22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

21 EYLÜL 2014 / SAYI 1487 3 İlk kişisel sergisini BAP/ İstanbul’da açan Eda Soylu, ince bir toplumsal eleştiriyle karşımızda. 31 Ekim’e kadar görülebilecek sergi, kırılganlıkla kabalığın bir araya geldiği bir mizansen sunuyor. k e ç i ç e v Beton DENİZ ÜLKÜTEKİN E da Soylu’nun ilk kişisel sergisi “Unutulmuyor, ne tuhaf!” oldukça ince mesajlarla toplumun incelik ve zerafetten uzaklaşıp gittikçe kabalaşmasını konu ediniyor. Bunun saatlerce betonlarla uğraşmış, aylarca çiçeklerin beton üzerindeki deformasyonlarını izlemiş Soylu. Neden mi? Çünkü kırılganlığı ve kabalığı en iyi anlatan malzemeler beton ve çiçek... ilk kişisel sergin. Nereden ilham aldın? Unutulmuyor, ne tuhaf! Metin Altıok’un “Soneler” kitabından bir bölüm. Türk şiirinin etkisi bayağı var işlerde. Beş altı yıldır ezilenler ve bastırılanlarla ilgili işler yapıyorum. Hep de, bunları hangi materyalle anlatabileceğimi bulmaya çalışıyorum. O yüzden sergi birbirinden kopuk işlerden oluşmayacak. Ana olarak iki seriden oluşuyor. Biri Kuşevi serisi, diğeri de Evin Yüzü Burkuldu. Bu da Metin Altıok’un şiirinden... Metin Altıok’u referans alma sebebin nedir? Metin Altıok okumaya Nâzım’dan sonra başladım. Nâzım, “yüzüne tokat gibi çarpan” bir adam, çünkü duyulmak istiyor. Metin Altıok’ta ise sessizlik var. Benim de buna ihtiyacım vardı. Bir sürü dize sayabilirim, ama bunun başlangıcı, İstanbul’un yüzleri serisini okumamdır. İstanbul’un 100 kuş evini okuyordum. Canlıya saygının ifadesi diye bir bölüm var. Çok sevgili padişahalarımız kardeşlerini bile katletmekten çekinmeyen şahsiyetlerken, mimarlarına her yapıya bir kuş evi yapmalarını söylerlermiş. Düşünün, bu adamlar aynı zamanda ne kadar “brutal” olabiliyor. Son zamanlarda da nezaket kavramı yok olmuş. Bir ifadesizlik ve iletişim sorunları Fotoğraf: KAAN SAĞANAK ortaya çıkıyor. Eskiden üçüncü sayfa haberi gibi olan durumlar artık hepimizi tehdit ediyor. Bense işlerimin ince ve kırılgan olmalarına önem veriyorum. Alttan alta gelen bir reaksiyon istiyorum. Son iki yıla baktığımızda üçüncü sayfa haberi diyeceğimiz şeyler bizzat içimizde yaşanmaya başladı. Her an ölümlerle, trajedilerle karşılaşıyoruz. İşlerimin çoğu gri ve siyah. Üniversitedeki hocalarım, “sen şu an siyahı en koyu renk sanıyorsun, göreceksin ki değil.” Bir gördüm ki, cidden siyah en koyu renk değildi. Gezi’den sonra altı ay bir sindirme sürecim oldu. Tabii ironi kavramı da eşzamanlı ortaya çıktı. Benim işlerimi de etkiledi bunlar. Sergideki işlerinden bahsedebilir misin? Roma’ya gittiğimde çok yer gezdim. Bunlardan biri de Matera’ydı. Orası, meğerse Türkiye’nin Mardin’iymiş. ABD’deki hocalarım, Mardin ve Kapadokya’ya benzetiyordu. Mardin’e hiç gitmedim, ama onlar gitmiş ve o yönde eleştiri yaptılar. İtalya’da Primolevi gibi adamları, kamplar yerine Matera’ya yollamışlar. Nasıl biryer biliyor musun? Yağmur yağıyor, borudan geçiyor ve o suyu içmek için evlerinin önünü temiz tutmak zorundalar. Tabii, doğal olarak sıtma salgını başlıyor, şehri karantinaya alıyorlar ve boşaltılıyor. Burada yürürken hocamız, “durun” dedi. “Bakın ayağınızın altında ne var”. Betonda iki beden izi vardı. Ayağımızın altı mezarmış. Biz onlara bakarken adam, “biz neredeyiz biliyor musunuz” diye sordu. “Mezarın üstündeyiz” diye cevap verdik. “Hayır” dedi, “biz şu an bir insanın evnini çatısındayız.” Bir insana mezar olan beton bir başkasına çatı olmuş. Oradaki beton beden kavramı benim bütün işlerimin temelini oluşturuyor. Karantinadan sonra aşağıdaki şehre gönderilmiş insanlar. O şehirde acayip lüks bir yer Pradalar, Louis Vutton’lar filan. Ancak orada hâlâ Matera’da yaşamış insanlar var ve baktıkları manzara, aslında ölüm. Karşılarında ölülerini görüyorlar. Yani hiçbir şey yaşananları unutturamıyor. Bu da enteresan bir kavram. Bütün bunlar beni çok etkiledi. Onun dışında, soykırım kamplarını gezdim. Şimdi ezilmeye geri dönersek, önceleri tahta gibi malzemeler kullanıyordum, ama sonradan “mış” gibi yapmaktansa daha somut şeyler kullanmaya karar verdim. Çevremizde ulaşılabilir en kırılgan malzeme çiçek, en kabası ise beton. Aldım ikisini, bir araya getirdim ve sergideki işler ortaya çıktı. Çiçeği betona gömüyorum. Bir buçuk yıl oldu. Betona gömünce üç aksiyon oluyor. Bir: öldürüyorsun, iki: barındırıyorsun, üç: korunuyor. Çiçeklerin ölümü yavaş yavaş oluyor, zamanla soluyorlar. Ancak bunları öldürürken renklerini de korumuş oluyorum. Bir nevi ölümsüz hale geliyorlar. Aslında kötü bir şey yaptığım, ama bir yandan da korumacı bir şey ortaya çıkıyor. Duvarların bir kısmını bunla kapladığında çok ince bir mesaj ortaya çıkar. Onu gören yüz kişiden biri bile bu mesajı alsa benim için yeterli... l SELÇUK EREZ Büyük Çarşı İsyanı G ezi Parkı eylemlerine katılmış Beşiktaş Çarşı Grubu üyelerinin hükümeti yıkmaya kalkışmakla suçlandıklarını, yaşam boyu hapsedilmelerinin istendiğini öğrendik ve konuyu yerinde incelemek istedik: Takma sakal ve kara gözlükler taktık, kendimize güvercine niyet çektiren dilsiz, hamam natırı ve hokkabaz asistanı süsü vererek Çarşı’da dolaştık. Bazı ayrıntılar dikkatimizi çekti: Soner Yalçın’ın “KAYIP SİCİL ERDOĞAN’IN DOSYASI” kitabının KABALCI KİTABEVİ’nin vitrininde baş köşede yer alması tuhaftı. SİNANPAŞA Hanı’nın alt katlarında sürdürdüğümüz incelemelerle bir ipucuna daha ulaştık: K. Wilkinson’un “İNFAZCI” başlıklı kitabının, SAHAF KİTABEVİ’nin tezgâhındaki eser yığınının tepesinde durması anlamlıydı. Kendi kendimize “Neyin infazı?” diye sorduk. Balıkçılara giden yoldaki kapalı baharatçı dükkânının kepenklerinde “RESİST ÇARŞI” ve “KAOS” yazılıydı. Bu kuşkusuz, bir direnişin ve karmaşanın habercisiydi.    KARTAL HEYKELİ’ nin başının baktığı yer SÜLEYMAN SEBA’nın bez posterinin yanındaki elektrik direğiydi ve bu direğin üstüne birkaç siyah beyaz kuş evi monte edilmişti. Gizli bir anlamı olduğunu sezdiğimiz bu simge, Çarşı’da başka yerlerde de bulunmaktaydı. Bu simgenin, bir tehdit, “Yuvanı Yapacağım!” anlamını taşıdığı açıktı. Dükkânların önemli bir kısmının vitrinine, “İNDİRİM!” diye yazılmıştı. ADL dükkânında bu kelime tam 5 kez tekrarlanmıştı. Bir şeyin indirileceği anlaşılıyordu da acaba neyi nerden indireceklerdi? Acaba kastedilen hükümet miydi? Son bir gözlem tüm kuşkularımızı sildi götürdü: Birçok dükkânın vitrininde “BİZİMLE ÇALIŞIR MISINIZ?” yazılı ilanlar asılıydı. Anlaşılmıştı: Bir darbe planlanıyordu ve asker toplanmaktaydı! Çarşılıların, Sinop’taki nükleer santrala karşı çıkmaları, Irak’ın işgalinde savaşa karşı durmaları, BeşiktaşSıvasspor maçında “Madımak” pankartı açmaları, bizi çok zaman önce uyarmalıydı ama uyumuşuz! Bunların 18 Mart’ta toplanıp Çanakkale’ye gitmeleri de şimdi anlıyoruz Türkiye’yi işgal etmeye kalkmış Anzaklar’ın torunlarından yeni taktikler öğrenmek içinmiş. Şimdi ciddi bir endişemiz var: Bunca belgeye rağmen evdeki hesabımız Çarşı’ya uymazsa ve Çarşılıların masum oldukları sonucuna varılırsa ne olur? Beşiktaş Çarşısı, 1421’den bu yana hatırlanan Serez Çarşısı gibi insanların ezilmemesi için, insan hakları için unutulmaz dayanışmalarla sürdürülmüş mert mücadeleleri hatırlatan çarşılardan biri olarak mı anılmaya başlanır? O zaman biz nereye kaçarız? l www.selcukerez.com C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle