Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
İyi bir yemek için damarlarında aşk olmalı M ichelin yıldızlı restoranlardaki tecrübeleriyle dikkat çeken İtalyan şef Gabriele Chilovi, bir yıldır Türkiye’de İtalyan mutfağını tanıtıyor. Önce Bodrum’da Cipriani’de görev yapan Chilovi, daha sonra İstanbul Cipriani’de mutfağa girdi. Chilovi’nin çalıştığı restoran da kendisi gibi İtalyan, üçüncü nesil Ciprianiler tarafından yönetiliyor. New York, Hong Kong, Los Angeles, Miami, İbiza, Moskova, Monte Carlo, Porto Cervo, Abu Dabi, Venedik ve Londra’da şubeleri olan restoran, dünyaca ünlü İtalyan mutfakları arasında gösteriliyor. İstanbul’da ise The İstanbul Edition’da hizmet veren restoran için birbirinden değişik 7 ayrı mönü hazırlayan şef Chilovi ile biraz mutfaktan biraz da kendisinden konuştuk. Nasıl bir eğitim aldınız, nerelerde çalıştınız? İtalya’da profesyonel sertika programlarından “Restoran Hizmetleri” eğitimi aldı. Eğitim sonrası iki hafta Hotel Peio, sonrasında ise üç hafta da Da Pino Restaurant’da tecrübe kazandım. Cipriani dışında İtalya’da 1 Michelin yıldızlı Sissi Restaurant ve yine 1 Michelin yıldızlı Scrigno del Duomo, Floransa’da Hotel Astoria, Avusturalya’da ise Spinnaker Restaurant’da görev aldım. Türkiye’ye ne zaman geldiniz? Venedik ve Dubai’den sonra 2012’nin başında Cipriani Bodrum’da çalışmak üzere Türkiye’ye geldim. Çok kısa bir süre sonra da Cipriani İstanbul’a geçtim. Biliyorsunuz üçüncü nesil Cipriani ailesi tarafından yönetilen restoranlar zinciridir Cipriani. Yapabildiğiniz ve sevdiğiz Türk yemekleri var mı? Bir seneyi aşkın bir süredir Türkiye’deyim. Türk yemeklerini damak tadıma uygun buluyorum ve şiş kebap, kuru fasulye ve dolma gibi birçok çeşidi tatma fırsatı buldum. Kısa bir süredir de ekibim ve ben, Levent’te bulunan The Istanbul Edition otelinin misafirleri için meze tabağı, Türk kahvaltısı, menemen, baklava gibi Türk lezzetlerini de hazırlamaya başladık. Bu lezzetlerin tatlarını oldukça güzel buldum, ayrıca kullanılan malzemeler ve bir araya getiriliş tarzları da benim için oldukça ilginç. Özel bir Türk yemeğini dört dörtlük hazırlayabilmeyi çok isterdim ancak dürüst olmalıyım ki şu anda sanırım bu kadar yetkin değilim Türk yemekleri konusunda. İtalyan mutfağını nasıl tarif edersiniz? Bildiğiniz gibi ben İtalyanım ve bu kariyeri seçmekteki başlıca amacım yemek yapmayı ve İtalyan yemeklerini çok seviyor oluşum. Bugüne dek çok iyi şeflerle birlikte çalıştım ve onlardan çok şey öğrendim. Öğrendiklerimin başında gelen şey ise, bu meslekte güzel bir sonuç almanın tek şartının mesleğin damarlarına kadar işlemiş olması, içinde bu aşkın var olması gerektiği oldu, çünkü yemek yapmak bir sanat, İtalyan mutfağı ise bu sanatın bir dalıdır. İtalyan mutfağı dünya üzerindeki sonsuz sayıda malzemeyi kullanarak tarifsiz güzellikte lezzetler sunar. En çok hangi ülkede çalışmayı ve hangi ülkenin yemeklerini seviyorsunuz? Gabriele Chilovi Ben en çok kendi ülkem olan İtalya’da çalışmayı seviyorum, özellikle de Venedik’teki Harry’s Dolci ilk iş tecrübemi edindiğim yer olması bakımından benim için çok özeldir. Bir dönem Abu Dabi’de bir Japon restoranının açılışında çalışmıştım, restoranın şefi ile beraber çalıştığımdan beri Japon ve Asya mutfağındaki lezzetleri de seviyorum. l “2 parMAK OLSUN.” HAREKETİ İşaret ve orta parmağınız dışında, kullandığınız elinizin tüm parmaklarını kapalı konuma getirin. Açık parmaklarınızı avuç içinizle 90 derece yapacak şekilde bükün ve başparmağınızla destekleyin. Kolunuzu, masaya paralel olacak şekilde uzatın. Gözlerinizi kısarak haŞfçe gülümsemeniz hareketin etkisini artıracaktır. www.yeniraki.com.tr www.bibuyukhareket.com RASHİT Derdimiz “fark ettirmek” ALİ DENİZ USLU R ashit yeni albümde postpunk, new wave, post rock ve indie gibi Batı soundları ile Balkan ve Asya müziklerini harmanlıyor. Albümde özel konuklar da var, Nazan Öncel ve Göksel grubun ruhuna çok iyi uyum sağlamış. “Yaşadığımız dünyanın koşulları kimileri için çok sert” diyen Rashit, bu sertliği dengeleyebilmek için dışavurumun da sert ve çarpıcı olması gerektiğini söylüyor. Zaten onların derdi fark edilmek değil de fark ettirmek! Nedir “İnsan Neslinin Sonu” albümünün hikâyesi? Tolga Özbey: “İnsan Neslinin Sonu”; modern dünyanın, insanı insan yapan tüm özellikleri bir bir ortadan kaldırışını anlatıyor. Şarkı da Rashit, özetle “eğer insanlığımızı Türkiye’nin en kaybettiysek, biz şimdi uzun soluklu neyiz?” diye soruyor. punk rock grubu. Orkun Tunç: Yeni albüm Şimdi de yeni yapmak için bir konsept albümleri “İnsan bulmak şarkı yapmaktan Neslinin Sonu”nu daha öncelikli bizim için. hazırladılar! Her yeni albüm zamanı bunu yaşarız. Sonrasında zaman içerisinde lego yapan çocuk gibi parçaları birleştiririz. Sanırım yapmayı en iyi başardığımız şey bu. Geldi mi cidden sonumuz? T. Ö: Popüler kültürde her gün yeni kıyamet senaryoları üretiliyor. Sanırım modern insanın çektiği acılardan dolayı böyle bir sona ihtiyacı var. Dünya üzerinde kurulu olan bu düzen, kaynakların insanlara yetmeyeceğini ileri sürüyor, oysa insanlık tarihinde küresel anlamda paylaşmayı henüz tam manasıyla denemedik. Bu yüzden şarkı sözlerinde bahsettiğim mecazi bir son olsa da insanlığını yitiren bir insanlığın sonunun da yakın olduğunu düşünüyorum. O.T: Müziğin sonu çoktan geldi. Yakında insanlar halk konserleri dışında konserlere de gitmeyecek. İnsanlar deli gibi çalışıp, hafta sonunu kutlamayı, kültürel, sanatsal aktivitelere katılıp sosyalleşmeyi ödül olarak görürdü. Şu anda ödül sadece yaşayabilmek, varolmak. Sound olarak new wave, post punk bir tarzınız vardı. Müzikal olarak hangi sularda yüzüyorsunuz şimdi? Oğuz Taktak: Albüme eklektik bir sound hâkim. Sanırım yılların getirmiş olduğu müzikal bir olgunluk bu. Sizi takip edenler bilir, bilmeyenler de yeni yeni öğreniyor, bundan yıllar önce Avrupa’da yayımlanan 45’likleriniz ve karma albüm çalışmalarınız vardı. Büyük takdir topladınız. Yine de “Rashit” kimileri için yeni bir grup. Keskin sözleriniz ve muhalif tavrınız buna sebep olmuş olabilir mi? Oğuz Taktak: En baştan beri belli bir kalıba hapsolmadan, istediğimiz müziği yapıyoruz. Elbette bu da popülerleşmenin önünde büyük bir engel. Ama biz bu durumu hiçbir zaman kendimize problem etmedik. T.Ö: Bilinirlik ve saygınlık farklı şeyler. Sanırım sadece ardımızda iyi müzik ve iyi şarkı sözleri içeren albümler bırakmak istedik. Güncelliğin getirdiği popülerlik yerine hatırlanır, kalıcı bir şeyler olmasını arzuladık, bunun için çaba harcadık. Sizi bu tavra yönelten sebepler nelerdi? T.Ö: Müzik, kayıt ettiğimiz mesajları içeren, çevremize yaydığımız bir iletidir. Bunu psikolojik bir rahatsızlık ya da insani duyarlılık olarak görebiliriz. “Hep Yokluğa”, “Savaş Boyaları”, “Kancalar” ve “İki Gölge” derdi olan harika şarkılar... T.Ö: “Hep yokluğa”da anlatmak istediklerim; insanın sanıldığının aksine bir ruhu olmayabileceği ve ruh kavramının ölümü kabullenemeyen bir canlının kurduğu bir düş olabileceğiydi. Modern dünyanın sürekli olarak ölüm olgusunu unutturmaya, geçiştirmeye çalıştığını fakat bunda başarılı olamadığını düşünüyorum. O.T: Bu şarkıyı, çok yakın dostum Murat Atalay (lakabıyla Igor) fark etmemizi sağladı. Değişik bir şeyler arıyorduk. Ne Avrupa’dan ne Amerika’dan.. Buralara yakın bir şey ama buralar gibi de duyulmayan. Bana “Dombra” şarkısını (eski bir Nogay Türküsü) dinlettiğinde ritmik yapısı ve duygu olarak punk hissiyatını aldım. Gruptakilerle paylaştığımda aynı etkiyi aldım herkesten ve tek seferde yorumladık. T.Ö: “Kancalar” ise ıstıraplı ilişki modelleri üzerine bir şarkı sözü, müzikte de o acıyı hissedebilirsiniz. Oğuz ve Nazan Öncel’in sesleri şarkıyı bambaşka bir boyuta taşıdı. Oğuz Taktak: “İki Gölge” şarkısı Göksel ile birlikte yorumladığımız, aslında “Süheyl Denizci Orkestrası ve Şehrazat” tarafından 1967 yılında kaydedilmiş bir şarkı. Sözleri Bülent Pozam’a ait. l Sanalsentır Misafir şair Unutulan rüyalar düşe kalka kaybolur gider *** Ağaçlar yağmura yağmur ağaçlara tutunuyor Ay batıyor *** Pencere açık perde yarıaçık Bastım yelkeni gidiyorum rüyaların koylarına Süreyya Berfe Haftanın sanat çizelgesi 1. Solanahtarı sağa çekilecek. 2. Piyano tek tuşlu olacak. Utandırma servisi Yazar olacak çocuk, virgülünden belli olur. Kemal Ateş Teoride zehir gibi maşallah. Eeee kaçın kuramcısı!... İbrahim Ormancı Fırsat..Fırsat.. Altı çizilmiş sınırlı miktarda satır, uygun fiyatla satılıktır. Emekli kitap kurdu Petşop Azizden kızıp gider kızarıp döner!.. Aziz Yavuzdoğan Misafir çizer: Bozo Stefanovic C M Y B