17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 17 ŞUBAT 2013 / SAYI 1404 İshak Alaton: 90 yaşında bir çocuk Türkiye. Fotoğraflar: UĞUR DEMİR “Aslında Şile’ye koysak kimsenin umurunda olmaz ama Sarayburnu’nda derdini anlatır o anıt” diyor İshak Alaton. Tabii anıt yapılsa bile siyasilerin müdahalesinden önce saldırıya uğrayacağının da farkında. Yine de yılmaya niyeti yok. “Ben yaşadığım sürece bu anıt için çalışacağım” diyor. Arşivleri açılamayan tek ülke Türkiye Baştarafı 1. Sayfada “Struma” Türkiye’nin konuşmak istemediği, görmezden geldiği ve ortak olduğu cinayetlerden yalnızca biri. Struma’yı ölüme götürenler dönemin İngiltere’si, Romanya’sı ve tetiği çeken Rusya. Siz ise tanığısınız. O günlerden neleri taşıyorsunuz üstünüzde? İshak Alaton: Bu ağır bir yük! Struma bir cinayet, hatırlamaktan, konuşmaktan korkuyoruz. Zaten tarihimiz pek çok vahim katliamla dolu. Dünyanın da geçmişi ile derdi fazla. Hiçbir toplumun veya ülkenin geçmişinin temiz olmadığını biliyoruz, büyük günahları var. Bunlar özürle de geçecek şeyler değil. Osmanlı’dan gelen devşirme ülkemizin de istisna olmadığı kesin. Ama diğer ülkelerle aramızda bir fark var değil mi? İ. Alaton: Belirgin bir fark bu. Çünkü onlar er ya da geç geçmişin günahlarından arınmayı faydalı ALİ DENİZ buluyorlar. Bunun USLU onurlu bir davranış olduğunu biliyorlar. Günahlarını kabul edip arınıyorlar, arınmasalar da saygınlık kazanıyorlar. Mesela Bulgaristan, Türklere karşı yaptıkları mezalimi meclis kararı ile kabul etti, özür diledi. 175 milletvekili olan toplantıda 172 vekil kabul için imza verdi. Halit Kakınç: Cumhuriyet döneminde Mustafa Kemal yapmak zorunda olanı yaptı, yok olandan yenisini yarattı ama artık bitti o dönem. Şimdi zaman değişti, o dönemin travmasıyla şimdiyi yaşamamız mümkün değil. Şu an her şey bizi tedirgin ediyor, refleks olarak savunmaya geçiyoruz. Asıl olan travmalardan kurtulmak. Tarihte pek çok dönüm noktasını kaçırdık, saçma sapan şeylere saplandık hep. “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok” diyerek bu günlere geldik. Halbuki “Türk’ün Türk’ten başka düşmanı da yok”. İ. Alaton: Sizin dediğiniz gerçek, Halit’in dediği slogan! Her ülke dolaplarındaki cesetleri çıkarttı. Bizdekiler kokuştu, havayı da zehirliyorlar. Korkularla büyütülen ve bundan dolayı gelişememiş yaşlı bir çocuk gibiyiz. 90 yaşında bir çocuk Türkiye, hâlâ ergen. H. Kakınç: Struma belki bunun küçük bir parçası ama birtakım şeyler artık konuşulur hale geldi. Kürtler, Ermeniler, Aleviler, İslamiyet... 1915 yılında bir Ermeni olayı olmuş, eğer bir suç varsa bu zaten Osmanlı’nın suçudur, yani politika olarak Osmanlı’nın her şeyini red ediyorsun da neden o günahı yüklenmeye çalışıyorsun, savunuyorsun, niye sahipleniyorsun? Bırak konuşulsun. Struma da, Türkiye Cumhuriyet’inin Mustafa Kemal’den sonra kişiliksiz, rotasız ve dalgalara göre gidip kendini bulamamasının bir örneği. İ. Alaton: Sonrası korkak bir politika, silik. Bunların içinde Struma ile aynı zamana rastlayan bir rezillik daha var! 146 Azeri subay Aras Nehri’ni geçerek Türkiye’ye iltica etti 1945 yılında, Rus Kızıl Ordusu Azerbaycan’ı işgal edince onları geri istedi. Ankara emir verdi oradaki valiye teslim edilmeleri için. İsmet İnönü de bunu istedi, korkuyordu çünkü. Kızıl Ordu’dan korkuyordu. Bu 146 subay teslim edildi ve Aras’ın karşısına geçtikleri gibi makinalı tüfekle tarandılar. Bu ırkçılık mıydı? İ. Alaton: Hayır, düpedüz korkaklıktı! H. Kakınç: Hitler’le Türkiye’nin o dönemdeki yakınlığı da biliniyor. Basın Hitler’e methiyeler düzüyor. Yazılar, karikatürler... Hitler ve Mussolini kahraman oluyor. Tabii tüm bunlar günün koşulları içinde değerlendirilmeli. Ama hiçbir şey katliamları meşru kılacak gibi değil. “Küçük Amerika” diyorlar ya Türkiye’ye, o dönemde ise “küçük faşist Almanya”ydı. Çok mu ileri gidiyoruz bunu söylerken? H. Kakınç: Tarih daima kazananları yazıyor. Mesela Çerkez Ethem yok edilmeseydi, Mustafa Kemal’den sonra ikinci adam Çerkez Ethem olsaydı Türkiye Cumhuriyeti nasıl olurdu? Neden bunun matematiğini yapmıyoruz, neden bu ihtimali konuşmaktan korkuyoruz. Hemen “vatan haini” oluyorsunuz bunları konuştuğunuzda! “Şimdi niye bu işleri kurcalıyorsunuz” diye soracaklar, zaten soruyorlardır da sanırım. H. Kakınç: Bana ilk soru “Yahudi misiniz?” oluyor, sonra “Eşiniz Yahudi mi?”, “İsrail’le mi çalışıyorsunuz?” Ama son soru daha alçakça; “Bildiğimiz kadarıyla İzmirlisiniz?” Sonra da “Selanik bağlantısı var mı ailede?” Evet, bize düştü bunları kurcalamak, bize dert oldu. Sarayburnu ya da Şile açıklarına Struma için bir anıt yapmak istiyorsunuz. Kars’taki “İnsanlık Anıtı”nın lime lime doğrandığını düşününce pek şansı yok gibi. Neler yapıyorsunuz? İ. Alaton: Aslında Şile’ye koysak kimsenin umrunda olmaz ama Sarayburnu’nda derdini anlatır o anıt. Tabii diyelim ki yaptık, o anıt siyasilerin müdahalesinden önce saldırıya uğrayacaktır zaten. Avukatlarla görüşüyorum bu durumu, hukuki ve bürokratik olarak neler gerektiğine bakıyoruz. Avukatlar bu projenin sürekli sabote edileceğini söylüyorlar. Ama ben yaşadığım sürece bu anıt için çalışacağım. Müfredatımız korku; insan olmamız, olgun olmamız engellendi yıllarca. “Biz” yerine düşünüldü. Çok geç kaldık bazı şeyler için çok... H. Kakınç: Teoride aldığınız karar pratikte bir işe yaramıyor, bir de radikal görüşlü insanlar eylemi engelliyor. Ötekini “şeytan” olarak gören zihniyet değişmeli. İ. Alaton: Struma cinayetini hazmedemiyordum. Biz günlerce, haftalarca onlara ekmek taşıdık. Onları yaşatmak için her şeyi göze aldık. Kapana kısılmışlardı, çaresizlerdi. İstanbul’u o yüzen hapishaneden seyreden bu insanların hayatlarını çaldılar. Hepsinin umutları vardı, tek kişi kurtuluyor gemiden: David Stoliar. Şansı, torpil anında güvertede olması, bir tahta parçasıyla uçuyor denize. Şile sahilinde balıkçılar buluyor onu. 2001 yılında tekrar gelmişti Türkiye’ye, kendini kurtaran balıkçı İsmail ile görüşmeye. İkisi de aynı yaştaydı. David yaşıyor, İsmail’i ise kaybettik. H. Kakınç: Struma ile ilgili olarak kayıtların tam olarak açıklanmadığı tek ülke Türkiye. O dönemin tüm yazışmaları devlet arşivlerinde, eğer bunlar yok edilmediyse, ki edildiyse zaten çok büyük bir yangındır bu. O dönemin arşivleri, zabıtları açılsın. Bu Türkiye için çok büyük bir adımdır, şu an tek isteğimiz de bu. l Struma’dan kurtulanlar Segal Ailesi: Martin Segal, eşi Elvira ve oğulları Alexander... Bir de dört aylık hamile Medea. David Frenck, İsrael Frenck, Tivia Frenck, Emanuel Gefner ve Theodor Bretschneider de pasaport ve vizeleri geçerli olduğu için gemiden ayrılıyor! Bu isimlerin gemiden nasıl çıkabildikleri konusunda net bilgiler olmamakla birlikte Martin Segal’in Standart Oil Company’nin Romanya Genel Müdürü olduğu ve burada Vehbi Koç’un önemli bir rol oynadığı biliniyor. Malum, Archibald Walker, Standart Oil of New York ile Vacuum Oil Company’nin ortak şirketleri Socony Vacuum Oil’in Türkiye temsilcisi, Office of Strategic Services’in de (o günkü CIA) çok önemli bir ajanı. Walker, Martin Segal’in yakın dostu. Martin de Standart Oil Company’nin (daha sonra Mobil Oil adını alacak) Romanya genel müdürü. Segal, Romanya’dan yola çıkmadan önce telefon açarak başlarına bir şey gelmesi halinde, Walker’den yardım ricasında bulunuyor. Kara çıkış izni alınamayınca, Walker devreye giriyor. Uygun bir zemin var. Dünyanın başta gelen krom ihracatçılarından biri olan Türkiye’nin en büyük krom satan firması Koç Şirketi. En ağırlıklı müşterileri de Almanya. Krom silah endüstrisinde o dönemde kullanılan en hayati madde, olmazsa olmaz nitelikte. Vehbi Bey Nazi yanlısı filan değil, ama bu ihracat yüzünden batı tarafından kara listeye alınıyor. Walker bu durumu değerlendiriyor. Segal Ailesini gemiden çıkartmak için bir plan kuruyor. Vehbi Bey’i ziyaret ederek bu konuda aracı olmasını istiyor. Karşılığı belli: Segaller’in gemiden çıkartılması sağlanırsa, Koç Şirketi’nin kara listeden çıkartılması. Vehbi Bey, emniyet genel müdür İhsan Sabri Çağlayangil ve İçişleri Bakanı Faik Öztrak vasıtasıyla, aileyi tahliye ettiriyor. Böylece Segal Ailesi Struma’dan, Koç Şirketi de kara listeden çıkıyor. l Halit Kakınç, Struma olduğu iddia edilen pek çok fotoğraf kullanıldığını ancak uluslararası kabul gören yalnızca iki karenin (üstte sağda ve kapakta kullanılan) olduğunu söylüyor. SELÇUK EREZ Her şey ondan sorulur! Sabahın dokuzunda belediye garajının önünde bir kamyonet durdu. Boyamaya geldik... Boyacılar birkaç gün önce de gelmiş, garajın dört bir yanına iskele kurmuşlardı. Bekçi kapıyı açtı. Hangi renge boyayacaksınız? Anlaşmada “beyaz” denmişti... Biz de bu boyadan aldık. Boyamaya başladılar; bir duvarın yarısı bembeyaz oldu... Bekçi koşa koşa geldi: Durun, durun durun! Neden? Telefon ettiler. Fikirlerini değiştirmişler... Ne renk olacağı belli değilmiş. Ne zaman belli olacakmış? Kararı o verecekmiş... Çarşamba günü Sırbistan’dan gelince soracaklar. *** TV ekonomi kanalında sarışın spiker lafları yuta yuta konuşan uzmana sordu: Tüketici fiyat indeksi (TÜFE) niçin hâlâ açıklanmıyor? Beyefendiye sormuşlar, henüz yanıtlamamış... Neyi sormuşlar? Bu ayki TÜFE hesabına bamya fiyatlarının da katılıp katılmayacağına o karar verecek. Doğumevi ne zaman açılacak? Bebeklerin göbek kordonunun kaç santim kesileceğini sordular; o yanıtlar yanıtlamaz! *** Bu hafta amatör kümede hangisi başta? Belli değil; Çekmecespor santraforunun attığı gole itiraz var; hakemler, “ofsayt değildi” diyorlar. Gelir gelmez filmleri gösterip ona soracaklar. ***   Fırınlarda  dünden beri neden simit bulunmuyor? Sormuşlar: “Simitler bu yıl da eskisi gibi yuvarlak mı olsun yoksa çılgın bir projeyle bunları dikdörtgen yapıp üstlerine susam yerine çörekotu mu serpelim?” Ne demiş? Haftaya açıklayacakmış! *** Ülkemizde böyle her şeyi bilen birinin olması ne iyi! Keşke twitter de ya da facebook’ta bizim kişisel sorunlarımızı da cevaplasa.. Sen ne sorardın? Ben çocuklarımı beyaz sabunla mı yıkayayım yoksa yeşil sabunla mı diye sorardım. Ya sen? Ben de rüyada hamamböceği görmenin ne anlama geldiğini! l www.selcukerez.com İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Miyase İlknur Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi:?Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli / İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Körükçü Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya Reklam Müdürü: Beste Paydaş Ertan Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 74/75 (0212) 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt / İstanbul Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir / Yerel süreli yayın [email protected] C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle