Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
1 MART 2015 / SAYI 1510 7 İbrahim Yetkin (Türkiye Ziraatçiler Derneği Genel Başkanı) Sentetik katkı maddeleri barındırmaması gereken meyve, sebze gibi gıdaların içerdiği iddia edilen maddelerin ne gibi sakıncaları var? Temelde bu tür maddeler meyvelerin ömrünü uzatmak için kullanılıyor. Bilindiği gibi meyveler dalından koparıldıktan sonra da metabolik faaliyetlerini sürdürüyor bunun sonucunda su ve başka organik maddelerin kaybı dolayısıyla tazeliklerini kaybediyor ve giderek çürüyor. Parafin meyvenin kabuğundaki gözenekleri tıkayarak bu süreci yavaşlatıyor. Sonuçta petrol bazlı bir madde, insan sağlığına zararlı etkileri olması doğal. Parafin dışında kükürtdioksit, pestisit gibi maddeler de yine bulgularda ortaya çıkıyor. Bu maddeler hangi amaçlarla gıdalara ekleniyor? İnsan sağlığına ve genel anlamda ziraat endüstrisine ne gibi zararları var? Öncelikle şu noktayı belirtmek gerekiyor. Kimyasal maddeler günümüzde bitki koruma ilaçlarında yoğun olarak kullanılıyor. Bu maddeler kullanılmadan büyük ölçekli ve rekabet edebilir ürün elde etmek giderek zorlaşıyor. Bu maddelerin kullanımı konusunda dünyanın tüm ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de doz ve uygun zaman aralığı konusunda önlemler alınıyor. Yani bu ilaçları belirli bir dozda kullanmak ve kullanıldıktan sonra belirli bir süre beklemek gerekiyor. Dolayısıyla meyve ve sebzelerde kimyasal kalıntı denetimi bu noktada yoğunlaşıyor. Ancak esas önemli olan üreticinin bu maddeleri bilinçli kullanmasını sağlamak ve denetimi tarlada gerçekleştirmek. “Organik” ambalajıyla satılan ürünlerde de benzer tehlikeler söz konusu mu? Normal olarak organik ürün ambalajıyla satılan ürünlerin bu konuda oldukça sıkı olan mevzuata uyması gerekir. Ancak pratikte bu ne kadar mümkün oluyor derseniz, doğrusu bunu bilmek mümkün değil. Türkiye’nin yanlış politikalar yüzünden zirai açıdan büyük bir çıkmaz içinde olduğu ve tabiri caizse, ileriyi göremez hale geldiğini söyleyebilir miyiz? Türkiye’nin esas sorunu tarıma verilen desteklerin yetersizliği. Tarım Kanunu’na göre tarıma bütçeden verilen destek en az GSMH’nin yüzde 1’i düzeyinde olması gerekirken bu oran yüzde 0.7 oranını geçmiyor. Bu nedenle üretimi yeterince geliştiremiyoruz. Böyle olunca da giderek ithalata bağımlı hale geliyoruz. İşin daha kötü tarafı, yasal ithalatın yanı sıra bir de kaçakçılık sorunu var. Asıl tehlike oradan geliyor. l Devlet nezdinde gıda ihaneti Bu bir “aman bu gıdaları tüketmeyin” haberi değil. Aslında, sadece elmaların neden bu kadar parlak göründüğünü sorguladık. Konu dönüp dolaşıp, uluslararası gıda savaşlarına ve dünya üzerindeki gıda dayatmalarına kadar vardı. Gıdanın siyaseti olur mu demeyin, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Yardımcı Doç. Dr. Yavuz Dizdar ve Ziraatçiler Derneği Başkanı İbrahim Yetkin’e kulak verin. DENİZ ÜLKÜTEKİN beslenmeniz için yetersiz bir ürün ortaya Kasaplara fermante sucuk satılmasının çıkıyor. Gıda endüstrileştikçe, en küçük yasaklanması, üstelik hiçbir kasaba marketten, en büyüğüne dek bu ürünler bu yüzden ceza verilmemişken, dışında başka şansınız da kalmıyor. Bu da bir Türkiye’deki gıda sektörünün, tamamen kaç yıllık süreç içerisinde ciddi eksiklik ya da endüstriyelleştirilmesi mi demek? kimyasala maruz kalma anlamına gelir. Bugün Vatan gazetesinden arkadaşımız Mutlu dünyaya baktığınızda “kronik hastalıklar” Tönbekici 5 Ocak 2010 tarihli köşe yazısında, olan obezite, diyabet, kanser, Alzheimer ve “yoğurdun artık bozulmadığını” yazdı. Karınca diğer yeni hastalık formları da en fazla gıdası kararınca bir bilimsel birikimim var, ama şunu tamamen endüstrileşmiş Batı ülkelerinde çok iyi biliyorum ki, bir gıdanın doğal bozulma görülür. Bugün Finlandiya’da bile obezitenin biçimini, yani yoğurt söz konusu olduğunda ciddi bir sorun haline geldiğini orayla yakın ekşimesini önlemek mümkün değil. Sonraki ilişkisi olan arkadaşlarımız söylüyor. üç ayı “gerçekten mi ekşimiyor” sorusunun Evet siz, obeziteyi tüketilen gıdaların yanıtını arayarak geçirdim, aynı durumun yeterince taze olmamasına bağlıyorsunuz. kutu süt gibi ürünler için de geçerli olduğunu Gıdanın tam olmaması, yani ister doğrulayınca bunun nasıl başarıldığını fiziksel, ister hijyen saplantısıyla anlamaya çalıştım. Bu okuma ve kimyasal üretim deyin, içerikteki açıklamaya çalışma süreci bana belli bileşenleri ortadan tıpta öğrendiklerimden çok daha kaldırır. Mikroorganizmalar fazlasını öğretmekle kalmadı, da bizimle benzer sistemleri tıbba ve hastalıklara bakış kullandığından, eksik açımı da değiştirdi. Bugün olduğunda üreyemezler ve biliyorum ki, hastalıkların raf ömrü uzar. Örneğin kutu neredeyse hepsi aslında sütlerde B vitaminleri işlemle önlenebilir, onları biz yaratırız. ortadan kalkar. Endüstri bu Gıdanın endüstriyel biçim alması durumu akademisyenlerine “süt üç aşağı, beş yukarı hep aynı aşırı Yavuz Dizdar vitamin kaynağı değildir” şeklinde fiziksel işlem ve borubant sistemini savundurur, ama alakası yok. Sütte gerektirir. Yani elinizde akışkan bir elbette vitamin olmak zorundadır, işlemle hammadde olacak, bunu çok yüksek sıcaklıkbozulur. Meyvelerin parafinle kaplanması basınç işleminden geçireceksiniz, sonra da ise, diğer yapılan uygulamaların yanında ambalaja dolduracaksınız. Bu işlemler içeriği hiçbir şeydir. Üretici limonun olgunlaşmasını belli açılardan mutlaka değiştirir. Endüstri durdurmak için kanser tedavisinde kullanılan anlamak istemese de, basınç formülleri hormon ilacından tutun, dananın daha çok asal gazlar için geçerlidir, biyolojik bileşikler et tutması için hormon ilacına dek her şeyi sıcaklık, basınç ve hijyen saplantısıyla, ki esas kullanmayı öğrenmiş. Gıdanın içerik açısından amaç raf ömrünün uzatılmasıdır kullanılan eksilmesi uzun sürede vücudunuzu çözer, kimyasallardan ciddi biçimde etkilenir. Mesela ama olgunlaşma sistemini durduran ilaçların sucuk, mayalanmış et ürünüdür, ama bunu düzenli alınması da tüp bebek merkezlerinin plastik içinde kimyasal işlemle benzer bir sayısını artırır, şaşıracak bir şey yok. formda da yaparsınız. Lakin ürünün esas Peki Türkiye’nin buna karşın sucukla da bir alakası kalmıyor. Oysa sindirim endüstriyel gıdaları hâlâ ithal etmesini ve sistemi tamamen mikroorganizmaların üretmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? işleyişine bağlıdır, dolayısıyla sizin Bugüne dek anlattıklarım özellikle vatandaş nezdinde dikkate alındı ve uygulandı. Buna karşılık ne bakanlık, ne de akademiden hiçbir elle tutulur bilimsel eleştiri gelmedi. Bu ciddi anlamda üzücü, zira okuduklarımı kaynaklarıyla birlikte yazılı olarak da ilettim, hatta Ulusal Süt Konseyi’ne rapor olarak sundum. “Biz biliyoruz, en iyisi bu” ya da “dünyanın açlığını nasıl gidereceğiz” şeklinde, ilişkisiz yanıtlar veriyorlar. Bilakis Bakanlık, beni susturmak için savcılığa suç duyurusunda bulunmak ya da RTÜK’e şikâyet etmek dahil elinden geleni yaptı, ama reddedildi. Ben görevimi yapıyorum, Bakanlık ise üretim yöntemlerini değiştirtmek yerine, ki yoğurt tebliğini durup dururken onlar değiştirdi, piliç denen üretim biçiminin yolunu açtı ve hatta kamu spotlarıyla destekledi hâlâ küçük üreticiyi engellemeye çalışıyor. Üstelik endüstriyel üretim, fabrikasından ambalajına kadar dışarıya bağımlıdır. Sucuk kasapta satılmayacak da nerede satılacak? Günlük kaymaklı pastörize süt üretilemiyorsa, açık güğüm sütü en iyisidir, bunu vatandaş yeniden hatırladı. Hatada ısrar edilmesinin ise bir tek nedeni olabilir, Bakanlık endüstri baskısına karşı koyamamaktadır. Bunu artık nasıl değerlendirirseniz, konunun AB uyumu ile bir alakası yok, alınan her karar, tohum yasasından tutun, GDO ve mısıra kadar, hep endüstriyel istek üzerine gerçekleştirilmekte. Ne bakanlığın ne de sektörün yandaş akademisinin vatandaşın sağlıklı beslenmesi gibi bir dertleri yok. İşin en üzücü yanı da ne yaptıklarını maalesef biliyorlar. Babam kırk yıl önce “evladım münevver ihaneti var” derdi, ben gülümserdim, lakin tamamen haklıymış. Küçük üreticiyi ortadan kaldırmayı amaç edinmiş bir endüstri, ona tamamen destek veren bir bakanlık ve bunların “gönüllü” sözcülüğüne soyunmuş bir yandaş akademi var, üstelik bilimsel anlamda bir şey de söyleyemiyor. Bunun adı başka ne olabilir? l B ütün hikâye, market reyonlarında kızıl kızıl parıldayan elmalarla başladı. Ne kadar güzel görünüyorlardı. Ancak bu elmalar, sosyal medyaya malzeme olan ünlülere benzer bir kader yaşadı. Bir vatandaşın, elmayı alıp, üstünü bıçakla sıyırması ve elinde beyaz mum parçacıkları kalması, bir hayli ilgi çekmişti. Neydi bu parçacıklar? İsmi parafinmiş, onu bir süre öncesine kadar mum yapımında çok kullanılan bir madde olarak biliyorduk. Oysa gıda sektörüne de el atmış! Artık meyve sebzenin raf ömrünü uzatmak, albenisini güçlendirmek isteyen, üretici ya da satıcının en büyük yardımcısı o. Parafinle başlayan bu hikâye, “organik meyvesebze” güzellemesi gibi gıda tüketimi ipuçlarının çok ötesinde. Gıda ve uluslararası politika arasındaki ilişki, meyve ve sebzeleri, birer kimyasal silah haline getiriyor! Abarttığımızı mı düşünüyorsunuz? Gelin, İstanbul Üniversitesi’nden Yardımcı Doç. Dr. Yavuz Dizdar’a bir kulak verin, milli gıda politikalarını terk edip, küresel gıda pazarının bir parçası haline gelen Türkiye’nin, politikalarının, hem kitle sağlığını nasıl tehdit ettiğini, hem de gıda üreticilerini nasıl bu politikalara alet ettiğini göreceksiniz. Koyun, keçi, koç K eçi mi, koç mu, koyun mu? sözcük ile anılabiliyor. Çin Asya ülkeleri bugünlerde takvimine göre her yılı başka bir bu üç tercih arasında hayvan temsil ediyor, hayvanın çekişiyor gibi gözüküyor. Söz özelliklerine göre o yılın nasıl konusu bir yiyecek tercihi değil, geçeceğine dair kestirimlerde tam tersine biraz da gelecek yılın bulunuluyor. Örneğin geçen yıl at nasıl geçeceğini belirleyecek bir yılıydı, hızla koşan at kadar hızlı yaklaşım. Çin yeni yılı bu yıl 18 geçmesi bekleniyordu, sizleri Şubat gecesi kutlanıyor, 19 Şubat bilmem ama benim için öyle oldu, AYLİN ise yepyeni bir yılın ilk günü. Bu yıl hem yıl hızlı geçti, hem ben koyun/keçi/koç yılı başlıyor. yerimde duramadan gezdim ÖNEY TAN Çinliler ve Tayvanlılar koyun, durdum, bir gittim, bir geldim, at Japonlar kuzu, Koreliler koç, gibi koşturdum, ırgat gibi çalıştım. Vietnamlılar keçiyi benimsemiş gözüküyor. Bu Bu yıl tercihe göre kuzu gibi munis, sakin ve kafa karışıklığı yıla adını veren “yang” sessiz bir yıl da olabilir, keçi gibi inatçı, hop sözcüğünden kaynaklanıyor. “Yang” kelimesi burada hop orada da geçebilir, koç gibi sağa Çincede çift tırnaklı ve geviş getiren pek çok sola tos vuran bir asabilikte de yaşanabilir. hayvan için kullanılabiliyor. Çoğu kez “yang” Eski 12 hayvanlı Türk takvimi de koyun yılı için kullanılan sembollerde uzun boynuzlu ve koç arasında kararsız gözüküyor. Türk yaban keçisi veya koyunu gibi hayvanlar kavimlerinin hepsi koyun/keçi/koç tercihlerini resmediliyor. Bu tanıma koyun, keçi, koç kendi kafalarına göre yapmışlar. İşin ilginç girebildiği gibi ceylan gibi hayvanlar bile aynı yanı bütün Asya ülkelerinde simge olarak resmedilen geniş yaya gibi boynuzlu koyun veya keçi figürü fena halde kaybolmaya yüz tutan ve Anadolu’nun yerli türlerinden olan Norduz koyunu veya keçisine benziyor. Doğu Anadolu ile İran platoları arasında bulunan, sınırlar yüzünden yıllık otlak güzergâhlarında eskisi gibi gidip gelemeyen ve yok olmaya yüz tutan Norduz türü belki de dünyanın en eski koyunkeçi türlerinden. Van, Bitlis, Siirt civarındaki eski eserlerde, Göbeklitepe kalıntılarında hep Norduz türüne benzer uzun boynuzlu küçük baş hayvan tasvirlerine rastlanıyor. İlk evcilleştirmenin Göbeklitepe civarlarında yukarı Mezopotamya’da başladığını düşünürsek bu figürün Anadolu topraklarında Çin’e uzandığını söylemek çok da yanlış olmaz. İlginç olan Çin mutfağında kuzu, koyun ve keçi eti neredeyse hiç yok. Sadece Moğol, Uygur, Kazak grupların yaşadığı Kuzey ve Kuzey Batı Çin’de koyun eti yeniyor. Çin mutfağının esas eti domuz. Bu da çok anlaşılır bir durum. Bugün bildiğimiz yenilir domuz türü ilk kez Çin’de evcilleştirilmiş. Domuz çabuk üreyen, yiyecek seçmeyen, ancak kısa bacakları yüzünden uzun mesafelere götürülemeyen, yerinde tüketilmesi gereken bir et kaynağı. Dünyanın beşte bir nüfusunu barındıran Çin için çok çabuk üreyen domuz tek seçenek. Oysa ticaret yollarının kesiştiği Mezopotamya coğrafyasında uzun mesafelere götürülebilen, bir anlamda yürüyen canlı ticaret metaı olarak koyunun değeri bambaşka. Sadece dini tercihlerden değil, işte bu yüzden Anadolu’nun et türü koyun, çetrefilli Çin coğrafyasının eti ise domuz olmuş. Kim bilir, belki Yang yılı da tarih boyunca Çinliler ile hep girift ilişkiler içinde olan Türklerin Çin astrolojisine bir armağanıdır? Yeni yılda kuzular gibi barışçıl, huzurlu ve sakin, ama bir o kadar da Norduz keçisi gibi özgür ruhlu olmayı dileyelim, ama sakın ha, koyun gibi de güdülmeyelim, koç gibi kurban edilmeyelim. l aylinoneytan@yahoo.com B u tarif çok kolay, sadece yeni yılda uzun bir ömür dileğiyle değil, her zaman hızlı, hafif ve lezzetli bir makarna istediğinizde yapabilirsiniz. Bu yıl için otlarla beslenen koyun, keçi ve koçlara yakışacak şekilde yeşillikli bir makarna yakıştırdım. Vejetaryen bir tarif olması da benim için sembolik bir anlam taşıyor. Kurbanlık koç gibi kafası kesilen, kuzu çevirme gibi yakılan sapık ruhlu katil kurbanlarına içimiz yanarken, gelecek yılda artık cinayetlerin durmasını diliyorum. Ölçüler adam başı hesabına göre verilmiştir, istediğiniz gibi çoğaltabilirsiniz. 100 g ince uzun makarna, 1 kase çok körpe ıspanak (salata için satılan körpe bebek ıspanaklardan da olabilir), 12 taze soğan, 1 veya yarım ince taze Uzun ömür makarnaları sarımsak, 1 tatlı kaşığı incecik çubuk gibi doğranmış taze zencefil, 12 çorba kaşığı bitkisel yağ, 23 çorba kaşığı soya sosu, 1 tatlı kaşığı pul biber (istenirse) Makarnayı bol tuzlu suda hafif dirice kalacak kadar haşlayın. Bu arada taze soğan ve sarımsağı küçük küçük doğrayın. Ispanaklar çok ufaksa doğramanıza gerek olmayabilir, yoksa tomar gibi yapıp ince şerit şerit doğrayın. Makarnanın olmasına yakın yağı kızdırın, zencefili ve kullanıyorsanız pul biberi ekleyin, ateşten alın. Hepsini bir kâsede birleştirin, makarna haşlanınca süzüp hemen kaynar kaynar yeşilliklerin üstüne boşaltın, kızgın yağı ve soya sosunu da ekleyin. İyice altüst edin ve hemen servis yapın. Bu tarif için piyasada satılan Çin makarnalarından kullanabileceğiniz gibi başka herhangi bir makarna da kullanabilirsiniz. Yeter ki uzun bir ömür için uzun mu uzun olsun. Asla makarnaları kırarak kısaltmayın, hatta yerken adeta yutar gibi kesmeden yiyin. Batıl inançlara inanmasanız bile bunca Çinlinin bir bildiği olsa gerek, neme lazım! l C M Y B