Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA 8 14 OCAK 2018, PAZAR Din bu Çakır Ceyhan Suvarİ Alfabetik bir ötekileştirme ameliyesi ‘Ezidi’ye ‘Yezidi’ eziyeti! “Khuda, önce yetmiş iki millete, sonra da bana iyilik ver; Khuda yıkıcı değil yapıcıdır, o halde yeryüzüne mutluluk için geldik... güneş üzerinde yükseldi ey sefil kişi kalk da ibadetini yap; Khuda birdir ve Şeyh Adiy onun dostudur; selam sana Şeyh Adiy.” Yukarıdaki alıntı Ezidilerin sabah duasından bir bölüm... Dualarında bile önce başkasını düşünen ve kendinden önce “ötekiler” için iyilik isteyen Ezidileri, Şengal’de (Irak) yaşadıkları ve tarihe bakıldığında hiç de ilk olmayan yeni bir katliam sonrasında sıkça duyar olduk. Ezidilerin dramı, sadece katliamlarla da sınırlı değil. Haklarında o kadar çok yanlış bilgi ve klişe bulunmakta ki, yapılan çoğu katliamın gerekçesini/ mazeretini de yine bu klişeler oluşturmakta. Üstelik bu klişeler günümüzde sadece dini çevrelerce değil aynı zamanda hem medya, hem akademik hem de politik çevrelerce aktarılmaya ve üretilmeye devam etmektedir. Ezidiler, bak akıllı olun! Yanlış bilgiler arasında Ezidilerin kim olduğuna dair açıklamalar başta gelmekte. Ezidilere “rağmen”, onların tanımlanmaya çabalandığı bu tür çalışmalarda Ezidiler; onlar üzerine çalışanın etnik kimliğine, dinsel ve ideolojik bakış açısına göre sözgelimi Türk, Kürt, Arap, Rafızi (reddiyeci/sapkın) Zerdüşt, Şaman veya Şeytana tapan şeklinde çoğaltabileceğimiz kimliklere mal edilmektedirler. Tabii bunlara en son “Hıristiyan oldukları” da eklendi! Hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından!.. O, Türkiye’deki sığınmacılara “ayar verirken” Ezidileri de şöyle “Hıristiyanlaştırıverdi”: “Ezidiler, bak teröristlerle iş birliği yapmayın! Kapılarımızı biz size açtık. ‘Hıristiyan’ demedik, ayrım yapmadık, kapımızı açtık ama şimdi bazı yanlış oyunların içerisine giriyorsunuz.” Ezidiliğe mal edilen diğer yakıştırmaları bir kenara bırakarak, sadece “Ezidi” adının kaynağı üzerine yapılan açıklamalara yoğunlaşalım şimdi. Çoğu insan Ezidi’den ziyade “Yezidi” adına aşinadır. Hatta internetten İngilizce “Ezidis” başlıklı bir (t)arama yaptığınızda “Did you mean: Yazidis?” Suriye’deki IŞİD dehşetinin en ağır ve kapsamlı mağduru Ezidiler oldu, özellikle de Ezidi kadınlar... (“Yezidi mi demek istediniz?”) ifadesiyle karşılaşırsınız. Bu öylesine kanıksanmıştır ki akademik çalışmalarda bile Yezidi adı kullanılmıştır. Peki, doğrusu hangisidir? Tarihsel olarak hangi çevreler, ne amaçla Yezidi adını tercih etmiştir? Etnodinsel bir grubun adı olan “Ezidi” kelimesinin Ezidi ve Ezidi olmayanlar açısından farklı anlamlar taşıdığını ve bunların tamamının dinsel referanslı olduğunu görmekteyiz. Ezidi yerine Yezidi adını kullananların çoğu, bunun Emevi devletinin kurucusu Muaviye’nin oğlu Yezid’le ilişkili olduğunu iddia etmektedirler. Bu görüş günümüzde ilahiyatçı çevrelerce dile getirilmektedir. Dahası Ezidilerin, Yezid b. Muaviye’yi Sultan Yezid adında bir melek olarak kabul ettikleri iddia edilmektedir. Benim araştırma yaparken görüştüğüm Ezidiler ise bu iddiaya şiddetle karşı çıkarak Sultan Yezid ile Yezid b. Muaviye’nin aynı kişiler olmadığını, hatta “Yezid b. Muaviye’nin dünkü bir olay olduğunu, oysa “Sultan Yezid’in çok daha eski bir inançtan kaynaklandığını söylemişlerdir. Kimi ilahiyatçılar ise “Yezidi” adının, tıpkı Yezid bin Muaviye’de olduğu gibi, yine İslamiçi çatışmanın taraflarından biri olan Yezid bin Enise’den geldiğini iddia etmektedir. Bu görüşü savunanlara göre, Harici İbaddiyye hareketinin önde gelen isimlerinden biri olan Yezid bin Enise’nin taraftarlarına “Yezidi” denilmiştir. Zerdüştlüğün izleri İslamcı (geçmişte ulema ve medrese, günümüzde ilahiyatçı) çevrelerce Yezidi adının kullanılmasının altında Ezidi inancını itibarsızlaştırma çabasının yattığını söyleyebiliriz. Zira İslam tarihinde ismi katliamla ve hileyle anılan Muaviye’nin oğlu Yezid’in yahut yine Sünni İslamca “sapkın” bir hareket olarak kabul edilen İbaddiyeliğin kurucusu Abdullah bin İbad’ın yakın adamı olan Yezid bin Enise adının Ezidiliğe verilmesiyle, söz konusu şahısların eylemlerinin bakiyesi de Ezidiliğe yüklenmiş olmaktadır! Böylelikle zaten “sapkın” olarak ilan edilen Ezidiliğin ötekileştirilmesi daha da kolaylaşmış ve meşrulaştırılmıştır. Diğer bir dış yoruma göre ise Ezidi adı İran’daki Yezd şehrinden gelmektedir. Günümüzde İran’daki Zerdüştilerin dini merkezi olan Yezd’in Zerdüştilikle alakalı olarak Ezidi adına kaynaklık ettiği ifade edilmektedir. Anlaşılacağı üzere bu kesim Ezidiliği Zerdüştiliğin uzantısı olarak görmektedir. Kimi araştırmacılar ise Zerdüştilerin şehri yerine kitabında Ezidi izini aramıştır. Şarkiyatçı ve filolog Theodor Menzel, Avesta ve Ezidilik arasında bağ kuran ilk bilim insanlarındandır. Menzel’e göre Ezidi adının kaynağı, Avesta dilinde melek anlamındaki “İzid” ya da Tanrı anlamındaki “Yezdan” kelimeleridir. Menzel, “İzidi”nin meleğe, “Yezdani”nin ise Tanrı’ya inanlar/tapanlar anlamı taşıdığını söylemektedir. Avesta dilinin (İrani) Ezidilerin konuştuğu Kürtçe ile akraba olduğu göz önüne alındığında, Ezidi adıyla ilgili yapılan bu açıklama Muaviye b. Yezid “teorisinden” daha tutarlıdır. Zaten Ezidiler de kendilerini Ezidi ya da İzidi olarak adlandırırken, Ezidi ve İzidi kelimelerine yükledikleri anlam da, Avesta’ya paralel bir şekilde “Tanrı’nın (Khuda) yarattığı veya Tanrı’ya tapanlar” manasındadır. Herhangi bir grubun aşağılanıp ötekileştirmesinde gruba verilen ad çok önemli rol oynar. Tıpkı antik dönemde Yunanlıların kendileri dışında tüm halkları “barbar” olarak adlandırmaları gibi... Barbar; “vahşi”, “uygarlaşmamış” ve “saldırgan” manalarıyla yüklü aşağılayıcı/küçümseyici bir adlandırma olarak günümüzde de kullanılmaya devam etmektedir. Aynı tutum Ezidiler için kullanılan “Yezidi” adlandırmasında karşımıza çıkmaktadır. Ezidiler, “Yezidi” adlandırmasından, özellikle çağrıştırdığı tarihsel bağ ve bundan kaynaklı doğan yanlış anlaşılmalar nedeniyle rahatsızlık duymaktadır. Zira “Yezidi” adlandırmasıyla Ezidiler hem kendilerinin dahil olmadıkları İslam içi çatışmalarda tarafmış gibi gösterilmekte, hem de “Şeytana tapanlar” anlamı yüklendiği için Semitik dinler karşısında sapkın bir inanç olarak ötekileştirilmektedirler. “Şeytana tapma” klişesi de vahim bir yanlışlık ve karalamadır ama bir başka yazıya artık!.. Süreyya SU Nazimi Yaver Yenal sergisi, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde gösterimde İzlenim Bir kâğıt mimarının hayali dünyası Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, kuruluşundan bu yana İstanbul’da mimarlık ve kent tarihi üzerine araştırmalar içeren nitelikli yayınların yanında, düzenlediği sergilerle de kente dair bir hafızanın ve görsel kültürün üretilmesi için çok önemli faaliyetler yürütmekte. Enstitü, faaliyetlerine Cumhuriyet dönemi Türk mimarlığının sıra dışı bir temsilcisi olan Nazimi Yaver Yenal’ın pek bilinmeyen kapalı dünyasına ışık tutan bir sergiyle devam ediyor. Serginin adı, “Bir Kâğıt Mimarının Hayali Dünyası: Nazimi Yaver Yenal.” Parlak başlayan mimarlık kariyerine rağmen neredeyse hiçbir tasarımı inşa edilmeyen Nazimi Yaver, sadece çizimleriyle ve üniversitede verdiği derslerle sınırlı bir üretim alanında, biraz kenarda kalmayı tercih eden ilginç bir karakter. Nazimi Yaver, mimarlık öğrenimine 1920’de, henüz 16 yaşındayken, Sanayii Nefise Mektebi’nde başlar. Okul, geç 19. yüzyıl Fransız BeauxArts anlayışına göre bir sanat eğitimi vermektedir. Nazimi Yaver, buradaki öğrenim hayatı boyunca çizdiği okul projeleriyle sürekli birincilikler kazanır ve 1926’da mezuniyet projesiyle yine birinci olarak mezun olur. Nazimi Yaver’in çizimlerinde, dönemin plandan çok cephe odaklı, eklektik mimari anlayışının güçlü etkileri vardır. Nitekim akademinin mimarlık anlayışı da, farklı tarihsel referans, sembol ve motifler içeren zengin bir süsleme repertuarından seçkilerle oluşturulmuş oldukça karmaşık kompozisyonları teşvik eder. Anıtkabir önerisi Nazimi Yaver’in öğrencilik yıllarındaki tasarımlarında dönemin eklektik anlayışına bağlı kalmıştır. Bu durum gayet anlaşılabilir, ama tuhaf olan, Fransa ve Almanya’da bulunduğu dönemde modernizmle tanışmış ve göz alıcı avangard tasarımlar çizmiş olmasına rağmen 1941’deki Anıtkabir Yarışması’nda yine eklektizme dönüş yapmış olmasıdır. Nazimi Yaver’in Anıtkabir yarışması için hazırladığı eskizlerde zaman ve mekân olarak birbirinden tamamen farklı mimari geleneklerden derlenmiş öğeler dikkati çeker. Bu öğeler eski Mısır, Selçuklu, Memluk, Osmanlı, 19. yüzyıl Rus ve Nazi dönemi Alman mimari yapılarından derlenmiştir. Nazimi Yaver’in önerisi doğal olarak elenir. Çünkü özel Üstte: Sergiden iki örnek. Anıtkabir proje yarışması için ön cephe etüdü (solda); Mongeri atölyesinde hazırlanmış, Byzantin (Bizans) üslubunda fuar pavyonu cephesi, (sağda); Yanda: Nazimi Yaver’in İbrahim Çallı tarafından yapılmış tablosu. likle mukarnaslı taç kapısıyla Selçuklu ve Osmanlı mezar yapılarından alıntı yapmıştır. Bu yüzden tasarımı, Atatürk’ün Sümerlere ve Hititlere dayandırmak istediği Türk uygarlık tarihine ilişkin görüşüne ters düşmektedir. Nazimi Yaver’in inşa edilen tek eseri Şişli Camii şadırvanıdır. Bu eserinde, 16.17. yüzyıllardaki klasik Osmanlı üslubunun dilini kullansa da, Nazimi Yaver bu döneme ait örnekleri taklit etmeden özgün bir eser ortaya koymuştur. Nazimi Yaver’in yeteneğiyle, başarılarıyla, Avrupa deneyimleriyle, Kemalist reform döneminin çağ daş uygarlık hedefine ulaşma çabasıyla uyumlu modern çizgisiyle aslında son derece parlak bir kariyer imkânına sahip olduğu gerçektir. Ama Nazimi Yaver, bunca uygun koşula rağmen tasarımları uygulanmayan bir kâğıt mimarı olmuştur. Peki neden? Sedat Hakkı, Nazimi Yaver farkı Bu meseleye açıklık kazandırmak için Nazimi Yaver ile çağdaşı Sedad Hakkı Eldem arasında karşılaştırma yapılabilir. İki meslektaşın modernizm ve gelenek karşısındaki tutumları oldukça farklıdır, ama bu başka bir tartışma konusu. Burada üzerinde durmamız gereken bazı kişisel özelliklerdir. Nazimi Yaver ve Sedad Hakkı aynı eğitim ve profesyonel deneyimin ürünüdür. Akademiyi birincilikle bitirir, İstanbul’da aynı büroda staj yapar, bu büroda aynı projede çalışır, devlet bursuyla Paris’e gider, sonra Berlin’de aynı atölyede çalışır, İstanbul’a döndükten sonra aynı okulda eğitimci olurlar. Fakat ilerleyen süreçte kariyerleri farklılaşır. Se dad Hakkı akademisyen serbest mimar, Nazimi Yaver ise akademisyen memur mimar olur. Çünkü mizaçları farklıdır. Sedad Hakkı otoriter ve iddialı iken, Nazimi Yaver mütevazı ve iddiasızdır. Bunun nedeni yetiştikleri aile ortamıdır. Sedad Hakkı doğuştan varlıklı bir Osmanlı soylusudur. Devlet bürokrasisinin nasıl işlediğini iyi bilir. Siyasi bağlantıları kuvvetlidir. Bu ilişkiler kolaylıkla iş bulmasına ve mesleğinde yükselmesine imkân verir. Nazimi Yaver’in arkasında ise bürokrasiyle yakın ilişkileri olan bir aile yoktur. Nazimi Yaver için memur olmak en ideal kariyer seçimidir. Lakin memur konumunda bir mimar olarak kendini gösterebilme şansından da mahrumdur. Zorunlu olarak Nazimi Yaver’in mimarlık üretimi verimli olabileceği tek mecrada kendine yer bulur. Kâğıtta. C MY B