Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
9 KASIM 2014 / SAYI 1494 3 Elveda petrol, merhaba füzyon Batılı ülkelerin kendi coğrafyaları dışında müdahale ettiği her bölge için bahane petrol! Oysa petrolün ömrünün pek de uzun olmadığı biliniyor. Dünyanın önde gelen devletleri farklı enerji kaynakları için çalışmalara çoktan başladı bile. Ortadoğu’da gördüğü her kuyunun üstüne kanlı bir satranç masası kurup savaşan ülkeler bile bu projeler için ortaklaşa çalışıyor. Bu ortaklığın en somut sonucu, on yıl sonra hayatımıza girmesi beklenen füzyon enerjisi. T ürkiye’de, enerji sektöründe birkaç yıldır gündemde can yakıcı bir şekilde duran konu, nükleer santral yapımı! Enerji ihtiyacını karşılama konusunda dışa bağımlılığımızdan, nükleer enerjinin, insan hayatı ve doğa üzerinde taşıdığı olası risklere kadar çok geniş bir çerçevede ele alınan, nükleer enerji yanında bir de, yanı başımızdaki petrol yatakları üzerinde bir süredir devam eden kanlı satranç oyunuyla bir araya gelince, enerji ve Türkiye arasındaki hassas denge daha dikkat çekici hale geliyor. Ortadoğu’nun petrol yatakları, son günlerde IŞİD, YPG, PKK Barzani, AKP ekseninde yeterince tartışıldı. Ancak işin enerji boyutundaki bir nokta neredeyse hiç konuşulmadı. Dünya üzerindeki, petrol yatakları ve diğer bilinen enerji kaynakları, insanlığın ihtiyacını ne kadar daha karşılayabilir? Bu soruya verilecek cevaplar, çeşitli ama şu noktada birleşebiliriz; petrolün, bir insan ömrü için uzun, ama bir devlet stratejisi için kısa bir zaman içinde geçerli bir enerji kaynağı olmaktan çıkacağını söyleyebiliriz. Her ne kadar, ABD ve diğer dünya devleri bugün petrol yatakları üstünde hâkimiyet kurmak adına birbirleriyle savaşsa da, gelecek için oldukça farklı planları var. Ve bir sürpriz! Petrol yatakları üzerindeki ebedi düşmanlar, bu projelerin birçoğuna ortaklaşa imza atıyorlar. DENİZ ÜLKÜTEKİN Enerji alanındaki en iyi teknisyenler ITER’de görev yapıyor. Petrol yerine deniz suyu İşte bu enerji projelerinden ve en kısa zamanda yaşamımıza girmesi muhtemel olanı ITER’i (Uluslararası Termonükleer Deneysel Reaktörü) tanıyacağız bu yazıda. Bu oluşumu bilmek için öncelikle füzyon enerjisinden bahsetmek lazım. Araştırmaları, İkinci Dünya Savaşı’nın öncesine dek uzanan ve dünya için faydalı olabilecek bir enerji türü olduğu anlaşılan füzyon enerjisi, enerji ihtiyacını karşılarken aynı zamanda kalıcılık sağlaması ve çevreye en az zarar vermesi sebebiyle bilim dünyasında popüler hale geldi. Potansiyeli, bir galon deniz suyuyla, 300 galon petrole denk enerji ihtiyacını karşılayabilecek kadar tasarruflu olan bu enerji kaynağıyla ilgili bir Reaktörden bir görüntü. tek problem var. Gündelik hayatta ihtiyaçları giderecek şekilde kullanıma sokup işlevsel kılmak. ITER de bu noktada devreye giren bir oluşum. Kökenleri, 80’lerin ortasına, ABDSSCB ittifakına uzanıyor. İki soğuk savaş düşmanı ülke, Reagan ve Gorbaçov önderliğinde magnetik füzyon araştırmaları için bir araya gelmişti. Ancak 90’ların başından yeni binyıla uzanan süreçte yaşanan siyasi gelişmeler projenin bir adım öteye taşınmasını engelledi. 2007’de, ortaya çıkan enerji problemine yönelik somut adımlar atmak isteyen, Avrupa Birliği, Çin, Hindistan, Japonya, Kore, Rusya ve ABD tarafından desteklenen organizasyon, bu ülkelerin finansmanıyla Güney Fransa’nın Cadarache bölgesinde hayata geçti. Amacı bölgede, füzyon enerjisi kullanan bir nükleer reaktör kullanmaktı ve başlangıçtaki maliyet hesaplamaları da 5 milyar Avro civarındaydı. Reaktörün 2019’da faaliyete geçmesi bekleniyordu. Ancak hem AB ülkelerinin yaşadığı kriz, hem de proje tasarımının değişmesi gibi sebepler yüzünden masrafı on kat artarak 50 milyar Avro’ya kadar ulaşan reaktörün açılışı da 2026 sonlarına ertelendi. Yaklaşık bir çeyrek yüzyıl içinde hayatımıza girmesi kesin olan bu enerji hakkında daha fazla bilgi edinmemiz için füzyon enerjisinin de ne olduğunu bilmemiz gerek. Füzyon, güneşin çekirdeğindeki harekete verilen isim. Işık ve sıcaklık, füzyon reaksiyonu sonucu olarak ortaya çıkar. Reaksiyon sırasında helyum atomuna dönüşen, hidrojen çekirdeği parçacıkları ortalığa, inanılmaz miktarda enerji saçar. İşte, ITER projesi, bu ortaya çıkan enerjiyi, insanlığın kullanımına sokmak için geliştiriliyor. Tokamak isimli bir cihazla füzyon reaksiyonu sağlanıyor. Manyetik alanlar kullanarak, plazma ısısını kontrol altına alan bu cihaz, enerjiyi reaktöre aktarıyor ve günümüz nükleer santrallarında kullanılan yakıtların işlevini görüyor. Dolayısıyla yukarıda bahsettiğimiz gibi az miktarda deniz suyuyla bile muazzam bir enerji yaratma imkânı ortaya çıkıyor. Sonuç olarak ITER projesi, günümüz enerji savaşlarında karşıt mevzilerde yer alan ülkelerin bile aynı cehpede yer aldığı bir savaş. İnsanlığın geleceği açısından, elektrikli arabalar, rüzgâr enerjisi ve daha birçok alternatif enerji kaynağı kadar önemli bir proje ve aynı zamanda önümüzdeki bin yılda, altın, petrol gibi hammaddelerin yerini alacak su ve diğer enerji kaynakları açısından stratejik düşünme anlamında iyi bir başlangıç noktası. l Dünyanın en pahalı enstrümanını çalacak Gezi eylemleri sırasında New York’ta yaşayan Türk müzisyenlerle “New York’lu Çapulcular Grubu”nu kuran ve “Şimdi İstanbul’da Olmak Vardı” videosuyla izlenme rekorları kıran dünyaca ünlü viyola sanatçımız Mehmet Aydın, ünlü müzayede evi Sothebys’den 45 milyon dolar değerindeki dünyanın en pahalı enstrümanı Stradivarius McDonald viyolayı denemek üzere davet edildi. New York’ta yaşayan viyola sanatçısı Mehmet Aydın, şu aralar oldukça heyecanlı. Bir yandan son grubu Offlift’le yeni albümlerinin kayıt çalışmaları, diğer yandan dünyanın en ünlü davulcularından Mike Smith’le çıkacakları turnenin hazırlıkları sanatçıyı heyecanlandırırken aldığı bir davetle heyecan katsayısını artırdı. Bu davet ne bir konser, ne albüm kayıdı ne de film MİYASE müziği davetiydi. Dünyanın en pahalı İLKNUR enstürmanını çalma daveti almıştı Ünlü müzayede evi Sotheby’s, 45 milyon dolar değerindeki dünyanın en pahalı enstrümanı Stradivarius McDonald viyolayı denemesi için Mehmet Aydın’ı davet etti. Mehmet Aydın, genç bir viyola sanatçısı olmasına karşın kariyerine birçok başarı sığdırmış. Dünyanın ünlü orkestraları ve grupları ile konserler verdi, ortak albüm çalışmalarına imza attı. Yaptığı film, belgesel ve reklam müzikleri ile ödüller kazandı. Müzik yaşamına 1993 yılında Ankara Hacettepe Devlet Konservatuvarı’nda başlamıştı.1998 yılında New York’ta ünlü Juilliard Sanat Okulu’na Pre College sınavını kazanarak kabul edildikten bir süre sonra Juilliard Orkestrası’nda grup şefi seçildi. Carnegie Hall’da konser veren New York Youth Senfonisine davet edildi ve grup şefi yardımcısı olarak 3 yıl boyunca çeşitli konserlere katılan Mehmet Aydın, Juilliard’da viyola çalışmaları sürerken bir yandan beste dersleri aldı ve yaptığı ilk önemli ve Türk motiflerinden oluşan bestesi “Infinity”, Fairfield County Composers Showcase beste yarışmasında en iyi beste ödülünü aldı. Üniversiteye bursla New England Conservatory’de devam etti. Sanatçı burada ilk deneysel elektronik müzik beste çalışmalarına başladı. Aydın’ın elektronik müzik bestelerinin sayısı 30’u aşkın. Los Angeles’da Henry Mancini Institute’a davet edilip Burt Bacahrach, Christian McBride ve Kenny Werner gibi müzisyenlerle, masterini yaptığı San Francisco’da ise rock grubu Goldenhearts’in üyesi olarak birçok festivalde ve ünlü Filmore sahnesinde binlerce kişiye konser verdi. Konser ve CD kayıtları ile de sınırla kalmadı çalışmaları. Film ve reklam müziği dalında da yaptığı çalışmalarla ödüller kazandı. Greenwich Chamber Music Society’den performans dalında birincilik ödülü aldı. İstanbul’da Borusan İstanbul Filarmoni ve CRR İstanbul Senfoni orkestralarında, Kamerata İstanbul, Borusan Oda Orkestrası’nda görev aldı. Diğer yandan da ünlü reklam müziği şirketi Jingle Mingle’da çalışmalar yaptı. San Francisco’da masterini tamamladıktan sonra New York’a taşınan Mehmet Aydın, Myth of Mitch, Heather Christian ve Krystle Warren’nun CD’lerinde çaldı. Film yapımcısı Cansu Boğuslu’nun üç kısa filmine müzik yaptı. Bunlardan “Unbroken” filmi Akbank Kısa Film Festival’inde ödül aldı ve birçok sinemada gösterildi. Gezi eylemleri sırasında New York’ta yasayan Türk müzisyenlerle bir araya gelerek New York’lu Çapulcular grubunu kurdu. “Şimdi İstanbul’da Olmak Vardı” videosuyla YouTube ve diğer sitelerde 500 binin üzerinde izlenerek rekor kırdı. NPR ve NY Times’da olumlu eleştiriler alan alan Ensemble LPR’la aktif bir müzisyen olarak çalışıyor ve diğer yandan sözü edilen gruplarla ve yeni grubu Offlift’le yeni albüm kayıtlarına başladı. Grubunda yer alan dünyanın en ünlü davulcularından Mike Smith’le birlikte yeni kayıtlara başladı ve uzun bir turneye hazırlanıyor. Halen Rutgers Universitesi’nde doktora yapan sanatçının bu başarılarından sonra aldığı bir davet var ki, kolay kolay bir sanatçıya nasip olmayacak cinsten. Ünlü müzayede evi Sothebys’den 45 milyon dolar değerindeki dünyanın en pahalı enstrümanı Stradivarius McDonald viyolayı denemek üzere davet edildi. Mehmet Aydın, bu davetle ilgili duygularını şöyle ifade ediyor: “Dünyanın en pahalı entürmanını çalmak çok heyecan verici. Bugüne kadar birçok ünlü grupla sahneye çıktım, ünlü şeflerle çalıştım ve pek çok dünya starıyla ortak albüm kayıtlarına imza attım. Ama dünyanın en pahalı enstürmanı 45 milyon dolarlık viyolasını denemek üzere beni davet etleri çok gurur verici bir olay.” l “Bir Avuç Cesur İnsan” filminden. İ Dünya ekolojisi Bozcaada’da seyredildi nsanı dinç tutan bir soğuk eşlik ediyor yolculuğumuza. Gece Kabataş’tan başlayan yol, sabah Bozcaada’da son buluyor. Mevsimin kışa dönmeye hazırlandığı bu zamanda Bozcaada işimiz mi ne? Bu sene ilki yapılan Bozcaada Uluslararası Ekolojik Film Festivali (BİFED) için buradayız. Bozcaada Belediyesi ve Bozcaada Turizm İşletmeleri Derneği (BOZTİD) tarafından düzenlenen festivalde, Su, Şehir, Yeryüzü, Küreselleşme, Yerel, Emek, Direniş, KALAN ve Anke Atamer Çocuk Filmleri başlığı altında 40 belgesel ve kısa film gösterildi. Yarışma bölümündeki 20 filmse dünyanın 30 farklı ülkesinden gelen 170 film arasından seçilmiş. Amaç net; “Yaşadığımız dünyanın sorunları ve zenginlikleriyle ilgili sanatsal üretimlerin oluşumuna ve sunumuna yeni bir neden oluşturmak; ülkemizde ekoloji konusunda ciddi ve bağımsız bir platform yaratılmasına öncülük etmek ve bu çalışmaları ödüllendirmek; adanın ve yörenin ekolojik sorunlarıyla ilgili bilim insanlarını ve sanatçıları bir araya getirmek; dostluk ve barışa katkıda bulunmak”… Dört gün boyunca Bozcaada’nın doğal güzellikleri, dinginliği içerisinde belgesel izlemenin keyfi başka. Ancak tema çevre olunca, her toprağın, suyun rantla eşdeğer tutulduğu böylesi bir dönemde izlediğimiz belgeseller içimizi acıtıyor zaman zaman. Ergene Nehri’nin kurutulma hikâyesi “Gündöndü”, yüksek fiyatlar nedeniyle barınma haklarından olan Yeşil Burun Adalıları anlatan “Teneke Ev”, büyüyen ekonominin yan etkileri ve biyoteknolojinin yaygın kullanımıyla tarım krizine sürüklenen Hindistan’daki bir çiftçi ailenin hikâyesini anlatan “Pamuktan Hayaller”de mesela. Yine de festivalin yoğun duygusu, umut. Yarışma bölümünden Fethi Kayaalp anısına hitap edilen birincilik ödülüyle ayrılan “Bir Avuç Cesur İnsan” da bunun kanıtı. Rüya Arzu Köksal’ın yönetmenliğini yaptığı film, “Türkiye’de yaşanan ama bütün dünyada benzerlerine rastladığımız, hayati öneme sahip bir çevre mücadelesini, aktivizm ruhunu kutlayarak ve bize, mizah duygusu ve insancıllığıyla ilham vererek” anlatıyor. İkincilik ödülü; yerinden yurdundan edilmiş birinin gittiği yerdeki insanları ve evi kendi insanları kılması, dağları ve nehirleri kendi dağları ve nehirleri bilmesi ve dönüştürmesi; savaşların adaletsiz ve kirli yüzüne rağmen yaşamı, doğayı ve insanı doğallıkla ve inatla savunduğu için Mano Khalil’in yönettiği “Arı Yetiştiricisi”ne verildi. Üçüncülükse insanın toprak aidiyeti ve ilişkisini yalın, güçlü ve şiirsel bir sinematografiyle anlatabilme başarısından dolayı Farida Pacha’nın “Benim Adım Tuz” filminin oldu. l C M Y B