14 Haziran 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 30 KASIM 2014 / SAYI 1497 Milyarder olmanın tek yolu ranttır Emin Çapa ekonomideki istikrarın büyük bir illüzyondan ibaret olduğunu söylerken gelir dağılımındaki büyüyen uçurumu hatırlatıyor. “AKP iktidara geldiğinde Türkiye’de üç dolar milyarderi vardı. Şimdi 43’e yükseldi. Ekonomide herkes bilir ki sanayiden kısa dönemde milyarder olunmaz, milyarder olmanın tek yolu ranttır” diyor. Söyleşiler: ALİ DENİZ USLU Sosyal medyaya göre dört kez kovuldum Sosyal medya da sizi sık sık kovuyor işinizden. Sosyal medyaya göre ben şu ana kadar dört kere kovuldum. Ben ekonomiciyim ama benim ilişkim gelir dağılımı ve yoksullukla. Borsa, döviz ekonomik anlamda beni çekmiyor. Hayatımda da durum bu. Gündelik hayatımı sürdürmek için ihtiyaç duyduğum para o kadar az ki bunu her yerde, her şekilde kazanırım. Mesela belediyenin bahçıvanlık kursuna gittim, sertifikamı aldım. İşsizler için açılan bir kurstu. En kötüsü bahçıvanlık yaparım ve çok mutlu da olurum. İşte bu dünya görüşü bana özgürlük kazandırıyor. Gezi’de de sokaktaydım, 1 Mayıs’ta da... Toplamda altı kere plastik mermi ile vuruldum. Türkiye evriminin neresinde? Tartışmaya ve itiraza hoşgörünün yok olduğu bir ülkeye dönüştük. Gençliğimde Süleyman Demirel’i ne kadar eleştirmiştim. Hâlâ da eleştiririm ama Necmettin Erbakan ve Demirel bile ne demokrat adamlarmış bugüne göre! Artık nefes almakta zorlanıyoruz elbette burada basının suçu büyük. Burjuvazi ve halk da buna ortaklık ediyor. Basın özgürlüğüne basından ziyade halkın ihtiyacı var. Dün basın özgürlüğüne başkaları ihtiyaç duyuyordu, bugün başkaları, yarın da başkaları... Yarın bugünün iktidarı da buna ihtiyaç duyacak. Ekonominin durumu nasıl, istikrar denen şey sanal mı? Hükümet tarafından bilinçli bir şekilde yayılan ve yandaş medyanın desteklediği ekonomideki büyüme hikâyesi ki “hikâye” hatta “masal”. Bunun arkasında siyasi istikrarın olduğu iddiası masal. Böylece bize hükümetin düzenli seçim kazanmasının ekonomik olarak halkın çıkarına olduğu fikri dayatılıyor. İki tarafı da yalan. Dünyanın en istikrarsız ülkelerinden biri İtalya, dünyanın en büyük ekonomilerinden, refah ve mutluluk endeksinde de yukarılarda. Yani olay başka! Ülke istibdat ile yönetilsin ama zenginleşsin mi diyelim? Kişi başına 40 bin dolar milli gelir olsun ama dikdatörlükle yönetilelim. Bunu kabul edebilecek birileri var mı? Ya büyüme? Büyüme bir illüzyon, çünkü doksanlı yıllardaki kayıplar üzerine yapılan her şey gözümüze çok büyük göründü. İkincisi de Türkiye büyüme kaynağını değiştirdi. Sanayi payı yüzde 15’lere düştü. Büyüme kaynağı neye döndü? İnşaat! Dubai, inşaat ile büyüyebilir Türkiye değil. Tasarruf oranı düştü, dışa bağımlılık hızla artıyor. En önemlisi insanlar arasındaki gelir dağılımı koptu gidiyor. AKP iktidara geldiğinde Türkiye’de üç dolar milyarderi vardı. Kaynak; Forbes. Şimdi 43! On dört kat artmış. Dünyada bu oran dört kat arttı. Nasıl oldu bu iş? Ekonomide herkes bilir sanayiden kısa dönemde milyarder olunmaz, milyarder olmanın tek yolu ranttır. Bir yerde rant vardır o aktarılır. Termodinamik yasalar bize bir şey söyler; hiçbir şey yoktan var olmaz, vardan yok olmaz. Yani birileri anormal zenginleşiyorsa birilerinden alınıyordur. Hedef 2023, dünyada ilk on ekonomi ama? Türkiye son yüksek büyümesini 2011 yılında yaşadı. Artık tersine gidiyor. Yıllık büyüme yüzde üç. Ekonomik olarak kırılma siz fark etmesenizde gerçekleşti. Bilimde teklonojide ilerlemek eğitime bağlı ama PISA’nın yaptığı araştırmanın sonuçları ortada; 65 ülke içinde fen bilimlerinde 43. Matematikte 44. Okuduğunu anlama (kendi dilinde) 42. Türkiye. Yani bu eğitim seviyesiyle dünyanın en gelişmiş 10. ekonomisi olmak çok net söylüyorum mümkün değil! l E min Çapa CNN TÜRK Ekonomi Müdürü. Ekonomiden ve ekonomik parametrelerden zerre çakmayanlar bile Çapa’yı izliyor. Çünkü o aslında dünya dertlerini anlatıyor. Her şeyin karmaşıklaştırıldığı ve flulaştığı yeni dünyada sade ve anlaşılır bir dil kullanıyor. “Dünyanın 1001 Hali” isimli programında tarihte güzelliği anlatırken Rubens’in “Üç Güzeller” tablosunda kadınların popolarını ve göğüslerini RTÜK baskısı nedeniyle sansürlemesi ve bunu programında dile getirmesi Çapa’ya özgü bir tarz. “Dünyanın 1001 Hali” isimli programınızda Rubens’in “Üç Güzeller” tablosuna uyguladığınız otosansür ile aslında “budur memleketin hali” dediniz. Ama tepkiler farklı geldi. Programda bize dayatılan güzellik endüstrisini eleştirmek istiyordum. Modasıyla, zayıflama merkezleriyle, ilaçlarıyla, turizmiyle güzellik sektörünü eleştirmek ve dünya tarihine bunun üzerinden tarihsel bir yolculuk yapmak istedim. Sanat tarihinden kadınların olduğu eserler seçtim. Bunları grafiğe yolladım, resimleri “blurlamamız” lazım diye döndüler. Şaşırdım! Elbette sansürün nerelere kadar sızdığını biliyorum ama sanat tarihi eserinin sansürleneceği aklıma gelmezdi. Avukatlarla konuştuk, “çok büyük ceza alırız, kapatmaya bile gidebilir” dediler. İşte o zaman resmi blurlayıp, yayında söylenmeyi kafaya koydum. Yayından bir saat önce eserde Eros’un da olduğunu fark ettik, çocuk aşk tanrısı Eros. Ve doğal olarak cinsel organı ortada! Aklımızı kaçırdığımızı düşündüm ama onu da sansürledik. Yaşadığımız bu Türkiye’nin ne hale geldiği açısından önemliydi, insanlar bunu bilsin istedim. Sonuçta bunu yayında söyledim, eleştirimi yaptım. Tabii yayını izlemeyip, söylediklerimi dinlemeden “sansürcü” damgası yedim. Basından sizi arayıp “Nedir hikâye?” diyen olmadı mı? Beni basından bir tek “Diken” aradı. Arasalardı onu bırak, haber yapmadan yayını izleselerdi her şey ortaya çıkacaktı zaten. Bu anlamda hem Türkiye’nin hem de medyanın halini ortaya koyduk. Üstümüzdeki baskının kanıtıydı otosansürümüz. İşin özü; otosansür sansürden çok daha güçlü, içselleştirdik bunu. İktidarın da olayı bu. Zaten Türkiye’de bazı tartışılmazlar var, mesela aile yapısı. Kuzey Kore, Doğu Bloğu medyasına dönüştük. İşin tuhaf kısmı halkın bir kısmının da bunu desteklemesi. Gazetecinin, habercinin varlık nedeni eleştirmek, alkışlamak değil. Zaten yapması gerekeni yaptığı için alkışlanmaz hiçbir siyasetçi. İktidarın da nefes almamızı zorlaştıran bir iklim yarattığını kabul etmek gerekir. l Her şeyi araştırıyorum ama cahil öleceğim “Dünyanın 1001 Hali” programı nereden çıktı bu arada? Modern insan bilime sırtını dönüyor. Astronomi ile astrolojiyi aynı şey sananlar o kadar çok ki? Astroloji modern insanın ortaçağ zihniyetine dönmesidir, kibiriyle imtihanıdır. Batılın batılı yani. Bilim programı da bu yüzden yapıyorum. Kimya, fizik, tıp okuyorum. Çin tıpta o kadar yol aldı ki Amerika yanına bile yaklaşamıyor. Tıp insana tanrı rolünü vermeye hazırlanıyor. İnanılmaz bir gelecek var önümüzde, bundan geri kalırsanız çok şaşırırsınız. Bizim TÜBİTAK şu an “evrim” diyemiyor. Başka söze ne hacet! Hayatım boyunca bilme, öğrenme konusunda açlık çekiyorum, her şeyi okumak öğrenmek istiyorum ama yine de çok cahil öleceğim! l Omurgasızlara meydanı boş bırakmamanın kitabı Gazeteci yazar Merdan Yanardağ, Liberal İhanet’te Türkiye’nin demokratik gerekçelerle siyasal İslamcılara teslim edilmesinde önemli rol oynayan liberallere ve sol liberallere ayna tutmayı deniyor. “Döneklik zor şey, bir kez ihanet ettiğiniz zaman herkesi ihanete zorlamaya başlarsınız” diyor. eni kitabı Liberal İhanet’te son döneme damga vuran siyasi davalarda, manşetlerde ve gazete köşelerinde iktidar ve cemaat tetikçiliği yapanları bir bir ele alan Merdan Yanardağ, süreci siyasal ve entelektüel tarihimizdeki en büyük aydın ihaneti olarak tanımlıyor. “Tarihimizin bu en büyük, yaygın ve alçaltıcı aydın ihaneti ile entelektüel ve ahlaki bakımdan bir hesaplaşmayı gerçekleştirmeden Türkiye’nin temiz bir gelecek kurması mümkün değil!” diyor. “Liberel İhanet” karşı duruş için bir el kitabı, belki de geleceğe kurulu bir hatırlatma ama ilk olarak sizin bu kitaptaki derdiniz neydi? “Liberal İhanet” kitabını yazma amacım, Türkiye’nin “demokratik” gerekçelerle İslamcı faşizan bir rejime teslim edilme sürecinde belirleyici rol oynayan, önemli bölümü sol kökenli liberallerle ideolojik, siyasal, felsefi ve ahlaki planda hesaplaşmaktı. Deyim uygunsa, sağı ve soluyla liberalleri tarih ve toplum önünde işledikleri yüz kızartıcı suç nedeniyle teşhir ve mahkum etmekti. Özellikle soldan gelen liberallerin “demokratik” ve “özgürlükçü” gerekçelerle siyasal İslamcı bir iktidara toplumdan ideolojik bir onay/rıza üretmek için yaptıkları bugün Türkiye’nin yaşadığı siyasal ve ahlaki krizin temel nedenini oluşturuyor. Ortada tam anlamıyla bir rezalet var. Öyle ki, Türkiye’nin gerici dönüşümünün önündeki bütün direniş reflekslerinin de kırılmasına yol açan liberal aydınların bu büyük ihaneti, halen artçı sarsıntılarıyla devam eden çok yıkıcı sonuçlara yol açıyor. Y Kitapta yöntem olarak, sadece olaylar ve kişiler üzerinden bir dönemin hikâyesini anlatmadım. Elbette kişiler ve olaylar da geniş yer tutuyor. Ama aynı zamanda ideolojik, felsefi ve teorik düzeyde de bir tartışma ve hesaplaşmayı gerçekleştirmeyi seçtim. Bu kitap bir anlamda, liberallerin 12 Eylül 1980’den, özellikle de sosyalist sistemin çözülüşünden (1990) sonra artarak gelişen ideolojik ve entelektüel inisiyatiflerin bir anlamda sona erdiğini ilan ediyor. Herkesin ihanet ettiği yerde “hain” yoktur “Döneklik zor şey, bir kez ihanet ettiğiniz zaman herkesi ihanete zorlamaya başlarsınız” diyorsunuz. Ama öyle görünüyor ki “döneklik” bir politika, bir yaşam tarzı ve felsefesi. Türkiye’nin gerici, mezhepçi ve faşizan bir gücün eline düşmesinde belli bir aydın kesiminin ve liberallerin ihaneti belirleyici oldu. Eğer bu aydın ihaneti ve özgürlükçü gerekçelerle rasyonalize edilen “döneklik” olmasaydı, ufukları imam hatip tedrisatıyla sınırlı, görgüsüz, bilgisiz, donanımsız bir kadronun bu büyük ülkeye el koyması imkânsızdı. Çünkü iki yüzyıllık bir aydınlanma ve modernleşme geleneği ve devrimci birikimi olan Türkiye, Abdülhamit gericiliğine ve kasaba yobazlığına kolay kolay teslim olamazdı. Ancak çoğu soldan gelen, hatta önemli bölümü ateist olan ve seküler bir yaşam sürdüren bu liberal aydınlar televizyonlara çıkıp, “bir tehlike yok, ülke demokratikleşiyor” dediler. AKPCemaat koalisyonunun darbecilere, askeri vesayet rejimine karşı mücadele ettiği yalanının sözcülüğünü yaptılar. Liberaller, siyasal İslamcıların bilgi, görgü ve deneyim açıklarını kapattı. İslamcıları dünyaya Türkiye’yi demokratikleştirecek bir güç olarak sundular. Kendi hayatlarına, değerlerine, dostlarına, ait oldukları sınıflara, bir parçası oldukları halklara ya da ülkelerine ihanet edenler, bilinçaltlarında bu suçun ağırlığı altında ezilirler. Bu nedenle herkesi ihanete zorlarlar. Çünkü herkesin ihanet ettiği yerde “hain” yoktur. Türkiye solu flu, hatta muamma. Bu fotoğraf ne zaman netleşecek? Zor bir soru, ama şunları söyleyebilirim; ya liberaller solun yakasından düşmeli ya da sol yakasını bu liberallerden kurtarmalıdır. Siyasal ve entelektüel birer enkaza dönüşen liberallerin kendiliğinden solun yakasından düşeceğini sanmıyorum. Eğer sol yakasını liberallerden kurtaramaz ve bir zihin ve alan temizliğini gerçekleştirerek devrimci ve tarihsel referans zeminlerine dönemezse bütünüyle tasfiye olacaktır. Zaten politik bakımdan çok daralan solun bunu başarması gerekiyor. Çünkü liberallik Türkiye’de siyasal, edebi ve ahlaki bir alçalmanın adı oldu. Kitabın amacının liberal ihaneti yenilgiye uğratmak, sağ ve sol liberallerin terörize ettiği entelektüel iklimi değiştirmek olduğunu yazıyorsunuz. Peki bundan umutlu musunuz? Zor bir işe giriştiğimin farkındayım. Çünkü iktidar gücünü arkasına alan; başta medya olmak üzere entelektüel, siyasal ve kültürel üretim ortamını büyük ölçüde kontrolünde tutan; dahası sınır tanımayan bir şirretlikle bu ortamı terörize eden liberallerle bu çapta bir hesaplaşmaya girişmek kolay değildi. İşte ben bu döneme son vermeyi, liberallerin terörize ettiği entelektüel ve siyasal ortamda bir mıntıka temizliği yapmayı amaçladım. Bu anlamda kitabın amacına büyük ölçüde ulaştığını sanıyorum. Yani umutluyum. Gezi Direnişi ve Haziran Eylemleri’nin bu anlamda anlamı nedir? Gezi Direnişi ve Haziran İsyanı liberallerin yarattığı “demokratikleşme, gelişme, askeri vesayete son verme ve özgürlük” illizyonunu dağıttı. Çünkü Gezi Direnişi ve Haziran Eylemleri aynı zamanda o güne kadar liberallerin savunduğu bütün tezlere karşı da bir isyan, hatta öfke patlamasıdır. Toplum “yeter” dedi, “Size inanmıyoruz, yalan söylüyorsunuz.” Özetle Gezi Direnişi ve Haziran Eylemleri liberallerin yenilgisidir. Ben bu kitapta bu yenilginin nedenlerini ortaya koymaya çalıştım. Deyim uygunsa, bu “infaz” yargısız olmasın istedim. Aydın ihanet eder mi ya da ihanet eden aydın mıdır? Evet aydın ihanet de eder. Çünkü aydınlar yeryüzünde kendi sınıflarını, dünya görüşlerini, siyasal saflarını ve ahlaklarını kendileri seçen tek toplumsal kesimdir. Bazen bu ihanetin felsefi nedenleri ve görece “samimi” gerekçeleri olabileceği gibi, çoğu kez de para, korku, iktidardan ve servetten pay alma ihtirası da belirleyici rol oynayabilir. Gelecekten günümüze bakalım, şimdi yaptıklarından utanan, omurgasızlar mı göreceğiz, yoksa değişen zamana ayak uyduran bukalemunlar mı? Ben daha çok omurgasız bukalemunları göreceğimizi düşünüyorum. İşte Liberal İhanet’, söz konusu omurgasızlara meydanı boş bırakmamanın kitabı olsun istedim. l C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle