Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 5 OCAK 2014 / SAYI 1450 yaşanmıştı. Dönemin en gaddar Baba’sı olarak bilinen Karaduman’la Tuğba’nın evliliğiyse oldukça kısa sürdü. Ancak onlarınkinden daha fırtınalı aşksa 70’lerin sesi Yeliz’le Ufuk Deveci arasında DENİZ yaşanandı. Deveci ÜLKÜTEKİN ailesinin karşı çıktığı, Yeliz’e bileklerini kestiren bu aşkın sahibi Ufuk Deveci, 1997’de öz kardeşi tarafından vurularak öldürülecekti. Yine dönemin gözde kadınlarından Sibel Turnagöl, henüz sanat kariyerinin ilk basamaklarını tırmanırken yanında Fatih Bucak ve Kürşat Yılmaz gibi yeraltı dünyasının iki ağır abisini bulacaktı. Ancak Turnagöl’ün mafyayla flörtü kısa sürmüştü. Ünlülerin mafyayla ilişkisinde en göz önünde olanı belki de Gülben Ergen’inkiydi. Henüz Ergen Bursa’dayken tanışan ikilinin ilişkileri üç yıl, taa ki Evcil’in adı Nesim Malki cinayetine karışıp, firari oluncaya kadar sürdü. Ergen için aşkın doruklarından inip polis karakollarını ziyaret etme zamanıydı. Çünkü Evcil’in para trafiği içinde yer aldığı düşünülüyordu. Öte yandan kendisine sorulan tek soru işle ilgili değildi. “Kendisinden korktuğum için ayrılamıyordum” diyecekti. Ancak gerçek yıllar sonra ortaya çıktı. Aslında Evcil’in cinayet zanlısı olduğu olaydan bir hafta öncesine kadar Ergen evlilik için gelinliğini bile hazırlatmıştı. Engellerin aşkı yücelttiğine inanılır. Küçük Ceylan da engellerin büyüttüğü bir aşkın içinde kendine yer bulmuştu zamanında. O sırada parmaklıklar arkasında cezasını çeken, uluslararası uyuşturucu kaçakçılığıyla suçlanan Yaşar Öz’ün kendisini ne kadar beğendiği haberini aldı. İkili mektuplaşmaya, mektupların içeriğini zamanla aşk cümleleri doldurmaya başladı. Ceylan, artık sevgilisini her hafta Eskişehir Cezaevi’nde ziyaret ediyor, duruşmalarında da yalnız bırakmıyordu. Ancak bu tutkulu aşk, Öz cezaevinde kaldığı süre boyunca devam edecek, sonunda Ceylan’ın eski aşkları listesinde yer edinecekti. Gördüğünüz gibi ünlü kadınlar ve yeraltı dünyasının bilekli erkekleri arasındaki aşklar mutlu sonlara bir hayli uzak. Öte yandan her zaman olduğu gibi istisnalar da var. İşte Muazzez Abacı ve Hasan Heybetli. Yüceltmek gibi olmasın ama kabadayılığın bile bir raconunun olduğu yıllarda yeraltı dünyasında kendine yer edinen Heybetli ve Abacı arasındaki aşk, çokca zorlukla birlikte insanın yüzünde tebessüm uyandıran hikâyeler de barındırıyor. İkili 25 yıllık birlikteliklerinde, iki kez evlenip boşandılar. Ancak yolları her ayrılıktan sonra bir kez daha kesişti. Hapis cezası olan Heybetli’yi arayan polis, kendisini Abacı’nın evinde bulacaktı. Fakat ikiliyi, demir parmaklıklar bile ayıramayacaktı. Öylesi tutkulu bir aşktı ki bu, Abacı bir keresinde Heybetli’nin kendisini aldattığını hissedecek ve polise yerini ihbar edecekti. Heybetli yakalanıp hapsi boyladığında ise Abacı, hapishanenin karşısında bir ev tutuyordu. İkili aylarca birbirlerine ıslık çalarak haberleşiyordu... Ve Ebru Gündeş, bu listenin son üyesi. Hayırsever! İşadamı Rıza Sarraf’la olan evliliği, magazin basınına yansıyan pahalı hediyelerle sürüp gidiyordu. Taa ki, Sarraf’ın tarihin en büyük yolsuzluk skandalının baş aktörlerinden olduğu anlaşılana kadar. Şimdi Gündeş de kocasını demir parmaklıklar ardında bekleyen ünlülerden biri oldu. l denizulk@gmail.com Mafya onları çok sevdi Ünlü kadınlarla yeraltı dünyasının erkeklerinin yolları her zaman kesişiyor. Ebru Gündeş, Rıza Sarraf’la evlenirken gerçekten hayırsever bir işadamıyla mı hayatını birleştirdiğini sanıyordu bilemeyiz ama, öncesinde pek çok ünlü kadın Gündeş’le aynı kaderi paylaştı. Muazzez Abacı DENİZ ÜLKÜTEKİN M afya ve ünlüler. İlk bakışta çok uzak görünen iki dünya. Yeraltı dünyasının insanları; onları pek ortalıkta göremezsiniz. İsimleri çevrelerinde kimi zaman saygıyla, kimi zaman korkuyla anılır. Nasıl güçlendikleri hakkında efsaneler anlatılır. Onlar güçlenirken mutlaka birileri ekarte edilmiştir. Bu mücadelede bir taraf yenilginin cezasını kimi zaman canıyla bile ödemiştir. Ünlülerse topluma malolmuş kişiler. Hayatlarının her anı toplumun gözü önündedir. Yaptıkları her hareket, övgü ya da eleştiri konusu olur. Onların hikâyelerinin her ayrıntısı bilinir. Böylesi iki farklı dünyadır işte. Ancak, bu iki dünyanın yolu sık sık kesişir. Kesişmekten de öte. Kimi zaman iki camiayı birbirinden ayırmak iyice zorlaşır. Daha 60’larda başlayan, mafyaünlü yakınlaşması günümüzde de tüm hızıyla sürüyor. Elbette bu yakınlık içinde en büyük trajediler de aşk hikâyelerinden çıkıyor. “Aşk insanı kör eder” derler ya, kimi zaman el üstünde tutulan şarkıcımız ya da artistimiz, etrafında onca yakışıklı dururken, gönlünü bir mafya kabadayısına kaptırıveriyor ve olaylar gelişiyor. Şöhret yolu birden silahlı çatışmalar, polis soruşturmaları, demir parmaklıklarla kesişiveriyor. Bu yollardan geçen ünlülerimizin hikâyelerine Esengül’le başlayalım isterseniz, çünkü Esengül, değeri tam anlaşılamamış bir yetenek. Ölümünden yıllar sonra genç kuşak tarafından keşfedilerek hakkı biraz olsun teslim edilmiş bir isim. Peki neden bu kadar geç kalınmış? Bunun sebebi biraz da Esengül’ün, 70’lerde bir ara popüler Ebru Gündeş, sonunda İranlı eşiyle mtululuğu yakaladığını düşünüyordu, ama mutluluğunun sembolü olan pahalı hediyelerin kaynağı uluslararası bir rüşvet skandalıydı. Esengül’ünki kadar olmasa da bir başka trajik hikâye de Hülya Koçyiğit’in kardeşi Nilüfer Koçyiğit’e ait. Ünlü sinema yıldızının küçük kardeşi olarak el üstünde tutulan bir genç kızdı, Nilüfer Koçyiğit. Doğum günü kutlamaları bile gazete sayfalarına taşınıyordu. Sevgilisi Bekir Çelenk ise Almanya Türkiye arasında silah kaçakçılığına kadar varan işler yapmış, hapis yatmış, kazandığı paralarla İsviçre’de saat fabrikası sahibi olmuş bir mafya üyesiydi. 1974 affıyla Türkiye’ye döndükten sonra Koçyiğit’le yolları kesişti. Evlendiler, 1980 darbesinden bir hafta sonra, Çelenk’e yine gurbet yolu göründü. Ancak bu yolun ucunda, Mehmet Ali Ağca ile yapacakları bir buluşma vardı, sonucu da Papa suikastiydi. Bulgaristan’da tutuklandı, Nilüfer Koçyiğit’in tek isteği, eşinin Türkiye’ye iadesiydi. 1985’te yurda döndü Çelenk, ama davası başladıktan birkaç ay sonra, hücrede kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti; ardında gözü yaşlı bir Nilüfer Koçyiğit bırakarak. Gülben Ergen olan Gazinocu savaşlarının ortasındaki assolist tiplemesinin prototipi olması. “Taht Kurmuşsun Kalbime” şarkısını kaydeder etmez, şöhret basamaklarını tırmanmaya başladı. Önce ünlüler dünyasında gezindi. Adnan Şenses’le imam nikâhı kıydıktan sonra Beşiktaşlı futbolcu Tayfun Kalkavan’a kaçması gündeme bir anda oturdu. Sonrasında bu kez gazinoda eline tutuşturulan silahla zevkine ateş ederek, bir anlamda yeraltı dünyasına girişini resmileştiriyordu. Bir gece sahnede dönemin ünlü kabadayısı Oflu İsmail’le tartışacak, çıkan çatışmada konuşan silahlar, iki kişinin ölümüne sebep olacaktı. Öte yanda bu dünyayla gönül ilişkileri de hız kesmiyordu. İsmi birlikte anılan kişilerse hep evli oluyordu, sebebini kendisi açıklayacaktı, “Evli erkeklerle ilişki yaşamayı tercih ediyorum, çünkü eşlerinin çektiği acı bana zevk veriyor.” Onlardan sonuncusuysa, işadamı Faruk Özfıratlı’ydı. Taksim’e eğlenceye giden ikili, Ataköy’de arabanın tutmayan frenlerinin kurbanı olacak ve hayata gözlerini yumacaktı. Kimilerine göre bu kaza tesadüf değildi. Mafya, aşk ve Esengül üçgenindeki bir hesaplaşmanın sonucuydu. ÜNLÜLERİN KARDEŞLERİ Çelenk ve benzerlerinin dönemi kapanırken 80’ler tipi mafya dönemi açılıyordu. Devir, işadamlığıyla, yeraltı dünyası arasındaki sınırların iyice belirsizleştiği devirdi. Onlardan biri de Turan Çevik’ti. Yine dönemin modasına uygun olarak, hayali ihracat vurgunlarıyla zengin olmuştu. Adı bir başka ünlünün, Türkan Şoray’ın kardeşi Nazan Nazan Şoray Şoray’la anılıyordu. Ancak vurgunları ortaya çıkınca, soluğu Yunanistan’da alacak, orada kokainle yakalanıp hapis yatacak, ardından aynı akıbeti Türkiye’de yaşayıp serbest kalacaktı. Bu uluslararası kaçış maratonu içinde Şoray’la olan aşkları da çoktan bitmişti. Yine benzer bir aşk hikâyesi de Enis Karaduman ve Ahu Tuğba arasında Mafya her ünlüye lazım Ü Sibel Can nlüler ve mafya arasındaki kesişmeler sırf gönül ilişkileriyle sınırlı değil. Bu iki dünya arasındaki arztalep kimi zaman aklın almayacağı istekleri beraberinde getiriyor. İşte Sevim Tuna; 60’ların Türk sanat müziğindeki güçlü ve cesur sesi. Gazinoda diğer solistlerle, en son kim çıkacak kavgasına tutuştuğunda, sorunun çözümü için de bazı hatırlı tanıdıklarını devreye sokmuştu. Son yılların bilekli kadın sembollerinden biri de Tuğba Özay... Sevgilisi Akın Büyükoğlu’ndan bir türlü ayrılmayı başaramayan Özay, çareyi Yaşar Öz’ü devreye sokmakta bulmuş, iki taraf arasında yaşanan silahlı çatışma sonrası, Özay azmettiricilikten bir süre hapis yatmıştı. Sibel Can’ın başı da eski Türkiye Erkek Güzeli Karahan Çantay’la ilişkisi yüzünden derde giriyordu. Can, elinde ilişkinin kasetleri olduğunu söyleyerek kendisine şantaj yapan Can Kuzu’yu Nuri ve Vedat Ergin kardeşlere kaçırttırıyor ve çıplak fotoğraflarını çektirttiriyordu. Ünlü sanatçıya DGM yolu görünmüştü. Davanın sonunda Can yırtacak, 30 yılla cezalandırılan Nuri Ergin’se her şeye karşın, raconu elden bırakmayacaktı, “Sibel Can mahallemizin kızıdır, kendisini severiz. Ona başarılar diliyorum” diyecekti. l B ATAOL BEHRAMOĞLU Şiirde anlam sorunu u konuda başlıca ve yaygın olarak iki karşıt görüş bulunduğu söylenebilir. Birinci ve en bilinenine, en yaygın kabul görmüş olanına göre; şiir, mecaz (metafor, iğretileme), vezin (hece vb. ölçüsü), uyak vb. öğeleriyle örülmüş, süslenmiş, bir anlamdır... Bir başka deyişle, bu ve benzer öğelerin kullanılmasıyla, düzyazısal bir anlamın şiire dönüştürülmesidir. İkinci görüşe göre ise şiir bir şey anlatmaz. O, bir yapıdır. Onda bu yapının ötesinde bir anlam aramak boşunadır. Bu görüşün yandaşlarının dayandıkları kaynak, simgeci Fransız şair Mallarmé’nin, arkadaşı Fransız ressam Degat’ya söylemiş olduğu bir sözdür. “Şiir yazmak için duyguların (fikirlerim vb) var, ama yazamıyorum” diyen ressam Degat’ya, Mallarmé’nin “Şiir duygularla (fikirlerle vb.) değil sözcüklerle yazılır” dediği söylenir. *** Yukarıdaki ilk görüş irdelenmeye değmeyecek kadar eskimiş bir anlayıştır. Şiiri değil manzumeyi tanımlar. Çünkü şiirsel anlam onu oluşturan kurgudan, yapıdan ayrıştırılarak düzyazısal bir anlama çevrilemez, kavramsala indirgenemez. Sadece şiirdeki anlam bakımından değil, bütün sanat yapıtları için bu böyledir. Bir romanı, öyküyü, müzik ya da resim yapıtını da anlamına (konusuna vb.) indirgeyerek anlamış (açıklamış) vb. olamayız. Mallarmé’nin sözü ise, şiirin yapı taşı olarak sözcüğün işlevine (denebilir ki maddesine) dikkat çektiği için önemlidir. Şiirin yapı taşlarının sözcükler, sözcüklerin maddesi olduğu doğrudur. Bir düşünce ürününden, felsefi bir metinden, ya da konuşurken kullandığımız sözcüklerden farklı olarak şiirdeki sözcük (şiiri oluşturan sözcük), kavram ileten bir araçtan daha başka ve daha fazla bir şeydir… *** Sözcükler şiirde de, herhangi bir konuşmada ya da şiir dışı üründe de bir anlam içermekle birlikte, şiirde özellikle öne çıkan sözcüklerin maddesel dokuları, sesleri ve hatta denebilir ki renkleri kokularıdır... Şiirdeki sözcüğün içerdiği anlam, duygusal bir tonlama, bir vurgu yükü taşır. Şiirde bir araya gelen sözcüklerin, anlam, biçim, ses öğeleriyle oluşturdukları birliği “üst anlam” diye adlandırabiliriz... Bu üst anlam ise (genellikle ve yanlış olarak mecazla karıştırılan) “imge”den başka bir şey değildir ve düzyazıya çevrilemez, kavramsal anlama indirgenemez, ancak yorumlanabilir… Bu yorum ise şiirin kendisi değil; ona yakınlaşmada, “üst anlam”ı (imge’yi) duyumsamada bir olanaktır… *** “Şiir sözcüklerle yazılır” sözünü, şiir bir anlam içermez olarak anlamak, Mallarmé’nin sözünü eksik ve yüzeysel anlamanın yanı sıra şiir, küçültür, onu sadece biçime, biçim oyunlarına indirgemek olur. Bunu yapmaya belki en olanaklı, en yatkın sanat türü sayılabilecek müzikte bile notaların duygusaldüşünselvurgusal vb. anlamlardan tümüyle koparılabileceğini düşünemiyorum… Anlamsız şiir sözü ise (tıpkı anlamsız roman, anlamsız resim, anlamsız müzik, anlamsız yontu vb. gibi) boş bir sözdür. Anlamsız şiir, şiir olamayan; bir duygu yükü taşımayan, aralarında duygusal düşünsel sezgisel iletişim bulunmayan sözcükler toplamı demektir. Anlamsızdır, çünkü şiir olamamıştır… l ataolb@yahoo.com C M Y B