Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 20 MAYIS 2012 / SAYI 1365 Dizi dizi inciler ESRA AÇIKGÖZ kranda görünmeye başladıkları andan itibaren gerçek hayatımızı da dolduruyor, neredeyse her gün, bir sohbetimizde yer buluyorlar: “Fatmagül sonunda mutlu oldu, ne güzel!”, “Simay da hak etti başına gelenleri ama”, “Yazık bu Feriha'ya”, “Timur kendi oğlu olmadığı halde Hasan’ı ne çok seviyor”... Onlar artık bizden biri, öyle oldukları için de tehlikeli çünkü çoğunda toplumsal cinsiyet yeniden üretiliyor; tecavüzcüsüne âşık edilenleri mi ararsınız, “namus”u kurtulsun diye sevmediği biriyle evlendirileni mi? Hasbelkader ayakları üzerinde duran, cinsel özgürlüğünü yaşayan bir kadın karakter olsa bu sefer de tıpkı geçen haftalarda Bülent Arınç’ın yaptığı gibi hükümet topa tutuyor: “Dizilerdeki evlilik dışı ilişkiler Türk aile yapısını zedeliyor”. Her gün neredeyse dört kadının öldürüldüğü bu ülkede, geleneksel rol modellerini övücü, böylesi muhafazakâr açıklamaların cinayetlere ortaklık olduğu bilinmezmiş gibi... Öyleyse ne yapmalı? Dizilerdeki rol modelleri toplumu nasıl etkiliyor? Sosyolog Esra Gedik, Behzat Ç.’nin senaristi Ercan Mehmet Erdem ve oyuncu Tülin Özen’le konuştuk... Söz önce Gedik’de... Diziler, toplumsal algıları dönüştürmek için en kullanışlı popüler kültür aracı ama cinsiyet ayrımcılığını hatta kadına şiddeti, namus cinayetlerini teşvik edici dizileri görüyoruz ekranda. Senaristleri kadın olsa bile... Esra Gedik: Kadın senaristler var ancak sektör eril olunca kadınların var olan algılardan farklı kadınlık ve erkeklik hikâyesi aktarması güçleşiyor. RTÜK de ataerkil ahlak anlayışına sahip olduğundan alternatif hikâyeli diziler “kötü örnek” olmakla suçlanıyor. Dizilerdeki kadınerkek rol modellerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sanırım biraz Yeşilçam kültürünün yansımasından da kaynaklı, iki tip kadın algısı var; aileye ya da erkeğe bağlı olmadan ayakları üzerinde durmaya çalışan ama “fettan” tasvir edilen kadın ve anne, eş ve kız olarak bir aile ve erkekle resmedilen “safmasum” kadın. Türkiye’deki diziler kadın ve kadın bedeni üzerinden ataerkil algıları yeniden üretiyor ve kadına aile ya da erkek koruması dışında yer bırakmıyor. Mesela? Yaprak Dökümü’nde Ferhunde karakteri çalışan, tek başına yaşayan ve cinsel özgürlüğü olan bir kadındı ancak bu durumu “fettançirkef” olmakla eşdeğer tutuldu. Kuzey Güney’deki Simay’ın cinsel özgürlüğü nedeniyle başına gelmeyen kalmazken Cemre “iffetini” koruduğu oranda dizide yükseliyor. Öyle Bir Geçer Zaman ki’deki Carolin de E Kadına biçilen rol belli; “mağdur”, “masum”, “suskun”... Bu durum hayal gücüyle yaratılan dizilerde bile farklılaşmıyor; kendi ayakları üzerinde duran ama “fettan” kadınlar dışında. Oysa toplumsal dönüşümü yaratabilecek bir popüler kültür aracı televizyon. Hükümetin sık sık dizilerdeki evlilik dışı ilişkilere laf etmesi de bundan. Bir de bu gözle izleyin... başarılı bir işte çalışıp yaşayan ama evli erkekleri ayartan, yapmadığı kötülük kalmayan, çocuğunu bile bırakıp kaçan bir kadın. Öte yandan Cemile eski eşinden dayak yemiş, tecavüze uğramış ama fedakâr bir anneeş, Carolin’in çocuğuna bile annelik yapıyor... Bu fettan kadın tiplerinin önemli ortaklığı da kötü aile ilişkileri ya da boşanmış ailelerin çocukları oldukları için bu durumda olmaları. Yani baba terbiyesi almamaları! Kavak Yelleri’ndeki Mine, Adını Feriha Koydum’daki Feriha’nın yengesi ve okulundaki zengin kızlar gibi. Gerilimi ayakta tutan da genelde bu “iffetli” ve “çirkef” kadının mücadelesi. Ödülse, evlilik! Ekranda bile kadına özgürce, bağımsız yaşama şansı tanınmıyor... Gerçekten sevilen, âşık olunan kadınla ya evlenilir ya alnından öpülüp korumaya alınır, Aliye dizisindeki Aliye, Kuzey Güney’deki Cemre, Adını Feriha Koydum’daki Feriha gibi. Bir de “sertleşmiş” kadınlar kabul görebiliyor. Behzat Ç.’deki gazeteci Elif gibi. Argo kullanan, rakı içen, “delikanlı” kadın karakterlerin ayakları üzerinde durmasına, cinsel özgürlüklerine müsaade edilir. Ancak bu “hırçın kızlar” da hep bir erkek tarafından ehlileştirilir! Eleştiriler hep kadın karakterler üzerinden yapılıyor. Neden erkekler eleştirilmiyor da, kadınlar? Her gün en az bir kadının öldürüldüğü, tecavüzcülerin serbest bırakıldığı bir toplumda, gündüz gece herkesin evine giren dizilerin toplum ve kadın algısı üzerindeki etkisi düşünüldüğünde kadınlar hakkında yorum yapılması şaşırtmamalı. Bunlar “ibne”, “kılıbık”, “milli olmamış” yani var olan erkeklik algıları dışına çıkan erkek tiplemeleri için de geçerli. Özellikle uyarlama dizilerde orijinallerinde olan eşcinsel karakterlerin hiçbiri bulunmaz. Dizilerdeki rol modellerinin yaşamda karşılığı ne oluyor? Öncelikle “bekâret, namus” gibi algıları derinleştiriyor. Bakire olmak hâlâ kadınların vasıflarından, kadının sözde namusunu korumaksa bir erkeklik özelliği olarak sunuluyor. Böylece aile içi şiddet, kadına karşı şiddet normalleştiriliyor. Dahası kadınlara evlilik dışında bir hayal bırakmayan bu diziler, kadın işierkek işi algısını pekiştiriyor. Boşanma ve boşanmış kadınlara önyargılı bakışı pekiştiriyor. Cinsellik, hamilelik ve kürtaj gibi konularda basmakalıp yargıların aşılmasını engelliyor. Normalleştirilen ve doğal sayılan kadınlık ve erkeklik rollerine uymayan, farklı yaşayan kadın ve erkeklere karşı önyargıları ve nefreti körüklüyor, onların yaşamlarında sorunlara neden oluyor. Fatmagül’ün Suçu Ne?, İffet gibi kadınların tecavüzcülerine âşık oldukları, tecavüzcülerin “insanlığı”nı gösteren diziler toplumu nasıl etkiliyor? Bu dizilerde tecavüzcüsüne âşık edilmesi ya da tecavüzcüsüyle evlendirilmesi kadını cezalandırırken erkeği ödüllendirir ve kadının “namus”u için korunması gerekirse şiddet uygulanması algısını da değiştirmez. Dahası bu diziler tüm yaşananların kadının kusuru olduğu, kadın istemezse tecavüz edilemeyeceği gibi bir algıyı da yaygınlaştırır; Fatmagül’ün gece yarısı dışarı tek çıkması, İffet’in babasından gizli erkek arkadaşıyla buluşması gibi. Hükümet dizilere hep kadın cinselliği üzerinden eleştiriler getiriyor; evlilik dışı ilişkilerden, ensestin gösterilmesinden yakınıyor. Sanki yaşanmıyormuş gibi... Bu yönüyle dizilerde nasıl bir denge gözetilmeli? İnsanlar, kendilerinde çirkin, kusurlu şeyleri görmek istemez. Bu durum da biraz öyle. Kol kırılır yen içinde kalır, karı koca arasına girilmez, kocadır döver de sever de gibi dilimize de yerleşmiş geleneksel ve ataerkil algıların da etkisiyle ve dahası neredeyse kutsanan aile ve aile değerlerinin etkilenmesi korkusuyla, bunların görünmesi muhafazakâr kesimleri rahatsız ediyor. Diğer hükümetlerde de kadının yeri, var olan toplumsal cinsiyet algılarından öte değildi, ancak son dönem dizilerde AKP hükümetinin muhafazakâr kadın algısını görüyoruz. Gözetilecek dengeye gelince; taciz, tecavüz gibi durumlar cinsel fantezi olarak sunulmamalı. Etkili bir toplumsal muhalefet ve hareket yaratmak için bu kadın ve erkeklerin deneyimledikleri görünür olmalı. Bunu en iyi sinema ve diziler yapabilir. Önerim RTÜK gibi bir kurum olmadan inadına alternatif dizilere yer verilmesi. Dizilerde yoğun olarak verilen mesaj belli: Tecavüzcü yerine kadını cezalandır! Kadını bu “kir”den kurtarmanın yoluysa tabii ki evlilikten geçiyor. Tıpkı İffet dizisindeki gibi. Fatmagül’ün Suçu Ne mi? Gecenin bir yarısı tek başına dışarı çıkması! Dizideki bu mesaj yetmezmiş gibi bir de tecavüzcülerinden birine âşık edildi. Kuzey Güney’deki Cemre’nin çok sevilmesi boşa değil, dizinin en “saf”, “iffetli” kadını ne de olsa! Yaprak Dökümü’nde Ferhunde belki de kendi ayakları üzerinde duran, özgür tek kadındı, ama aynı zamanda “çirkef” ve “fettan” da... TÜLİN ÖZEN (Oyuncu) Hayat değişmedikçe roller aynı kalır Diziler hem çok seyrediliyor hem de “seviyesizlik”le eleştiriliyor. Yapımcılarsa, “toplum bunu istiyor” diyor. Yumurtatavuk meselesine döndü bu durum. Sizce sorunun çıkış noktası ne, “suç” kimde? Bu yanıtın birçok dizi için daha dürüst bir yerden verilmesi gerekiyor sanırım. Televizyon işi yapmak oradan para kazanmak demek en temelde, dolayısıyla oradan eğitim ya da salt doğruluk beklemek fazla naif ve hiç gerçekçi olmayan bir durum, ne yazık ki. Evet, etkisi çok güçlü çünkü her yaştan, her seviyeden insanla doğrudan, en mahremden iletişime geçiyor ama televizyon işi yaparken o programı izleyebilecek altı yaşındaki bir çocuğun nelerle karşılaştığı değil, reyting ölçerin dediği hesaplanıyor. Bu yüzden her duyguyu sömürerek, öfkeyi törpüleyerek yapılıyor bu iş ve bunu ne kadar çok yaparsa o kadar reyting alıyor. Sonuçta çok sıkılarak kabul ettiğim bir gerçek; orası bir para makinesi, ama asıl hedefi “eğitmek” olan okullara, ailelere baktığımızda nasıl bir seviyeyle karşılaşıyoruz? Bence yanıt en az dizilerin seviyesi kadar, hatta daha korkutucu. Yani ortada nereden çıktığı biraz düşünülünce bulunabilecek çok fazla tavuk ve yumurta var. Sinemada, dizilerde güçlü, bağımsız kadın karakterlere yer verilmiyor. Bir kadın oyuncu olarak oynamak istediğiniz bir rol var mı? Aslında güçlü kadınları da anlatmak istiyorlar ama onları da öyle ya da böyle birkaç bölüm sonra yine bir erkeğin himayesine sokuyorlar. Bu da bence yine insanların kabullenme sınırlarına indirilmesi için yapılıyor. Bir rol kabul ederken korkularımdan biri güçlü ve idealistmiş gibi anlatılan bir karakterin, birkaç bölüm sonra hayatını yönetemeyen, isteklerini dile getiremeyen hale gelmesi. Bir kadın oyuncu olarak isteğime gelince; kadınerkek, gençyaşlı herkesin, kendi hayatıyla ilgili dileklerini C M Y B C MY B korkmadan ifade edebildikleri bir hayatta rol almak. Çünkü öyle bir hayat yaratmadıkça, seçtiğim rollerin hiçbir önemi olmadığını biliyorum. Özellikle hükümet dizilere hep cinsellikle ilgili eleştiriler getiriyor. En son Arınç, “Dizilerdeki karşı cinsler arasındaki ve ensest ilişkiler toplumun tahammül sınırlarını zorluyor” dedi. Ancak ensest üstü örtülen önemli sorunlardan... Bu eleştiriler hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu konuların televizyonda nasıl işlendiği önemli esas olarak. Ensest gibi bir gerçeği nasıl gösterdiğiyle, onu hangi sınıflara aitmiş gibi kıldığıyla ve sadece bir duygu sömürüsüyle bırakıp bırakmadığıyla. Ama hedef sadece reyting ve reklam toplamak olunca ensesti de, politik konuları da, dini, aileyi, ekonomiyi, insanı da anlatsan duyguları sömürmek ve bunu fazla düşündürmeden yapmak en kolay, başarılı sonuca götürüyor yapanları. Ercan Mehmet Erdem (Behzat Ç.’nin senaristi) Elinizdeki sopayla toplumu donduramazsınız Toplum kötü işler izlemek istiyor düşüncesi beceriksizliğe kılıf bulmaktır. İyi ve kötü dizi var; bu ayrımı baştan koymalı. Ayrıca kötü işe tahammülü olmayanlarla onu her halükârda izlemeye odaklanmış seyirciyi de birbirine karıştırmayalım. Reyting sistemindekiyle sosyal medyadaki sonuçlar arasında ciddi fark var. Bence meseleye dizi piyasasındaki işleri tek tipleştirmeden yaklaşılmalı. Behzat Ç. için konuşursak, bir kesim tarafından “seviyesiz” ve “kötü örnek” olmakla suçlanıyoruz ama ben kalkıp da kimseye “Toplum bunu istiyor” demiyorum. Bize seviyesiz diyorlar çünkü dizide içki, küfür var. Başkomiser örnek bir polis değil. Olmadığını elli defa söyledik. Tespit yapıyorlarsa sorun değil, sesli düşünmüşler derim ama “Niye görmek istediğimiz gibi bir adam değil,” diyorlarsa orada bir sorun var demektir. Hayatta can sıkan berbat tesadüfler vardır. Behzat Ç.’nin savcı Esra’ya evlenme teklif ettiği bölümü yazdığımızda tartışma yoktu. Senaryoları bir buçuk ay önce yazıyoruz. Siz o bölümü izlerken ben ne yazdığımızı “unutmuş” oluyorum. Sanki Meclis’te bunun lafı edilir edilmez paçalarımız tutuştu “Hemen evlendirmemiz lazım, ayıpladılar” demişiz gibi bir hava yaratıldı basında. Açıklama yaptık ama enformasyon bombardımanı arasında kayboldu. Behzat Ç.’nin yayınlanan 62 bölümüne göz atarsanız paçalarımızın bu tür çıkışlarla tutuşmayacağını tahmin edebilirsiniz. Eleştirileri nasıl değerlendirdiğime gelirsek, iki insanın birlikte yaşaması için evlenmelerine gerek yok. Kimse kimsenin ahlakını sorgulamaya kalkmamalı. Birileri eline sopayı almış, insanlara nasıl yaşaması gerektiğini öğretmeye çalışıyor. Argümanlarını da “toplumsal değerler” olarak teorize ediyor. Toplumlar yaşayan organizmalardır, donduramazsınız. Elinizdeki sopayla hareket kabiliyetini kısıtlamaya çalışırsınız o kadar, ama devinim bir şekilde devam eder. Diziler toplumu sağlıksız etkiliyor. İnsan özdeşleşmeye aç bir varlık herhalde. Üstelik kendine ve yaşantısına ne kadar benzemeyen şey varsa ona ilgi duymaya yatkın. Bu yüzden dizi piyasasında da bu tür hikâyeler revaçta... Bazı işler tüketilirken en azından içinde bir zeka pırıltısı olsun ister, o kadar. O pırıltı da ertesi gün unutulmuş olur. Dizi dediğimiz budur. Fazla da abartmaya gerek yok.