14 Haziran 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 Fotoğraf: VEDAT ARIK 9 KASIM 2014 / SAYI 1494 Malum memleketin hali ortada. Artık kimse konuşmuyor, konuşamıyor. Sanat da bundan nasibini çoktan aldı. Sansür ve baskıyla daha ne kadar yaşayabiliriz? Artık öyle bir noktaya geldik ki, her şeyimiz politize edildi. Böyle bir sistemde oyunculuk mesleğini icra etmek tek başına politik bir eylem. Oyunculuk zaten kendi içinde politik. Tarihin bir çok döneminde en büyük sanat eserleri büyük savaşlar sonrası, baskıcı rejimlerin olduğu süreçlerde çıkmıştır. Örneğin 1. ve 2. Dünya Savaşları’nı ve sonuçlarını bilmeden, bunun topluma etkilerini bilmeden 20. yüzyıl sanatını anlamamız mümkün değil. Aynısı bu dönem için de geçerli. Şu anda biz genç tiyatro oyuncuları, yönetmenleri, yazarları olarak gelecekte icra edecek bir sanat olması için uğraşıyoruz, çünkü yaşadığımız dönem içinde o kadar malzeme barındırıyor ki! Böyle dönemlerde Baudelaire'ci yaklaşıma, yani yaratım için kötü şeylerden, acılarımızdan beslenmemiz gerekiyor çünkü negatif şeyler her zaman yaratıcılığı tetikler. Ben değil de hayat benle uzlaştı Sezgi Mengi’nin oyunculuk serüveni okulu kırmasıyla başlıyor. Çünkü eğitim sisteminin çocukları tekdüzeleştirdiğini düşünüyor. Tek bir şey olmaktansa her şey olmak istemesi de bundan. Elbette disiplinden kaçarken kendini disiplinlerarası bir kulvarda bulması da onun şansı! Büyüdükçe ehlileşiyoruz Yandaş sanat var bir de tabii. Pek çok insan ekmeği ve vicdanı arasında bırakılıyor. Siz bu anlamda hiç korktunuz mu ya da taraf seçmek zorunda kaldınız mı? Sanat ve totaliter düzen birbirine o kadar zıt yapılar ki. Eğer sanatı totaliter düzenin içinde değerlendirecek olursak, sanat yapbozun hiçbir yerine oturmayan, uyumsuz bir parçadır ama o uyumsuzluk kendi içinde bir mükemmellik içerir. O uyumsuz parça sayesinde yapbozu oluşturan kişi kafasını masadan kaldırır ve yapbozda oluşan resmi değil, gerçek resmi görmeye başlar. Böyle bir yapıyla yandaş olmak mümkün müdür? Benim açımdansa inandığım şeyler üzerinden hareket ettim. Ama buna ilkelerim diyerek romantikleştirmekten ziyade, vicdanım demeyi daha doğru buluyorum. Türkiye'de ölen işçilere, madencilere, barışçıl gençlere bir insanın canı yanmıyorsa orada ciddi bir eksik vardır. Eğer politik bir duruştan söz ediyorsak, bunu entelektüel kavramlarla açıklamaktan ziyade vicdanımla açıklayabiliyorum. Hayatla aranız nasıl? Mücadele mi ediyorsunuz yoksa uzlaştınız mı onunla? Hayatla hiçbir zaman uzlaşma gibi bir durumum olabileceğini düşünmüyorum. Bir kere yaptığım iş normal bir düzeni kaldıramayacak noktada sürüyor. Sadece pratik olarak değil, düşünce olarak da olaylara yaklaşımınızı etkiliyor. Algılarınızı açık tuttukça bir şeylerden iyi veya kötü daha çok etkileniyorsunuz, daha büyük yaşıyorsunuz. Ama şu anki sürecim için şöyle diyebilirim hayat benle uzlaştı galiba. Ama insanın içindeki o mücadele isteği hiçbir zaman bitmiyor, bu belki de hayata kalma güdüsüyle doğru orantılı. Büyüdükçe de insan biraz daha ehlileşiyor, duyguları büyük de olsa, dışavurumları eskiye oranla daha farklı oluyor. Bireysel bir mutsuzluğa verilen tepki eskisiyle aynı olmuyor ama yine de o mutsuzlukla mücadele isteği hiçbir zaman da bitmiyor, hem de her anlamda! l S tekdüzeleştiren sistemden ezgi Mengi oynamaya kaçarken tiyatroyla tanıştım. Bir doyamadığı için başka gün Topağcı’nda yürürken Ayla alanlarla ilgilenemediğini Algan'ın oyunculuk okulunun söylüyor. Ama ileri bir tiyatro rejisi tabelasını gördüm ve içeri yapma fikrinin heyecanını taşıyor. girdim. O gün hayatımın dönüm Oyunculuğun bir ilüzyon noktasıydı, okulu kırıp kırıp Ayla olduğuna inanıyor, o yüzden nasıl Hoca’nın derslerine katılıyordum, yapıldığına dair fazla konuşmak Şehir Tiyatroları’nda gizli gizli istemiyor. Bunu bir sihirbazın Söyleşiler: sahne arkalarında provaları numaralarını seyirciye izliyordum. Ergenlik dönemim anlatmaması gibi görüyor. İşte ALİ DENİZ böyle geçti. Disiplinden kaçarken Sezgi Mengi'nin dünyası... USLU disiplinler arası bir mecrada Oyunculuk serüvenin okulu buldum kendimi! Sonrasında kırmakla başlamış. Neydi Şahika Tekand’ın eğitmenliğinde Studio okulda bulamadığınız, neydi sizi tiyatro Oyuncuları’nda dört yıl oyunculuk eğitimi sahnesine, oyunculuğa çeken? aldım. Üniversitede sanat yönetimi okudum. Okul özellikle orta öğretim gencecik Studio ve üniversite birlikte gitti. Çift anadal çocukların sistem tarafından bir kalıba yapmış gibiydim. Şahika Tekand’ın tam sokulduğu, tekdüzeleştirildiği bir da bu bahsettiğim meseleler üzerinden sistem. Bense o dönemlerde tek bir şey oluşturulmuş bir müfredatı vardı. O anlamda olmaktansa her şey olmak istiyordum. Beni kendimi en mutlu hissettiğim yerdi Studio. Orada büyüdüm diyebilirim. Oyunculuk nasıl bir uğraş, bu anlamda oyunculuktaki derdiniz nedir? Benim için oyunculuk hikâye anlatmak, cümlelerin sözcüsü olmak demek. Kendini başka bir şekilde var edebilme cesaretini içimde arama süreci demek, korkmamak demek. Hele ki her şeyin bu kadar net konuşulup ama net konuşturulmadığı bir dönemde oyunculukla bazı hikâyeleri anlatmak, bazı cümlelerin sözcüsü olmak benim için çok değerli. Tiyatrosuz eksiğim Bu sezon “O Hayat Benim” dizisinde görüyoruz sizi. Başka projeleriniz var mı, ya da hayalleriniz? İki sezondur dizi yapamıyordum, tiyatro oyunları vardı. Turneler ve zaman uyuşmazlıkları yüzünde televizyondan uzak kalmıştım. “O Hayat Benim”in yönetmeni Hülya Bilban’la daha önceden çalışmıştık, dizideki oyuncuların birçoğuyla da daha önceden tanışıyoruz. Şu anki “vahşi rating” sisteminde devam eden bir işte yer almak çok cazip geldi, rolüm de çok hoşuma gitti. Bu arada okuduğum bir tekst var, provalarına dahi başlanmadığı için söylemeyi doğru bulmuyorum ama OcakŞubat gibi yeni oyun yolda. Ben her sezon tiyatro oynamazsam kendimi çok eksik hissediyorum, o yüzden her koşulda tiyatro yapmak için çabalıyorum. Yazmak çizmek yönetmek var mı kafanızda? Oynamaya doymadığım için diğer alanlarla aktif olarak ilgilenmiyorum ama bir tiyatro rejisi yapma fikri uyuzumu çok kaşıyor. Ancak daha vakit olduğunu düşünüyorum, şimdilik seyirciyle iletişimim oyunculuğun izin verdiği kadar. İçinden müzik geçen işler yapıyorum M üzik sektörünün önde gelen isimlerinden Gazeteci Tolga Akyıldız, 15 Kasım’da garajistanbul’da gerçekleştireceği “Tolga Akyıldız'la %100 Açık Sahne” etkinliği ile ünlü isimleri sahnesinde ağırlamaya hazırlanıyor. Akyıldız sahnesini bir kez daha genç gruplara ve geceye katılımlarıyla onlara görünürlük sağlayacak olan ünlü grup ve müzisyenlere açıyor. Biz de bunu bahane edip Akyıldız ile hem sahnesini hem de yeni projelerini konuştuk. “Tolga Akyıldız'la %100 Açık Sahne”nin amacı ve hedefi ortada ama sizden dinleyelim bir de? İyi müzik yaptığı halde seyircisiyle buluşamayan çok sayıda yeni grup var. Konser yapmak yeni gruplar için çok zor. Canlı müzik mekânları da isimsiz gruplara şans tanıma riskine nadiren giriyor. “Ben ne yapabilirim?” diye düşündüm ve “%100 Açık Sahne” fikrini geliştirdim. Desteklenmesi gerektiğini düşündüğüm yeni grup ve müzisyenleri davet ediyorum öncelikle. Daha sonra da onları daha geniş kitlelerle buluşturacak ünlü müzisyenleri… Sahnemizde; bir gecede 15’i aşkın performans oluyor. Festival tadı yakalıyoruz. %100 Açık Sahne’ye gelen yeni gruplar böylece hak ettiği izleyiciye kavuşmuş oluyor. Geçen yıl üç etkinlik gerçekleştirdik. Bu yıl garajistanbul’da sezonu açıyoruz. Devamı da gelecek. %100 Açık Sahne’nin bir diğer özelliği de ünlü, ünsüz tüm iyi müzisyenlerin başka yerde göremeyeceğiniz özel performanslarına tanıklık fırsatı sunması. Akustik performanslar, özel düetler, doğaçlama eşlikler, proje grupları derken klişe değil gerçek anlamda “hem göze, hem kulağa hitap eden” performanslar çıkıyor ortaya. Gelenlerden en çok duyduğum iki cümle şöyle: “Uzun zamandır bu kadar eğlenmemiştik” ve “İyi ki gelmişiz, kaçıracakmışız yoksa”… Bu anlamda ciddi bir misyon üstleniyorsunuz ve de iyi müzik yapma iddiasındaki gençler için de Don Kişot'luk yaptığınız... Bu tarz fikirlerin Don Kişot’luk haline gelmesi üzücü aslında. Yirmibeş yıllık deneyimden sonra bu gibi projeleri misyonum olarak görüyorum. Açıkçası önemli olan da genç grupları sahneye çıkarmak değil onları daha çok izlenir kılmak için ünlü ağabey ve ablalarını da aynı sahneye çıkmaya ikna etmek. Bana inanan mekânlara, müzisyenlere ve tüm destekçilere teşekkür borçluyum. Açık Sahne’de daha önce Hayko Cepkin, Koray Candemir, Melis Danişmend, Aylin Aslım, Can Bonomo, Keremcem, Redd, Erdem Yener, Kargo, Ogün Sanlısoy, maNga, Harun Tekin, Gripin, Kolpa, Aydilge, Özge Fışkın, Bora Duran, Tuna Kiremitçi, İrem Derici, Esin İris, Ayça Varlıer, Sattas, Rashit, Ege Çubukçu, Multitap ve Bedük gibi isimleri de ağırladınız. Daha da fazlası var aslında… Dediğim gibi hepsi gönülle geldiler ve projeye destek oldular. Yine çağır yine geliriz diyorlar. Herkes çok eğleniyor %100 Açık Sahne’lerde… Bu arada müzik yazarlığı Türkiye’de tam oturmamış bir kulvar. Nedir işin aslı? Ben kendimi hiçbir zaman müzik yazarlığı çerçevesi içinde görmedim. Müzik eksenli yazılar yazıyorum ve sektörün içinde biriyim. Belki benim için müzik sektörü yazarı demek daha doğru. Ama müzisyenlerle ilgili magazin yazanlarla derdi müzik olan yazarları da ayırmak lazım. Müzik sektörü ne âlemde? Aslında müzik ile sektör belki de pek yan yana gelmemeli ama bizde durum bu. Popüler kültürü uzantısında ve güdümünde bir müzik anlayışı hâkim. Bu iyi müziğin önünde ciddi bir engel mi? Eğer popüler müzik varsa ticareti de vardır. Gocunacak bir şey yok. Keşke “sektör” olabilseydi diyeceğim. O zaman her rüzgârda bu kadar ağır darbeler almaz, torna tezgâhından çıkmış işlere bel bağlamazdı Türkiye pop müziği. Sektör yazarıyım derken de ülkedeki müzikal ticari ilişkilerin sektörleşmesi yolunda fikir ve kalem oynatan biriyim demek istiyorum. İyi müzik ayrı bir konu. Önemli olan bir ülkede hangi şarkının “iyi” bulunup popüler olduğu. Sizin kültür çıtanızı maalesef bu belirliyor. Daha önce gerçekleştirilen %100 Açık Sahne’de Sattas, Harun Tekin ve Bedük de sahne aldı. Tolga Akyıldız “%100 Açık Sahne” fikri ile iyi müzik yaptığı halde seyircisiyle buluşamayan, müzik mekânlarından yeterli desteği bulamayan çok sayıda yeni gruba sahne sağlıyor. Yalnızca sahne de değil, etkinliğe bu grupları ve ünlü müzisyenleri de davet ediyor. Sonuç festival gibi bir gece! Bu gece için en yakın tarih ise 15 Kasım’da garajistanbul. Bir de müzik yazarları derneği kurma çabalarınız vardı? Tam üstüne bastı! Biraz önce sözünü ettiğim ayrımın daha iyi yapılması için çalışmalar yapıyoruz. Geçen yıl “Müzik Yazarlarının Seçkisiyle 2013’ün En İyileri” albümünü yaptık. Senin de içinde olduğun birçok yazarın bir araya gelmesine vesile olduğum, albümün prodüktörü olduğum için gurur duyuyorum. Albüm projeleri devam edecek. Şimdi bir platformuz belki ama dernekleşmek de hedeflerimizden biri. İlk kitabınız.“Özür Dilerim Çok Sevdim” hayata karşı aşkı siper alan ve anlatımı güzel, derdini anlatan bir kitaptı. Var mı yeni serüvenler? Çok yakında ikinci öykü kitabım çıkacak. Ayrıca önümüzdeki yıl müzisyenler için demosundan kaydına, hukuki süreçlerinden, konserine, menajerliğine, pr’ına, sosyal medyasına, kariyer yönetimine kadar rehberlik edeceğini umduğum bir başucu kitabı yazmayı hedefliyorum. Yeri gelmişken, son olarak Müzikmentor’den bahsedelim. Şirketim Müzikmentor’un üç ana faaliyet alanı var. İlki müzisyenlere 360 derece hizmet veren bir akıl hocalığı ve süreç yönetimi fonksiyonu. Yazacağım kitapta anlatacaklarımı bire bir deneyimliyoruz çalıştığım müzisyenlerle. İkincisi, müziği pazarlama eksenlerinde gören markalara özel projeler üreten bir birim. Üçüncüsü de müzik şirketleri ile çözüm ortağı olarak çalışan proje ve sanatçı bazlı bir sistematik. İçinden müzik geçen işler yapıyorum. Müzikle ilgili iş yapmak isteyenlerin hayatını kolaylaştırıyorum. l C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle