18 Haziran 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

5 OCAK 2014 / SAYI 1450 5 Hapishanelerde çareler tükenmez, zaman da.... ANKARA “5 Ocak Çarşamba, 2011... Yeni yılın ilk açık görüşü. Her ayın ilk haftası açık görüş. Açıkkapalı her türlü görüşte, ziyaretçilerin yiyecek getirmesi yasak. Biz kantinde satılan ürünlerden açık görüşe götürebiliyoruz. Bir gün önceden, kızımınoğlumun sevdiği bisküvi, çikolata, meyve suyu ayırdım. Görüş günü ayrı heyecan olur. Ayda bir kez 75 dakika... Sadece birinci dereceden akrabalarınız ve hapse girdiğinizde adını verdiğiniz üç kişiyle açık görüş izni var. Kapalı görüş de öyle. Ancak savcılık seyrek de olsa kapalı görüş izni veriyor. Ziyaret saatinden bir saat önce demir kapı şangırdadı. Üzgün ifadeli iki gardiyan, ‘Mustafa Bey’ dediler. ‘Eşiniz kuruma telefon etti, açık görüşe gelemiyor. Çocuk hastalanmış, merak edilecek durum yokmuş...’” Böyle yazıyor gazetemiz yazarı ve CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay “Zulümname” adlı kitabında Silivri’deyken merakla eşini ve çocuklarını beklediği o açık görüş gününü... Şimdi Balbay’ın Silivri’deyken yaşadıklarını dize dize anlattığı bu kitap bestelendi. Bestelenen bu dizeler de artık bir tiyatro oyunu olarak sanatseverlerin beğenisine sunulacak. “Zulümname” iki perdelik bir tiyatro oyunu olarak ilk kez 24 Ocak 1993’te katledilen yazarımız Uğur Mumcu’nun da anısına, 25 Ocak 2014’te sahnelenecek. Balbay’ın, “Ey okur, ne olursa olsun hapis hapistir. Hapishanelerde çareler tükenmez, zaman da...” sözleriyle de seslendiği kitaptaki bölümlerin bestesi Ersan Petekkaya’nın imzasını taşıyor. Yusuf Aksongür’ün uyarlayıp, rol aldığı “Düşünüyorum, O Halde Sanığım / Zulümname” adlı oyun, Ankara’nın ardından Eskişehir ve İzmir’de de izleyicilerin beğenisine sunulacak. “Müzikli oyun” şeklinde sahnelenecek oyuna ilişkin, müzisyen Ersan Petekkaya ile konuştuk: “Zulümname” adlı kitabını besteleme ve bu besteler üzerinden bir tiyatro oyunu sahneleme fikri nasıl gelişti? Bu konu ile ilgili ilk paylaşım Cumhuriyet gazetesinde gelişti. “Yargıtatör”ün tiyatro anlamında hazırlandığını duyunca, “Neden olmasın” diye konuştuk Ankara bürodaki arkadaşlarla. Aslında önce, kitap içinden seçeceğimiz 34 bölümden oluşan bir minik şiir ve müzik dinletisiydi planlanan. Bu çalışmayı da Balbay’ın meslekteki 33. Mustafa Balbay’ın Silivri Cezaevi’ndeyken yazdığı “Zulümname” adlı kitabı müzikal oyun olarak tiyatroya uyarlandı. Ersan Petekkaya’nın dizelerini bestelediği Balbay’ı sahnede polislikten emekli Yusuf Aksongür canlandıracak. Balbay’ın da katılacağı ilk gala Uğur Mumcu’nun ölüm yıldönümü 24 Ocak 2014’te Ankara’da gerçekleştirilecek. SELDA GÜNEYSU yıl etkinliğinde sunmaktı. Bu düşünce ile çalışmalara başlayarak, seçmiş olduğum 2 dörtlüğe beste çalışması yapıp, diğerlerini fon müziği eşliğinde şiirsel anlatımla sahneye aktarmaktı. Ancak kitabı okudukça bu çalışmanın daha geniş bir çalışmayla birlikte çok özel bir eserin ortaya çıkacağını düşündüm. Kitaptan seçmiş olduğum 7 ayrı bölümden beste çalışması yapmaya başladım. Çalışma şekli bu şekilde olunca şiirsel anlatım ve müziğin yanı sıra tiyatral bir sunumun da olması gerektiği kaçınılmazdı. Bu anlamda da konuyu tiyatro yazarı ve yönetmeni Yusuf Aksongür ile paylaştım. Kendisi kitabı inceledikten sonra çok özel bir çalışma olacağını ve böyle bir çalışmanın içinde yer almaktan mutlu olacağını belirtti. Aksongür aslında emekli polis. Bu anlamda da ayrı bir anlamı var “Zulümname”yi sahnelemenin... Polis mi? Yani şimdi sahnede Balbay’ı bir polis mi canlandıracak? Evet, Yusuf Bey eski bir polis (gülüyor). Ancak bizim gibi düşünen bir sanatçı aynı zamanda. Polis Radyosu’ndan emekli bir arkadaşımız. Ona bu kitabı armağan ettim. “Oku ve nasıl bir eser ortaya çıkarabiliriz, düşünelim” dedim. O da kitabı okudu ve “Ersan, bu eserin kendisi çok özgün. Buradan çok iyi bir oyun çıkar” dedi. Sonra ben kitaptaki pek çok bölümü bestelemeye başladım. Bestelerken de Balbay’ın dizeleri üzerine düşündüm. Bu bölüm neyi anlatıyor, nasıl bir müzik olmalı? Gergin mi, rahat mı gibi... Kitabın bölümleri içinden dörtlükleri de sözel olarak bestelemiş olduk. Yani bestenin söz yazarı Mustafa Balbay, müziği ise Ersan Petekkaya imzalı. Dolayısıyla ortaya şarkılar çıktı. Kitabı sahneye nasıl uyarladınız? Kitabın bir yazım kuralı var. Sevgili Balbay, kitabı bir yerde şiirsel bir sunumla anlatmış, başka bir yerde de düşüncelerini öykü gibi... O bölümleri sahneye çeviriyoruz bire bir. Şiir olduğu zaman da kitaptaki duyguyu yansıtmak için ve konu bütünlüğü sağlanması azısından bazı kelimeleri çıkarıyoruz, bazı kelimeleri ise ekliyoruz. Biz bu oyunu 34 kişilik ekiple de yapabilirdik ancak aslolan Balbay’ı anlatmasıydı. Tek kişilik bir oyun bu nedenle daha doğru olacaktı. Bir demir parmaklık ve bir camlı bölme... Oyun için nasıl bir dekor düşündünüz? Çok büyük bir dekor kullanmak istemedik. Arka fon tamamen siyah olacak. Tabii ki dekorda belli objelerimiz de olacak. Her şeyden önce bir demir parmaklık mutlaka olacak, görünecek. Küçük bir ranzamız olacak. Balbay’ın yatağı... Balbay’ın yazılarını yazdığı küçük bir masası olacak. Bir de görüş günü için bir camlı bölmemiz... Onun dışında sahnede müzik grubu olacak. Şarkılar seslendirilecek. Ben de gerektiğinde bağlama, gerektiğinde keman çalacağım. Şu anda Yusuf Bey’in ezberleri bitti. Müziklerin tamamı bitti. Ortaya keyifli besteler çıktı. Oyun üzerine ince detaylarla uğraşıyoruz. Balbay ile daha önceden bir tanışıklığınız var mıydı? Kesinlikle yok. Sadece, 7 yıl önce, ben İstanbul’da yaşarken, bir toplantı sırasında Balbay ile merhabalaştık. Toplantıda onu gördüm ve “Yazılarınızı beğenerek takip ediyoruz” dedim, hepsi bu. Ancak o gün, tahliye edildikten bir gün sonra gazetesine, Cumhuriyet’in Ankara bürosuna geldiğinde, beni gördü ve sanki 40 yıllık bir dost gibi bana, “O gün orada gördüğüm, tanıştığım kişi sen misin?” dedi. Sıkı sıkı sarıldı. Bazen düşünüyorum, nereden nereye diye... Düşünün, önce İstanbul’dan kalkıp, Ankara’ya geleceksiniz. Burada bir sanat atölyesi açacaksınız, sonra bir arkadaşınızın aracılığıyla Osman Özer ve Utku Çakırözer’le tanışacaksınız. Sonra Cumhuriyet’in kültür merkezi için onlar, “Bize destek ver” diyecekler... Önce Cumhuriyet Kültür Merkezi’nde mini dinletiler yapacağız... Son olarak da Balbay’ın eseri için besteler... Tamamen tesadüf... Oyun ilk olarak ne zaman sahnelenecek? Oyunun provaları yapılırken Balbay henüz cezaevindeydi. Biz de Cumhuriyet ailesi ile birlikte “Acaba bu oyunu Balbay’a nasıl izlettirebiliriz?” diye düşünüyorduk. Biz bunları düşünürken Anayasa Mahkemesi’nin kararı geldi ve ardından tahliye. Çok mutlu olduk. Oyunun prömiyerinde Balbay da bizimle birlikte olacak ve oyunumuzu, eserini, ona da izletme imkânımız doğdu. Oyun, 25 Ocak 2014’te sahnelenecek. Özelikle bu tarihi seçtik. 24 Ocak 1993’te katledilen Uğur Mumcu’yu da Balbay’ın eseriyle sahneden anmak istedik. Oyun daha sonra Yılmaz Büyükerşen’in daveti üzerine Eskişehir’de sahnelenecek. l M Yazdığım medya tarihi değil, utanç tarihi! diyorsunuz. Hayatınız baştan sona değişti. O günün üzerinden dört yıl geçti, hâlâ işinizi yapamıyorsunuz. Ve o gün. “Başsavcıya Abluka” dediğim gün ben haklıydım. Erzincan’da asıl mesele irtica ile mücadele eylem planı değil, Fethullah Gülen cemaati soruşturmasını engellemekti. Soruşturma başlasaydı İlhan Cihaner’den davayı alıp özel yetkili savcıya vermenin tek bir yolu vardı. O da silahlı örgüt kapsamına sokmak. Bunu İsmail Ağa Cemaati için yaptılar; onlar için sorun olmadı, ancak Fethullah Gülen Cemaati için bunun yapılması demek 30 yıllık bir projenin dibine dinamit koymak olacaktı. Nedeni ve ayrıntıları kitapta var. Bugün olan bitene bakınca, hepsinin bana özür borcu var. Dört yılımı çaldılar, mesleğimi gasp ettiler. Bugün geriye gidilse Tayyip ErdoğanFethullah Gülen Taht Oyunu şu anda yaşandığı gibi olsa İlhan Cihaner cesur savcı ben de kahraman gazeteci yapılırdım. Devir o zaman AKP/cemaat koalisyon devriydi ve ortak düşman yaratıp düşman yiyorlardı. Bu kitabın derdi nedir? Abluka’da AKPCemaat koalisyonunun kurduğu Neo Türkiye’deki medyanın biat yolculuğu var. Bir anı ya da biyografi değil. Benim tanıklığımdan bir teslim olma ve diz çökme tarihi. Özellikle son beş yıldır, yani kayıtsız şartsız biattan sonra medya “Alçaklığın Evrensel Tarihi”ne çentik atma dışında bir şey yapmadı. Ben de bu dönemi oyuncuları figüranları ile birlikte dokümanter bir şekilde yazdım. Yazdığım medya tarihi değil utanç tarihidir. “Abluka”nın derdi medyanın anatomisini göstermek ve olan bitenin gazetecilikle ilgisi olmadığını sergilemektir. Medyanın omurgasızlığı artık dost düşman herkes biliyor. Kılçıksız yeni medya artık her iktidarın mezesi mi olacak? Bu omurgasızlık önemli. Medyanın Omurgasını kim oluşturur? Önce gazeteci sonrada okuyucu/izleyici/ dinleyici. Şu anda hadi patron oluştursa neyse tamamen siyasi erkler ve haber merkezlerindeki hükümet ve cemaat komiserleri oluşturuyor. Böyle omurgasızlık olursa böyle de medya olur. Bu omurgasızlıkla herkesin yemi olur. Okuyucu/ izleyici/dinleyici en yüksek perdeden bağıracak “omurgasızsınız” diye. Gazeteciler onurlarına sahip çıkacak. Onursuz alçaklar da deşifre edilecek. Sokakta suratlarına tükürülecek. Çocuklarına da “senin baban/ annen şerefsizdi yavrum” denilecek. Kitabın bir intikam çıkmadı. Çıktıkça bedelini ağır aracı olmadığını özellikle ödeyecekler. Polis/savcı/medya belirtiyorsunuz ama medyanın şeytan üçgeninde yapılanlar içinde bulunduğu pisliğin Fenerbahçe hafızasında bugün tanığı bu kitap, pimi çekilmiş gibi canlıdır. Gezi denince aklıma bir bomba. Yazarken ve de Ali İsmail Korkmaz geliyor. Tabii yazdıktan sonra çekindiğiniz ki Mehmet Ayvalıtaş da, Ethem oldu mu ya da korku kaldı mı? Sarısülük de, Ahmet Atakan da Kişisel nefret, öfke, intikamdan Abdullah Cömert de geliyor. Ali arınmış bir kitap olsun istedim. ALİ DENİZ İsmail biraz daha farklı etkiliyor İtiraf da edeyim bu duyguları USLU beni. Fenerbahçe taraftar grubu bastırmak hiç de kolay olmadı. Vamos Bien’in “Ali İsmail Korkmaz Medya tarihinde eşi benzeri Fenerbahçe yıkılmaz” marşını hâlâ sonuna görülmemiş bir tecrit ve linçe uğradım. Zaman kadar izleyemiyorum. Yüreğim kaldırmıyor. gerçeğin ışığıdır. Zaman yaptıklarımın doğru Biat etmiş medya da Ali İsmail’in cesedi olduğunu da gösterdi. Ben gazeteciyim. üstünde tepindi. Çok sayıda insan işini Güçler arasında tercih yapıp onların kurşun kaybetti. Abluka’da liste var. Utanç listesi o. askeri olmak gibi bir tercihim de olmadı. Ben de kısa süre çalıştığım yerden sansür AKP düşmanı ya da Cemaat düşmanı nedeniyle istifa ettim. Gezi büyük bir bellek. da değilim. Her parti ve güçle yakınlığım Ama medya omurgasızlığını belleksizlikle değil mesafem vardır. Böyle olunca bedeli örteceğini sanıyor. İnsanlar unutmuyor. Hafıza daha da ağır oluyor. Çünkü kimse gerçeği NeoTürkiye zehirinin tek panzehiridir. görmek istemiyor. Korktun mu? Sorusuna “Cadı avı” bu coğrafyanın atasporu. yanıtım. Çok net. Korkma da cesaret de Şimdi de cemaatAkp arasındaki bulaşıcıdır. Bir sınanmışlıktan geliyorum. anlaşmazsızlık, büyük bir yolsuzluk Ne yapabilirler ki daha. Aşkla tutkuyla bağlı operasyonu ile anılıyor. Nedir yorumunuz olduğum mesleğimi elimden aldılar. Başka ne ve daha neler göreceğiz? yapabilirler ki? Canıma kastedilecekse ona da AKP cemaat arasındaki olan daha yapacak bir şeyim yok. doğrusu Tayyip Erdoğan Fethullah Gülen Hafıza tek panzehir Taht Oyunu’nda hiç bir ahlak/kural/gelenek/ görenek yok. Olmadığı da ortaya çıktı. 12 Gezi Direnişi pek çok şeyi değiştirdi, yıllık bir garabet şimdi sorgulanıyor. Siyasi görünür kıldı. Medyadaki baskı ve sansür bir parti bir paralel güçle ortaklık yaptı. Çok de bunlardan biriydi. Medyadaki yandaşlar can yaktılar. Ah aldılar. Ne haliniz varsa işlerine güle oynaya devam ederken görün yiyin birbirinizi demek de doğru değil. ‘gazetecilik’ yapmak isteyenler işlerinden Çünkü kaybeden bu ülke. Her şey çok aşındı. oldu, bazıları da istifa etti. Gezi’den sonra Kuvvetler ayrılığı adalet büyük yara aldı. Ülke neler değişti? çok derinden yaralandı. Haliyle nekahat Gezi’den önce medyanın en vahşi şekilde dönemi de çok uzun sürecek. Sancıları da. kullanıldığı süreç 3 Temmuz sürecidir. Kitapta bu taht oyunu’nun bütün evreleri ve Fenerbahçe’ye AKP ve Cemaat’in yaptığı gittiği yer var. Okuyucu orada görecek her operasyonun perde arkası daha ortaya yönüyle. l ustafa Hoş, “Abluka” 24, NTV ve son olarak Türkiye’nin en önemli itiraz süreci Gezi Direnişi’ne denk gelen kısa ‘Artı 1’ dönemlerini anlatıyor. “Medya tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir tecrit ve lince uğrasa da” kitabının bir intikam aracı olmadığını özellikle belirtiyor. 12 yıllık bir garabetin şimdi sorgulandığını söylerken derinden yara alan Türkiye’nin nekahat döneminin çok uzun süreceğini vurguluyor. Çok çetin bir serüven sizinki, hani “film gibi” denen türden. Habere ve gazeteciliğe başlama hikâyenizi anlatır mısınız, ki önsöz de var ama okuyucu bunu buradan da okumalı! “Film gibi” sayılır demek isterdim ama ülke öyle bir halde ki Hollywood filmlerine taş çıkarıyorlar. İleride döneriz yine bu NeoTürkiye’de çevrilen filme. Benim gazetecilik öyküm yanlış bir tercihle üniversite için Zonguldak’a gitmemle başladı. Zaten istemediğim bir yeri kazanmıştım ve hep hayalimde olan meslek gazetecilikti. Yeniden sınava girmek ve YÖK’ün kurbanı olmak yerine yerel İnanış Gazetesi’ne gitmeyi tercih ettim. Kapıdan girdikten sonra al şu makineyi git haber yap dediler. Haber nasıl yapılır bilmiyorum. Fotoğraf nasıl çekilir, arkadaş pozları çekme dışında bilmiyorum. Aldım makine çıktım sokağa. Biraz yürüdüm. Kaldırımdan yola indiğim anda bir adam düştü önüme. Sonra bir tane daha. Bir tane daha. Gökten adam yağıyordu. Heyecanlandım. Makineyi kaldırıp yukarıdan düşerken çekemedim. Ama yerde çektim hepsini. 4 adam önümde yerde yatıyordu. Tuhaf bir heyecan kaplamıştı her yerimi. Soğuktu ama ben terden sırılsıklam olmuştum. Bir kadın bağırıyordu “Yardım etsene” diye. O da yardım etmiyordu. Sonra kalabalık canhıraş bağırışlar arasında ne olduğunu öğrendim. İnşaat halindeki binada tente üstüne çıkıp yemek yiyorlarmış. Tente yırtılınca da aşağı düşmüşler. Böyle başladı. Ya haber üstüme düştü ya da ben haberin üstüne. Çeyrek asrı aşkın bir zamandır da böyle gitti. Hâlâ bir haber anında aynı heyecanım sürer ve terden sırılsıklam olurum. Sonra bir gün bir haksızlığa “abluka” Mustafa Hoş iktidarın medyayı dize getirdiği sürecin içindeydi. Medya hizaya çekilir, haddi bildirilirken medyada önemli görevlerde bulundu ve “gazeteci” olmanın ağır bedellerini ödedi. Hoş, yeni kitabı “Abluka”da da medyanın biat yolculuğunda önemli kapıları aralıyor. C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle