17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

20 MAYIS 2012 / SAYI 1365 7 Apartmandan çıktığı gibi engelle karşılaşıyor Sevgi, defalarca rica etse de park etmeye devam eden arabaların arasından geçmek zor. Kaldırımlarda bir rampa bile yok, haliyle Sevgi ancak foto muhabirimiz Vedat Arık’ın yardımıyla çıkabildi kaldırıma... İş kaldırıma çıkabilmek, düz ayak bir yol bulabilmekle bitmiyor, park etmiş bir araba ya da fotoğraftaki gibi bir taşla karşılaşmak mümkün. Engellemenize rağmen sokaktayız Sevgi Damlamaz, üç yaşından beri tekerlekli sandalyede. Sekiz yıldır da İstanbul’da. Hem de sokaklarda. Rampasız kaldırımlara, bozuk yollara, durmayan engelli otobüslerine rağmen geziyor. Çünkü sokakların onun da olduğunun farkında, peki ya siz? Röportaj: ESRA AÇIKGÖZ / Fotoğraflar: VEDAT ARIK Yeni yapıldığı halde Esenler’de vagona girebilmek için rampa yok. senler’de Fevzi Çakmak Mahallesi’ndeyiz. Yeşil ışığın yanmasını bekliyoruz, uzun bir süre... Yanıyor. Yine de burası İstanbul, şöforlerine hiç güven olmaz diyerek bakıyoruz yola, boş. Karşıya geçmek için yola koyuluyoruz ki, son sürat üzerimize bir araba geliyor yanan ışığa rağmen. Hızlanıp kendimizi kaldırıma atıyoruz. Yarısı ışıkları geçmiş bir şekilde duruyor araba, ters ters bakıyorum şoföre, camdan kafasını uzatıp “Ne var” diye soruyor gözlerimin tersliğine eşit bir ses tonuyla. Bu kadar kendini haklı görüyor. “Kırmızı yanıyor, görmüyor musun?” “Geçtik mi, durduk zaten!” Eğer hızlanmasaydık ışıkların ortasındaki tekerleklerinin altında biz olacaktık, sanki bilmiyor... “Halimizi görmüyor musun? Ne diye, son sürat geliyorsun, kırmızı yandığı halde?” Halimizde ne mi var? Sevgi Damlamaz’la birlikteyiz. Üç yaşında geçirdiği çocuk felci yüzünden 24 yıldır tekerlekli sandalyede Sevgi. Türkiye’de bir engellinin sokakta gezerken yaşadıklarını anlatmak için yola çıktı bizimle. Benim aksime sakin o. Dayanamıyor soruyorum: “Sen nasıl sinirlenmiyorsun bu hareketlere?” “Hangi birine sinirleneceğim ki, bu adam gibilere mi? Girişinde konulduğu halde çıkışta rampası unutulan kaldırımlara mı? Kaç kere rica ettiğim halde, evimin önüne sürekli park yapan ve yola ulaşmamı engelleyen araba sahiplerine mi? Kaldırımlar yapılırken belediyeyi arayıp, engelli olduğumu rampa koymayı unutmamaları gerektiğini söylememe rağmen koymamalarına mı? Yollarda bana ters ters bakan insanlara mı?” Susuyorum. Yanımızdan yarattıkları rüzgârları bize bırakarak geçen arabaların vızırtıları daha da yoğunlaşıyor. Tedirginim. Bizim için dışarı çıktı Sevgi, bu yolda ya başına bir şey gelirse? Oysa o bizsiz de bu yolları katetmek zorunda, ha evet bir seçeneği daha var: “Kendini evine hapsetmek”. Olmak ya da olmamak, sokağa adım atabilmekle alakalı onlar için çünkü, çoğunluk tarafından görmemezliğe geliniyorlar. İşte biraz da bundan, Arabaların sağlı sollu üzerimize geldiği yollardan biri... gülerek: “Bizim bir arkadaş kaldırıma takılmış, kaldırımdan yukarı çıkamıyormuş. Yanından geçen birinden yardım istemiş. Adam da, ‘Yanımda bozukluk yok’ demiş”. Engeller sadece rampasız kaldırımlar, bozuk yollarla sınırlı değil anlayacağınız, zihniyetlerdeki “engeller”e de çarpıyor Sevgi ve on binlerce engelli insan. Sevgi’nin nakış atölyesinde eğitmen olarak çalıştığı Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği işte bütün bu engellerle mücadele ediyor. Dernek “buradaengellendim.com” sitesinde teşhir ediyor bu engelleri. Son zamanlarda çalışmalar hız kazanmış çünkü başta kamu kurum ve kuruluşlarının binaları, yollar, kaldırımlar, yaya geçitleri, yeşil alanlar, spor alanları olmak üzere halka açık hizmet veren her yeri erişilebilir hale getirmesi gereken “5378 sayılı Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”daki değişiklikler için 7 Temmuz son şansları. Dernek Genel Başkanı Ramazan Baş, bu kanunun amacını şöyle açıklıyor: “Özürlülüğün önlenmesi, özürlülerin sağlık, eğitim, rehabilitasyon, istihdam, bakım ve sosyal güvenliğine ilişkin sorunlarının çözümü ile her bakımdan gelişmelerini ve önlerindeki engelleri kaldırmayı sağlayacak tedbirleri alarak topluma katılımlarını sağlamak ve bu hizmetlerin koordinasyonu için gerekli düzenlemeleri yapmak. Burada da devletin etkin bir koordinasyon ve denetimi ile engellilerin sorunlarının üzerine gidilmesi gerekiyor. Bu konuda devlet denetleyici olarak her türlü düzenlemeyi yaptırtmakla sorumludur”. Esenler’de Sevgi’yle yaptığımız yolculuk gösteriyor ki katedilmesi gereken çok yol var. Yürüyüşü bitirip Esenler’deki apartmanın girişine geldiğimizde park halindeki arabaları daha da kalabalıklaşmış bir halde buluyoruz, onların arasından zar zor apartman girişine varıp evine ulaşıyor Sevgi. Yarın ve daha sonraki gün, daha sonraki gün yine aynı eziyeti, üzerine üzerine gelen arabaların arasındaki yolculuğa kadar güvende! E vızır vızır arabaların arasında “Engelli otobüsü müydü?” kaza geçirme tehlikesine, “Evet”. kendisine atılan acıma ya da “Yolcular dediğin”... öfke bakışlarına inat sokakta “Normal insanlar... İnsanlar Sevgi var. sokakta olmamızı istemiyor. “Zaten engelliyim, araba Bazen senin ne işin var dışarıda, çarpsa ne olur ki?” diyecek diyenler oluyor... Yine de kadar gözünü karartmış hem yılmıyoruz. En çok müzeleri de; sesine, isteklerine kulak geziyoruz. Müzelerin bile verin... çoğunda engelli tuvaleti yok”. Üç 27 yaşında Sevgi. Sekiz kişiyle kurup, gönüllülerle kardeşin ikincisi. Diyarbakırlı. çoğaldıkları “İstanbul’a çık” Bütün konuşma boyunca sesi grubuyla bu eksikleri deşifre en çok okuyamadığını ediyorlar, “Nerede bir engel varsa söylerken kırıklaşıyor: “En ya da engelli tuvaleti yoksa büyük isteğim okumaktı, ama onların peşine düşüp yapana hiç okula gidemedim... kadar durmuyoruz. Mesela, Fatih Tekerlekli sandalyeyle giriş çıkış Belediye Tesisleri’nde engelli yapmam mümkün değildi ki... tuvaleti var gibi görünüyordu, İlkokulu dışarıdan bitirdim”. ancak kullanışlı değildi, orayı Ailesiyle memleketinden yaptırdık” diyor. Aslında hep İstanbul’a taşınalı sekiz yıl böyle cesur değilmiş Sevgi, olmuş. “Her şeye rağmen “adım adım” grubunun ayda bir İstanbul daha iyi” diyor, düzenlediği kahvaltıya giderken “Diyarbakır’da dolanmak benim bile korku ve kaygı duyarmış; “ya için daha zordu.” yolda kalırsam”, “ya başıma bir Tam bunu söylerken şaşırtıcı şey gelirse”, “ya arabama bir şey ama rampası olan bir kaldırım olursa”... Bir iki kere çıkıp da Engelli olmak cesaret ister çünkü tek şansınız trafikte yol almak. görüyoruz. Bu sefer de rampa korkunun sonu olmadığını önüne park etmiş bir araba görünceye kadar... “Kadıköy’e yüzünden arabaların içindeki yolculuğumuza Belediye Tesisleri’ne gidiyor, çünkü düz ayak; “Bir bile gittik. Vapura binmek de sorun yok da, devam ediyoruz. Hedefimiz, yeni yapılan Esenler de bizi seviyorlar, uzun süre gitmediğimizde bindikten sonra kapalı bölüme geçiş yok. O metrosuna ulaşmak. Çünkü bir yere gitmek için ilk nerelerdeydiniz, diye soruyorlar” diyor. Gittiğine yüzden dona dona gidiyoruz” diyor. varması gereken nokta orası Sevgi'nin. Şanslıysa pişman olduğu yerler de var, mesela Eyüp. Büyük tehlikeler atlatmış. Fatih’te, ışıklardan apartmanın önüne park etmiş arabaların “İstanbul’da engelsiz bir semt yok zaten ama karşıya geçerken kırmızıya rağmen durmayan bir arasından bir geçiş yolu bulup, akan trafiğin Eyüp’te her şey daha da zordu. Keşke araba çarpmış iki yıl önce. Tekerli sandalyesinin ortasından geçerek yapılan bu 20 dakikalık gelmeseydim, dedim. Çok uzun süre engelli aküsü fırlamış, kolu yaralanmış... Adamın boynuna seyahatin sonunda metroya vardığında da otobüsü bekledik. Gelince de durmadı. Rampayı sarılmış, ne yapıyorsun, diye, ama “Ay dalmışım” bitmiyor sıkıntılar. Hatta işin kötüsü, en büyük açacak, beni bindirecek ya, uğraşmak istemedi, gibi umarsız bir yanıt karşısında yapacak pek de zorluğu metroda yaşıyor, vagona binmek için zamanı yoktu herhalde! Bir kere de Eminönü’nde bir şey bulamamış. Trafik polisine plakasını rampa olmadığından. Daha birkaç ay önce açılan son durakta bekliyoruz. Engelli otobüsü geldi, vermiş, sonrası hiç; “Ne oldu, bilmiyorum. Dava bir metroda bile engellileri düşünmeye gerek şöfor ‘Bekleyin, diğer yolcuları alayım, sonra sizi filan açılsa haberim olurdu herhalde” diyor. duymayan bir sistemde var olmaya çalışıyor Sevgi. alayım’ dedi. Araba baya doldu, ‘Sizi kucağıma mı Yayalarla da uğraşması gerekiyor Sevgi’nin. Başarıp da metroya binerse daha çok Fatih alayım’ dedi, gitti”. Niye mi? Bir arkadaşının yaşadıklarını anlatıyor, ADNAN BİNYAZAR C M Y B C MY B Yaratıcı yazarlık niversitelerden derneklere, birçok yerde “yaratıcı yazarlık” kursları açılıyor. Kurslara katılmak belli bir ücret ödemeye bağlı. Bu kursların Amerika’da da yaygın olduğunu duyuyoruz. Almanya’da, çanak çömlek yapımından yemek pişirmeye kadar indirgenmiştir bu tür etkinlikler. Gazete a24’ten edinilen bilgiye göre, “Uluslararası Yaratıcı Yazarlık Merkezi”, Oxford, Ferris State ve Samsun 19 Mayıs Üniversitesi’nin işbirliği ile İzmir’in Seferihisar ilçesinin, tarihte “sanatçılar kenti” olarak bilinen Teos antik kenti sınırları içinde kurulacakmış. Hep de böyle stratejik yerler seçilir! UYYM’de dizi, roman, kitap veya reklam yazarlarının yetiştirileceği bildiriliyor. Bunun dünyada ilk olduğu vurgulansa da, dünyanın birçok ülkesinin sosyal kuruluşunda seminer, konferans, workshop’larla karşılaşılır. Ülke topraklarının satışa çıkarıldığı bir evrede belki bu da öncü bir deprem! Hayal endüstrisi diye tanımlanan, metin ve senaryo yazarlığı konusunda bir merkez oluşturulmasını öngören bu projeyle, dünyada iki milyar dolarlık bir pazara sahip olunacakmış. Merkezde eğitim hizmetini dünyanın tanınmış yazarları ve profesörleri üstlenecek. Bu bağlamda ünlü yazarların kitaplarını yazabileceği bir “Yazar Evi” de hizmete açılacak. Ü Girişimin alı pulu yerinde; işin arka planında elbette iki milyar dolar yatıyor! Tanzimat’tan bu yana, içimizi oyan yabancılar, her işbirliğinde dağdan gelip bağdakini kovmuş, kısa sürede her şeyi denetimleri altına almışlardır. 1960 yıllarında Amerika’dan bir “Barış Gönüllüleri” furyası başlamıştı Türkiye’ye. Parlak nutuklarla gelmişler, can damarımıza çöreklenivermişlerdi. Kovulurcasına da gittiler. Bu projede de iki milyar dolarlık pazarı, elbette işbirliği yaptıkları ülkenin kurumlarına kaptıracak değiller. Büyük parçayı kapmak için bizi küçük parçalarla avuttuklarını da göreceğiz. Proje eyleme geçince bakalım ağız birliği etmişler buna nasıl bir kılıf giydirecekler?.. Projenin içeriksel amacı kuşku uyandırıyor. “Yaratıcı yazarlık” başlığı altında gençlere şiir, roman, öykü, hatta deneme yazma öğretilecekmiş... Bu güne değin insana yetenek aşılayan bir öğretim yöntemi bulunamamıştır. Hemen herkese yazma teknikleri öğretilebilir. Kaldı ki, üniversitedeki uygulamalar bunun da verimli işlemediğini gösteriyor. Ama kurslarla şair, romancı, öykücü, denemeci yetiştirmek hayaldir. Okuma ortamları yaratılarak, yetenekler de ortaya çıkarabilir. O da yanıltıcıdır; Yaşar Kemal gibi bir anlatı devi dağdan taştan, uçan kuşun kanadından, börtü böceğin vızıltısından öğrendi yazarlığı. Birinin “ben şair yetiştireceğim” savıyla ortaya çıkması bir gösteriden öteye geçmez. Genç irisi bir arkadaşımız vardı. Cüssesinden dolayı operada figüranlık yapıyordu. Orada bulunmanın yarattığı şartlanmışlıkla, koridorlarda sözde opera şarkıları söylerdi. Uzaktan bağırtılarını duyan bir öğretmenimiz, dersi kesip “Türkiye kaybedilmiş kabiliyetler memleketidir,” demişti. Dediği doğru, örnek yanlıştı. Eğitim uygulamalarındaki yetersizliğe bağlı olarak nice yeteneğin heba olduğu bir gerçek. Ne ki, arkadaşımız gibi, ortamını bulsa da sesi soluğu koridor tavanlarında asılı kalan da çok! Habere göre, projeyi kotaracaklarına inanan profesörler, belediye başkanları sevinç içinde ne yapacaklarını bilmiyorlar. Denizi görmeden paçayı sıvayarak, “tarihte ilk kez” diye niteledikleri “Aktörler Birliği”ni, yani sanatçılar sendikasını kurmuşlar bile... Her işe gözü kapalı kararlarla başlıyoruz; başımıza koca taşlar yağınca kavrıyoruz gerçeği... [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle