01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 16 ŞUBAT 2014 / SAYI 1456 Dönemin ruhunu bugüne değdirmek istedim Özellikle iş dünyasında imza attığı önemli röportajların yanı sıra CNBCe, Habertürk, NTV, Star TV, TRT Türk ve son olarak TV8’de programlar ve ana haber bültenleri hazırlayıp sunan, ekranlardan yıllarca izleyicilere seslenen Bahar Feyzan, “Aşk Yolcusu” adlı romanı ile bu kez okurlara sesleniyor. Roman, Yahudi soykırımından canını kurtarmak isteyenlere güzel bir yaşam ve lüks bir yolculuk vaatleriyle dolu ilanlar vererek yolcu toplanan ve yakın tarihimizin en acı olaylarından biri olan Struma gemisinde yaşanan trajediyi anlatıyor. GAMZE AKDEMİR G azeteciyazar Bahar Feyzan’ın, Struma trajedisine insan odaklı bir bakışı, bir ilk roman; “Aşk Yolcusu” raflarda. Romanında Struma trajedisini, tarihle kurguyu duru ve sürükleyici bir anlatımla günümüze taşıyan Feyzan, 19391942 yılları arasında İkinci Dünya Savaşı’nın en hararetli günlerinde Berlin’de başlatıyor hikâyesini. Türk Doktor İzak Levi, Büyükelçi Hüsrev Gerede’nin Nazilerden kopardığı özel izinle Almanya’da Yahudilerin yaşadığı baskıdan etkilenmeden hayatına devam ederken, âşık olduğu Viktorya için her şeyi göze almaya karar verir. İzak ve Viktorya’nın Berlin’den Bükreş’e, oradan sırlarla dolu trajik sonlu gemi Struma’ya ve nihayet İstanbul’a uzanan hikâyeleri savaşın, dostluğun, intikamın sınavlarından geçecektir. Arka planda ince ayrıntılarıyla dönemin ruhunu ve trajediyi yansıtan Bahar Feyzan, âşık olan bir erkeğin sevdiği kadın için neler yapabileceğini anlatırken, kadın ruhunun aşka olan inancını da okuyucuyu yaralayarak sorguluyor. Dayanamıyorum, burnumun direği sızlıyor, konudan da yayından da kopuyorum” dediği için “Kuruma ve konuklara saygısızlık” gerekçesiyle işten çıkarıldı. En son görev yaptığı TV8’den istifa ettikten sonra şimdilerde raflarda yerini alan romanı “Aşk Yolcusu”nun çalışmalarına başladı. Bahar Feyzan ile romanını ve mesleğimizi konuştuk. Fotoğraf: GARBİS ÖZATAY Tarihe “hafif” bir facia olarak yansımıştı Yazın yolunuz yakın tarihimizin en acı olaylarından biri olan Struma gemisiyle nasıl kesişti? Struma, tarihin bazı gerçeklerinin başına geldiği gibi tozlu sayfaların arasından bir varmış bir yokmuş misali, arada görülen hafif bir facia olarak yansımıştı. Yazarı olarak Struma’nın içine girmek istedim. Türkiye’nin, İkinci Dünya Savaşıyla imtihanı ile birleştirip araştırmalarımı yapınca, konu olarak daha fazla ilgimi çekti. Çünkü ortada yalnız başına bir facia değil acı bir dram var. O kadar insan çaresiz günlerce, aylarca denizin üstünde diplomasiyi beklemiş. İnsanlık için izin çıkmasını. Başlı başına birçok yönüyle tartışılması gereken, bu insanlık dramını zor bir aşk hikâyesiyle buluşturmak istedim. Karar vermek ve bitirmek arasında üç yıl geçti. Berlin’de yaşadım bir müddet. Tarihe damgasını vuran isimlerin günlükleri okudum ve yerinde araştırmalar benim açımdan aydınlatıcı oldu. Roman, dönemin ruhunu bugüne değdirerek okuyucusuna sunuyor. Struma nasıl bir dolandırıcılıktı, insanlar nasıl bir cehenneme tıkılmıştı? Araştırma sürecinde ne gibi insan hikâyeleri, manzaralarıyla karşılaştınız? Limon kolonyası yüzünden işten kovuldu İlk olarak özellikle iş dünyasında imza attığı önemli röportajlarla adını duyuran Bahar Feyzan, CNBCe, Habertürk, NTV, Star TV, TRT Türk ve TV8’de programlar hazırladı, röportajlar yaptı, ana haber bültenleri sundu. Bir dönem Brad Pitt’le yaptığı röportaj hayli ses getirdi. Limon kolonyası yüzünden işinden olan ilk ve tek gazeteciydi. Verdiği bir röportajda “Canlı yayının zorlukları nedir?” sorusuna “Beni en çok limon kolonyası kullanan konuklar zorlar. Struma, vaadiyle yolcularına lüks bir yolculuk ve hayatlarını kurtarma ilanlarıyla ortaya çıkan bir gemiydi. Soykırımdan canını kurtarmaya çalışanlara, ‘biz, sizi yaşadığınız bu şartlardan denize alacağız, oradan da güvende olacağınız Filistin’e götüreceğiz’ diye aldatan sahte bir çağrısı oldu. Öncelikle Almanya daha sonra İngiltere’nin bundan duyacağı sorumluluklar var. Ancak Türkiye açısından baktığımızda, olmamış gibi yapamayacağımız somut bir facia var orada. Bizim sularımıza gelmiş, geminin şartlarından ötürü sığınmışlar. Soğukta denizin ortasında bekletip, aylar sonra tekrar hiç gelmemiş gibi ipini çözmek Türkiye açısından iyi bir duruş göstergesi değil... Biz savaş ortamında bir denge tutturmaya çalıştık diyebilirler ama göründüğü kadarıyla suyun üstünde tutmamış bu denge... Sonuç olarak romanlar hem masaldır, hem de en derin toplumsal sorunlara seslenir. Aşk Yolcusu’nun bir aşk masalı var ama gerçek bir trajedinin içinde. Yazarın işi bunu görünür hale gelecek şekilde resmetmektir. Bildiğimizde, kabul ettiğimizde yaralarımızı sararız. Duyarsız olmak, kulak tıkamak özellikle siyasi zeminde ve Ankara’da davranışsal bir hastalık gibi... Tarihçiler tabii ki tartışsın ancak meseleleri sadece tarihçilere bırakmak ötelemektir, görmek değil. Bu açıdan bakınca, bir basiretsizlik varsa söyleyemediklerimiz de başka türlü bir basiretsizliktir. Struma’ya uzanan Türk doktor İzak Levi ile Viktorya’nın aşk hikâyesini düz, acımaklı bir tonda yazmıyorsunuz. BerlinBükreşİstanbul hattında, İkinci Dünya Savaşı reflekslerini ve insanlığa bedelini, travmatik bir düzlemde, kahramanlara nakış gibi dokulu bir biçemde okuyoruz. Bu açıdan romanınız kurguyu yer yer öteleyen bir siyasi, sosyal panorama ve kitlesel ruh haritası da sunuyor diyebilir miyiz? Yazarla, okuru birleştiren resimdir. Romancı, kişileri ve olayları resmedeceği yollar arar. Onaylanmak istemeyen durumları da resmederek okuyucusuna gösterir. Struma bugünün ve dünün Türkiye’sinde hata yapıldığının onaylanmadığı bir insanlık dramıdır. Ve Aşk Yolcusu bunu elinden geldiğince resmeder. Ama içinde mesaj aramaya çalışanlar yanılabilir çünkü panaromasıyla ve tarihte yürüyen hikâyesiyle bir dönem ve aşk romanı. Yazarı olarak meseledeki görüşlerimi dile getiren benim. ve sinemasını da bulabilirler. Diğer yanıyla yazmak eleştirmektir. Ancak benim kalemim atmosfer oluşturmak. Onu okunur kılacak zenginliği katmak önemli. Mesafe koyup koyamamak gazeteciliğin alanları olabilir. Romancı iyi bir hikâye anlatmak istiyorsa zaten içeriğini mesajlarla doldurmaz iyi bir hikâye anlatır. Aşk unutulmaz kılar Olayların boyutunu ortaya koyma, tarafların keskinliğini daha açık etme, trajediyi hakkıyla aksettirebilme bağlamlarında “aşk” nasıl uygun, nasıl sıkı bir enstrümandı? Ayrıca bu noktaya klişeye düşmek tehlikesi her zaman vardır malum. Amacım iyi romanlar yazmak. Kaygım gazeteci gibi olayları az ya da çok görmek değil bütünüyle iyi bir roman yaratmak oldu. İçime sinen, okurken sürükleyen bir roman olması tek kaygım olabilir. Dolayısıyla bir mutfak yolculuğu gibi ölçerek gram gram eklemek değil, pişerken karıştırırken bütünün verdiği lezzete bakıyorum. Gazetecilikten gelmek, bana araştırmalarımı yapabilme gücü ve kaynak tarama anlamında avantajlar sağlıyor. Bunların dışında tek amacım iyi romanlar yazmak. Aşk bir romanın vazgeçilmezi değil elbette bunun örnekleri var. Ama aşk zihinde kalanları kalbe mühürler ve unutulmaz kılar. l [email protected] Bu, Struma’nın içinden üç şehri anlatan ilk roman Kitabınız Struma, konusunda nasıl bir ilktir? Ve bir insan, yazar olarak “yergi, sorgulama, hesaplaşma” haklı dürtüleriyle aranızda nasıl bir mesafe kurdunuz? Struma’nın içinden yazılan ve panaromasıyla üç şehri anlatan ilk roman Aşk Yolcusu. Berlin’de başlayıp, İstanbul’da sona eriyor. Dönemin halkı, aydınları, siyaseti Baharı bekleyen Suriyeliler karakış ortasında T biterse döneceğiz. Gerekirse unus’ta başlayıp Mısır, çadırda kalırız” diyor. Endişeleri Libya ve Suriye gibi ülkeleri sırf kendileri için değil, “Suriye’de etkisi altına alan “Arap akrabalarımız var onlar için Baharı” kısa süre içinde tüm çevre endişeliyiz, arada haber alıyoruz. ülkelere yayıldı. “Batılı ülkelerin” Ortalık durulsun artık...” En hayati desteğiyle başlayan süreç, bir ihtiyaçların bile karşılanamaz zaman sonra iç savaşa hale geldiği günler Suriye dönüşmeye başladı. Kaddafi, halkının hayatını kâbusa çevrimiş. Hüsnü Mübarek, Zeynel Abidin NERMİN “Savaştan sonra her şey çok Bin Ali alaşağı edilirken Suriye GEYİK pahalı olmaya başladı Elektrik, su, isyanını bu kadar kolay atlatamadı, yemek bile yoktu. ” diyor erkek isyan iç savaşa dönüştü. Şimdi, olan. Türkiye’nin Suriye politikasını “dost” baharı bekleyen Suriyeliler kapkara bir kışın olduğumuz günlerden, şimdiki günlere göre ortasında, Beşar Esad ve muhalif silahlı yorumlamasını istiyorum: “Ortada başka örgütler arasında sıkışıp kaldılar. Kendi meseleler de vardır, oyun, fesat olmasa araları evlerinde bile güvende olmadıklarını anlayınca bozulmazdı” diye cevap veriyor. çareyi herşeyi bırakıp kaçmakta buldular. Bir başka Suriyeli, 26 yaşında bir anne, iki Sığındıkları ülkelerden biri de Türkiye. çocuğu ve eşiyle birlikte Türkiye’ye sığınmış. Farklı zamanlarda farklı sayılarla “hükümet yardımıyla” gelen Suriyelilerin sayısı şu sıralar 600 bini aşmış durumda. Geldikleri gibi Türkiye’nin gündemine oturdular. Günlerce Suriye’den gelen Suriyelileri tartıştık. Kimi “onları istemedi”, kimi sığınmacıların önceliği “mazlum yalnız bırakılmaz” dedi. “Bahar” diye Suriye sınırına yakın illere kandırıldıkları karakışı bir de onlar anlattılar... Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin birçoğu geri gidebilmek. Şanslı olanlar Batı dönmek istemiyor, kötü anılarını bir kenara illerine göç ediyor. İstanbul’a bırakıp, yeni hayatlarına alışmaya çalışıyorlar. ve diğer büyük şehirlere Bu da onların Türkiye’deki varlığının geçici olmadığını gösteriyor. Ucuz iş gücü olarak akın akın gelen Suriyeliler görülen Suriyeliler işverenler tarafından tercih kötü anılarını hafızalarından edilen eleman durumunda. silip yeni düzene ayak Artık Suriyelilere her yerde rastlıyoruz. Ben de Sefaköy’de bir merdivene oturmuş uydurmaya çalışıyor. dilenen bir kadın ve bir erkek akrabaya Okulunu bırakan, savaşta rastladım. Kadın üç çocuğunu da da iç evine bombalar yağdığını savaşta kaybetmiş. Şimdi Şirinevler’de sobası bile olmayan bir evde kalıyorlar, akşamları gören, akrabalarından haber battaniyeyle ısınan Suriye’li akrabalar her alamayan Suriyelilerin ortak bir şeye rağmen “Vatanımız orası bizim. Evimiz dileği var: Artık kan akmasın. bombalandı, iş yerim gitti, ama yine de savaş “7 aydır Türkiye’deyiz, Türkçe öğrendim, Suriye’ye dönmek istemiyorum. Evimiz, işimiz, çocuklarımızın okulu bombalandı, çaresizce seyrettik. Artık neden gideyim” diye soruyor ve devam ediyor, “kötü anıları silmeye ve Türkiye’de bir düzen kurmaya çalışıyoruz. İş bulduk, ben rahatsızlığım sebebiyle işi bırakmak zorunda kaldım, eşim hâlâ çalışıyor. Çalışma iznimiz olmadığı için sigorta da yapılmıyor, maaşlar da çok az.” Kadın sözleri boyunca ısrarla kaçak olmadıklarını vurguluyor. “İstanbul’a Hatay üzerinden geldik, pasaportumuz var, kaçak değiliz. Ama kardeşim askerdi, kaçak yollarla Türkiye’ye gelmek zorunda kaldı. Biz bombaların arasından canımızı zor kurtardık” diyor. Sanki hâlâ oradaymışçasına anlatıyor her şeyi ve tek dileği savaşın bitmesi. Merak edip “çocukları okula gönderebiliyor musun” diyorum: “Evet burada bir okula yazdırdık, Türkçe öğreniyorlar, Türkiye’ye alıştılar” diye cevap veriyor. “Arap baharı” mağdurlarından biri daha, Eminönü’nde turistlere tur bileti satıyor. Türkiye’ye ailesiyle birlikte gelmiş, ilk geldiğinde ailesiyle birlikte parklarda yatmış, şimdilerde küçük bir ev bulmuş “bana ve aileme yetiyor” diyor. Türkiye’ye gelen Suriyelilerin ortak sorunu olan dil probleminden o da muzdarip “Türkçe bilmiyoruz. Bu da büyük bir problem”. Ülkesine dönmek için iç savaşın bitmesini bekliyor. “Orada akrabalarımız var. Onlar için çok endişeliyiz. Çünkü neredeyse hiç haber alamıyoruz. Bu savaşta artık taraf tutmuyorum. Tek isteğim artık bitmesi. Kadın, yaşlı, erkek, çocuk herkes ölüyor. Ardından bir dilencinin yanında soluğu alıyorum. Suriye’de evi, yuvası varmış. İç savaş yüzünden her şeyini bırakıp Türkiye’ye gelmiş. Otuzlu yaşlarında, dört yaşındaki kızıyla birlikte Eminönü civarlarında dileniyor. “Türkiye’ye ailemle geldim. İlk geldiğimizde parklarda yattık” diye söze başlıyor. “Daha sonra zar zor Örnektepe’de bir gecekonduya yerleştik. Dört yaşında çocuğum var işe girmek istiyorum, dilenmek onur kırıcı. Aileden tek ben çalışıyorum, sadece birkaç ihtiyacımızı karşılayabiliyoruz.” Paydar 24 yaşında, Suriye’deki iç savaş yüzünden okulunu yarıda bırakıp Türkiye’ye sığınmış. O da diğer Suriyeliler gibi yeni bir hayat kurmaya çalışıyor. Şanslı sayılır, çünkü garson olarak bir iş bulmayı başarmış. Gerisini Paydar anlatsın: “Sekiz aydır Türkiye’deyim. Hatay Kırıkhan üzerinden İstanbul’a geldim. Pasaportum var. Üniversitede tekstil mühendisliği okuyordum. Savaş yüzünden bırakmak zorunda kaldım. Keşke burada okula devam edebilsem ama para ve dil lazım. İngilizce, Kürtçe, Arapça, az İspanyolca, az Türkçe biliyorum ama para yok. Türk milleti çok iyi. Sadece iletişim kurmam zor oldu, ilk geldiğimde hiç Türkçe bilmiyordum.” Suriye savaşını sorduğumda ise “Esad kötü bir adam. Çocukları bile öldürüyor. Tüm dünyada çocuk ölümleri tepkiyle karşılanır. Esad bunu bile umursamıyor” diyor. Türkiye’ye gelen Suriyelilerin ortak problemi “dil” çoğu ilk defa Türkiye’ye geliyor, belki de daha önce hiç Suriye’den dışarı çıkmadılar. Ama artık Türkiye’deler. Belki Paydar gibi ya da tam tersini düşünenler de var, ama konuştuklarımızın çoğu, “kim haklı, kim haksız” diye sorgulamayı bırakmış. Yeni bir yaşam kurmaya çalışıyorlar ve Türk halkından destek bekliyorlar. l [email protected] C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle