17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

3 MART 2013 / SAYI 1406 3 Türkiye’de anarşizm ve anarşistler Anarşizm bu topraklarda ilk defa İstanbul’da Ermeni Devrimci Hareketi arasında varlığını göstermeye başladığında, yıl 1896! Evet, o kadar eski anarşizmin bu topraklardaki varlığı ancak sonra çeşitli nedenlerle “kayboluyor”. Ta ki 1986’ya kadar. İlk ekolojik eylemleri, vicdani ret hareketinin doğuşunu sağlayan hep onlar. Dahası için onlara kulak verin... T ürkiye siyasi tarihindeki yerleri pek çok akıma göre yeni sayılıyor. Oysa onlar bu topraklarda 1896’da boy göstermişti, ancak sonra “kayboldular”. Kimden mi bahsediyorum? Sınırsız, sınıfsız, efendisiz bir dünya tahayyül eden anarşistlerden. Türkiye’de ilk anarşist derginin çıkışı 1986 olsa da, onlar çeyrek asırda pek çok yeni toplumsal örgütlenme alanı açtı. İlk ekolojik eylemlerde, LGBT (lezbiyen, gay, biseksüel, transseksüel ve travesti) örgütlenmelerde, vicdani retçi hareketin doğuşunda hep onlar vardı. İşte Barış Soydan’ın İletişim’den çıkan “Türkiye’de Anarşizm Yüz Yıllık Gecikme” kitabı bu süreci, daha öncesini ve bugünü irdeliyor. Onunla araştırmasını ve gözlemlerini, Van’da çıkan anarşist dergi Qijika Reş’in editörü Ramazan Kaya ve anarşist Defne Sandalcı’yla da deneyimlerini konuştuk. Söz önce Barış Soydan’da... Anarşizm üzerine bir kitap yazma fikri nasıl oluştu? 80’lerde sol siyasetin içindeyken Türkiye’nin ilk anarşist dergisi Kara yayımlanmıştı. Yayıncılarından biri yakın arkadaşımdı. Kara’yı takip ederdik. Bugünden geçmişe bakınca Kara’nın beni çok etkilediğini gördüm. Kara, Türkiye’nin radikal fikir akımları ve düşünce tarihinde önemli bir kilometre taşı. Bunun şimdiye kadar anlatılmaması beni şaşırtıyordu ve biraz tanığı olmanın verdiği cesaretle anlatmaya kalkıştım. Başlangıçta 80’lerin ikinci yarısını karakterize eden Kara, ondan sonra çıkan Efendisizler, İzmir ve Barış Soydan İstanbul’da çıkan Amargi ve Ateş Hırsızı dergileri, onları çıkaran, birbirini tanıyanların oluşturduğu doğum dönemini anlatacaktım ama görüşme yaptıklarımın ittirmesiyle çalışmayı bugüne kadar getirdim. Anarşizm üzerine çok yazılmamış ve konuşulmamış bir konu. Bu görmezden gelinmeyi neye bağlıyorsunuz? Anarşizmin Marksist sola yönelik hayri sert eleştirileri var. Bu sebeple sol tarafından ilgiyle izlense de, görmezden gelindi. Kitap için röportaj yaptıklarım da bu görmezden gelinmeyi vurguladılar. Oysa kitapta belirttiğiniz gibi, anarşizm, 1896 gibi çok erken bir tarihte, Osmanlı’daki Ermeni devrimci hareketi arasında yayılıyor. Kitapta Osmanlı’nın son dönemindeki anarşist izleri aktarıyoruz. Son dönemde bu konuda bazı çalışmalar var, Arda Odabaşı’nın geçen yıl Rasim Haşmet Beyle ilgili bir kitabı çıktı; anarşizmin, daha sonra İttihatçı olacak Müslüman aydınlar üzerindeki etkisi de anlatılıyor. Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu Osmanlı’nın ilk sol örgütlenmelerinden ve onda da anarşist etki var. Ermeni devrimci hareketindeki anarşist etki daha da eski ve köklü. Atabekyan Paris’te çıkardığı Ermenice anarşist dergi Hamayankh’ı bu coğrafyada yayarak anarşist hareket oluşturmaya çalışıyor. 19. yüzyılın sonunda İstanbul’da anarşizmden etkilenen bir İtalyan göçmen grubu da var. Zaten İtalya anarşizmin en etkili olduğu ülkelerden. Akdeniz’de İtalyan göçmenler eliyle yayılıyor anarşizm ancak o gruplar sınırların yeniden çizildiği 1. Dünya Savaşı’nda gidiyorlar. Kitapta peşine düştüğünüz soruyu yöneltsek, neden anarşizm Türkiye’de 1986’da yeşerdi? 19. yüzyılın sonunda dünyanın pek çok ülkesinde hayli güçlü bir anarşist hareket vardı, Çin’den Latin Amerika’ya kadar, hatta Mısır’da bile. Türkiye’de olmamasının birkaç farklı sebebi var. Birincisi Osmanlı’nın son döneminde Türk ve Müslüman aydınların ana derdi çöküş halindeki imparatorluğu kurtarmaktı. Bunun için hızlı modernleşme temel politika olarak kabul görmüştü. Bunun da en iyi aracı devletti. Devlete bu kadar önem verilirken anarşizmin doğması zordu. İkincisi, Bolşevik Devrimi sonrasında birçok ülkede anarşizm hızla gözden düştü. Çünkü artık arkasında müthiş bir devrimin desteğini alan MarksistLeninist siyaset vardı. Dünyada 68’de anarşizm yeniden canlanırken, Türkiye’de Marksist ESRA sol güçlendi. Gün Zileli’nin çok AÇIKGÖZ doğru bir tespiti var, Türkiye’de köklü bir komünist hareket yoktu zaten, onun halk tarafından ciddi politik alternatif görülmesi 60’larda gerçekleşti. Kitabı hazırlarken en çok ne zorladı sizi? Anarşizm Türkiye’de Marksist sol gibi çok eğilimlere ayrılmış ve zaman zaman hayli sert tartışmalar yaşıyorlar ancak kitap yazarken bazı yerlerde önermeleri kabul edip ilerlemelisiniz. Birkaç şeyde tereddüte düştüm. Kimi tartışmaların ortasında kaldığımı hissettim, rahatsız etti ama tarafsız olmaya gayret ettim. Anarşist gruplar arasında en çok neler tartışılıyor? Size ancak gözlemlerimi söyleyebilirim. Kürt sorunu Marksist solda olduğu gibi anarşizm içinde de sıcak tartışma konularından. Bir de Türkiye’de anarkofeminizm güç kazanıyor ve anarkofeministlerle erkek anarşistler arasında bir tartışma var. Son dönemde Kara Blok özellikle işgal hareketleriyle Batı’da ve hatta Mısır’da yükseldiği gibi Türkiye’de de etkili ama Kara Blok’a eleştirel yaklaşanlar da var. Bir de ilk kuşak anarşistlerle gençler arasında heyecanlı bir tartışma yaşanıyor. Anarşizm önemli çünkü?.. Türkiye’de devlet ve otoritenin gereğinden fazla yüceltildiğini düşünüyorum. Anarşizmse, otoriteyle, üstelik sadece devletle değil, hiyerarşik örgütlenmelerle de derdi olan bir düşünce akımı. Dolayısıyla hepimiz için çok öğretici. Kitap bitince sizi şaşırtan bir bilgi oldu mu? Avrupa’da, ekolojik, LGBT hareketi, hayvan hakları gibi yeni toplumsal hareketlerin doğuşu 68’de olurken bizde 80’lerin sonunda oldu. Anarşist derginin çıkışı, ilk ekolojik eylemler, feminizmde ikinci dalganın yükselişi, Yeşiller’in doğuşu, vicdani ret hareketinin çıkışı hep 80’lerin ikinci yarısında. Bu tesadüf olamaz ama sebeplerini biraz daha araştırmak gerekiyor, deneyeceğim. Kitapta ilk kuşak anarşitlerden, geçen yıl kaybettiğimiz Tayfun Gönül’le röportajınız var... O çok önemli bir kişilik. İlk anarşistlerden, ilk vicdani retçi. Türkiye’de “Askere gitmiyorum”u ilk söyleyen olmak, müthiş bir cesaret. Hem Türkiye’de komün fikrini ortaya atan ilk kişi. Aslında Hacettepe mezunu bir doktor ve bugünün Türkiyesi’nde çok “başarılı” olabilecek bir altyapıdan gelmiş ama en ufak tereddüt göstermeden o yaşamı reddetmiş. Kitabı yazılmayı hak eden bir total retçi. l [email protected] Defne Sandalcı l Stalinist Türk solu diyebileceğim bir ortamdan çıktım ama “ilk” devrimcilik dönemim “anarşist” özlemlerle doluydu. Habire “merkez komitesi”ne mektup yazıyordum “burada astlar, üstler, şefler var!”… Sık sık “anarşistsin sen!” diye azarlandığım oldu! Rezil 12 Eylül’ün sorgu odalarından çıkınca bir sürü şeyi düşünecek, sorgulayacak vakit de vardı, ihtiyaç da. İktidar kavramıyla, emek fetişizmiyle, devlet ve devletsihiyerarşik örgütlenmelerle, hatta bizzat devrim kavramıyla, “devrim”de kadınların nerede, nasıl durduğuyla, durup duramayacağıyla didişmek süreci başlamıştı benim için. Kara dergisi katılımcısı arkadaşım Ahmet Kurt’la “çalışmanın kötülüğü” konulu bir bildiri yazdık ve ‘95 1 Mayısı’na gittik. Anarşist camiayla ilk “sıcak” karşılaşmam böyledir. 2001’de yayına başlayan Kara Mecmua dergisine katıldım. Anarşinin bu toprakları antimilitarist kavramlarla, vicdani retle tanıştırdığına tanık oldum ve antimilitarist harekette yer aldım. Anarşi(zm) bir ideolojiden ziyade yolyordamlılık benim için; antiotoriter, antihiyerarşik ve her türlü öteleyiciliğe, ayrımcılığa karşı durma hali. l 80’lerin ortasında, birbirine selam vermeyecek sol gruplarda yer almış, çoğu da ‘80 sonrası tutuklanmış ya da yakınlarını zindanlara kaptırmış onlarca kadın aylarca, ne oldu, biz kadınlara neler oldu, neler olsun isterdik şeklinde, prefeminist diyebileceğim kaygılarla bir tartışmaya girmiştik. Somut dergisinin bir sayfası kadınlara ayrılmış ve feminist ilk yazılar çıkmaya başlamıştı. Kadın Çevresi 84’te kurulmuş, kitap fuarına aynalarla gitmeleri büyük yankı uyandırmıştı... Tartışmalara katılan kadınlar yeni oluşan feminist harekete ve belirginleşen farklı eğilimlerine (sosyalist ya da radikal feminist, vb.) katıldı. Beni, kadınları Anarşist misin, estağfurullah! yurtlarından birisidir burası; Türk, Sünni, beyaz, heteroseksüel, homofobik, kadın, hayvan düşmanı, şiddetli, berbat bir iklim. Gazetelerin üçüncü sayfalarında süren bir hayat “bu topraklar”ın hakiki resmidir... Devlet bir anarşist avı yapmayı istiyor sanırım ama saldırmayı umduğu şeyi bulamıyor; bir örgüt, silahlı külahlı bir örgüt, “elebaşı”lar... Anarşistler bir dert etrafında örgütleniveriyorlar ama gidip kaskatı örgütler kurmuyorlar. Anarşizm devletin minderinde onun güreşini yapmaz; minderlerin dışında başka bir dans eder. Eylemlerle örneklemeye çalışsam... Bir dizi “antimilitarizm turu”nun birinde kocaman yelpazelerle sokaklara çıkılmış, insanlara yelpazeler sallanmıştı. “Napıyorsunuz” diyenlere “halkı askerlikten soğutuyoruz!” denmişti. Yunanistan’da öldürülen Alexis’in ardından patlak veren isyan sırasında Taksim’de o yıl Türk polisinin öldürdüğü insanların resimlerini ve öldürülüş tarihlerini üstümüze giymiş ve yüzlerce kişi meydanın ortasında önce birbirimizin yüzlerini beyaza boyayıp ölülere dönüşmüş, sonra sessizce bizi kuşatan polislerle 45 dakika bakışmıştık. l ‘80’lerdeki gibi algılandığımıza katılmıyorum. “Biz Erkek Değiliz” inisiyatifi, Cihangir’de trans birey Ebru öldürüldüğünde kurulan ve ilk eylemini cinayet mahallinde yapan “Kardeşime Dokunma” inisiyatifi ihtiyaca göre oluşup dağılıveren anarşist örgütlenmeler. Anarşistlerin olduğu Yeryüzüne Özgürlük Derneği; bir Göçmen Dayanışma Ağı ve Mutfağı var. Bu örneklerle söylemek istediğim, insanlar “anarşi”yle ya da anarşist yaklaşımlarla bir sürü yerde karşılaşıyor. Sayımız belki azdır ama etkimiz değil. Bu arada, “anarşistim” deyince “estağfurullah!” dendiği de oldu.l Alexis’in ardından yapılan eylem. doğrudan hedefleyen ve baskılayan hiyerarşinin eleştirisiyle, yatay ilişkilerle örgütlenme yaklaşımıyla, bireysellikle, daha sonraları anarşist gelenekte derin köklerini ve geniş ufkunu yakalayabileceğim bu gibi “açılım”larla karşılaştıran bu feminist ortamdır. Anarşist camiada da feminist refleksleri yakıcı bir gereklilik halinde tutan bir ortam elbet var. Tutuklanan, işkence gören vicdani retçi anarşistlerle dayanışmada etkin kadınlar, “antimilitarist feministler bildirgesi”, vb. eleştirilerle, antimilitarist söylemi sadece erkeklerin “askeriye”yi retlerine indirgeyen duruma karşı ses çıkardı; militarizmin, gündelik hayatı tektipleştirip, hizaya getirirken bunu patriyarkayla sıkı bağ içinde, kadını doğrudan hedef haline getirerek işleyen bir kültür olduğunu vurguladı. l Anarşizm, bütün yerküre toprakları için önemli ama biz burdayız ve bu topraklarda rüzgârlar hep sağdan esti; erkek egemenliğinin, otoriterliğin altın Van’da bir “Kara Karga” A narşist mücadele sadece İstanbul ya da Ankara’yla sınırlı değil, çoğunuzun aklına gelmeyecek ama Van’da da varlar. Qijika Reş (Kara Karga) dergisinin editörlerden Ramazan Kaya anlatıyor. Anarşizmle tanışmanız nasıl oldu? Bu topraklardaki çoğu anarşist gibi Marksizmin eleştirisiyle. Komünist düşünce, kimi antiotoriter gelenekleri de (konsey komünizmi, otonom Marksizm, anarkosendikalizm, sol komünizm) barındıran heterodoks tarihe sahip olsa da bu ülkede baskın sol maalesef otoriter, merkeziyetçi, öncü, indirgemeci bir Leninizm veya Maoizm olmuştur. Daha özgürlükçü, radikal politik tahayyülleri ve düşünürleri okurken anarşizmle tanıştım. “Devletin ötesinde siyaset, partinin ötesinde siyasal örgütlenme ve sınıfın ötesinde siyasal öznellik” arayışı beni anarşizme yakınlaştırdı. Devrimci bir felsefe olarak anarşizme gönül vermemin sebebi, devlete, her türlü otoriteye, hiyerarşiye, temsiliyete, mülkiyetiktidarcinselkültür temelli bütün toplumsal eşitsizliklere tavizsiz karşı olmasından. Türkiye’de anarşizm mücadelesinin hep İstanbul'dan döndüğü zannediliyor. Oysa siz Van'da veriyorsunuz bu mücadeleyi... 150 yıllık bir devrimci düşünce ve pratik geleneği olan anarşizm, her dönemde yanlış anlaşılma derdinden en mustarip politik akım olmuştur. Modern tarih boyunca anarşizm sürekli “terörizm”le, şiddetle, kaosla, nihilizmle özdeşleştirilmiştir. Anarşizm artık İstanbul veya Ankara merkezli bir hareket olmaktan çıktı. Her kentte kendisine anarşistim diyen öznelere, örgütlenmelere, inisiyatiflere rastlamak mümkün. Van’da Qijika Reş dergisiyle sesimizi duyurduğumuza, beklediğimiz politik yankıları uyandırdığımıza, derdimizi bir nebze de olsa anlattığımıza inanıyorum. Çok olumlu ve destekleyici tepkiler almakla bizi, kimlikçilikle, milliyetçilikle, şiddet romantizmi yapmakla itham eden temelsiz eleştirilere de maruz kaldık. Kürt hareketine angaje kimi şahıslardan ve kurumlardan da belli nahoş tepkiler aldığımızı söyleyebilirim. Doğu’da anarşizme ilgi nasıl? Gençlik arasında araştırılıyor, okunuyor. Qijika Reş, bizi şaşırtan bir ilgi gördü. Kürt hareketinin anarşizm esintili bir ideolojik evrilme yaşaması da bu ilgiye ivme kattı. Anarşizm, örgütsüzlüğü ve bireyciliği savunan bir “küçük burjuva ideolojisi” olarak görülmüyor artık. Öcalan’ın devletin eleştirisi temelinde Ortadoğu’dan başlayarak geliştirdiği uygarlık analizi, devleti insanlığın “ilk günahı” olarak değerlendirmesi ve yerel toplulukların komünler ve halk meclisleri aracılığıyla öz örgütlenmesini yaratmayı esas alan konfederalizm tezi, bölgede gittikçe “devletsiz” bir siyasal tahayyülü güçlendiriyor. “Özgürlükçü Belediyecilik” devlete alternatif toplumsal örgütlenme organı olarak görülüyor. Belediyenin anadili kursları, “iki dilli yaşam”, öz yönetim kültürünü geliştirmek adına kurulan mahalle ve kent konseyleri, köy komünleri “dekolonizasyon” politikaları olarak kavramlaştırılıyor. Kısacası Kürt hareketi hem Türk siyasal sistemindeki merkeziyetçi geleneği kırma, hem de Türkiye solunun devletçi ve jakoben düşüncesini dönüştürme fırsatına sahip.l Yeryüzüne Özgürlük Derneği’nin kürk eylemi. C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle