17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 Nazlıcan Eleştekin’in manken olma planı yoktu. Biraz da eğlencesine katıldığı Miss Turkey’e kadar. İlk elemeleri geçti, ancak Los Angeles’taki okulunu yarıda bırakmak istemediğinden katılmaktan vazgeçti. Şansını denemeye de devam etti bir yandan. Nisan’da Top Model WorldWide 2013 Yarışması’nda Türkiye’yi temsil edecek. Eleştekin’in asıl tutkusu ise oyunculuk. Bunun için de çok çalışıyor. 17 ŞUBAT 2013 / SAYI 1404 Gerçek tutkum oyunculuk ESRA AÇIKGÖZ azlıcan Eleştekin, eğitim almak için Amerika’ya gittiğinde, aklında modellik yoktu. Derken birden Miss Turkey’e başvurmaya karar verdi. İlk elemeyi geçti ve çağırdılar, ama Amerika’daki eğitimini bırakmak istemediği için vazgeçti Eleştekin. Aklına modellikle ilgili ilk fikir de böylece düştü. Los Angeles’ta bir modellik ajansına kaydoldu. Sonrasını kendisi anlatacak, ancak nisanda Londra’da düzenlenecek The Top Model WorldWide 2013’te Türkiye’yi temsil edeceğini şimdiden bilin. Sizi biraz tanıyarak başlayalım... 1992, Ankara doğumluyum. Liseden mezun olana kadar Ankara’da büyüdüm. Aslen Diyarbakırlıyım. Ailenin en küçük üyesiyim. Sevilerek ve fikirlerime saygı duyularak, demokratik bir ailede büyüdüm. 18 yaşıma kadar ailemle Ankara’da yaşadım. Daha sonra üniversite eğitimim için Amerika’nın Los Angeles şehrine taşındım. En büyük desteği ve cesareti her zaman ailemden almışımdır, hiçbir şey insanın ailesinin yerini tutamaz. Annem her kararımda arkamdadır ve benim rol modelimdir. Modelliğe nasıl, ne zaman, neden başladınız? Modellik hiçbir zaman planlarımın arasında yer almamıştı, ta ki 2012’de Türkiye’de düzenlenen Miss Turkey yarışmasına başvurana kadar. Çok tesadüfi bir şekilde başvurdum ve Türkiye’den Miss Turkey 2012 yarışmasına çağrıldım. Fakat Los Angeles’ta devam etmekte olan eğitimimi bırakamadığımdan katılamadım. Daha sonra modellik yapabileceğime olan inancım arttı ve Los Angeles’ta uluslararası modellik ajanslarına kayıt oldum. Bundan birkaç ay sonra Amerika’daki bir güzellik yarışmasına daha katılmaya hak kazandım. UNESCO sponsorluğunda düzenlenen “The Queen of the Universe / Kâinat Güzellik Kraliçesi” yarışmasında Türkiye’yi temsil etmek üzere Amerika’nın Miss Turkey’i seçildim. Fakat Türkiye ziyaretim ardından Amerika’ya tekrar vize alamadığımdan ötürü bu yarışmaya Bir de Armağan’ın penceresinden bakın rmağan’ın Penceresi, Armağan Portakal’ın ilk kişisel sergisi. Dünyanın pek çok yerinden objektifine takılan anları ölümsüzleştirdiği fotoğraflarını paylaşıyor sanatseverlerle Portakal. Bizi şehirden şehire gezdiriyor, insandan insana geçiriyor, duygudan duyguya taşıyor... Sadece tek bir bakış açısı olmadığını hatırlatıyor. “Paylaşmak için mükemmel olmayı beklemedim” diyor, “sandık bekleyen çeyiz gibi olsun istemedim, ilham alıyorsam ilham vermeyi istedim. Her gün bir tutam alın teri ve emek kemikleri güçlendirir, insanı dik tutar.” İşte tam da bu yüzden 59 fotoğraftan oluşan serginin tüm gelirini Türkiye Görme Özürlüler Kitaplığı’na (TÜRGÖK) aktaracak Portakal. Görme özürlülerin, yazılı kaynaklara erişimini sağlamak üzere 2004 yılında İzmir’de kurulan TÜRGÖK; üyelerine sesli ve kabartma baskılı roman, ders kitabı, ÖSS, KPSS, SBS, açıköğretim soru bankaları ve sınav testleri hazırlıyor. Görme özürlülerin eğitimleri ile A N kültürel gelişimlerine ücretsiz hizmet eden kitaplık Türkiye’nin her yerine, ayrıca İngiltere, Hollanda, Kıbrıs, Amerika, Almanya’ya ücretsiz ve geri iadesiz hizmet veriyor. Amaç net; görmeyen kişilerin Türkçe okuryazarlık oranını arttırmak, eğitim ve kültürlerine katkıda bulunabilmek ve böylece yaşam kalitelerini yükseltmek... Sergide Armağan Portakal’ın “Tesadüf” ve haber sunuş tarzıyla hafızamıza yer eden eşi Fatih Portakal’ın “Sessiz” adlı kitapları seslendirilecek, böylece görme özürlüler kitapları mp3 kulaklıkla dinleyebilecekler. Sadece bu kadar da değil, sergiye özel kabartma kitap halinde getirilen eserler, yine görme özürlüler tarafından okunabilecek. “Ben olması gerekenleri değil çoğunlukla inandığım şeyleri yaptım. Öyle de devam edeceğim” lafını hayat şiarı edinen Armağan Portakal’ın sergisini, 24 Şubat’a kadar Kadıköy Belediyesi Kozyatağı Kültür Merkezi Sanat Galerisi’nde gezebilirsiniz. G katılamadım. Amerika’daki Reklamcılık ve Markalaşma eğitimime de bir süre ara vermek durumunda kaldım. Mayısta kaldığım yerden devam etmek üzere geçici bir süre okulumu dondurdum. Ardından rotayı Avrupa’ya, Paris’e çevirerek eğitimime bir süre Paris’te devam etme kararı aldım. Avrupa tecrübesi her öğrenci ve yetişkin için çok derin ve kökten bir değişimin parçası olabiliyor. Geldiğim için çok mutluyum. Sizi Top Model WorldWide 2013 Yarışması’na götüren süreç nasıl gelişti? Amerika’da Miss Turkey seçildiğim yarışmaya katılamayınca bunun bir ölçüde hayal kırıklığını hissettim. Size sunulmuş güzel bir şey gözünüzün önünde ve bir engelden ötürü gidemiyorsunuz. Hal böyle olunca beni yeni bir sürprizin beklediğine inandım. Paris’e geldiğim ilk dakikadan beri boş zaman geçirmedim. Bu maceranın bitmediğine inanarak Paris’te modellik ajansına kayıt oldum. Karşıma çıkan ilk şey bu yarışma oldu! Yarışma Avrupa’daydı, tam da istediğim şekilde sanki benim için tasarlanmıştı. Başvurdum ve sonuç; nisan ayında Londra’da Türkiye’yi temsil edeceğim. Nedir hisleriniz? Bu benim için büyük bir gurur. Kaldığım yerden devam ettiğimi hissediyorum. Yaşayacağınız hiçbir şey yarım kalmıyor ve bir şekilde size o kapı tekrar açılıyor. Miss Turkey unvanı yabancı değil bana fakat bu heyecansız olduğumu göstermiyor. Kazanacağım diye bir iddiam hiçbir zaman olmadı, dünyaya herkesin kazanmak için geldiğini düşünüyorum. Bu yarışmaya katılmak benim için büyük mutluluk, gelecek adına bir yorum yapamam. Önemli olan oyunu nasıl oynadığınız, kazanmak sonraki mesele. Bu mesleğin zorlukları neler? Her meslekte olacağı gibi modellikte de zorluklar var. Fakat ne yaptığımın ve hangi yönde ilerlediğimin farkında olduğum için kendi adıma bir zorlukla karşılaşmadım. Bir işi sevgi ve tutku ile yaparsanız hiçbir şey sizi zorlamaz. Kimseden bir şey beklemeden kendime sürprizler yapmayı sevmişimdir. Zorluklar ise çoğu zaman iyidir; sizi büyütür ve daha kararlı bir hale gelmenizi sağlar. Paris’te oyunculuk eğitimi alıyormuşsunuz, hedefiniz ne? Hedefim Türkiye başta olmak üzere, dünya çapında büyük projelere imza atıp, oyunculuğa olan tutkumu dünyadaki herkesle paylaşabilmek. Bu mesleği büyük bir aşkla yapacağıma inanıyorum. G Ünlü sanatçılar müzayedede buluşuyor IAC İstanbul’un, özel olarak oluşturduğu “Müzayede Tanıtım Aracı” sergisi, sanat eserlerini, izleyici ve koleksiyonerlerle buluşturuyor. Koleksiyoner, sanatçı ve izleyici arasındaki diyaloğu, sıcak bir ortamda geliştirmeyi hedefleyen etkinlikte misafirler, müzayede hakkında detaylı bilgi sahibi olabilecek ve müzayedede satışa sunulacak eserleri görebilecekler. “Müzayede Tanıtım Aracı”, 24 Şubat 2013’e kadar, İstanbul’un çeşitli semtlerinde ziyaret edilebilir. Sergi sonundaki müzayedeyse Karşı Müzayede'de yapılacak ve aralarında Burhan Doğançay, Neş'e Erdok ve Mehmet Ali Laga gibi isimlerin yer aldığı sanatçıların eserleri sanatseverlerin karşısına çıkacak. Ayrıca İbrahim Balaban’ın cezaevinde tamamladığı altı tablodan biri olan, karısının doğum esnasında vefatını işleyen trajik eseri “Doğum”u, Devrim Erbil’in 300x200 cm. ebadındaki müzelik eseri “İstanbul Maviye Özlem”i ve Zekai Ormancı’nın en büyük eserlerinden olan “Büyük Sessizlik” isimli tablosu da satışa sunulacak. G Selami Ali Mah. Görümce Sok. No: 7 Bağlarbaşı / Üsküdar Tel: 0216 310 83 94 İbrahim Balaban / Doğum ATAOL BEHRAMOĞLU İki oyun Testosteron Gülmeyi, hatta gülümsemeyi unuttuğumuz ülkemizde, bir oyun izlerken neredeyse kasıklarımı tutmak zorunda kalarak güleceğim aklıma gelmezdi… Polonyalı oyun yazarı, senarist ve yönetmen Andrzej Saramanowic’in “Oyun Atölyesi”nde sahnelenen “Testosteron”unda aynen böyle oldu. Gülmenin de çeşitleri olsa gerek… Siyasal içerikli bir güldürüde, biraz da acı acı gülersiniz. Hatta bu türlü gülmeye “güleriz ağlanacak halimize” deyişi bile denk düşebilir. Hiçbir toplumsal ya da psikolojik vb. içeriği olmayan güldürüler de vardır. Burada güldüren şey, dil oyunları, beklenmedik rastlantılar, başkaca tuhaflıklardır… Siyasal niteliği olmasa da, herkesi az çok ilgilendirebilecek konuyu, bir sorunu, mizahın penceresinden, güldürünün bütün olanaklarını kullanarak göstermeyi başaran oyunlar da vardır. Polonyalı Saramanowic’in “Testosteron”u bu tanıma tam olarak uyan bir sahne yapıtı. Öyküyü özetlememin gereği yok. Şu kadarını söyleyeyim: Sadece erkeklerin, yedi erkek oyuncunun rol aldığı bu güldürü, gülünçlüğün tepe noktasına ulaştığı noktalarda, bir erkeklik trajedisine, bir başka deyişle de erkeklik hormonu demek olan “testosteron” trajedisine dönüşebiliyor… Sanıyorum ki yazarın amaçladığı ve izlediğim uyarlamanın yönetmeni Kemal Aydoğan’la yedi oyuncunun (Orhan Aydın, Ruhi Sarı, Emre Altuğ, Gürkan Uygun, Bülent Şakrak, Gökçer Genç, Gökhan Yıkılkan) başarıyla gerçekleştirdikleri de tam olarak bu… Tiyatro aynı zamanda bir sahne tasarımı ve bir dil olgusu olduğuna göre, oyunun sahne tasarımını gerçekleştiren Bengi Günay başta olmak üzere bu alanda emeği geçen herkesi ve çevirmen Neşe Taluy Yüce’yi de ayrıca kutlamak gerekir. Asık yüzlülüğümüzden bir an için olsun kurtulmak ve kahkahalarla gülerken “erkeklik” denilen çapraşık ve çok çelişkili olgu üstüne, buna bağlı olarak da kadın erkek ilişkileri konusunda bir nebze kafa yormak isteyen herkes, Moda Haluk Bilginer Tiyatrosu’nda sahnelenen “Testosteron”u kaçırmamalıdır… Bernarda Alba’nın Evi Yazıya başlarken oyunun tanıtma broşüründe 7 Şubat’ın (bu oyunu izlediğim tarihin) son gösteri tarihi olduğu gözüme çarptı ve üzüldüm. Bu güzel ve başarılı Lorca uyarlamasının sahnede daha uzun süre kalmasını dilerdim. Federico Garcia Lorca, sadece İspanyol dilinin değil, hiç kuşkusuz bütün 20. yüzyıl dünya şiirinin en büyük şairlerindendir. Türk okuru onun olağanüstü güzellikte bazı şiirlerini Ülkü Tamer, Cemal Süreya, Sait Maden gibi seçkin şair ve çevirmenlerin çevirilerinden okumak şansına sahiptir.. Lorca oyun yazarı olarak da önde gelen bir bir yaratıcıdır. Oyunlarından en bilineni “Bernarda Alba’nın Evi”ni “Kumbaracı50”nin minik sahnesinde izledim. Bu “kara” oyunu unutulmaz kılan etkenlerden biri de, kuşkusuz, oyuncularla izleyicinin neredeyse yüz yüze oluşuydu… “Bernarda Alba’nın Evi” “kara” bir oyundur gerçekten de… Baskıcı bir toplumda, boğucu bir toplumsal ortamda kadının kara yazgısı dile getirildiği için… Oyununu izlerken, şiirleri yaşama sevinci ve ışıkla dolup taşan sevgili şairin kara yazgısını düşünmemek de elde değil. Bernarda Alba’nın evinde hüküm süren o kapkara baskı ortamı, faşistlerin alçakça katlettiği eşsiz şair, seçkin müzisyen ve oyun yazarının trajedisinin ipuçlarını da veriyor gibidir… “Oyunbaz” topluluğundan Çehov’un Martı’sını hayranlıkla izlemiştim… Diyebilirim ki sadece bizim sahnelerimizde değil başta Rusya olmak üzere başka ülkelerin profesyonel sahnelerinde izlediğim Çehov uyarlamalarının en unutulmazıydı… Bernarda Alba’nın Evi’ni de Martı’nın başarılı yönetmeni Abdullah Cabaluz sahneye koymuş… Oyun metni birkaç çevirmenin (A.Turan Oflazoğlu, Hale Toledo, Caridad Svich) ürünlerinden yararlanarak oluşturulmuş. Yönetmen Cabaluz’u ve “Oyunbaz”ın hepsi kadın olan bütün oyuncularını (N. Arol, E. Şahintürk, D. Kılıç, A. Azeri, S. Bilgil, B. Halacaoğlu, P. Akkuzu, B. Sakarya, F. Engin, G. Ünlü, N. Yılmaz) ayrı ayrı kutluyorum. G [email protected] www.ataolbehramoglu.com.tr http://behramogluataol.blogspot.com C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle