Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 22 HAZİRAN 2014 / SAYI 1474 Çileli bir uzun yol hikâyesi: DEVYOL “Tarihle Söyleşiler”, solun tarihi için bir sözlü tarih çalışması... İlk kitapta Devrimci Yol hareketinin “yol”unu inceleyen Cahit Akçam, “130 kişiyle konuştuk, 170 bin kilometre yol yaptık” diyor. Fotoğraf: NECATİ SAVAŞ T ürkiye solunun en kitlesel hareketi olarak bilinir, Devrimci Yol hareketi. İşte bu kitlesel harekete mensup “Devrim yolcularının” serüvenini anlamaya, anlatmaya yönelik kitaplara bir yenisi eklendi. Cahit Akçam ve Veli Sevil, hareketin önde gelen isimlerinden Ali Alfatlı, Ali Başpınar, Mehmet Ali Yılmaz ve Melih Pekdemir’le “Devrimrimci Yol” hareketinin geçmişten bugüne uzanan hikâyesini konuştu ve ortaya “Tarihle Söyleşiler” adlı TÜREY kapsamlı bir kitap çıktı. KÖSE Geçen günlerde yayımlanan kitapta hareketin 12 Mart ve 12 Eylül darbelerindeki tavrı, sol içinde yıllardır tartışılan “ordugençlik elele, mili cephede” sloganları, 9 Mart12 Mart tartışmaları, 1980 askeri darbesi öncesi örgüte iletilen “darbe geliyor” uyarısı, “204 operasyonu”, yenilgi ve tartışma süreçleriyle ilgili tanıklıklar ve değerlendirmeler aktarılıyor. Cahit Akçam ve Veli Sevil, Devrimci Yol çizgisinden geliyorlar, aynı davada yargılanmışlar. Cahit Akçam, 1988 yılında cezaevinden çıktıktan sonra yarım kalan öğretimini tamamlamış ve SBF’yi bitirmiş. Özgür Açılım Kolektif İnisiyatifi olarak uzun süredir belgesel çalışmalarını sürdürüyorlar. Yeni Çeltek, TarişGültepeÇimentepe direnişleri, Maraş katliamı, Fatsa ve 3 bölümden Mamak Cezaevi’nde. Öndekiler soldan sağa: Oğuzhan Müftüoğlu, Mehmet Ali Yılmaz. Ayaktakiler: Nasuh Mitap ve Cahit Akçam. oluşan 12 Eylül Adaleti belgesellerini hazırlamışlar. Cahit Akçam, sözlü tarih çalışmasını başlatmalarının arkasında iki acı hikâye olduğunu anlatıyor. 2005’te Ali Başpınar’la söyleşiye başlamışlar, ancak bir süre sonra bu yol arkadaşlarını kaybetmişler. THKPC’nin mali saymanı Ziya Yılmaz’la bir sözlü tarih çalışmasına başlamışlar, sonra o da yaşamını yitirmiş. Akçam, “İki çok önemli tanığın tanıklıklarını kayıt altına alamadan onları yitirdik. Bunun üzerine 7 belgeselle sonuçlanmış olan yakın tarih çalışmamızı sözlü tarih çalışması şeklinde sürdürmemizin doğru olacağına karar verdik. Esas amacımız kayıt altına almak, bir tür vakanüvisliktir yaptığımız” diyor. 19601990 süreci içinde sol, sosyalist muhalefet içinde önemli görevler üstlenmiş kritik tanıklıkları olan insanların kendi hayat hikâyelerini anlatmalarını istemişler. 130 kişiyle konuşmuşlar ve bu söyleşiler için 170 bin kilometre yol yapmışlar. İlk kitap, Devrimci Yol hareketinin tarihine ışık tutuyor. Cahit Akçam, “Diğer kitaplar da aynı çizgide mi sürecek, diğer sol örgütler de olacak mı” sorumuza şu yanıtı veriyor: “130 kişinin yüzde 70’i Devrimci Yol hareketinden gelen insanlar, kalan yüzde 30 THKPC’nin bizzat o dönemde Mahir Çayan’ın önderliğini yaptığı hareket içinde yer alanların anlatımları. Orhan Savaşçı var bunların içinde, THKO, Halkın Kurtuluşu, TDKP çizgisinde olan oldukça fazla insanla görüştük. Bir müddet daha Devrimci Yol’un Devrimci Yol olmasında emeği olan insanlarla devam etmeyi düşünüyoruz, sonra diğerlerine geçeceğiz. En az 10 kitap çıkacaktır. İlk kitapta Devrimci Yol’da en üst düzeyde görev ve sorumluluk üstlenmiş kişiler var, ondan sonra ikinci halka var, 2. kitap onu içerecek.” Yakın tarih üzerinde çalışmanın çeşitli açmazları var. Ne de olsa bu ortak tarih üzerinde Cahit Akçam, kendi kardeşi Taner Akçam’la bile aynı düşünmüyor. Yolları ayrılalı epey olmuş. Bunu anımsattığımızda “Onla da aynı bakmadığımız ortada. Söyleşi yaptığımız kişilerin yorumlarına katılıp katılmamam birinci planda önemli değil, Devrimci Yol hareketine çok ciddi emeği olan insanların neler yaptıklarını, bugün nerede durduklarını, düne, bugüne ve geleceğe nasıl baktıklarını insanların öğrenme ve bilme hakları var. O insanların da başkalarına saygısızlık etmeden, ötekileştirmeden görüşlerini paylaşma hakları vardır. Bugüne dair değerlendirmesi en sağlıklı olanlar, geçmişe de en sağlıklı değerlendirmeyi koyacaktır” diyor. Cahit Akçam, Devrimci Yol hareketi için sıklıklıkla kullanılan “Orta yolcu” eleştirilerine “Devrimci Yol niye kitselleşti’ diye sorulsa, onun nedeni Devrimci Yolun Türkiyeli olmasıdır, Çin, Arnavutluk ya da SBKP tezlerinden herhangi birini kendisine adres olarak almamasıdır, derim. Yani bunların dışında bir yol çizmiş olmak orta yolculuk olarak yorumlandı. Bu orta yolculuk güzel bir şey” karşılığını veriyor. Darbeden önce duyumbilgi geldiği haberlerine dikkat çekerek yönelttiğimiz sorular üzerine de Akçam, “Bütün solun gelecek darbeye karşı ortak direnişi sağlanamadı. ‘En fazla kitselleşmiş hareket olarak bunun başarılamamış olmasının sorumlusu biziz’, diye açıkça özeleştiri yapıyorlar. Ne yazık ki, 80 öncesi sol içinde mevcut olan rekabetçilik, ben merkezcilik buna sebep olmuştur, Devrimci Yol da tümüyle bundan azade değildir herhalde” diyor. “Fatsa örneğinde yerel iktidarı yaşamış bir çizgiden geliyorsunuz. Gezi size ne hissettirdi” diye sorduğumuzda da Cahit Akçam, şu yanıtı veriyor: “Gezi çıktı ah işte tamam halk kendi iktidarını kendisi kuruyor, falan diye düşünmedim. İlk olarak ülke çapında bu denli bir ayağa kalkışın yaşanması, hele hele devrimcilikle geçmiş bir hayatı olan insanların, herhalde o ölü toprağını kaldırmak mümkün olmayacak duygusuna kapıldıkları bir ortada hepimizi çok mutlu, etti, umutlarımızı tazeledi. O hareket ‘yetti gari’ hareketiydi. Hedefleri olan, planlı, örgütlü olan bir hareket değildi, bu da doğaldı, onun güzelliği belki de bu doğallığındaydı. Ama, başka Fatsalar da doğacak diye bir beklentim olmadı.” l DEVGENÇ’in yerli malı haftası: (Ali Alfatlı’nın anlatımı) Yerli Malı Haftası. Atilla Sarp’ın başkan olduğu, Ruhi Koç’un sekreter olduğu DEVGENÇ, 69 olabilir, yaz sonu yani okula yeni geldiğim günler, gidin işte ne kadar direklerde koka kola, pepsi kola, yabancı ne varsa indirin, reklam tabelalarını indirin. (...) Pepsi içmiyoruz, koka kola içmiyoruz, tamam. Adi bir gazoz var, Ankara gazozu diye, sarı, onu içiyoruz. Doğu Perinçek’in babası Ankara Gazozlarına ortakmış, Yerli Malı kampanyası o yüzden yapılmış diye bir söylenti çıkıyor. Bu sefer Ankara Gazozu’nu da boykot ediyoruz. “Üç fidan“a hortumlu, hunili çorba içirme girişimi: (Ali Başpınar’ın anlatımı) Deniz, Yusuf ve Hüseyin, sanıyorum idam cezalarını protesto anlamında açlık grevine başladılar. O zaman bir hapishane albayı vardı, komutanı Mustafa Kemal Saldıraner, sürekli ikna etmeye çalışıyor. Bunlar da “Yok, biz yemeyeceğiz!” diyorlar. “Sonuna kadar aç kalacağız, açlık grevine devam edeceğiz” 3 ya da 4. gün olabilir ya da daha fazla bir zaman; bir gün Mustafa Kemal Saldıraner, gardiyanlar, subaylar ellerinde hortum, huni ve çorbayla geldiler. Denizleri zorla boğazından besleyecek Saldıraner, çorba akıtacak. Epeyce bir uğraştı, sonra baktı ki böyle de bir çözüm yok, bıraktı gitti. Senatör Ekrem Acuner’den darbe uyarısı: (Mehmet Ali Yılmaz’ın anlatımı) Tabii senatör Ekrem Acuner bizimle görüşmek istedi, görüşmeye ben gitmiştim. “Bir darbe olursa tavrınız ne olur?” dedi bana. Ben de “Biz darbeye karşı çıkarız” dedim. “Yani direnir Kitaptan seçtiklerimiz... misiniz?” dedi. “Direniriz” dedim. Gelişmelerin iyi gitmediğine dair bir şeyler söyledi. İşte dikkat etmek lazım falan gibi, bir şey anlatmaya çalışıyor ama dolambaçlı konuşuyordu, net konuşmuyordu. (...)Valla sonrasında “Acaba darbe olacak da ikazda mı bulunuyor” filan gibi bir şeyer konuştuğumuzu hatırlıyorum kendi aramızda. (....) Hatta herhalde arkadaşlarla da öyle bir sonuç çıkarmışız ki, biz bir süre sonra dergide yazı yazdık. Bir çağrı yaptık, “Maceracı eylemleri bırakın” gibi. İşte “daha birlikten yana olalım” türünden şeyler yazdık. O zaman bize bazı gruplar galiba Halkın Kurtuluşu’ydu “Yani siz pasifizm mi öneriyorsunuz” gibi suçlamalarda bulundular. Sundance Kid’e alkış: (Melih Pekdemir Denizler’in idamından sonra ODTÜ’deki günleri anlatırken) Hiçbir şey olmuyordu. Yani 12 Mart kâbus gibi çökmüştü üstümüze. En büyük politik eylemler, ne bileyim... Mesela Robert Redford’un bir filmi vardı, Sundance Kid diye, sonunda filmin iki kahramanı Latin Amerika ordusu tarafından kurşuna diziliyor. Filmin gösterimi tam 30 Mart Kızıldere katliamına denk düşmüştü, sinema salonunda korkunç bir alkış koptuğunu hatırlıyorum, yani o tür tepkiler oluyordu. Cumhuriyet’ten uyarı: (Ali Başpınar’ın anlatımı) Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan “DevYol merkez komitesi üyesi iki kişi yakalandı” haberini de Cumhuriyet gazetesindeki duyarlı insanlar, Melih’le Nasuh’un yakalandığını sızdırıp geride kalanları uyarmak amacıyla yapmışlar. Gerçekten de o gece saat 23.00’te Oğuz o evden, onlardan ayrılıyor; onlar yakalanıyor. “Büyü bozuldu” sözü: (Melih Pekdemir’in anlatımı) Televizyonda bizim fotoğraflarımız yayımlanmaya başladığı zaman Oğuzhan Müftüoğlu baktı, dinledi: “Eyvah” dedi, “Büyü bozuldu!” Çünkü o güne kadar, isimleriyle cisimleriyle bilinmeyen bir kolektif önderliği vardı hareketin. Ve Devrimci Yol’u da kendi kadroları gözünde, halk kitleleri gözünde adeta biraz mitos hale getiren, onun bu kolektif önderliğiydi, yani şu ismin bu ismin, şucuların bucuların olmaması, sahiden de yumruklu yıldız peşinde giden bir devrimciler ekibi olmasıydı; işte “o büyü” bozulmuştu. l Erdoğan’ın Hitler’e benzer özellikleri var Nazilerin 1933’te iktidara gelmesiyle çoğunluğu Yahudi çok sayıda entelektüel, sanatçı ve bilim adamı Türkiye’ye geldi. Ünlü heykeltıraş Rudolf Belling de onların arasındaydı. Türkiye’de doğan ve geçen hafta Ankara’ya gelen Belling’in kızı Elizabeth Belling, Başbakan Erdoğan’ın otoriter yönetim tarzının Hitler’e benzediğini ve kendisini korkuttuğunu söylüyor. DUYGU GÜVENÇ / SELDA GÜNEYSU Toker ve Belling Anıtkabir’de İlk soyut heykeltraş olarak da bilinen Belling’in kızı, İnönü’nün kızı Özden Toker ile birlikte 2. Dünya Savaşı’nın yıldönümünde Anıtkabir’e gitti; hem İnönü, hem de Atatürk’ün kabri başında saygı duruşunda bulundu. Ardından da İnönü Vakfı ile Anadolu Çağdaş Eğitim Vakfı (ANAÇEV) işbirliği ile sosyal sorumluluk projeleri kapsamında, burslu öğrenciler yararına düzenlenen “Bahar Konseri”ne katıldı. Elizabeth Belling, “Babanızın kanatları tam 70 sene boyunca benim ailemin üzerine açıldı ve beni muhafaza etti” diyerek Toker’e teşekkür etti.l İ kinci Dünya Savaşı’nın 70. yıldönümünde Türkiye ilginç bir konuğu ağırladı. Hitler’den kaçarak Atatürk’ün davetiyle Türkiye’ye gelen heykeltraş Rudolf Belling’in kızı Elizabeth Belling, Ankara’daydı. Türkiye’de doğan 20 yaşına kadar İstanbul’da yaşayan Belling, Erdoğan’ın Hitler’e benzer bir yapısı olduğunu belirterek, “Erdoğan’ın Hitler’e benzer bazı özellikleri var. Bunları daha da genişletecek mi bilmiyorum ama Türkiye maalesef otoriterleşiyor. Bugün izlediklerim benim iç dünyamda sorun yaşatıyor. Böyle devam ederse Erdoğan beni korkutuyor. Ama bir taraftan da ümidim var, yeni genç bir nesil yetişiyor; akıllı, yetenekli ve onlara güveniyorum. Beklememiz lazım” diye konuştu. Elizabeth Belling bugün kendi çocuklarının da Erdoğan’ın tutumunu sorguladığını belirtirken “Bu durum sürdürülemez” dedi. Nazi yönetimince “dejenere” olmakla suçlanarak hapse atılan Rudolf Belling, hapisten çıkar çıkmaz önce ABD’ye gitmiş ardından da 1937’de Türkiye’ye gelmişti. 1976’ya kadar Türkiye’de kalan Belling, İstanbul Güzel Sanatlar Akademi’sinin yeniden yapılandırılmasından sorumlu olmuş ve heykeltıraşçılık bölümünü de kurmuştu. Belling’in pasaportuna o dönemdeki uygulamanın aksine “vatansız” damgası vurulmadı ve Türkiye’nin Almanya’ya savaş ilan ettiği 1945 sonrasında da görevi değişmeyen sayılı yabancı akademisyenler Fotoğraf: NECATİ SAVAŞ arasında oldu. Belling, Atatürk’ün yanı sıra İsmet İnönü ile yakın ilişki kurmuş ve İnönü’nün 3 büstünü yapmıştı. Belling’in kızı Elizabeth Belling de Türkiye’de doğduğunu, büyüdüğünü ve her yıl Türkiye’yi ziyaret ettiğini belirterek o yılların Türkiyesi’ni anlattı: “O dönemde Ermeni, Yahudi, Türk, Alman, İtalyan, Rum arkadaşlarım vardı. Türkiye çok uluslu bir ülkeydi. Birçok milletten insanlar vardı. Aramızda hiçbir problem yoktu, Yahudilerle ya da Müslümanlarla. Ben bu ülkenin bir parçası olduğumu hissederdim. Türkiye’de yaşamanın hayatım boyunca benim için bir ayrıcalık olduğunu düşündüm. İki ayrı kültürde büyüdüm bir insan hayattan başka ne ister ki? Babam savaşın mağduruydu ama ben asla bir mağduriyet hissetmedim.” l C M Y B