22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

1 ŞUBAT 2015 / SAYI 1506 5 Tatbikat Sahnesi İstanbul’a geliyor Tatbikat Sahnesi de zor bir iş yapıyor, direniyor sisteme. Kapatılan sahnelerin ve fazlalaşan güzel sanatlar fakültelerinin mezunları tiyatroya değil televizyona kaçıyor. Çünkü alan yok, bu da büyük sıkıntı. Tiyatro bir disiplin ve özveri sanatıdır. Gençlerin kariyerlerini geliştirmeye yönelik azalan alanlar bizim en büyük derdimiz. Biz de televizyona bulaşıyorsak, bu kadar çok oradaysak, oradan kazandıklarımızı imkânlarımız dahilinde buraya aktarıyoruz. Tüm birikimlerimizi, tecrübelerimizi, tiyatronun estetik anlayışını gençlere vermenin çabası içindeyiz. Onlar da geliyor, heyecanları fazla. Bir oyunda başrol oynayan diğer oyunda kuliste aksesuvarlarla ilgileniyor, yani herkes her işi yapıyor. Dekorunu kurmayan oyununu oynayamaz zaten. Hem maliyetler yüksek, personelimiz de yok. Kazandığımız para belli, kârlı bir iş değil tiyatro. Ülkede de üç kişilik, iki kişilik oyunlarla gidiyor bu tür özel tiyatrolar. Halbuki tiyatro sanatında çok değerli oyunlar vardır ve kalabalık ekipler oynar bunları. İşte birilerinin de bunları yapması gerekiyor. Biz bunu yapıyoruz. Tatbikat Sahnesi henüz çok yeni ama kemik seyircisini yapmış durumda, ayrıca yalnızca tiyatro öğrencileri ve mezunları değil oyuncular. Tatbikat ile tiyatroya başlayanlar da var değil mi? Hiç tiyatroyla ilgilenmeyen, bizimle tiyatroya başlayanlar da evet çok. Seyircilerimiz bize destek oluyor, oyunlara geliyor. Burada bir dünya kuruyoruz. O dünya içinde nasıl var olacağımızı sorguluyoruz. Hepimiz bir şeyler öğreniyoruz. Biri onu deniyor, ben bunu. Zaten burada ders falan da vermiyorum, mesleki tecrübelerimden yola çıkarak gelenlere iyi bir fikir vermek, yol göstermek istiyorum o kadar. Zaten tiyatro başka türlü nasıl öğrenilir ki? Kâğıt üzerine olmaz, odada tiyatro öğrenilmez. Işığın size vurması gerekir tiyatro oynayabilmek için. Tatbikat Sahnesi, İstanbul’a da geliyor. İşte bu güzel haber. Evet, Tatbikat Sahnesi İstanbul’a geliyor. Etiler’de, Melodi Pasajı’nda bir sinema vardı, orayı iki salonu olan bir stüdyo haline getirdik. Seyirciyi istediğimiz gibi yerleştirebileceğiz. Bir Delinin Hatıra Defteri, Mezarsız Ölüler, ses sistemi kurulumuna göre Woyzeck Masalı da orada sahnelenecek. l Ruh ve matematiktir tiyatro Erdal Beşikçioğlu durmayı sevmiyor, özgürlük arayışının farklı şekillerini yorumluyor. Kendini bildi bileli hayallerinin peşinde. Bugüne kadar pek çoğunu gerçekleştirse de kalanı için çalışıyor. Hikâyelerini anlatabildiği için mutlu, şimdi bu fırsatı gençlere tanımak için emek harcıyor. Tatbikat Sahnesi’ne bir dünya kurduklarını, o dünya içinde hayatı sorguladıklarını ve herkesin payına düşeni aldığını anlatıyor. Söyleşi: ALİ DENİZ USLU Fotoğraflar: NECATİ SAVAŞ önetmenliğini Erdal Beşikçioğlu’nun, kompozitörlüğünü Onur Yüce’nin, koreografisini ise Binnaz Dorkip’in yaptığı, bir rock müzikali uyarlaması olan “Woyzeck Masalı”, Tatbikat Sahnesi’nde. Georg Büchner, dünya tiyatro literatürünün en önemli oyunlarından biri olan Woyzeck’te “insan olmak” olgusunu; erdem, ahlak ve iyilik kavramları üzerinden sorguluyor. İktidarlar için her zaman zorunlu ve haklı görülen savaşların nasıl meşrulaştırıldığını anlatıyor. Çarpık sistemin sürekli şiddet doğururken, toplum baskısı içinde insan kalmaya çalışmanın çelişkisini yansıtıyor. Bunu da her insanın başka bir uçurum olduğunu unutmadan yapıyor. Biz de oyun sonrasında Erdal Beşikçioğlu ile buluştuk. İşte anlattıkları... Yönetmenliğini yaptığınız “Woyzeck Masalı”nın güçlü ve yıkıcı bir metni var. Belli ki zamanlaması da manidar ama neden Woyzeck? Şu sıralarda toplumun ahlak değerleri sorgulanmaya başladı! Üç tane çocuk, kürtaj meselesi falan bilmem ne, bir sürü şey! Bu kuralları koyanların ne kadar ahlaklı olduklarını sorgulayan bir oyun bu. Evet, işte bu yüzdem tam zamanı! İnsan nedir? “Biraz toprak, biraz toz, biraz et, biraz kan” mı? İnsanı “insan” yapan nedir? Georg Büchner, Woyzeck’te “insan olmak” hallerini erdem, ahlak ve iyilik kavramları üzerinden sorguluyor. Bu bir halk hikâyesi. Şiddetin her türlüsü ve meşrulaştırılmış halleri çarpık sistemlerin kullandığı araçlar. Savaşlar da böyle. Hikâyenin içinde savaştan geride kalanlar, şimdiyi yaşayanlar ve elbette savaş var. Savaşa gidenler geride bıraktıklarına Y dönemeyebilir, döndüklerinde onlar yerinde olmayabilir. Toplum, ahlak olgusu üzerinden sizi yontar. Toplum dikta eder. Bu doğru mu? Onu sorguladık. Bir hikâyeyi çok fazla yoldan anlatabilirsiniz. Zaten şu dönemde kimse gerçekleri istemiyor, kandırılmak daha inandırıcı! Bu yüzden seyirciye sormak istediğim sorular var oyunu izledikten sonra. Soru işaretleri oyundan çıktıktan sonra peşinizi bırakmasın istiyorum; benim derdim tasam bu. Seyirci bilmeceyi çözmeye geliyor. Cevapları ben de bilmiyorum çünkü cevaplar farklı. Metaforlarla kaplı hepsi. “İpleri, bilinmedik güçlerin elinde olan kuklalarız” diyor Georg Bücher. İktidarlar savaş ile beslenir, şiddeti meşrulaştırır. Mesela jartiyerle çıkıyor oyundaki yüzbaşı, sonra üniformasını giyiyor ve erdemden, ahlaktan bahsediyor. Üniformasının altındakileri artık siz nasıl yorumlarsanız yorumlayın. Ben tiyatroyu anlatmaya uğraşmıyorum ya da “bakın bunu anlayın” demiyorum. Metni seyirciye geçirmeye çalışmıyorum, dikta etmeyi eleştirirken dikta etmek olmaz. Seyirci maruz kalıyor, bu maruz kalmada ya hikâye ile hareket ediyor ya da hikâyeden dışarı çıkıyor. “Ne oluyor lan burada” diyor. Sorular sormak, sorgulamak… Her şeyin cevabını bilsek mücadeleden vazgeçerdik. Ben Diyarbakır’da tiyatro yaptığımda kısasa kısas oynadım. Shakespeare ve Macbeth yaptık. Seyirci anlar mı diye düşünmedik. Bir dünya kurduk, seyirci orada var olsun istedik. Bir öykü anlattık öncelikle. O öyküyü onlarla yaşamaktı hayalimiz. Hep kapalı gişe oynadık Diyarbakır’da. Biz gittikten sonra tuhaf oyunlar oynanmaya başladı insanları güldürmek üzerine. Tiyatroyu anlatmayı taktılar kafalarına ve seyirci düştü. Eskiden televizyon yoktu, şimdi üç saniyede bir değişen bir görüntü var. Artık sahici hikâyeler önemli ve özgürlük önemli. Özgürlük arayışı şekil değiştirir, hayal gücü olur, romantizm olur, anlatmak istediğiniz hikâyeniz olur. Zaten sunulan ve istediğimiz hayat arasında yaşamaya çalışıyoruz. Woyzeck Masalı aynı zamanda bir rock müzikali. Rock tavrıyla mesajını da daha iyi veriyor. Sert, köşeleri törpülenmemiş ve vahşi. Nasıl son halini aldı? İlk olarak metni anlaşılmaz hale getirmek 15 gün sürdü, Onur Yüce’nin harika besteleri de bir buçuk ay. Masa başında yoğun bir üç ay yaşadık. Tabii bu sırada çocuklar sahne üzerinde eşzamanlı koreografi çalışıyordu. Woyzeck Masalı’nın müzikleri Onur Yüce’ye ait. Çünkü yürürken, dans ederken şarkı söylemek kolay değil, hikâye anlatmak hiç kolay değil! Çocuklar bunu başardı. Tüm bu çalışmalar zihni bölmeye yönelikti. Aynı anda çok şeyi yapmamız gerekliydi çünkü. Elbette rock müzik olmalıydı ama müzikal olarak sözcükleri dinlemek, anafikri çıkarmak kolay değil. Zaten kullandığımız ritim halk ritminden çok uzak. Protest bir müzik rock, kolay yenilir yutulur cinsten de değil o yüzden. Onur Yüce ise hayalimi çok iyi kavradı ve müzikledi. Bir de seyircinin müzikal bir anlatıyı dinleme kültürü yok. Seyirci elbette zorlanacak, seyirci zorlanmazsa tiyatro kendi içindeki yeni estetiğini doğuramaz. Arayışıyımız da bu, gişe kaygımızın olmadığı ortada. Öyle olsa 25 kişi ile sahneye çıkmayız. Kendi imkânlarımızla bunu yapıyoruz, ucuz mu bu iş? Çok pahalı. Ne kadar idare ederiz onu da bilmiyorum. Ama dediğim gibi buraya gelen niye geldiğini, neyle karşılaşacağını biliyor artık! Oyundan bende kalanlar; “Şeytan sözcüklerin dizilişinde gizlidir” ve “Hayır da evet mi suçlu? Evet de hayır mı?” Çok daha basit bir iş yapabilirdik, herkes de bunu anlayabilirdi ama ne gerek var? “Hayır da evet mi suçlu, evet de hayır mı suçlu?” Oyun bu soruyu size sorduruyorsa bana yeter. Mesela ben işte sırf bu cümle için başladım oyuna. Ruh ve matematiktir tiyatro. Biri olmadan diğerinin anlamı olmaz. Televizyon bitti, Devlet Tiyatroları da öyle. Özel tiyatrolar da köşeye sıkıştı. Bu mesleği seven insanlar olduğu sürece hiçbir şey bitmez. Adam sahne yapmaz, kaldırımın üstünde bu sevdanın peşinden koşarlar. Tutkulu insanlar için dünyanın neresi olursa olsun, hangi köşesi olursa olsun her yer sahnedir. O sahneyi yarattığın sürece de anlatacak bir hikâyen vardır. Kimse engel olamaz buna, kimse! Beş yüz kişiye olmaz, yirmi kişiye anlatırsın derdini, dinleyecek bir kişi bile olsa yeter. Biz sevdamızla yapıyoruz bu işi. Ona da karşı çıkıyorlar... Sana ne! Hayal gücümüzü de kontrol altına almak istiyorlar; ama Jean Paul Sartre ne diyor: “Onlardan korkmana gerek yok, çünkü onların hayal gücü yok!” l alidenizuslu@gmail.com Camus “Caligula” oynamak istiyoruz Ufukta neler var? Bir daha ki sezon Camus, “Caligula” oynamak istiyoruz mesela. Ben uyumuyorum, düşünüyorum. Hep bir rüyam, hayalim var onun peşindeyim. Öleceğiz nihayetinde! Yapmak istediklerimin yüzde altmış, yetmişini yaptım. Bu yüzden mutluyum. “Bir Delinin Hatıra Defteri” altı yıl kapalı gişe oynadı, Behzat zaten başkaydı. Mesleki açıdan tatminim, keyfim yerinde. Artık bu keyfi gençlerinden yaşamasını istiyorum. Yarın öbür gün ben yine bir dizide oynarım, üç beş kuruş alırım. Ben yok olup gittiğimde, buradaki gençler artık hikâyelerini anlatacak. İşte bana huzur veren de bu. Dizi yaparken çok yoruluyorum, tiyatroda dinleniyorum. Hep böyleydi hayatımda. Tiyatro 15 günde yapılırsa ölür, üç popüler isim bir araya gelip tiyatro yapıyorsa tiyatro yine ölür. Ölüdür zaten, tiyatro değildir o. Televizyon sıradan işler yapmaya devam ettiği sürece, farklı duyguları arayan, onun peşinden giden bir kitle olacaktır. l C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle