcumuz var ? Kentler de sanatı etkiliyor. 90’lı yıllarda sanatçıların bir arada bulunduğu İstanbul Beyoğlu’ndaki Asmalımescit bundan nasıl etkilendi? Ben 1969’da Asmalımescit’i tanıdım. Restore edilen Narmanlı Yurdu’nda hocamız Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun atölyesi vardı. İlk sözü “Reisler, burası Asmalımescit, gördüğünüz alan da Pera. Size bir görev, Pera’yı araştırın” dedi. Pera büyük bir kültürün yaşadığı alan. İlk elçiliklerin, ilk iletişimin kurulduğu, bankerlerin yaşadığı bir alan. Tarihin buradaki pırıltısı ve enerjisi insanları buraya çekti. 90’lı yıllarda Pera’ya ait büyük bir coş ku geri döndü. Burada ressamların, müzisyenlerin atölyeleri, gazetecilerin hareket alanı, bilgelerin toplandıkları yerler çoğaldı. Biz o yıllarda o insanlardan beslendik. Özdemir Asaf’ı, Can Yücel’i, Cemal Süreya’yı burada tanıdım. 90’lı yıllardaki bu coşku gittikçe zirve yaptı, birden Pera’daki her şeyin fiyatı katlanmaya başladı. Kara para, temiz parayı kovunca, ressamlar da atölyesiz kaldı. 2000’li yıllarda ise burası sistemin hoşuna gitmez oldu. Sistem buradaki yoğunlaşmanın kendileri için hiç de hayırlı olmadığını, buradaki sanatçıların zararlı, ayyaş, serkeş, ne idüğü belirsiz kişiler olduğunu ileri sürdü. Bir neşter vurdular buraya, dükkânlar kapatıldı, sokaktaki masalar toplatıldı, sokaklarda saldırılar, yaralamalar oldu ve bu gençlik buradan adeta kovul ? ‘Boşluğa Nutuk Çeken Kurbağa’ tablonuzun hikâyesini anlatabilir misiniz? Boşluğa Nutuk Çeken Kurbağa tablosu 1980 darbesi sonrası Kenan Evren’in söylemiyle ilgili bir kompozisyon. 80 sonrası darbede çok büyük acılar, faili meçhuller ve çok büyük işkenceler yaşandı. Kenan Evren’in hiçbir şey olmamış gibi bir Kurbağa anatomisiyle gittiği yerde attığı nutuklar içimi son derece acıttı. Boşluğa boru öttürüyor, dinleyeni yok. Gerçek anlamda anlayanı ve göreni yok. Kurbağa aslında çok zararsız bir hayvan ama ürkütücü bir yanı vardır. Anatomisindeki o gariplik ve giderek can sıkıcı hale gelen sesi, politikacılarla ne kadar özdeş diye düşündüm. ? Bir de ‘Kurtlar Sofrası’ tablonuz var... Orada üç maymun var. Üç maymun önlerine yığılan dağ gibi etin, kanın keyfini çıkarırken, altta bu etleri parçalamak için kurtlar saldırıyor. Emperyalizmin bugün Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Afganistan’da yaptığı bu olaydır işte. Kurtlar sofrası kan revan içinde. Şimdi bu tabloyu kim alıp duvarına asabilir? Bir de benim, “32 Mayıs Kapısı” çalışmam var. Gezi direnişinin kapısı. Gezide acımasızca katledilen o yiğit çocukların portrelerinin olduğu ve onları 150 yıllık bir kapı üzerine yaptım. Bu ülkenin öncülerine, fedailerine gönül borcumuz var. Herkes işini yapacak. Ben resmi yapacağım, şair şiirini yazacak, heykeltıraş taşını yontacak, tiyatrocu oyununu oynayacak, seramikçi hamurunu yoğuracak. Bir şartla. Olup biteni ıskalamadan, olup bitene sırtını dönmeden. C MY B