22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 Ben hâlâ yarı göçebeyim Meclis’in en çok gezen milletvekillerinden biri o. Bunu sosyal medyadaki paylaşımlarından biliyoruz. Bir bakıyorsunuz bir dağ köyünde düğünde, bir bakıyorsunuz bir sahil kasabasında festivalde. Bir de bakıyorsunuz ki, ülkenin ta öbür ucundaki bir cezaevini ziyarette. Bu kadar çok gezmesinin sırrını şöyle açıklıyor Nurettin Demir: “Yörük çocuğu olduğum için ta beş yaşlarında iken gâh davar peşinde gâh eşeğin önünde kılavuzluk yaptım. Çalışmak ve gezmek beni yormaz. Hem hâlâ atalarım gibi yarı göçebeyim.” endisiyle ilk tanışmamız Ankara’nın ünlü restoranlarından birinde bir dost sofrasında olmuştu. Henüz milletvekili değildi. Milletvekilliğe hevesli bir bürokrattı. Gazeteci olduğumuzu öğrenince “Siz bilirsiniz acaba Muğla’da merkez yoklaması mı önseçim mi yaparlar?” MİYASE diye sormuştu. Biz de bürokrat İLKNUR olmasına bakarak “herhalde merkez yoklaması” istiyor diye düşünmüştük. Arkasından da eklemişti: “İnşallah önseçim yaparlar. Örgüt önseçim istiyor.” O gün habis ruhumuz şaha kalkmış olacak ki, “Hıh sanki çıkacak. Tıp Fakültesi Dekanı olmakla önseçimden çıkılmıyor efendi” diye onun duymayacağı şekilde mırıldanmıştık. Muğla’da önseçim kararı alınınca özellikle meraklanıp takip ettik. Bu özgüveni yüksek bürokratın hali pürmelali nice olacak deyi. Önseçimde ikinci sıraya yerleşerek bizi fena halde mahcup etti. İlk sıradaki kişinin sanatçı olduğu gözönüne alındığında başarısının önemi daha da anlaşılır. Milletvekili olmasından sonra da şaşırtmaya devam etti Nurettin Demir. Anadolu illerinden gelen milletvekillerinin bir çoğunun yaptığı gibi yöresinde yetişen bir ürünü Meclis kürsüsünden sallayarak “halkımızın hali perişan ürünümüz paha etmiyor” gibisinden politikalar yerine insan hakları, cezaevi koşulları, basın özgürlüğü gibi konularda kendi deyimiyle CHP’nin “hiperaktif çocukları” Veli Ağbaba ve Özgür Özel’le birlikte ortalığın tozunu attırıyorlar. Nurettin Demir, her yörük gibi çobanlık yapan bir ailede gözünü açmış. Yayla yollarında davar gütmüş, eşeğin önünde kılavuzluk yapmış. Bugünlerde yerden yere vurulan Cumhuriyet’in fırsat eşitliği sayesinde parasız yatılı devlet okullarından akademisyenliğe ve Tıp Fakültesi Dekanlığı’na kadar yükselmiş. İlginç bir öykü onunkisi. “Kalemi Kırılan Gazeteciler” kitabını imzaya geldiğinde konuştuk Demir’le... Nasıl bir çocukluk yaşadınız? Ben Fethiye Göcek’in Pırnaz yaylasında eylül ayında bir ceviz ağacının altında doğmuşum. Annem beni doğurduğunda 16 yaşındaymış. Fethiyeye’ye bağlı olan Pırnaz, şimdi Burdur’un Gölhisar ilçesine bağlı Elmalıyurt oluyor. Yörük çocuğuyum. Göçebe yörüklerden miydi sizinkiler? Yarı göçebe diyebiliriz. O zaman Göcek’in 6 tane önemli yaylası varmış. En uzun yolculuğu olan yaylası da bu Pırnaz. Biz dedemlerle birlikte 5 günde davarların arkasından ancak gidebiliyorduk o yaylaya. Yazın yaylada kışın seyirde bulunuyorduk. Dokuz yaşına kadar ben o yayla yolculuğuna katılmıştım. Babam okula gidemediği için okumak içinde ukde olarak kalmış. Çobanlıktan sonra Etibank’a duvar işçisi olarak girmiş. O duvar işçisiyken ben ilkokulu bitirdim. Sonra Buca’da parasız yatılı devlet okulunda ortaokulu okudum. Köyde o zaman okuyan yok. Herkes krom madeninde çalışıyor. O nedenle köyde ilk okuyanlardan sayılırım. K Havacı olacakken güzel Rum kızlarının hayali ile Heybeliada Deniz Lisesi’nin yolunu tutar. Deniz Lisesi’nde öğrenci iken (solda). Tıp öğrenciliği sırasında önce Hikmet Kıvılcımlı hareketine yakın duran Demir, sonradan Kurtuluşçu olur. Doktorluk yıllarında profesyonel devrimcilik yaparken eğlenme de ihmal edilmez (en üstte). Yörük bir ailenin çocuğu olan Nurettin Demir, bölgesindeki her etkinliğe katılır. Kâh yayla da kâh sahilde görmek mümkün (üstte). Fotoğraf: NECATİ SAVAŞ tutup çekiştirdi. “Ama benim param yok ki” dedim. “Boş ver ben de var” dedi. Biz iki çılgın otobüsle İstanbul’a gittik. O zaman daha 12 yaşındayız. Galata’dan vapura binip Heybeliada’ya geçtik. Fırsat bulunca ben babamı aradım telefonla. O zaman telefonlar hemen bağlanmıyor malumunuz. Yazdırıyorsunuz. Ben postaneden babamı istettim. Babam işi gücü bırakmış merakla postaneye gelmiş. “Sen nerdesin, beni niye çağırttın telefona’ diye soruyor. İstanbul’da olduğumu söyleyince, “Gözün körolmasın ne işin var İstanbul’da “diye çıkıştı. Ben de güzel Rum kızları bölümünü atlayıp hikâyeyi anlattım. Biraz kızdı ama çok da üstüme gelmedi. Ben üç yıl Heybeliada Deniz Lisesi’nde okudum. 1968’ten 12 Mart darbesine kadar sol ve devrimcilik rüzgârı denizci öğrencileri oldukça etkiledi. Zaman zaman haftasonları okuldan kaçıp dönemin gençlik liderlerinin forumlarına giderdik. İTÜ’de Deniz Gezmiş’in konuştuğu bir foruma da katılmıştık. Askeri lisede üniversite sınavlarına girmek yasaktı. Özellikle Sarp Kuray ve Ali Kırca’nın denizciler arasında devrimcilik faaliyetleri nedeniyle gözetim altındaydık. Haftasonları bu nedenle bizlere izin vermezlerdi. Üniversite sınavlarına girebilmek için askeri doktor ayarlayıp Kasımpaşa Askeri Hastanesi’ne sevk ayarladık. Sonuçta ben Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazandım. Tıbbiyeyi kazanınca askeriyeyi kendi isteğimle bıraktım. Üçüncü sıradan aday oldum. 2007 seçimleri öncesinde Muğla Tıp Fakültesi Dekanı’ydım. “Bu kez de Muğla’da şansımı deneyeyim” dedim. Önseçimden ikinci çıktım ve CHP Muğla milletvekili olarak karşınızdayım. Seçildikten sonra biz sizin parlamentoda üniversite ve sağlık konusunda sözü olan bir milletvekili olacağınızı düşünüyorduk ama siz insan hakları konusunda öne çıktınız, nasıl oldu bu iş? Parti içinde görevlendirmeler olurken, bizim partinin hiperaktif çocukları Veli Ağbaba, Özgür Özel, “Cezaevi izleme komisyonunda bir de abi olsun aramızda, bize arada bir dur der, yön gösterir” diye konuşup bana geldiler, “Abi sen de bizim grupta olur musun, bir Abi olsun aramızda” dediler. Ben de “size ayak uyduramam siz hem genç hem de diğer gençlere oranla hiperaktifsiniz” dedim. Ama beni ikna ettiler ve ekibe dahil olduk. İyi ki de olduk. Bu süreçte oldukça iyi çalışmalar yaptık. Çünkü Türkiye’nin gerçek yüzünün cezaevleri olduğunu gördük. İşkencelerin, hak ihlallerinin yaşandığı yerler olduğu söylenirdi ama duyar geçerdik. Ama yaklaşık 150 cezaevinde 1500 kişiyi görüp o kişilerin mağduriyetine tanık olduktan sonra Türkiye’nin gerçek yüzünün cezaevleri olduğunu gördük. Bu komisyon görevi sadece izlemek değil aynı zamanda olan biteni belgelemek sanırım. Balyoz kumpasından sonra şimdi de ikinci kitap geldi. Kalemi Kırılan Gazeteciler. Benim daha önce iki kitabım vardı. Birincisi Şadan Gökovalı ile birlikte “Veli Lök” ile ilgili bir anılar kitabı yayımlamıştık. Veli Lök, Türkiye’de işkence ile mücadele eden hem hem bilim adamı ve siyasetçi. İşkenceyi tıbbi kanıtlarla ortaya koyduğu için Türkiye’yi Avrupa’da mahkum ettiren hocamız. Ayrıca bir de gebelikle ilgili mesleki bir kitabım vardı. Daha sonra komisyon olarak yazdığımız raporlardan oluşan bir yazarlık süreci de başlamış oldu. Bu kitabı AKP iktidarı döneminde basının üzerindeki baskıyı tarihe not düşmek için yazdık. Güzel bir kitap oldu. Cumhuriyet yayınları bu konuda bize büyük bir destek sağladı, editörümüz de bizi iyi yönlendirdi. Ortaokuldan sonra Heybeliada Deniz Lisesi’ni kazandım. Daha doğrusu orayı tercih etmek zorunda kaldım. Neden zorunda kaldınız, sizi zorlayan mı oldu? İlginç bir öyküdür bu. Puanım İzmir Hava Lisesi’ne de yetiyordu ve oraya başvurdum. Sağlık ve spor elemeleri vardı. O nedenle ilk gece Hava Lisesi’nin öğrenci koğuşunda yattım. Yatakhanede üst ranzada bir Ankaralı arkadaş kalıyordu. Sabah saat 5’te kalktı. Niye erkenden kalktığını sorduğumda, “Ben İstanbul’a gideceğim Heybeliada Deniz Lisesi’ni kazandım oraya kaydolacağım” dedi. Ben de “İşte Hava Lisesi’ne gelmişiz niye buraya kaydolmuyorsun” diye sordum. “Yok. Ben dün bütün İzmir’i dolaştım İzmir’in kızlarında iş yok. Heybeliada’da güzel Rum kızları var ” deyince benim kafam karıştı. “Ben de kazandım Heybeliada Deniz Lisesi”ni dedim. O zaman “Ne duruyorsun hadi gidelim” diye kolumdan Öğrenci iken doktorcuydu 80’de Diyarbakır Cezaevi doktoru Darbe dönemlerinde Diyarbakır Cezaevi’nde doktorluk yapmışsınız sanırım? 1980 ihtilali olmuş ve darbenin en ağır koşullarında ben Diyarbakır’da askerim. O bölgede Mardin’den Urfa’ya Elazığ’a kadar hekim yok. Biz 6 hekimle bütün bölgeye sağlık hizmeti veriyorduk. Diyarbakır Cezaevi’nde Kadın Koğuşu’nun sağlık sorumlusuyum. O baskıcı dönemi yaşadım. Cezaevi Müdürü Esat Oktay Yıldıran’la da orda tanışmıştık. O dönemde birçok mahkum hastayı kolladığım için tehdit de alıyordum. Askerliği bitirdikten sonra İzmir’e Eğitim Araştırma Hastanesi’ne başasistan olarak geldim. Sonra dışarıdan doçent oldum. Ardından da başhekim oldum. l Güzel Rum kızları ne oldu? Kızlara gelince; bir kere okuldan bizi gündüzleri pek çıkartmazlardı. Geceleri C kapısından kaçıp hemşirelik okulunun önünde soluğu alırdık. 1963 yılında başlayan Kıbrıs gerilimi nedeniyle Ada’daki Rumların çoğu Yunanistan’a gittiler. Biz de gündüzleri dışarı çıkamadığımız için o kızların hayali ile üç sene geçti. Rum kızları sadece hayallerimizde vardı. Velhasılı iki bayan öğretmenimiz dışında pek kız görmedik. Üniversite yıllarında siyasetle ilgilendiniz mi? Devrimci düşünce ile Tıbbiye’de tanıştım. Öğrencilik yıllarımda Hikmet Kıvılcımlı’nın çıkardığı dergiyi dağıtırdım. Öğrenciliğinizde Doktorcuydunuz yani? Evet o yıllarda Doktorcuydum. Sonraki yıllarda Kurtuluşçu olduk. Kıvılcımlı’nın dergisini dağıtırken bir gün yoluma çıkan ülkücülerle kavga ettim. Burnum kırılmıştı. Kendi çapımızda öğrenci liderliği yapıyorduk. Boykotlara katılıyorduk. Tıbbı bitirip pratisyen hekimliğe başlayınca “ihtisas mı yapayım Doğu’ya mecburi hizmete mi gideyim” diye ikilemde kaldığım bir dönemde Kadın Doğum bölümünde bir sınav açıldı. Mezun olurken de hocalarım ‘eğer hiç kadın doğumu düşünmeyeceksen seni geçirelim’ demişlerdi. Kadın hastalıklarına karşı hiç ilgi duymazdım ve derslerine de doğru dürüst katılmazdım. Zaten öğrenci olayları var. Ben de kabul ettim ve o dersi geçip mezun oldum. Fakat Kadın Doğum bölümünde dört tane asistan almak için ihtisas sınavı açıldı. Hadi dedim bu alanda daha şansım çok, bari kitapları alıp çalışayım. Sınava girdim ve kazandım. Kadın hastalıkları ve doğum uzmanı oldum. Siyaset virüsünü nereden kaptınız? 1995 seçimleri öncesinde SHP il yönetimi “seni milletvekili yapalım” diye öneride bulundu. Ben de “milletvekili olacağım” diye bayağı bir havaya girmiştim. Listelere baktığımda 8. sırada olduğumu gördüm. Hiç kırılmadım kazanacakmışım gibi çalıştım. 1999’da 1. bölgeden milletvekili adayı adayı olarak önseçime girdim. Yaptığım yol 200 bin km. olmuştur Sosyal medyayı en çok kullanan ve çok gezen bir vekilsiniz? Hızınıza yetişmek mümkün değil. Hangi ara fırsat buluyorsunuz. Ben yapım gereği çok çalışan bir insanım. O babamdan gelen bir özellik. Ben kendimi ilk bildiğimde bir eşeğin önünde ona kılavuzluk yapan halde hatırlıyorum. Dört ya da beş yaşındaydım. Sabahın dördünde uyanıp çalışmaya başlardık. Ömrümüz böyle geçti. Bu alışkanlık politik yaşamıma da yansıdı. Ülkemizin çok sıkıntıları, sorunları var bunlara yetişmek için çalışmak gerekiyor. Muğla’da kaç bin km. yaptınız. Sanırım 200 bin km olmuştur. Ben hâlâ göçebeyim anlayacağınız. Muğla Torosların denize doğru çok kol veren engebeli olan bir il. Antalya sınırındaki bir köyden Aydın’ın BafaDidim sınırındaki bir köyün arasındaki uzaklık 474 km. İstanbul ile Ankara arasındaki mesafe 464 km. Çok geniş ve zor bir bölge. Bir kaza da atlattık. Ameliyat olduk. Bizim görevimiz çalışmak. Biz aslında çok zengin bir ülkeyiz. Ama biz bu zenginliği eşit olarak paylaştırmıyoruz. Bir ton kömür için üç işçinin ölmesi gerektiği bir ülkede CHP’nin sırtında büyük bir sorumluluk var. Bu sorumluluğu duyan bir kişi olarak benim herkesten çok çalışmak zorunda olduğumu düşünüyorum. l C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle