Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 1 MART 2015 / SAYI 1510 Türkiye’nin kadını, kadına bakışı tartıştığı ve bu tartışmaların çok dehşet verici sebeplerinin olduğu günler yaşıyoruz. Bugünlerde, Tilbe Saran da hem sinemada hem televizyonda, kadını sorgulatan rollerle karşımızda. Sırf rolleri değil, Saran’ın kadınlık ve kadın olma halleri hakkında da söyleyecek çok sözü var. Cinsel arzular salt erkeklere ait değil T ilbe Saran, kısa süren sesizliğinin ben istismara uğrayan küçük Deniz’in annesi ardından , şu sıralar çok yoğun günler rolündeyim. Saadet tiyatrocu bir kadın. Özel geçiriyor. Bir yandan ekranlarda yeni tiyatrolarda ikinci, üçüncü derece rollerde rolüne, Şeref Meselesi’nin Zeliha’sına hayat oynuyor. Kocasından ayrıldıktan sonra bir veriyor, diğer yandan, çok konuşulacağa başına hayatta kalma mücadelesi veriyor. benzeyen ve kendisinin de rol aldığı Hatırlarsanız o yıllarda artan terör insanları “Çekmeceler” filminin vizyona girişinin evlere hapsetmişti. Sinema ve tiyatroların para heyecanını yaşıyor. Bosna savaşı sonrası kaleme bulmakta zorlandıkları bir dönemdi. İstanbul’da alınan ve geçen yıl oldukça beğenilen, “Savaş” çoğunlukla ya politik ağırlıklı oyunlar oynanır isimli oyunsa, önümüzdeki günlerde ya da sanat değeri tartışmalı ucuz tekrar izleyiciyle buluşacak. Ancak prodüksiyonlarla uzun Anadolu kendi gündeminin ötesinde, Tilbe turnelerine çıkılıp yabanda para Saran’ın, hem kişiliğiyle, hem de biriktirilmeye uğraşılırdı. Saadet sahnelediği karakterlerle, kadınlara de kızını daha emniyetli bir işi olan ve kadınlık algısı üzerine babasına bırakıp, ufak tefek roller düşündüren bir yönü var. Haftaya bulduğu kumpanyalarda çalışarak vizyona girecek “Çekmeceler”de bu hayatta kalmaya gayret etmiş. yönüyle kendinden söz ettirecek bir Deniz’e sahip çıkacağını düşündüğü film, biz de söze buradan başladık. bir üvey anne de olunca kızıyla pek DENİZ Öncelikle “Çekmeceler” de yakından ilgilenmemiş. Taa ki... ÜLKÜTEKİN filminden bahsetmek istiyorum. Devamı 6 Mart’ta! Çünkü kısa süre sonra vizyona Kadınlarımıza güveniyorum girecek. Oldukça sıradışı bir film gibi görünüyor. Okuduğumuz kadarıyla film, Ece Dizdar’ın Haklısınız. Sıradışı bir konusu var. hayat verdiği Deniz karakteri üzerinden kadın Filimde minicik bir kız çocuğunun babasının cinselliğini sorguluyor. Siz Deniz karakteri saplantısının kurbanı oluşuna tanıklık ediyoruz. üzerinden bu sorgulamaları ele alırsanız ne Aslında bilerek ya da bilmeyerek, pek çok ana söylersiniz? baba çocuklarını bağımsız bireyler gibi değil de Sadece örselenmiş bir cinselliği değil, kendi uzantıları gibi düşündüklerinden kendi yaralanmış, sakatlanmış bir ruhu anlatıyor. arzularını, isteklerini, korkularını, zaaflarını Cinsellik de bunun bir parçası. Erkek egemen çocuklarına aktarırlar. Kimisi bale yapmak toplumlarda ki dünyanın neredeyse her yanı istemiştir. Çocuğuna isteyip istemediğini demek bu kadın her daim bastırılmaya çalışılan sormadan kolundan tutup baleye yazdırır, bir cins. kimi okuyamamış olmanın acısını çektiğinden Kadın üzerine daha genel bir sorgulama kendi evladı onun yerine de okusun ister, kimi mı var? güreşe kimi satranca yönlendirir. Kimi ille de Erkekler kadınların sınırsız yaratıcılığı, kendi mesleğini sürdürsün ister. Elbette tüm doğurganlığı karşısında, onları zaptu rapt ana babalar evlatları için en iyi şeyleri isterler altında tutmaya gayret ederek toplumdaki ama belki de onların doğrusu çocuklarına cinsiyet rollerini kurgulamışlar. Özellikle tek uygun değildir. Bazen de kendi eksikliklerini tanrılı dinlerde bu kurgu, son şekline kavuşmuş. çocuklarında tamir etmeye uğraşırlar, onun Bu kurguda da kadının cinsel isteği adeta bambaşka biri olduğu gerçeğini göremezler. şeytanlaştırılmış. Adem’i bile yasak elmayı Anababa olmak karışık, zor mesele. Filimde yemeye ikna ederek cennetten kovulmalarına sebep olan Havva başa iş açan şeytanla her dem işbirliği içindeymişcesine bir karakter gibi gibi mitoslaştırılmış. Böyle olunca da namus terminolojisi kadın cinselliğini dümdüz etmiş. Sadece erkeklere aitmiş gibi yansıtılan cinsel arzu kadınlar için ağıza alınmamaz, akıla getirilemez bir suça dönüşmüş. Son dönemde yaşanılan dehşet verici olaylar da kadına ve kadın cinselliğine erkek tarafından bakışı yine sorgulamamıza sebep oldu. Bu açıdan film de sözünü kritik bir zamanda söyleyecek herhalde. Siz kadın bedeni üzerinden kurulan şiddet dili ve bunun politik yansımaları hakkında ne söylersiniz? Ataerkil toplumumuzda kadınlar uzun bir mücadeleyle elde ettiği kazanımları son yıllarda gelenek, görenek ve din kisvesi altında gönüllü olarak terk etmeye başladılar. Evlere kapatılmaya, sadece “annelik” üzerinden değerli kılınmaya, emeğin hiç görünmediği ev işleri üzerinden becerikli olup olmamaya öylesine gönüllüler ki anlamakta zorlanıyorum. Oysa kadının hapis olduğu bir toplum yarı açık ceza evine döner. Her gün bu egemen dil Meclis’te, siyasi konuşmalarda, reklamlarda, dizilerde yeniden üretilip duruyor. Kadın bedeni adeta bu savaşın meydan muhaberesine döndü. Ama ben gene de kadınlarımıza güveniyorum. Kadınların yaratıcılığı bu üstümüze kapatılmak istenen karanlığı yırtacaktır. Siz aslında, yönetip oynadığınız “Düğün” isimli oyunla belki bugün iyice tahammül edilemez duruma gelen, kadına karşı şiddetin bir anlamda içselleştirildiğini söylüyordunuz. Bugün toplumun farklı kesimlerinden Özgecan Aslan cinayetine yönelik tepki ve duyarlılık da görebiliyoruz. Size göre nasıl bir noktaya geldik? Özgecan bizi birleştirecek. Ve bizler elele bu şiddeti yumuşacık yüreklerimizle baharda dallara yürüyen su gibi çiçeğe dönüştüreceğiz. l Gizli bir yerim var Saran, Şeref Meselesi’nde. Sahne ruhumu zenginleştirdi Sanırım “Savaş” isimli oyununuzu çok düzenli oynayamıyorsunuz. Hem içerik hem de oyuncu kadrosu açısından oldukça zengin bir oyun. Oyun tarihleriniz belli mi? Savaş 2014’de Kadir Has Sahnesi’nde her Cumartesi seyirciyle buluştu. Bu yıl oyuncuların diğer işleri nedeniyle bu düzeni ne yazık ki her hafta tutturamadık, ama buna karşılık İstanbul içi ve şehir dışı turnelerimiz oldu ve olacak. 16 Mart Pazartesi Maltepe Türkan Saylan Kültür Merkezi’ne misafiriz. Son dönem Tilbe Saran tiyatrosunda toplumsal hassasiyeti olan bir oyun portföyüne rastlıyoruz. sanatçı için söz söylemenin giderek daha zorlaştığı bir ortamda, bu bilinçli bir tercih mi? Ben, her zaman istediğim oyunu seçecek kadar şanslıydım. Ekonomik olarak, farklı işlerden geçimimi sağlayabildiğim için sahne benim her zaman ruhumu zenginleştirecek, derdimi paylaşacak, ucundan kıyısından bir derde parmak basan, farkındalık yaratmasını umduğum yer oldu. Sanat dediğimiz şey insanlığın vicdanıdır. Sait Faik’in “yazmasam ölecektim” dediği gibi, “anlatmasam ölecektim” diyeceğim oyunlar oldu geçmişimde. Oyunculuk nereye kadar gidecek. Hiç bir oyuncu, şu yaşımda emekli olacağım demez, ama işin kamera ya da reji arkası kısmına ağırlık verme planlarınız var mı? Bilmiyorum, gerçekten. Giderek nefes almanın zorlaştığı bu iklimde yaşamam için anlatmam lazım! l “Şeref Meselesi”nde daha farklı bir karaktere hayat veriyorsunuz, Taşraya gidip, İstanbul özlemi çeken, ama döndüğünde hayalindeki hiçbir şeyin aslında gerçek olmadığını gören bir kadın. Buna bir yüzleşme diyebilir miyiz? Zeliha gençliğinin renkli İstanbul’unu düşlerken gökdelenler arasında yoksulluğa ve suça terkedilmiş bir mahalle buluyor. Çocuklarının kentte daha fazla imkâna kavuşacağını umarken paramparça olan ailesi ve uzaklaşan hayalleri arasında sıcak anılarına sığınıyor. Gerçekle baş etmek zorlaştıkça hayal dünyasına kapanıyor. Enteresan bir şekilde, artık şehirlerimizde taşra özlemi yaşayan çok insan var. Öte yandan karakterimiz tam tersine İstanbul özlemi çekiyor. Sizin için hangisi ağır basıyor. Ya da şöyle sorayim, daha küçük bir yerde yaşama planınız var mı, istanbul’u özler misiniz? İstanbul, gönlümün payitahtı! Ama artık benim sevdiğim bildiğim İstanbul yok. Hâlâ siyasilerin gözlerine ilişmemiş bir iki ağaç görebildiğim saklı bir yerim var. Umarım orada anılarımla yaşamak nasip olur. Dizide pek çok genç isimle birlikte oynuyorsunuz. Bir röportajınızda, eğitim almaya gönlü olmayan genç oyuncuların bir anda silinip gittiğini söylemiştiniz. Sizce oyunculuk anlamında tutkulu ve öğrenmeye istekli bir kuşak geliyor mu? Geçenlerde Al Pacino’nun bir filmini izledim: “Humbling”. Yaşlanmakta olan ünlü bir oyuncuyu canlandırıyordu. Ve sedyede hastaneye götürülürken hastabakıcıya “acıma inanıyor musun” diye soruyordu yüzü gözü kan içindeyken. Böyle bir tutkuyla doluysalar oyuncu olsunlar. Zira pek çok iş gibi bu da bir kez öğrenip hayat boyu kullanabilecek bir bilgi değil. Her gün kendini yenilemek gerekiyor. Üstelik inanın o parlak ışıkların altında olmak için uzun süre maden işçisi kadar ağır çalışmak gerekiyor. Gençlerin bizden çok daha fazla dünyayı takip ettiğine ve kendilerini geliştirmek için çok daha fazla gayret gösterdiklerine inanıyorum, bu da onlar için büyük bir avantaj. “Kuruntu Ailesi” ve “Çalışkuşu” gibi döneminin efsane olmuş dizilerinde de rol aldınız. Bugün hemen her hafta, yayından kalkan bir dizi görüyoruz. Peki sizin bu oyunculuk tecrübeniz, televziyonda başarılı olacak bir diziyi ne kadar doğru tahmin edebilmenize yarıyor? Hiç yaramıyor! Zaten ben dizi senaryosu seçerken rolün ilginç olup olmadığına göre karar veriyorum. Sürüp sürmemesi neye bağlı hiç anlamıyorum! Yine o dönemle bu dönem arasında, prodüksiyon maliyetleri ve imkânları artarken, işin senaryo ve yazım kısmında bir düşüş olduğunu düşünüyor musunuz? Hatırlarsanız TRT’nin ardından pıtrak gibi çoğalan özel televizyonlarla birlikte gelişen dizi sektörü işe 45 dakikayla başlamıştı. Sonradan 60 dakikaya, derken 90’a, şimdilerde de 120’ye ulaştı. Düzen öylesine hazırlıksız kuruldu ki şimdi neresinden düzeltmeye başlamalı bilemiyorum. Beş günde çekilen bir uzun metraj film biliyor musunuz? Ne senaristler, ne yapım sorumluları, ne set çalışanları bu durumdan memnun. Bence tüm taraflar daha kaliteli işler çıkarmak daha insani koşullarda çalışmak ve daha üretken olabilmek için biraraya gelip sorunları ortaya dökecekleri bir çalışma yapmalılar. Türkiye’nin üçüncü önemli ihracatı olma yolunda olan dizi sektörünün daha çağdaş bir düzenlemeye ve örgütlenmeye ihtiyacı var. l C M Y B