22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 21 EYLÜL 2014 / SAYI 1487 Yeşilyurt köylülerini unutamıyorum Babanız 1989’da Yeşilyurt köylülerine dışkı yedirilme olayını duyuran isimlerden biri. Siz de onunla keşfe gitmişsiniz... Babamla çok az görüşebiliyorduk. Gelince bunu fırsat olarak görüp kardeşimle çok ısrar ettik. 12 yaşımdaydım. O günden bana kalan tek fotoğraf karesi var; köylülere, ismini hiç unutmayacağım Binbaşı Cafer Tayyar Çağlayan’ın yaptıklarını, nasıl çömeltildiklerini, ceplerine nasıl dışkı doldurulduğunu, nasıl yemeye zorlandıklarını anlatması. Hâlâ dışkı izleri olan parkasını getirmişti köylülerden biri. Yüzlerini unutamıyorum... 94 insanın öldürüldüğü 1992 Nevruz’unda Cizre’de miydiniz? Babam Cizre’deydi, biz Ankara’da. Ama 92’ye gelene kadar her Nevruz öyle geçti Cizre’de. Unutamadıklarımdan biri de, Türkçe bilmediğinden hastaneye alınmayan, Cizre Devlet Hastanesi’nin karşısında olan evimizin kapısında doğuran bir kadındır. Yeşilyurt olayının duruşmasından bir gece önce de evimiz bombalandı. Daha sonra telefon geldi: “Duruşmaya gidersen devamı gelir”. Babam yine de gitti. l Orhan Doğan 94 yargılamalarında DGM’de. Orhan Doğan’ın elini tuttuğu kızı Ayşegül Doğan. Çalınmış her şeyin müsebbibi 2 Mart 94 Ayşegül Doğan, DEP milletvekili, 94’te TBMM’den yaka paça gözaltına alınan Orhan Doğan’ın kızı. Babasının kurucularından olduğu Demokratik Toplum Hareketi’nin bugünkü HDP anlayışının ilk tohumu olduğunu söylüyor. “Şimdi müzakere mücadelesi çok tartışılıyor, o ve onun gibi insanlar, müzakerenin mücadele etmek olduğunun canlı kanıtı aslında” diyor. Gelinen süreçten umutlu. Babası gibi o da barış sürecinde iktidarlara değil, halka güveniyor. O rhan Doğan dendiğinde Mesela? akıllara gelen ilk görüntü Düşünün, 8 ya da 10 malum; TBMM önünden yaşlarındayım, kardeşlerim daha itile kakıla polis arabasına bindirilip da küçük, yine çatışmaların gözaltına götürülen bir milletvekili. olduğu bir akşamdı. Bizim kuşak En azından yakın tarihle az da olsa çoğu oyunu bilmez, ama silah haşır neşir olanlar için. seslerinden tek mi, yoksa çift taraflı Olmayanların da bugünleri mı atıldığını anlar. Sabah avluda bir ESRA anlaması için bilmesi gereken bir mektup bulduk, üzerinde taş, onun hayat, Orhan Doğan’ınki. Çünkü da üzerinde bez bebeklerimizden AÇIKGÖZ onun hikâyesi Türkiye tarihinin en biri. Babam yine öldürülmekle karanlık günlerine, önemli dönüm tehdit ediliyordu. Bu mektubu noktalarına tanıklık etmeyi de sağlıyor. O evdekilere ben okudum. yüzünden de babası Orhan Doğan’ı anlatırken Gelelim, 2 Mart 1994’e... Son bu tarihte bir gezintiye çıkarıyor bizi gazeteci gecesinde bir aile toplantısı yapıp sürgün Ayşegül Doğan. Daha 90’larda girişilen barış, mü, yoksa cezaevi mi, diye sormuş size. müzakere çalışmalarını hatırlatınca, “Orhan Keşke gitmeyi seçseydik, dediniz mi hiç? Doğan bugün yaşasaydı sürece neler Çok net ve şüphe taşımayacak açıklıkta; katabilirdi”, diye düşündürtüyor ister istemez. hayır, hiçbir zaman düşünmedik. O günleri Barış Meclisi Orhan Doğan Ödülü’nün hatırlarsak haftalar hatta aylar önce idamla sahibini bulacağı bugün, size kızının ağzından yargılanmalarının zemini oluşturulmuştu. onu anlatalım, yaşananları tekrar hatırlatalım Çiller mitinglerinde meydan meydan dolaşıp istedik. Belki bu sefer barışın kıymetini biliriz diye… Ankara Hukuk mezuniyeti, muhasebe memurluğu, Murathan Mungan’ın babasının yanında stajer avukatlık, Cizre’de avukatlık, İHD başkanlığı, 90’larda DEP kuruculuğu... Uzayıp gidiyor babanız Orhan Doğan’ın hayatı. Peki siz bu Onun bütün siyasi yaşamının tanığı, hikâyeye neresinden dahil oluyorsunuz? anlayışını yakından bilen biri olarak, Hep baba yolu gözleyen bir çocuk olarak yaşasaydı Orhan Doğan bugünkü hatırlıyorum kendimi. Babamın öğrenciliği sürece ne gibi katkılar getirirdi? dolayısıyla Ankara’daydık. Üç yaşındayken, Tahliyesinden sonraki üç sene 1980 darbesi zamanında Cizre’ye döndük. yoğun ve koşturmayla geçti. Demokratik Babam denince daha çok o yılların Cizre’sini, Toplum Hareketi’yle HDP’nin ilk tohumu hatırlıyorum çatışmaların en şiddetli o senelerde atılmak istendi. Ama o olduğu, katliamların yaşandığı dönemden zaman, hem Kürt, hem diğer siyasi bahsediyoruz çünkü. Savaş yüzünden erken aktörlerce ne yazık ki bu yeterince büyümek zorunda kalmış bir kuşağız. Cizre’de anlaşılamadı. Şimdilerde müzakere için o dönem insan hakları savunuculuğu yapmak mücadele çok tartışılıyor, o ve onun bir yana, siyasi davalara bakan bir avukat gibi insanlar, müzakerenin mücadele olmak hakikaten ölümle kol kola gezmekti. etmek olduğunun canlı kanıtıydı Babamın deyimiyle “her sabah çıktığında aslında. Babamdan bahsedince, yakın akşam eve dönmeme ihtimali ve kabulü olan” tarihin kritik dönemlerine tanıklık bir babanın çocuğu olarak yetişiyor ve bunu etmiş, ardında en az 30 senelik siyasi bir şekilde “kabulleniyorsunuz”. Eve dönmesi mücadele ve deneyime sahip bir bir mucize gibi. Hikâyenin başlangıç noktası siyasetçiden bahsediyoruz. Sokağıyla, benim için bu galiba. cezaeviyle, parlamentosuyla, dağ ve Sizi ve ailenizi anlatırken “Fotoğraf” Öcalan gerçeğiyle... 93’te çatışmasızlık belgeselinde “Bulunduğum yer bir koşullarını yaratabilmiş ilk grupta yer başarıysa, bunda benden çok eşimin alanlardan biriydi o. Turgut Özal’la ve çocuklarımın desteği var. Sahip konuşarak yaptıkları Öcalan’la olmadıkları bir Orhan Doğan olduğunu görüşmeleri yüzünden yargılandılar. biliyorlar” demesi boşa değil yani... Babam cezaevinin son yıllarında Evet, en çok halkının, en son bizim olan çatışma çözümlerine çalışıyordu. bir babadan bahsediyoruz. Klasik anlamda Fakat dünyadaki hiçbir deneyimin babalık ne demek bizim evde kimse bilmez. tıpatıp buraya uyarlanamayacağını Bu durum bizde bir öfke yaratmadı. Çünkü düşünüyordu. Ve Türkiye’ye özgü Orhan Doğan’ın savunuculuğunu yaptığı hak bir formatın yaratılabileceğine ihlalleri bizim de hayatımızı etkiliyordu. Böylece inanıyordu. Bunun Türkiye halklarının onun tercihi nedeniyle bir yerde durmadık. Biz özgücüne, özgüvenine, yeterliliğine de büyüdükçe, gerçekleri gördükçe bu bizim ve deneyimlerine dayanarak de tercihimize dönüştü. Böylelikle öfkemizi başarılabileceğine inanıyordu. babamıza değil, bunu yaratan sisteme yöneltmemiz gerektiğini anladık. “Mecliste PKK’liler var” sloganı atıyordu. O sabah babam meclise gitti, dokunulmazlık oylaması için. Ben de gittim. TBMM, o güne kadar hiç tanık olmadığım bir etten duvarla sarılmıştı, polis ve jandarma tarafından. En az üç dosyası olan bir milletvekilinin iki sayfalık savunmasını bitirmesine bile izin vermediler. Bir oldubittiyle dokunulmazlığını kaldırdılar. Babam, sen eve git, evde buluşuruz, diye haber yolladı. Alınacağını tahmin ettiğinden tanık olmamı istememiş. Tanık oldunuz mu? DEP’li milletvekillerinin odasına çıkarken sesler duydum: “Hatip Dicle ve Orhan Doğan alınmış, nereye götürüldüklerini bilmiyoruz, hayatlarından endişeliyiz” diyerek İçişleri Bakanı’yla görüşmeye çalışıyorlardı. Böyle öğrendim. Kısa sürede Demirel’in de “doğruydu, ama şık olmadı” dediği görüntüler düştü. O fotoğraf, arkası hiç kesilmeden, onlarca yıl devam eden faili meçhullerin, köy boşaltmaların, köy ve orman yakmaların, Ayşegül Doğan babasının cezaevi yılları için “O içeride, biz dışarıda hapistik” diyor. Fotoğraf: VEDAT ARIK Orhan Doğan yaşasaydı... Gelinen süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Çok önemli. Öcalan’ın baş müzakereci olması, çok kıymetli. Tarihteki çözüm örneklerinden bunun nedenini biliyoruz. Siyasiler bu taleplerden vazgeçseler de, artık halklar barışı olanaklı kılmanın yollarını zorlayacaktır. Türkiye halklarında önemli ölçüde farkındalık oluştu. Bunlar üzerinden yeni mücadele alanları geliştirilip ortaklıklar kurulmalı. Burada bir iş cinayeti olduğunda sistemi sorgulayanla, Diyarbakır’da anadilinde eğitim için alternatif okula girişen insanı birbirinden farklı görmüyorum. Mesele temel haklardan yoksun olmaksa niye ortaklaşamasınlar? Eksiğiyle, yanlışıyla, zaman zaman düşüp kalkmalarıyla buradan düne oranla daha sağlam bir yol örüleceğini düşünüyorum. Umutluyum. l sorgusuz sualsiz gözaltıların, sürgünlerin fotoğrafına dönüştü. Karanlık bir dönem o gün resmen tescillendi. Hesaplaşılmamış bir geçmiş derken, bunlardan bahsediyorum. 2004’te tahliye olduğunda; “Demokrasi adına bedel ödemek gerekiyordu. Ödedik, feda olsun” dedi babam. Ben babam feda olsun diyemiyorum. Cezaevi yılları nasıl geçti? O içeride, biz dışarıda hapistik. Vefasız ve yalnız yıllardı. Çünkü onları ziyaret etmek, bizim yanımızda durmak dahi cesaret istiyordu. Bu maalesef yıllardır hapislik yaşayan siyasi tutukluların ve yakınlarının yaşadığı bir gerçektir. Milletvekilliği dönemi tamamlanmamışken lojmanlardan çıkmamızı istediler. Zaten orada hiç istenmedik, hep bize farklı muamele yapıldı, misafirlerimize zorluk çıkarıldı... Haftada bir saat bile olsa babamı görmek için Ankara’da kalmak zorundaydık, ancak 1.52 sene ev bulamadık. Muhtarlara ev vermeyin denilmişti... Ziyaretlerden hiç unutmadığım bir şey de, damgalanarak içeri alınmamızdı. Babanızın kalbini yoran nedenlerden biri de cezaevi sürecidir herhalde... Babamın kalbi hiç yorgun değildi aslında. 17 yıl sonra Kürtler parlamentoda yeniden temsiliyet olanağı bulduğu için, müzakere sürecine gölge düşürmemek, halkların arasındaki uçurumlar daha da büyümesin diye o günlerde bunu hiç konuşmadık, ama babamın ölümünde ihmaller zinciri var. Ne gibi? Yalnızca birinden söz etmek gerekirse; bir hafta ambulans uçak bekledik. Uçak arızalıymış! Bırakın uçağı, ambulans verilmedi. Iğdır’da bir kardiyolog müdahale etmek istememiş Orhan Doğan olduğu için. Bir hafta sonra Lüksemburg’dan uçak geldiğindeyse taşınamaz haldeydi. Buna ecel deyip geçemiyorum. Bu vadelendirilmiş bir cinayettir. İhmaller olmasaydı belki yaşayacak ve mücadelesine devam edecekti… Hiçbir organizasyon yapmadan onu uğurlamak için Cizre’ye götürdük, gözü gözüne, eli eline değmiş, değmemiş yüz binlerce insan aktı, en az bizim kadar acılıydılar. Türkiye’nin farklı yerlerinden gelmişlerdi. Bunlarla hafifliyorsunuz tabii, ama hiçbir şey bir daha eskisi gibi olmuyor. Çalınmış her şeyin müsebbibi aslında o gün, 2 Mart 94. Haziran Ulucanlar’da Hilton koğuşu Babamlar Ulucanlar’a gönderildiler. Bu sefer DEP’liler Hilton Koğuşu’na alınmış laflarıyla uğraştık. 2007’de Ulucanlar’ın kapıları açılınca kardeşlerimle gittik. Kimi teröristler, kimi alçaklar, kimi bizimkiler nerede yatıyordu, diyerek onların koğuşlarını soruyordu. Havalandırmasından babamı aradım. Kahkahayla açtı. “11 yıl bizi nasıl uyuttuğunu bildiğin için mi kahkahan” dedim. Hiç söylemedi çünkü ne kötü koşullarda kaldıklarını. Ama tabii bir şansımız vardı, o yaşıyordu, geri dönmüştü. Hiç geri dönmeyecek, hiç kavuşamayacak insanların hikâyesi o kadar hayatınızı sarmış ki, Mehmet Sincar gibi o kadar çok insan kaybetmişsiniz ki, hayatınızdan çalınanların hesabını sormaktan bazen bu nedenlerle geri durduğunuz oluyor. l 2004’te tam vuslat dediğimiz o günden üç yıl sonra yine bir Haziran ayında ayrılık geldi. Son konuşmasında “Bugüne kadar size barış ortamını sağlayamadığım için özür dilerim” demişti. Bugün Barış Meclisi onun adına ödül verecek. Bu ödülün sizin için anlamı ne? Babam Barış Meclisi’nin kurucularından. Biliyorsunuz, 99’da Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesinden 2004’e kadar tek taraflı ateşkes vardı. Ancak hükümet hiçbir adım atmadı. Babamlar tahliye olmadan önce bu bitirildi. O zaman, şimdiki gibi halklar en azından “Ya gerçekten Diyarbakır’da, Cizre’de ne olmuş o senelerde”, diye sormayı bırakın, bunları dinleme arzusunda bile değildi. İşte böyle bir ortamda, onurlu, adil ve kalıcı bir barış arayışıyla bu meclisi kurdular. Bu ödül bir anlamda ahde vefa, heyecan verici. Geçen sene başladı, ödülü Kardeş Türküler aldı. Bu sene kime verecekler bilmiyorum. l esraacikgoz@cumhuriyet.com.tr C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle