Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ArkeoPera kitabevi Yazı: DAMLA BEKTAŞ Fotoğraflar: VEDAT ARIK Kitabevleri Beyoğlu’nun yaratılmaya çalışılan yeni yüzünde kitapçılara da yer yok. Galatasaray’da bulunan ve yerine ArkeoPera, Türkiye’de arkeoloji denince ilk akla gelen yer. Şehri sadece rant üzerinden düşünenler için bunun hiçbir kıymeti yok, işte o yüzden de bu kitabevinin binasında yakında bir otel yükselecek. Bu Beyoğlu’ndan sürülen kitapçıların ilki de değil; Beyoğlu Tünel’de bulunan, 1900’lerin başında kurulan Librairie de Pera eski Beyoğlu’nun yaşayan son kitapçılarından biriydi. Robinson Cruise 389 da şimdi bu kaderle karşı karşıya. Kitabevi bu sondan kurtulabilmek, hızla artan kiralarla baş etmek için “önce öde, sonra al” adıyla bir kitap kampanyası başlattı. Bunun için 500 ve 1000 liralık ya da bunların dışında tutarını kart sahibinin belirleyebileceği RobKart’lar hazırlandı. RobKart kullanarak, sadece kitap değil bir kültür varlığının geleceği de koruma altına alınacak. Kitabevine destek çıkmak için kimi sanatçılar da imza günleri düzenliyor. Beyoğlu’nda sürgünü bekleyen başka kitapçılar da var. Büyükparmakkapı ve Hasnun Galip sokaklarının köşesindeki bina el değiştirdiğinden, Beyoğlu’nun en eski kitapçılarından Pandora’nın yabancı yayınlar satan dükkânı, sahafiye satan Kelepir Kitap, Bengi Kitabevi ve Ana Kitabevi’ne de yol gözüktü. Binanın akıbetine gelince, onu da tabii ki otel olmak bekliyor! l Eski fotoğraflar: Beyoğlu 1930 kitabından (Selahattin Giz) Beyoğlu tarihi kayboluyor Beyoğlu’nun tarihi yapısının dışına çıkılarak yapılan “yenilik”ler “yılların” İstiklal’ini her geçen gün biraz daha değiştiriyor; alışveriş merkezleri, oteller, büyük giyim markalarının mağazaları... Beyoğlu’nda bugün başka amaçlarla kullanılan mekânlar, bir dönem tiyatro, sinema, opera ve müzikholleri ile birçok sanatçı ve sanatseverin buluşma noktasıydı. Peki şimdi Beyoğlu ne durumda, nereye gidiyor? Gelin eskisinden yenisine bir Beyoğlu turuna çıkalım... Majik Sineması Pasaj ve lokantalar Cumhuriyet döneminde “Çiçek Pasajı”nın girişinde açılan “Degüstasyon Lokantası”, dönemin yazar ve sanatçılarının uğrak yeriydi. Yahya Kemal, Ahmet Haşim, İbrahim Çallı, Abidin Dino ve Elif Naci gibi sanatçılara bu mekânda çok sık rastlanırdı. Mekân Orhan Veli’nin “Canan ki Degüstasyon’a gelmez, balık pazarına hiç gelmez” dizelerine de konu olmuştu. Bugün “Darty Mağazası” ve “Robert’s Cafe”nin bulunduğu binada sanatçıların ve yazarların uğrak yerlerinden tarihi “Lebon” ve “Markiz Pastanesi” bulunuyordu. 1890’larda “Lebon” karşı köşeye geçti, onun yerinde “Markiz Pastanesi” açıldı. O dönem “Markiz”, Abdülhak Şinasi Hisar, Celal Sılay ve Ragıp Sarıca gibi yazarların 5 çayına gittikleri, iş konuşmalarını gerçekleştirdikleri yerlerden biriydi. Kim bilir belki bu sanatçıların ilham aldıkları mekânlardandı Markiz ve Lebon.... Bugün Garanti Bankası’nın yerinde bulunan “Nisuaz Pastanesi” ise Orhan Veli ve Ahmet Hamdi Tanpınar gibi tanınmış yazarların uğrak yeriydi. l Alışveriş merkezinin yerinde Saray Sineması vardı. Halep Pasajı Emek Sineması: Sinemanın ilk sahipleri, o dönem İpek ve Sümer Sinemaları’nın da sahibi olan A. Saltiel ile H. Artidi’ydi. 1945’te sahiplerinin iflas etmesi üzerine işletmeciliğini alan İpekçi Kardeşler’den sonra, 1940’larda sinema İstanbul Belediyesi’ne ondan da Emekli Sandığı’na geçti. Bu tarihte Emekli Sandığı, sinemanın işletmeciliğini de alarak adını Emek olarak değiştirdi. 1969’da Turgut Demirağ’a geçen sinemanın işletmesini 1975’ten beri İsmet Kurtuluş ve Süheyla Kurtuluş yapıyordu. Ancak... Sinema tarihinin en ihtişamlı dönemlerinin yaşandığı bina, 20 Mayıs 2013’te tamamen yıkıldı. Sinemanın yıkımında Halep Pasajı da hasar gördü. Saray: Demirören AVM’nin bulunduğu yere 1913’te Luxembourg Sineması vardı. Daha sonra mekân Glorya ve 1930’larda Saray Sineması oldu. Dünyaca ünlü birçok sanatçının konser verdiği bir kültür merkezi niteliğindeydi. Geniş salonuyla çoğu Türk filmlerinin galalarının da yapıldığı sinema, uzun yıllar önce kapandı. 2000’lere kadar gelen bina, bir süre önce yıkıldı ve yerine alışveriş merkezi yapıldı. Majik: Taksim Sıraselviler Caddesi’nin İstiklal Caddesi ile kesiştiği noktada yer alıyordu. 1919’da Majik adıyla açılmış, sonra adı Taksim Sineması olmuştu. 1930 ve 1940’lı yıllarda birçok yabancı film gösterimleri yapılmıştı. Beyoğlu’nun en eski sinemalarından biriydi. Ünlü Maksim Gazinosu’nun bir üst katında bulunan 97 yıllık sinema yıkılarak otele dönüştürüldü. Ses Tiyatrosu: Halep Pasajı’nda bulunan salon İstanbul’un en önemli kültür yapılarından biridir. Mekân, 1904’te tiyatro, 1911’de İdeal Sineması olarak hizmet verdi. 1915’te Royal Sineması, 1920’de Varyete Tiyatrosu, 1929’da Fransız Sineması isimlerini aldı. 1942’de Tepebaşı’ndaki Ses Sineması buraya taşındı. 1960’larda Haldun Dormen yönetimindeki Dormen Tiyatrosu oldu ve İstanbul kültür etkinliklerinin sürdürüldüğü en önemli yerlerdendi. Yaz turnesine gelen Ankara Sanat Tiyatrosu’nun her sergilediği oyun büyük ilgiyle izlenirdi. Yıllar sonra Ferhan Şensoy tarafından restore edilerek eski canlılığını tekrar kazandı. l G ünümüzde film festivallerine ev sahipliği yapan Beyoğlu, bu özelliğini de geçmişten alıyor. Birçok sinema salonunun bulunduğu İstiklal Caddesi’nde bugün L.C Waikiki mağazasının olduğu binada “Şark Sineması”, Akbank İstiklal Şubesi’nin yerinde “Şık Sineması” ve “Cinema Palace”, ING Bank binasında “RusAmerikan Sineması”, Centro mağazası binasının yerinde “Yıldız Sineması”, şu anda kapalı olan Megavizyon mağazasının yerinde ise “Lale Sineması” vardı. Böylesine eski binaların arasında sırıtan mağazalar ve alışveriş merkezleri Beyoğlu âşığı birçok insanın bile görmek istemeyeceği bir hal aldı. Maksim, 1930. Eğlence mekânları “Eski Beyoğlu” diye söze başlayanların saymadan edemediği yerler, hızlanan kentsel dönüşüm nedeniyle sanki yüzyıllarca geride kalmış gibi. Oysa pavyon tarihine adını altın harflerle yazdıran Copacabana’dan, Zeki Müren’in en şatafatlı kıyafetleriyle sahne aldığı Reşat Kulüb’e, Yeşil Ördek Pavyonu’ndan Malibor’a kadar dışarı taşan müzik sesiyle sokakların çınlaması o kadar da eski değil. Neyse ki, 1961’dE açılan, gösterişli dekorları, şık mutfağı, keyifli müzikleriyle belki de tarihinin en güzel eğlence mekânlarının birinci sırasında yer alan Maksim’i çoğu insan hatırlıyordur. Sahibi Fahrettin Aslan’ın Müzeyyen Senar, Zeki Müren, Bülent Ersoy, Muazzez Abacı, Sevim Tuna, Sezen Aksu, Emel Sayın, Gönül Yazar, İbrahim Tatlıses, Seda Sayan, Sibel Can, Hülya Avşar gibi pek çok sanatçıyı ilk kez büyük kitlelerle buluşturduğu bu gazinonun yerinde şimdi bir otopark var. l G ATAOL BEHRAMOĞLU azetedeki posta kutumdan bir armağan gibi (üşenmeyip saydım, toplam 2222 sayfa!) dört yeni kitap çıktı. Herbiri için ayrı ayrı yazmak gerekir, fakat Dört yeni kitap yazarlarından özür dileyerek bu pazar yazımda hepsinden bir arada söz edeceğim... İlkinden, dördünün en cüsselisi olan “....Ve İhtilal”den, Altan Öymen’in bundan önceki üç “anılı kitap”ının devamı olan yeni kitabından başlayalım... Sayfalarını karıştırırken de yakın tarihimize ilişkin ne kadar önemli ve değerli bir tanıklıkla karşı karşıya olduğunuzu görüyorsunuz... Bana “değerli dostum” hitabıyla imzaladığı yeni kitabında değerli dost ve ağabey Altan Öymen, kendi ifadesiyle “1955 yılındaki 67 Eylül olaylarından, 1960 yılının 27 Mayısına kadarki beş yılı” anlatıyor. Ve böylece, bir önceki üç anı kitabına eklenen “....Ve İhtilal”le “19301960 arasındaki, yaklaşık otuz yılın hikâyesini” tamamlamış oluyor... Hemen söylemeliyim ki tümüyle belgesel olmakla birlikte önceki anı kitapları gibi roman tadında okunurluğu olan bir yapıt bu. Zaten kitabın kurgusunda da bu özellik gözlemleniyor. Öymen 27 Mayıs 1960 sabahıyla başladığı öyküsünün devamında bir geriye dönüşle, 67 Eylül 1955 olaylarından 27 Mayıs 1960’a götüren süreçlerin anlatımına geçiyor... Böylece bu yıllar okunurken, ülkenin 27 Mayıs 1960’a doğru nasıl yol almakta olduğu çok daha iyi anlaşılıyor... Kendi özel yaşamından da kısa değinilerle söz ettiği kitabında yazar, denebilir ki bu yıllarda Türkiye’den ve Türkiye’ye ilişkin, siyasetten spora, basından günlük yaşama, her şeyden söz ediyor. Fakat asıl konu, kuşkusuz, 27 Mayıs “ihtilâl”i ve onu hazırlayan koşullar... Şimdilik sadece sayfaları karıştırmaktayken, baştan sona merakla okuduğum tek bölüm, 15 Ekim 1955’te Ankara’daki DP kongresinde yaptığı konuşmada partisini eleştiren hukukçu Piraye Bigat Hanıma ilişkin sayfalar oldu... Konuşmasının bir yerinde parti Genel Yönetim Kurulu’nu parti tüzüğünü göz ardı etmekle eleştiren Piraye Hanım, tüzük hükümlerinden söz ettikten sonra konuşmasını şöyle sürdürüyor: “Ama anlaşılıyor ki, tüzüğün hükmü kalmadı. Bundan sonra ne yapmalıyız? Tüzüğü bırakıp Menderes’in ne istediğine mi bakmalıyız? ‘Acaba bugün Menderes ne yapmamızı ister?’ sorusunu cevaplamak için fal mı açmalıyız?” Demokrat Partisi’nin kuruluşunda çok emeği geçmiş olduğunu (bu arada, yıllar sonra ,1999’da, “Demokrat Parti Masalı” adlı bir kitap yayınladığını) öğrendiğimiz bu gerçek bir “medeni cesaret” sahibi hanımefendinin, bu kurultay konuşmasından sonra, Menderes’in sözleriyle “bohçasını toplamak” zorunda kaldığını tahmin etmek güç değil... 27 Mayıs devrimini eleştiren günümüz “demokrasi kahramanları”nın ve bu konuda kafası karışık olanların, Öymen’in kitabının bu sayfalarını okumaları bile Menderes’in ve partisinin diktatörleşme süreçlerini kavramalarına yardımcı olacaktır... *** Posta kutumdan çıkan yine büyük oylumlu ikinci kitap Dr. Alper Akçam’ın “Anadolu Rönesansı” adlı yapıtı oldu... Kitabın neredeyse bir fasikül oylumundaki bölüm ve ara başlıklarını okumak bile, ulusal kültürümüz alanında nasıl geniş kapsamlı bir yapıtla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. İlk bölümde “‘Erken Cumhuriyet Dönemi’ Kültür ve Eğitim Politikalarına Yönelik Eleştiriler” başlığı altında siyaset ve edebiyat konulu kuramsal denemelerini toplayan Akçam, İkinci bölümde “Eleştiriler Işığında Türkiye Cumhuriyeti Uluslaşma Süreci’nin Kısa Tarihçesi”ni veriyor. Üçüncü bölümde ise “Erken Cumhuriyet Dönemi’ Kültür ve Eğitim Politikaları” konusundaki yazılarını topluyor. Sevgili Dr. Akçam’ın “Anadolu Rönesansı”nın başucu kitaplarım arasında yer alacağını şimdiden söyleyebilirim... *** Kardeşim Metin Demirtaş’ın “Yasaklı Nasrettin Hoca Şenlikleri” ile Arif Keskiner arkadaşımın “Yaşar Kemal’li Anılar”ından söz etmeyi ise zorunlu olarak bir sonraki yazıya bırakıyorum... l ataolb@yahoo.com C M Y B