Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
1 MART 2015 / SAYI 1510 5 Ana Filistinli de İsrailli de olsa anadır “Ben Gibi” filminden. İsrailli ünlü yönetmen Shira Geffen, “Ben Gibi” filminde, Filistinİsrail arasındaki savaşı, intihar bombacısı bir kadın üzerinden anlatıyor. İntihar bombacısının ruh halini anlamak için gizlice Ramallah’a giderek bir intihar bombacısı kadının annesiyle buluşuyor. “Evine girdiğimde yaptığı ilk şey beni kucaklamak oldu, sanki aslında beni öldürmek isteyen kızıymışım gibi ve o anda her şey kafamda bulandı” diyen Geffen, filminin İsrail’de alabileceği tepkilerden korkmuyor. ZAFERHAN YUMRU Başlangıçtaki asıl ilham kaynağınız neydi? Bu hikâye için tek bir şey yok, birçok şey ilham kaynağım oldu. Ama bunlardan biri nişanlısı Bethlehem’de İsrailli askeri güçleri tarafından öldürülmüş 30 yaşındaki bir kadınla yapılmış bir röportajdı. İntikam almak istemiş ve Filistin hareketinin terör tarafındaki birileri kendisine canlı bomba olması yönünde teklifte bulunmuş. Bombayı beline sararak İsraillilerin bir alışveriş merkezine girmiş ve herkesin o sırada normal bir şekilde alışveriş yaptığını görmüş. Kendisi de alışveriş yapmak istemiş, kararından pişman olmuş ve bombayı patlatmamış. Yaşamak istemek ve ölmeye karar vermek arasındaki o çok ince bir çizgi benim için çok ilginçti. Araştırmalara bu ince çizgiden başladım, yani kadın intihar bombacılarından. Ramallah’ta bir intihar bombacısına ulaştım ve annesinin evine gittim. Bir İsraillinin Ramallah’a girmesi yasaktır ancak ben sızdım. Çok yaşlı ve fakir bir kadındı. Evine girdiğimde yaptığı ilk şey beni kucaklamak oldu, sanki aslında beni öldürmek isteyen kızıymışım gibi ve o anda her şey kafamda bulandı. Anneysen, annesindir. İsrailli ya da Filistinli olman hiçbir şeyi değiştirmez, duygular aynıdır. Sanırım o anne ile buluşmam ve okuduğum diğer tüm yazılar bana bu filmi yapmak için ilham verdi. Siz de aynı bizim gibi oldukça politikleşmiş bir coğrafyada yaşıyorsunuz. Filmi izlerken sanki bu zor durumu konuşabilmek için yeni bir sinema dili inşa etme gibi bir çabanız olduğunu hissettiriyorsunuz. Mizah ve absürdlüğü kullanmanız gibi. Buna katılıyor musunuz? Bu durum daha geleneksel ya da alışılmış politik bir film bekleyen seyircilerde kafa karışıklığı uyandırıyor mu? Bu film politik bir film değil, kimlik üzerine bir film. Kadın üzerine bir film. Benim hakkımda bir film. Politik bir yanı var çünkü ben İsrail’de yaşıyorum ve İsrail politik bir alan, muğlak, anlaşılması zor bir yer. Bundan kaçmıyorum, tam tersine bunu göstermek istiyorum. Bunu insanlar üzerinden göstermek istiyorum, fikirlerden ya da milliyetçilik üzerinden gitmek yerine küçük detaylardan, insanlardan, tek bir kadından yola çıkıyorum. Bu çok daha güçlü bir motif ve seyirciler de bu mizah üzerinden çok daha iyi idrak edebiliyorlar. Filmi bu şekilde ortaya koymak çok daha etkileyici bir iş ortaya koyuyor. O nu ilk, eşi Etgar Keret’le birlikte yazıp yönettikleri ve Cannes’da Altın Kamera Ödülü’yle taçlandırılan filmleri “Jellyfish” ile tanıdık. Bu yıl !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde gösterilen yeni filmi “Self Made/Ben Gibi”, kendi dünyalarına sıkışıp kalmış iki kadın üzerinden Filistinİsrail çatışmasını anlatıyor. İsrail sinemasının önde gelen yönetmenlerinden Shira Geffen’i hazır İstanbul’da yakalamışken filminin nasıl tepkiler aldığını konuştuk. Filmin yapım süreci 5 yılı buldu. Tam anlamıyla yaptığınız işe duyduğunuz aşkın bir meyvesi diyebiliriz buna. Bize bu gelişimden biraz bahsedebilir misiniz? Neydi sizi bu 5 yıl boyunca uğraştıran? Film için gerekli bütçeyi toplamamız epey bir zamanımızı aldı. Senaryoyu bir yılda yazdım ve bu, kısa bir süre. Fakat sonra gerekli kaynağı toplamak zaman aldı, çünkü senaryoyu okuyan kurumdaki kişiler senaryoyu anlamadılar, senaryonun sembollerini ve hayal gücünü tam olarak, açık bir şekilde anlayamadılar, basitçe hayal edemediler. Tüm bunlar politik durumlarla birleşince ortaya daha da çetrefilli bir durum çıktı. Bu yüzden birçok küçük ölçekli gruptan azar azar para topladım. Bu süreç tekrardan masa başına oturmama ve senaryomu yeniden yazmama da neden oldu bu 5 yıl içerisinde. O yüzden bu kadar uzun sürmesi iyi olmuş oldu. Shira Geffen Neşenin kaynağı kalbinizde Film İsrail’de nasıl karşılandı? Aslında film İsrail’de daha gösterime girmedi. Nisan sonunda gösterime girecek ve bu yüzden epey merak ediyorum gelecek yorumları. Eminim ki bazıları filmden nefret edecek ama ben filmimden çok hoşnudum, o yüzden sorun değil. Yani benim için pek değişen bir şey olmayacak. Şu an üzerinde çalıştığınız projeniz neyle ilgili? Şu an iki şey üzerinde çalışıyorum. Fransız ARTE kanalı için eşim Etgar’la üzerinde çalıştığımız, apartman işlerine yardım eden orta yaşlı bir adam üzerine altı sezonluk bir TV dizisi projesi var. Diğer proje ise yazma sürecinde olduğum uzun metrajlı bir film. Filmden de anlayabileceğimiz üzere oyun oynamayı seviyorsunuz. Sizce yetişkinlerin oyun oynaması önemli mi? Sanatta eğlenmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ve oynarken eğlenmelisiniz. Oyun oynarken bir şeylerin yerini değiştirebilirsiniz, yapabileceğiniz değişiklikleri düşünebilirsiniz. Oyuncu olarak kariyerime başladım, oynadım ve çok sevdim, hâlâ da seviyorum. Oynamayı seviyorum, bir sanatı icra ederken çocuk gibi olmalısın, köklerine ve kaynağına geri dönmelisin. Oynarken buralara dönmek çok daha kolay. Katılıyorum ve bence bu hissiyat tüm filme yayılmış durumda. Bu film, silahlarla çepeçevre sarılmış olsak bile çocuksu kalmamız için bir beyan. Evet, soykırım tanıkları bile neşelerini koruyabiliyorlar, çünkü bunu aslında her yerde yapabilirsiniz, kaynağı içinizde. Bunun kaynağı kalbinizde, çevrenizde değil. Çocukken oynamaktan en çok hoşlandığınız bir oyun var mıydı? Aslında, evet! Korkutma oyununu severdim. Şu anda İsrail’de bir rock yıldızı olan ağabeyim ile birbirimizi korkutmanın yaratıcı yollarını bulurduk. Evimizi ürkütücü objeler ve renklerle süslerdik, kan yerine ketçap kullanırdık, oyuncakları taşlarla doldururduk… Çok severdim. Küçükken korkmayı ve onu korkutmayı çok severdim. Masalları çok sevdiğimden olsa gerek, masallar da korkutucudurlar ve beni korkuturlar. Filmde Nadine de en korkunç hikâyelerden biri olan Hansel ve Gretel gibi hikâyeleri kullanıyor. Evet, kesinlikle çok seviyorum. l Kadınlar sinema yapıyor ESRA AÇIKGÖZ U luslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali’nin 13. yolculuğu, 13 Mart Cuma günü, İstanbul’da başlayacak. 27 Nisan’a kadar NevşehirKapadokya, MuğlaBodrum, Diyarbakır, Adana, İzmir olmak üzere altı şehirde düzenlenecek festivalin bu yılki teması; “Kadınların Sineması, Kadınların Direnişi, Direnişin Sineması”. Kadınları sadece sinema salonuna değil, sokağa da davet ediyor festival, zira her zamanki gibi açılış yine yürüyüşle başlayacak. Kadınları, kadın dilini, gözünü sinemada daha çok görebilmek amacıyla verilen Mor Kamera Umut Veren Kadın Sinemacı Ödülü de açılışta sahibini bulacak. Melek Özman “Kadınların deneyimlerini, düşlerini, gündemlerini, ürettiklerini, sinemayla ve sinemada buluşturmayı dileyen” festivalde, 25 ülkeden 60'ın üzerinde film perdeye yansıyacak. İki usta yönetmenin, Margarethe von Trotta ve Nahid Persson Sarvestani'nin, toplu gösterimleri de festivalin sürprizlerinden. Film gösterimlerinin yanı sıra atölye, forum ve yönetmenlerin de katılacağı özel söyleşiler gerçekleştirilecek. “Kadınların Sineması”, “Kendine Ait Bir Cüzdan”, “Cinsiyetler” ve “Bedenimiz Bizimdir” başlıklı bölümlerin yer aldığı festival; 1322 Mart’ta İstanbul’da, 2829 Mart’ta NevşehirKapadokya’da, 45 Nisan’da MuğlaBodrum’da, 1112 Nisan’da Diyarbakır’da, 1819 Nisan’da Adana’da, 2526 Nisan’da İzmir’de olacak. İşte festival organizatörlerinden Melek Özman’ın anlattıkları... Filmmor’un bu yılki sloganı; “Kadınların Sineması, Kadınların Direnişi, Direnişin Sineması”. Neden bu sloganı seçtiniz; nasıl bir farkı var kadınların sinemasının? Hem kadınların sineması da kadınların erkek egemenliğine direnme alanlarından biri olduğu için, hem de bu yıl festivalde kadınların direnişini beyazperdeye yansıtan “Kızlar ve Atlar” filminden. filmler izleyeceğimiz için temamızı “Kadınların Sineması, Kadınların Direnişi, Direnişin Sineması” olarak belirledik. Temayı hem festival, hem filmler, hem de o yılın gündemi belirliyor. En çok da feminist gündem. Ki kadınları, deneyimlerini, ürettiklerini, isyan ve direnişlerini görmek, görünür kılmak ayrıca önemli bugünlerde. Biz en çok baskı altına almaya karşı direnmenin de söz konusu olduğunun altını çizmek istedik. Mağdurcani, masumsapık gibi ataerkil klişelerin ötesinde olan biteni, cinsiyetçiliği, erkek şiddetini anlayabilmek için de buradan bakmak önemli. Diliyoruz ki, festival kadınların direnişini sinemada ve sinemayla görünür kılan filmler, söyleşiler ve diğer etkinlikler sayesinde bu bakışa da yer açabilsin. Özgecan Aslan cinayetinden sonra kadına yönelik taciz, tecavüz, şiddet daha çok konuşulur oldu. Tabii ki bu; doğru tespitler yapılıyor, yerinde çözümler sunuluyor demek değil, ama yine de bir “farkındalık” oluşabilir buradan. Bu konuda Filmmor’un da rolü olabilir bence, siz ne dersiniz? Farkındalıkta, Filmmor’un da olabilir, genel olarak feministlerin rolü çoktur muhakkak ama nasıl bir farkındalık olduğu önemli hakikaten. Dileğimiz erkek şiddetinin münferit değil, politik ve sistematik olduğuna yani erkek egemenliğinin aracı, uzantısı, sonucu olduğuna dair bir farkındalık oluşması. Öyleyse festivalde bu yıl neler izleyeceğiz? Onlarca ülkeden kadınların direniş hikâyelerini, deneyimlerini... Diğer tema bölümlerimiz de “Bedenimiz Bizimdir”, “CinsCinsiyetCinsiyetler”, “Kendine Ait Bir Cüzdan”. Bu bölümlerde de son yılın filmleri var. Ayrıca, direnişin sinemasından iki yönetmenin, 13. Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali’nin bu yılki teması, “Kadınların Sineması, Kadınların Direnişi, Direnişin Sineması”. 13 Mart’ta İstanbul’dan yola çıkacak festival; altı şehri dolanacak. Kadınların direnişini sinemada, sinemayla görünür kılarken, kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddete dair de düşündürtecek. Margarethe von Trotta ve Nahid Persson Sarvestani, toplu gösterimleri yapılacak. Atölye ve forumlar da olacak... Bu yıl, atölye ve forumları da temalara ayırdık. Yönetmenlerle, direnişleri filmlere konu olan kadınlarla ve tüm festivale gelen kadınlarla, kadınların direnişini tartışacağımız, paylaşacağımız forum ve atölyeler olacak. Festivalin geliri Şengal ve Kobani kamplarındaki çocuk ve kadınlara aktarılacakmış... Evet, biz de bilet gelirlerini aktararak Kobani ve Şengal’den gelmek zorunda kalan kadınlarla dayanışmanın içinde olmayı sürdürmek istedik. Kadınlara karşı küresel bir saldırı olsa da, artık her yerde kadınların dayanışması, direnişi, savundukları hayatları var. Elimizden gelen her şekilde bu dayanışmanın ve direnişin parçası olabilmektir dileğimiz… l C M Y B