Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 Brezilya müzikleri kalbime derinden dokunuyor “Consert In the Garden” albümüyle ilk çıkışını yapan Grammy ödüllü caz devi Maria Schneider, sıradışı yorumuyla yıllardır sahnelerin aranılan isimlerinden. Türkiye’deki ilk röportajını Cumhuriyet Pazar’a veren Schneider, Ravel’den Bach’a, farklı müzik türlerini saplantılı bir şekilde dinlediği dönemler olduğunu söylerken listenin başına Brezilya müziklerini koyuyor. “Brezilya müziklerinde derin bir armoni ve harika melodiler var” diyor. D ünyanın en iyi çağdaş caz orkestrası şeflerinden ve bestecilerinden biri olarak gösteriliyor Maria Schneider. Dinleyici ile eserlerini direkt paylaştığı ve Grammy ödülü aldığı albümleriyle ArtistShare üzerinden müzik endüstrisinin yeni alışkanlıklarını kendi eserlerine bizzat kendi sahip çıkarak reddediyor. Klasik müzik serüveni olarak imza attığı son kayıtları “Winter Morning Walks”, “En İyi Çağdaş Klasik Beste” ödülü dahil üç Grammy aldı. Maria Schneider, hem bir caz dehası ve bestecisi olarak hem de gerçekleştirdiği harika düzenlemelerle biliniyor. İlk büyük çıkışını 2004 yılında “En İyi Büyük Caz Orkestrası Albümü” dalında Grammy ödülünü kucakladığı “Concert In the Garden” albümüyle yapan caz devi Schneider, bu albümle ayrıca internet üzerinden satışı gerçekleşen bir albümle Grammy ödülü alan ilk müzisyen oldu. Toplam dokuz Grammy ödüllü Schneider, 2007 yılındaki “Sky Blue” albümüyle de “En İyi Enstrümantal Beste” ödülünü almıştı. Efsanevi şarkıcı David Bowie ile işbirliği yaparak hayranlarına sürpriz yapan Schneider, “Sue (Or In A Season Of Crime)” adlı parçada Bowie’nin yaratıcılığıyla ilk dönem müziklerindeki derin duygusal karanlığa beraber imza atmış. Maria Schneider, beş yaşından lise dönemine kadar piyanonun başından kalkmamış ve büyüdüğü kasabada New York’tan yetenek avcılarının onu dinlediklerini hayal ederek piyano çalarmış. Schneider, müthiş yeteneğiyle tüm düşlerini gerçekleştirmiş, tam bir düş savaşçısı. Eleştirmenler sizi en iyi çağdaş orkestra şeflerinden ve bestecilerinden biri olarak övüyor; peki küçük bir kız çocuğu iken size müzikal anlamda ilk ilham veren neler olmuştu? Piyano öğretmenim harika bir insandı ve 5 yaşımdan lise dönemime kadar bana verdiği ilhamla popüler şarkıları da en az klasik müzik kadar sevdirmişti. Stride tarzı versiyonlarla eski caz standartlarını çalıp, sonra klasikler ve Mozart üzerinde çalışmaya devam ederdik. Beni kendi bestelerimi yapmam konusunda da cesaretlendirirdi. Gençken bulduğum her fırsatta piyano çalıyordum. Müzik hayatıma çok fazla neşe ve hayal gücü getirdi. Orta Amerika’da çiftçilikle geçinen küçük bir kasabada yaşıyorduk. Oldukça kasvetliydi. Pratik yaparken kimi zaman bir araba geçtiğinde küçük bir radyodan bizim evi dinlediklerini ve New York’tan gelen yetenek avcıları olduklarını ve beni keşfedeceklerini hayal ederdim. Neden böyle bir hayal kurduğum hakkında en ufak bir fikrim bile yok ama şimdi New York’ta yaşıyorum, hem de neredeyse 30 yıldır. CENK ERDEM Yaratıcı süreç biraz gizemli Müzik duyguların altını çizmek için en güzel yollardan biri; siz günlük hayatınızda ruhunuza erişmek için neler dinliyorsunuz? Bu aralar çok yoğunum ve maalesef müzik dinlemek için çok az zamanım kalıyor. Vakit yaratabildiğimde de zamanımı ya kendi bestelerimi yapmak için ya da müzik kaydetmek için değerlendirmiş oluyorum. Ravel’den Bach’a, flamenkodan Brezilya müziklerine kadar saplantılı bir şekilde dinlediğim zamanlar oldu. Brezilya müzikleri kalbime derinden dokunuyor. Derin bir armoni, harika melodiler ve ritimler oluyor. Listemin en tepesinde Brezilya müzikleri var. Kısa bir süre önce efsanevi şarkıcı David Bowie ile bir işbirliği yapmıştınız ve eminim ona da ilham vermişsinizdir, peki Bowie’nin size verdiği ilham? Duygusal açıdan oldukça karanlık bir iş çıkarmak üzere “Sue (Or In A Season Of Crime)” adlı parçayı istedi ve üzerinde beraber çalıştık. Benim ilk dönem müziklerim sıklıkla karanlık müziklerdi ve bana tekrar o duygusal tadın içine girmek için ilham vermiş oldu. Seçimleri de hiç tahmin edilebilir seçimler değildi. Onun zihninin nasıl işlediğini görmek ve oldukça yaratıcı hayal gücünü takip etmek eğlenceli bir deneyimdi. Gerçekten çok eğlendik ve sanırım işbirliğimiz de gayet iyi oldu. Bugüne kadar herhangi bir bestenizi nasıl bir duyguyla yazdığınızı parçayı tamamladıktan sonra keşfettiğiniz oldu mu? Pek öyle olduğunu söyleyemem. Beni daha çok şaşırtan müziklerimin duygularımın tamamını ifade edebildiğini keşfettiğim anlar. Bazen hayatımdan yola çıkarak bir beste yaptığımda müziğin nasıl olup da tüm duygularımı yakalayıp artık ben olmadan hislerimi ifade edebilir hale geldiğine hayret ediyorum. Üstünde hiç durmadan aylarca çalıştığım bir parçayı bitirdiğimde ancak sonunda sanki benim dışımda biri bestelemiş ve haberim yokmuş gibi zaten en başından beri orada olan bir duyguya sahip olduğunu keşfediyorum. Tüm yaratıcı süreç benim için biraz gizemli. Son üç albümünüzü ArtistShare ile gerçekleştirerek endüstrinin eski moda süreçlerinin dışına çıkmış oldunuz; bir sanatçı olarak müzik endüstrisinin Müzisyen olmasak gerçek bir iş asla bulamazdık Cayır cayır elektro gitar riffleri, endüstriyel seslerle bezenmiş güçlü davullar ve son dönemde sesi gittikçe yükselen synth’ler. Mogwai’nin müziğini anlatmaya yetmese de, rock müziğin sıra dışı beşlisi için iyi bir özet. Mogwai 13 Şubat’ta İstanbul’da. DENİZ ÜLKÜTEKİN Diyebiliriz fakat biz bu tip enstrümanları uzun yıllardır kullanıyoruz. Bu defa öncekilere kıyasla biraz daha belirgin o kadar. Ben bu kez, synth’imi daha fazla kullandım, hepsi o. Bu yüzden çok da radikal bir değişiklik olduğunu söyleyemeyiz. Eğer çok uzun süredir Mogwai hayranı olsaydınız, grubu ve “Rave Tapes” albümünü nasıl tanımlardınız? Yaşlı adamların yaşlı kadınlar ve hasta hayvanlar için yaptığı bir müzik olarak tanımlardım. Siz de bilirsiniz, fanatik hayranları memnun etmek, bir grup için en zor olanıdır. O yüzden böyle kaygılara takılmamak lazım. Bazı eleştirmenler, müziğinizin kendini tekrar etmediği, bazıları da artık “Mogwai Fear Of Satan” gibi hitleri yapamayacağınızı söylüyor. Eleştirileri okuyor musunuz? Evet, hemen hepsini. İnsanların bizim hakkımızda ne düşündüğünü merak ediyorum. Çünkü genelde, kayıtlarımız, bu müziğe asla denk gelmeyecek eleştirmenlere gidiyor, Bu yüzden bir sorun yok. On sene önce olsa, belki kötü yazılar beni üzerdi, ama şimdi çok dert etmiyorum. Sonuçta benim arkadaşlarım içinde bile birçoğu benimle benzer müzik zevkini paylaşmıyor. Elektronik müzik global müzik sahnesinde son dönemde evrimleşti ve bir DJ ile çalışmak bugünlerde son derece yaygın bir eğilim. Sanırım Mogwai “sound”u elektronik öğelerle kullanılmak için çok uygun. Bu tip işbirliklerine nasıl bakıyorsunuz? Aynı fikirdeyim. Elektronik müzik hem teknik hem de içerik anlamında bir hayli gelişti. Bence klasik gitarlar ya da davul yerine elinizdeki enstrümanları ya da aletleri avantajınıza kullanmamak delilik. Les Revenants, dünya çapında çok popüler hale gelen bir diziydi. Bunda mutlaka sizin müziğinizin de katkısı vardı. Bu proje için nasıl bir yol izlediniz? Yönetmen, Fabrice, müziğimizle, “Zidane” filminde tanışmış. Bizimle temasa geçti. Bize hikâyeyi anlattı. Tam da ABD turnesi için yoldaydık. O sırada bize birtakım görüntüler yolladı ve üzerine çalışıp, çok sayıda parça yaptık. Geri dönüşler bizi çok mutlu etti. Şu sıralar, dizinin ikinci sezonu üzerinde çalışıyoruz. En iyi ve en kötü konser anılarınızı bizimle paylaşır mısınız? En iyisi; Çok uzun zaman önce, Primavera Barselona. En iyi konserimizdi ve en iyi dinleyici kitlesi oradaydı. En kötüsü muhtemelen Oslo, Norveç’teydi. Tüm ekipmanımız bozuldu ve ben kendimi piyanonun arkasına saklanıyormuşum gibi hissettim. En kötüsü oydu. Peki, İstanbul’daki konser gecenizle ilgili beklentileriniz neler? Bir kez daha, iyi bir dinleyici kitlesi. Son dönemde fazla konser vermedik o yüzden güzel bir şehirde çalıyor olmak iyi olacak. l O nlar belki de, dünya üzerinde, vokal içermeyen, en popüler müzik topluluğu. Mogwai, 13 Şubat akşamı Wolkswagen Arena’da bir kez daha İstanbullu hayranlarıyla buluşacak. Elektro gitardan, synth’e kadar, pek çok güçlü ritmi akılda kalıcı melodiler haline getiren ve bu tarzıyla rock dünyasında kült ve kalıcı bir yer edinen, İskoç beşli, 2013’te çıkardıkları, “Rave Tapes” isimli albümden sonra, aralıktaki yeni ep’leri “Music Industry 3, Fitness industry 1”le, sessizliklerine son verdi. Müzik dünyasında 18 yıldır endam eyleyen bu sıra dışı müzik ustalarından Barry Burns’le İstanbul seyahati öncesi bir ısınma turu yaptık. değişen alışkanlıkları hakkında ne düşünüyorsunuz? Bazı şirketleşmelerin interneti müziğin haklarını sanatçılardan ve hayranlardan prensip olarak çalmak için kullanıyor oluşları benim için büyük bir hayal kırıklığı. Google, Spotify, Pandora, gibi müziğin değerini sistematik olarak sıfıra indirmeye çalışmış büyük şirketler var; böylece müziği sırf sitelerinde reklam satmak için kullanarak insanları çekmeye çalışıyorlar ve büyük bir veri tabanını elerinde tutuyorlar. Milyarlar kazanıyorlar. Hatta korsan işi bile onlara yarıyor. Müzik dinleyicilerinin para, müzik yapmaya gidecekse müziğe para vermek istediklerini de biliyorum. Spotify ve Pandora platformlarının müzisyenler için de iyi olduğuna herkesi ikna etti. Ama doğru değil. ArtistShare, üzerinden çalışmalarımın sahibi yine ben olabiliyorum ve müziğimi dinleyicilere direkt olarak satıyorum ve yaratıcı sürecimi de dinleyicilere özel videolarla ve daha bir sürü sürprizlerle paylaşıyorum. İşe yarıyor ve dinleyicilerimle bu sayede çok özel bir bağ kurabildim. Karşılıklı saygıya dayanan bir ilişkimiz oluyor. Keşke tüm müzisyenler kendi işlerine yeniden kendileri sahip olabilseler. Tüm müzisyenler bunu yapsaydı, bambaşka bir dünya olurdu. Müzik iyileştirici geliyor Hem caz hem de klasik müzik köklerinizle kendinizi ifade etmiş oluyorsunuz; peki müzik iyileştiren tarafıyla sizi nasıl etkiliyor? Bu ilginç bir soru. Sonunda geldiğim noktada müziğin simyasını hissediyorum. Müzik hayatın yüklerini alıyor, harika bir tınıya dönüştürüyor ve hatta anılardaki bir deneyime bile yenilik getirebiliyor. Aslında fazlasıyla sihirli. Sanırım bu sebeple müzik iyileştirici geliyor. En sevdiğim müzikler sıkıntıları güzelliğe çeviriyor: blues, flamenko, Brazilya müzikleri… “Winter Morning Walks” albümüyle giriştiğiniz klasik müzik serüveniniz üç Grammy ödülü birden aldı; albümünüzde temelde size ilham veren neydi? Albüm müthiş bir soprano olan Dawn Upshaw ile iki vazife üstleniyor. Sesiyle birlikte kullandığım şiirler albümün ilham tarafı. Albüme özellikle Ted Kooser’in “Winter Morning Walks” kitabındaki şiirler ilham verdi.Ted benimle Amerika’nın aynı yerinden geliyor. Şiirleri çok sevgi dolu ve insanca. Bu şiirleri kanserden iyileşirken yazmış. İyileşme sürecinde sabah erken saatlerde yürüyüşlere çıkarmış. Her yürüyüşten sonra bir şiir yazmış. 100 tane şiirinden 9 tanesini aldım ve müziklerini yaptım. Şiirler depresif şiirler değil. Sevgi dolu ve ruh halini oldukça yükselten şiirler. Şimdiye kadar yaptığım işler arasında en sevdiğim işim oldu diyebilirim. Şiirler kısa ve müziklerini de ona göre yapmak üzere beni yönlendirmiş oldu ve bayıldım. l Tüm parçalar enstrümental Müziğinizin ağırlıklı olarak enstrümental olduğunu düşünecek olursak, sizin için şarkı söylemek ve vokal yapmak ne kadar önemli? Bir parçada vokal kullanıp kullanmamaya nasıl karar veriyorsunuz? Tüm parçalar enstrümental olarak yazılıyor fakat bazen melodi gibi birtakım öğelerin eksik kaldığını fark ediyoruz. Dolayısıyla vocoder’e, vokallere yöneliyoruz ya da günlük konuşmalardan alıntılar yapıyoruz. Oldukça uzun süredir sahne alan Mogwai gibi bir grubun üyesine soru sormak hayli güç. Sizi bir grup olarak müzik yapmaya devam ettiren nedir? İki unsur var sanırım. Öncelikle bu bizi işimiz ve neredeyse tüm yönlerini seviyoruz. İkincisi gerçek bir işe sahip olma korkusu. Artık bu konuda çok başarılı olabileceğimi sanmıyorum. Bir de talep meselesi. İnsanlar albümlerimizi talep ettiği sürece, sanırım biz de müzik yapmaya devam edebiliriz. Mogwai’nin “sound”unu değiştirmeyi hiç düşündünüz mü, yoksa bu zaman içerisinde keşfettiğiniz ve müziğinize yeni öğeler eklediğiniz doğal bir süreç mi? Pek değil. Biz çok fazla parça yazıyoruz ve aralarında daha önce yaptıklarımızdan daha farklı neler var ona bakıyoruz. Bizim için deneme ve yanılma işimizin önemli bir parçası. Buna bağlı olarak, son albümünüz “Rave Tapes” ile ilgili grup için bir dönüm noktası diyebilir miyiz? Haftaya İstanbul’u şenlendirecek grup, ilk olarak 2006’da Türkiye’ye gelmişti. C M Y B