Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 SAYI 1487 KIYIN YOKSA, DERİNİN ANLAMSIZ OLUR... ALİ DENİZ USLU J ehan Barbur yazıyor, besteliyor, söylüyor. Yalnızlaşmayalım istiyor, çünkü biliyor yeterince yalnız ve benciliz. Yaşadığımız, ortak yerinden tuttuğumuzu düşündüklerimizi şarkılarına taşıyor. O yüzden onu dinleyenin ondan uzaklaşması da pek mümkün değil. Yeni albümü “Sizler Hiç Yokken”de de dinleyici misafir değil, evin sahibi. Yeni albümün ilk konseri de 25 Eylül’de Garajİstanbul’da, “Sizler hiç yokken” Eylül’de geldi. Sözler ve müzik açısından baktığımız bir Eylül albümü mü bu? Bana sorarsanız sizin tüm şarkılarınız umutlu ve buruk bir eylül akşamı... Eylül tuhaf ve karışık duyguların yaşandığı, yaza veda edildiği, kışa ve az da içe kapanmaya başlanıldığı bir aysa evet belki de eylül albümü. Ama dediğiniz gibi burukluk olsa da her daim umuda tutunduğum, söylerken de dinlerken de umutlanmak için yazdığım şarkılar. Neşe de var, aşk da, umut da, hüzün de. Yani insan olmanın her ağırlığı… Bu albümün de prodüktörlüğünü yaptınız. “Yüzde yüz Jehan” diyebilir miyiz “Sizler hiç yokken” için. Nasıl bir yaratım süreci yaşadınız? Bugüne kadar dört albümümün de prodüktörlüğünü yaptım. Hepsinde ben varım ama asla yüzde yüz yokum, olamam. Onca güzel, onca değerli müzisyenin sesi, emeği, fikri, katkısı var. Hiçbirinde yüzde yüz ben olamam. Ama fikir başlangıcı, oluşum süreci ve son halleri benim. İçleriyse başkalarıyla dolu, öyle de olmalı. Yaratım süreçleri benim için bir uyku, uykuda görülen en derin rüya gibi. Uyandığımda hatırlamakta zorlandığım. Tamamen yarattığım şey oluyorum, gündelikten kopuyorum. Soyunuyorum, sadece tek bir şeye her şeyimle odaklanıyorum. Bitirdiğimdeyse inanın hiçbir şey hatırlamıyorum. Müziğe dümeni kırdıktan sonra çok hızlı açıldınız derinlere. Şimdi kıyıya baktığınızda neler görüyorsunuz? Erken yorulduğumu görüyorum, yaşadığım yere küsüyorum, üzülüyorum sonra dinleyicimle buluştuğum günlerde umutlanıyorum yeniden ve yüzmeye devam ediyorum. Yüzüp devam etmekten başka bir seçeneğim, dinleyicime sarılmaktan başka yolum yok. Artık kıyıya bakmıyorum. Oradan açılmam çok sancılı olmuştu ama sancı geçmiyor. Sadece hatırımda kıyıyla yüzüyorum. Onu unutursam ben olmaktan çıkarım. O nedenle, hatırlamak için dönüp bakmaya ihtiyaç duymuyorum. Kıyın yoksa derinin anlamsız olur. Müziğinizi dinledikten sonra bırakmak zor, çünkü her gün yeni bir şey anlatıyor gibi şarkılarınız. Nedir bu işin sırrı? Bilmiyorum ki! Yani bir sır var da onu açıklamıyor değilim. Bilinçli yapılmaz ki böyle şeyler. Yani satsın diye yollar aramıyorum ya da dinlensin diye. Şarkı yap, denize at. Biri bulur, birine dokunur bir gün diyorum. Bugün ya da çok sonra… Şunu söyleyebilirim belki. Ben sadece bildiklerimi, bu hayattan doğru ya da yanlış algıladıklarımı anlatıyorum. Yaşadığımız, ortak yerinden tutunduğumuzu düşündüğüm hayatı… Yalnızlaşmayalım diye. Çünkü zaten yeterince yalnız ve benciliz. Öfkelerim yüklü, kavga ediyorum; bu hiç hoş değil Melankoliniz huzurlu, umut verici. Ve her zaman ayağa kalkıp gitme, harekete geçmek için tahrik ediyor. Peki, şarkılarınızdaki gibi mi yaşıyorsunuz? Yaşamayı arzuladığım gibi yazıyorum desem daha doğru olur. Yazdıklarım gibi olsam, üretmek için sancımam, arzulamam. Tutkularımı, hasretlerimi, dileklerimi, olmayı düşlediklerimi anlatıyorum. Yahut geçmişte olanları anladığım gibi yazıyorum. Ama dediğiniz gibi umutla, her daim umutla. Kırılgan bir ifadeniz var ama güçlü olduğunuz da ortada? Ne diyeyim, teşekkür ederim. Özel hayatımda, yani ikili ilişkilerde fazlasıyla kırılganım doğrudur. Ama onun dışında denilene göre fazla sert, ukala, dediğim dedik, inatçı pek de yumuşak başlı biri değilim. Savunma mekanizması olsa gerek. Kırılmaktan korkup, küçücük boyumla kafa tutuyorum, artık neye kafa tutuyorsam. Öfkelerim yüklü, kavga ediyorum etrafımla ki bu hiç hoş değil. “Sizler Hiç Yokken”de benim şarkım sanırım “Ellerimde Kelimeler”. Dışarıdan bakmayı deneseniz, ilk hangisi kanınıza girerdi bu albümden? CAN… onun bendeki yeri başka. Ama bir dinleyici gibi dinlesem evet benim de şarkım Ellerimde Kelimeler, bir de Naz Barı. Müzik dışında da yazıyorsunuz. 2013 Kasımda Alfa Yayınlarından ilk kitabım “Çatıdaki Çimenler, Sen’e Yazılar” çıktı. Hatta ikinci baskısı da tükendi. Benim için umut verici. Şimdi ikinci kitabım için çalışıyorum. Ayrıca sevgili Enver Aysever’in Aykırı Akademi sayfasına bir yıldır yazılar yazıyorum. Beş aydır OTDERGİ’de “Fotoğraflara yaslanmış yazılar” adlı köşeme şiir bırakıyorum. Bir yıl boyunca da matbu olarak basılan Kültür Mafyası dergisine öykü ve şiirler yazmıştım. Toplama şiir ve öykü kitaplarına da yazıyorum benden istendiğinde. İkinci kitabım için biraz daha zaman ihtiyacım var, zorlu bir kitap, diğerlerinden tamamıyla farklı. Umarım bunca yoğunluğun içinde altından kalkabilirim. Bakalım. Sonbahar ağır ama emin adımlarla geliyor. Neler var önümüzde? Konserler, söyleşiler, turneler, yollar… 25 Eylül’de Garaj İstanbul’da yeni albümümün lansman konseri olacak. Sonrasında da Türkiye’deki diğer illere gitmeye devam edeceğiz her yıl olduğu gibi. Seyircimizle buluşacağız. İlk defa kendim dışında birine bir albüm yapma şansım oldu. Onun çalışmalarını henüz tamamladım. Değerli bir isim, değerli bir ses. Sevgili Fırat Tanış’ın albümü önümüzdeki ay Ada Müzik’ten çıkacak. Onun da heyecanı var. Umarım hak ettiği yeri bulur. Konser takvimim belli oldukça web sayfamda güncellemeleri yapılıyor. Dinlemeye gelmek isteyenler www.jehanbarbur. com sayfasından bizleri takip edebilirler. l Jehan Barbur 25 Eylül’de Garajİstanbul’da olacak. Jehan Barbur’un yeni albümünün ismi “Sizler Hiç Yokken”. Umutlu, dozunda buruk bir Eylül albümü bu. Barbur’un tarifiyle “insan olmanın her ağırlığı...” Çünkü o yaşamayı arzuladığı gibi yazıyor “zaten yazdıklarım gibi olsam, üretmek için sancımam, arzulamam” diyor. Fotoğraf: VEDAT ARIK İpek Görgün bir süredir elektronik müzik sahnelerindeki performanslarıyla dikkatimizi çekiyordu. Ancak onu takip eden sırf biz değilmişiz. Kendisi bu yıl Tokyo’da yapılacak Red Bull Music Academy’nin konuklarından biri olacak. Uluslararası bir müzik atölyesi olarak tarif edebileceğimiz etkinlikte farklı ülkelerden sanatçılarla çalışacak ve kendi performansını sergileyecek. DENİZ ÜLKÜTEKİN E Bütün fabrikalar aynı şarkıyı söyleyecek Daha farklı türlere nasıl geçtiniz? Akademik anlamda elektronik müzikle uğraşan icracıları dinleyerek geçiş yaptım. Bir süre sonra deneysellik arttıkça, müziğin içindeki yapıları daha dikkatli dinlemeye başladım. Bu da bir süre sonra yetmiyor ve bir arayışa dönüyor. Farklı efektlerle, ifadenin başka şekillere bürünmesi gibi şeyleri aramaya başlıyorum. Genelde kullandığım malzemelere yine enstrümana dönük. Bazen televizyon ve radyodan kayıt alıyorum. Bazen dışarı çıkıp kayıt yapıyorum ve o sesleri manipüle ediyorum. Ne gibi sesler var bunların içinde? İnşaat takıntım var. Yaklaşabildiğim kadar tabii, inşaatlardan kayıt toplamaya çalışıyorum. Aslında çevremde duyduğum her şeyi, odaklandığım sürece müzik gibi algılıyorum. Sadece o seslerin oluş biçim, bizi müzik olarak adlandırmaya itiyor. Biraz da kültürel bir şey... Aynen, mesele biraz da neyi algılayıp nasıl organize ettiğimizle ilgili. Sesleri kendi haline bırakıp dinlediğimizde de bir ahengi olduğunu düüşünüyorum. Benim yaptığım da kendi dünyamda sesleri organize etmek. Buna biraz da “futuristik sound” diyebilir miyiz? Tabii diyebiliriz, ama aslında çok da yeni bir şey değil. Çünkü futurist manifesto üzerinden düşünürsek, öyle bir gün gelecek ki bütün fabrikalar aynı ahenk içinde şarkı söylemeye başlayacak. Bunun için çok da geleceğe gitmeye gerek yok, belki de Kanye West’in son albümüne bakmak yeterli. Ses gürültü ayrımından öte, insanlar sadece ses üzerinden çalışıyor. Kendilerini soktukları yaratıcılık krizinden seslerle çıktıklarını düşünüyorum. Belki organik olan da bu. Çünkü anne karnından itibaren seslerle doğuyoruz, hayata gözlerimizi seslerle açıyoruz. Ancak sonuçta deneyimlerinizi ve yaratımlarınızı insanlara sunmak için belli bir biçime sokuyorsunuz. Ne kadar dinlenebilir kıldığımı, düşünmüyorum. Yine aynı yere dönüyoruz. Kendiliğinden olmasına çok önem veriyorum ve materyalin konuşması gerektiğine inanıyorum. Muhakkak o sesi, bir başkasının yerine seçmemin sebebi var, ama bu sesler üstünde yüzde yüz hâkimiyet kurmam gerektği anlamına gelmiyor. Bazı sesler bazı yapıları istemez. Bu ancak materyalle konuşmaya başaldığjnızda ortaya çıkan bir şey. Bir saksofondan çok küçük bir gren alıp transpoze etmeye başlarsınız Öyle bir grendir ki o, onu kullanabilmek ve aradığınız sesi bulmak için çok çaba sarfetmeniz gerekir. Benim kafamda bir şey vardır ama o materyal bunu istemiyorsa yapamam. Materyalle etkileşime girdiğimde temaları düşünmeye başlıyorum. Bu bende bir kaşıntı yaratıyor. Bir film, şiir ya da sokakta gördüğüm bir şey olur. Bir zaman sonra kafamın içine yerleşip büyümeye başlıyor. beklentiler de daha farklı olmaya başlıyor. Bu defa insanlar geçişlere, seslerin birbirleriyle kurduğu ilişkilere odaklanmaya başlıyor. Bedroom Drunk’ta sahnedeyken daha çok göz kontağı vardı, beden dilini çok daha fazla kullanıyordum. Tabii bunları laptopun başında da yapabilirsin, ama ben tercih etmiyorum. Sahnede insanlarla kendim üzerinden bir ilişki kurmuyorum. Bu yüzden olabilidiğince karanlıkta çalmaya çalışıyorum. O açıdan özgürleştiğimi söyleyebilirim. Evet ben müziği icra ediyorum ama dinleyen de ona bir şeyler katıyor. Çok sessiz bir yerde çalıyorsam, en yakınımdaki insanların gülüşlerini duyuyorum. Artık, beni de aşan bir ses dünyasıyla iletişim haline giriyorum. Mesela Kiki’deki konserde dışardan ezan sesi geliyordu. Yapacak bir şey yok; bir aradayız. Eğer sesleri bağlamından ayıracak olsam ezan sesini bastırmam lazım. Her şeyi bastırmam lazım, ama sonuçta bunlar bir araya geliyor, şu anda biz konuşurken bile arkadan bir sürü ses konuşmaya dahil oluyor. Bunları birbirinden ayırmamak gerek. Bu yüzden daha deneysel bir elektronik müziğin özgürleştirici olduğunu düşünüyorum. l soundcloud.com/ipekgorgun lektronik müzik sahnesinin son dönemdeki dikkat çeken isimlerinden olan İpek Görgün, Red bull Music Academy’e Türkiye’den davet edilen iki kişiden biri oldu. Yaklaşık 6 bin başvurunun olduğu ve davet alanların Uluslararası alanda pek çok farklı sanatçıyla fikir alışverişi, ortak çalışma yaptığı bir Uluslararası müzik atöyesi Red Bull Academy. Görgün, bu yıl Tokyo’da organizasyon çerçevesinde, bir de canlı performans sergileyecek. Öncesinde Görgün’ü farklı kılan ve dikkat çekmesini sağlayan müzikal yeteneklerini öğrenmek için kendisiyle bir araya geldik... Baştan beri elektronik müzikle mi ilgileniyordunuz? Çok küçükten başladım. Çocukken ses kayıtlarıyla uğraşıyordum. Kasetlere ses kaydederek. Ortaokulda klasik gitar öğrendim. Sonra kendi kendime davul öğrendim. Ankara’da bir skapunk grubunda davul çalıyordum. Birgün provada doğaçlama yaparken bas gitara geçtim Orada bir aşk doğdu... Sonra Bedroom Drunk’ı kurduk, vokal de yapmaya başaldım. 2011’e kadar da böyle devam etti. Karanlıkta çalmayı seviyorum Mutlaka elektronik müzik dinleyicisinin de beklentileri var. Artık çok büyük bir yelpaze var. Her ne kadar, elektronik müzik açık fikirli başlamış olsa da türlere ayrıldıkça bu defa her tür, kendi karakterini eklemeye başlıyor. Benim yaptığım biraz daha deneysel olduğu için dinleyicisi de açık fikirli oluyor. Orada bir yolculuk olduğunu fark ediyor. O noktada C M Y B