16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 11 MART 2012 / SAYI 1355 Hüzün de hayata dair inik bir kadın Ayşenur Kolivar. Sakin de. Çoğu insana ilk gördüğünde “Böylesi güçlü bir ses bu kadından nasıl çıkıyor” diye düşündürtüyor. Sahnede devleşen kadınlardan. Karadeniz’in çoşkusunu da, acısını da, uğuldayan rüzgârını da, çağıldayan suyunu da şarkılarıyla taşıyor insanlara. Kalan Müzik’ten çıkan “Bahçeye Hanımeli” albümüyle bu seferde Karadeniz'in çokkültürlü yapısını kadınlarının gözünden anlatıyor. Bir tavsiye: Albümü dinlerken gözlerinizi kapatın; ineklerin yayladan inişini, çağlayan derelerin üzerindeki ince köprülerden karşıya geçildiğini, çay toplamanın yorgunluğuna rağmen yüzleri gülen insanları göreceksiniz. Ama önce gelin Ayşenur Kolivar’la tanışalım... Rize Çayeli’li Kolivar. İzmit’te büyüyor. Daha çocukken giriyor müzik hayatına, aslında girmek de denmez buna, su gibi, ekmek gibi, o da var. Hayalperest bir çocuk için başka ne olabilir ki? Edebiyat, tiyatro, müzik hepsi aynı duyguya çıkıyor onda. Kendince skeçler yazıp, arkadaşlarına roller dağıtıyor, gerekirse zorla oynatıyor. Tarağı mikrofon yapıp şarkıcılık oynuyor. İlkokul üçte en büyük hayali, bir şiir kitabı çıkarmak. Kendi hikâyeleri içinde yaşıyor. Sonrasında da bu hikâyeler içinden hiç çıkmadınız, anlaşılan... Aslında bulunduğum ortam buna hiç uygun değildi. Evde televizyon izlemek yasaktı. Kız çocukları okutulmazdı. Mahallemizdeki kadınların biri hariç hepsi ev kadınıydı. Tek rol modelim, ilkokul öğretmenimdi... Hayat bana çocukken bile çok kuru, sert geliyordu. Ondan kaçmak istiyordum. Kendi dünyamda daha yumuşak, mütevazı, ama kendi içinde şaşaalı bir hayat yaşıyordum. Bütün gün bir dans gösterisinin içinde yaşıyordum ve çok mutluydum. Çocukluğumdan beri hep farklı bir hayatım olsun istedim. Bunu da ancak okursam başarabileceğimi fark ettim. Kız çocuklarının okuyamadığı bir mahallede bu isteğine ulaşmak kolay olmuyor. İlkokulu bitirdiğinde, hayatında ilk defa babasının karşısına çıkıyor Kolivar, kafasını yere eğip, “Ortaokula gitmeyi istiyorum” diye yalvarıyor. Çünkü biliyor, aksi halde ona kalan tek şey, belli yaşa gelince evlendirilmek, dolayısıyla annesinden daha iyi bir hayatının olma şansı yok, ama daha kötüsü olabilir. İstediği oluyor. Televizyonun yasak, kız çocuklarının okutulmadığı bir hayattan sahneye bir yolculuk yapmışsınız. Bunu nasıl karşıladı aileniz? Orta parmağıma yüzük taktığım için “Yahudi misin”, diye kafama terlik yediğimi hatırlıyorum. Ancak biliyorum ki, bu dinle de alakalı değil, o insanlar kendilerine bir dünya kurmuş, sınırlar çizmişler, kente adaptasyonla ilgili büyük korku yaşıyorlar. Üstelik ailem, akrabalarım arasındaki ilk göçmen kuşak. Ortaokula kadar Karadenizli olmayan yakın komşumuz bile yoktu. Kendi kültüründen olmayanlardan korkuluyordu. Zamanla kentle ilişkileri, görüşleri değişti. Artık beni anlıyorlar. Babam için hâlâ yaptığım günah, ancak kötü olmadığını biliyor. Özellikle Karadeniz müziği yapmam işi hafifletiyor. Bir gün televizyonda tulum çaldığında babamın M Tektipleştirmeyi fark ediyorsunuz. Bu yaptığım çalışmalar, kendimi aramakla ilgiliydi biraz da. Ben kendimi orada buldum. O yolculuğu da, bulduklarını da insanlarla paylaşıyor Kolivar. Çünkü ESRA müzik onun için hem hayatın ağırlığından, AÇIKGÖZ sıkıcılığından kaçış, hem de hayal ettiği güzel dünyayı başka insanlarla paylaşma yolu. Albümse bir araç, ötesi değil. Yıllardır müzik bu kadar içinde, müziğin bu kadar içinde olduğu halde bir albüm çıkarmaması onun için aslolanın insanlara güzellik katmak olmasından. Bunun için iyi çalışmalarda yer alması yeterli; Kardeş Türküler, Birol Topaloğlu gibi. 2001’den beri de eğitim, araştırma projesi Helesa’da. Bahçeye Hanımeli albümünü de Helesa Projesi’ndeki araştırmalarınız sonucunda geniş bir ekiple çıkardınız. Temel derdiniz neydi? İki temel çıkış noktamız vardı. Biri çokkültürlülük. Diğeri de, bir kadın olarak o albümde olabilmek, kadın kültüründen, kadınlardan bahsedebilmek, kadınlara seslenebilmekti. Süreç içinde göç teması da ciddi biçimde öne çıktı, bölgenin koşullarından kaynaklı. Parçalar için ciddi bir dramaturji çalışması yaptık. Her bölüm için farklı bir ekip çalıştı. Bazı parçaların tek tek sinopsisi yazıldı. Kendi çekilmemiş filmlerimizin hikâyelerini yazıp kurguladık. Daha çok hüznü anlatıyor bu hikâyeler. Zaten Kolivar için eğlenmek, eller havaya, dans moduyla sınırlı değil, bir insanla sıkıntısına birlikte çözüm aramak ya da sadece üzüntüsünü paylaşmak da mutluluk verici. O r a v li yüzden de sesine düşen hüzne o Ayşenur K takılmıyor... n ’i iz n e d a Kolivar, 28 Nisan’da Ankara r Ka Müzik Festivali’ndeki senfonik etkileyici bir projede yer alacak. Sonra n biri. onu pek ortalarda seslerinde göremeyeceğiz, çünkü iki sesiyle Şimdi bu aya doğuracak. Mutlu ve ın r la ın d Karadeniz’de yaşamış, a kaygılı. “Hamile kaldığımda bizlere k kente yerleştiğinizde bile özellikle üç ay Karadenizlilerin çevresinden depresyondaydım” diyor, gözünden i k e ayrılmamış biri olarak, “herkes çocuğun şöyle ’d Karadeniz coğrafyanın taşıdığı güzel, şöyle zeki olsun ğü lü lü r ü lt ü çokkültürlülüğüne hâkim k derken, benim tek ço k ı, miydiniz? düşündüğüm, ‘ya kötü bir acıy anlatıyor, Karadeniz müziği içinde insan olursa’ydı. Bu u, y u k ş o c i, dünyaya güzellikler yaşadığım, var olduğum bir n eş ey katmak için uğraştım. müzik. Ancak kendi kültürümü üzik öfkeyi... M Çocuğumun da dünyaya üniversitede, farklı kültürleri a h a d güzellik katmak için görünce fark ettim. Kardeş onun için uğraşması benim için Türküler projesi beni çok etkiledi. ünyayı çok önemli. Bir fırıncı O zamana kadar Çerkesler, güzel bir d e v olup güzel ekmeler de Gürcüler, Kafkasya’daki Türkler, yaşamanın yapabilir, birinin Kürtler bilmesek de olur, diye manın ş la y a p acısını, mutluluğunu sunulmuştu. Bildiklerim de yanlış u on insanlara sesiyle de bilgilerdi. Gürcüce, Ermenice, mü yolu. Albü sunabilir”... Çerkesce şarkıları dinledikçe, yin le in d a Doğum iznini yeni sözlerine baktıkça çok etkilendim. k mutla projeler için yeni 1996’da alan araştırmalarına siz de o dünyayı hayaller kurarak başlayınca kendi kültürüme karşı ne ... geçirecek... kadar cahil olduğumu gördüm. receksiniz hayatımda ilk defa pijamalarıyla yanıma gelip gözleri yaşlı televizyon izlediğini hatırlıyorum. İnsanların kültürleriyle kurdukları ilişki o kadar derin ki, yasakla, günahla engelleyemiyorsunuz. Annem çok destekliyor, eleştiriyor, müzik konusundaki ilk öğretmenim odur. Boğaziçi Üniversitesi tarih bölümünde okumaya başladığında, bütün müzik kulüplerine giriyor. Folklor Kulübü de bunlardan biri. Kardeş Türküler projesine katılıyor. Kardeş Türküler’in albümü için bir şarkı gerektiğinde, hemen annesine gidip, eski parçaları söyletiyor. Sonra akrabalar, tanıdıklar derken içinde yaşadığı Karadeniz'in bambaşka kapıları açılıyor önünde. Eğitimini aldığı “tarih” hayatın ta kendisi oluyor. Fotoğraf: MEHMET TURGUT Beni canlı dinleyin, üzerine konuşalım! “sarışınsın, mavi gözlüsün, gel seni popçu yapalım”, iyice delleniyorsun, o hırsla “daha sert müzik yapma hayalleri” kuruyorsun ve bir gün yşe Saran ilk albümü “Rüyadan Kaçış”ı karşına idealist, sapasağlam, sana inanan, genç, nihayet yayımladı. Uzun ve zor bir albüm yenilikçi ve bütün zorlukları göğüsleyen başka yolculuğundan bugünlere gelen Saran, adam ve kadınlar çıkıyor. “Bu kadar zaman şimdi keyifli bir yorgunlukta. Heyecanını beklediğime değmiş” diyorsun kendine. Yırtıcı, bıçkın ve saldırgan bir vokalin var. Ve sahneye saklıyor, sahnede yaşıyor. Saran’ın işte bu tam aradığımız şey aslında. vokali yırtıcı, bıçkın ve saldırgan. Türkiye’de var “Kaybedecek Bir Şey Yok” da bu ruhu olduğunu düşündüğümüz müzik sektörü için tamamlıyor. Nedir senin hayatla derdin? ise bu ürkütücü. Zaten albümünün çetin bir yoldan gelmesi de işte bu yüzden. “Sarışınsın, Albümde öyle değil aslında, daha yumuşak mavi gözlüsün gel seni popçu yapalım” diyen tınlıyor vokalim. Yadırgayanlar oldu. “Şarkı yapımcılardan sıyrılması da onun inadı. söyleyemesin bu kız” diyenler var, sakin Yeni değilsin, biz seni çok önceden biliyor, olmalarını öneriyorum öncelikle. İyi şarkı seviyor ve dinliyoruz ama söylemek bağırmaktan şimdi daha bir görünür oldun. geçmiyor, iyi şarkı söylemek Albüm de geldi. Nedir vokalin müzikten 30 desibel İlk albümü hikâyesi? yüksek duyulmasıyla da “Rüyadan Kaçış”ı Kayıtlar, miks ve mastering sağlanmıyor. Gelsinler canlı biteli 1600 küsur gün olmuş dinlesinler ve sonra üzerine yayımlayan Ayşe ve 1600 gündür albüm için konuşalım! Kaybedecek bir Saran “Sahnenin çalışıyorum diyebilirim gönül şey yok dediğin gibi bu ruhu rahatlığıyla. Albüm yapma fikri tamamlıyor. Bence kimsenin her yerini işgal Okay Aynur ve Alp Yenier’in kaybedecek bir şeyi yok ama ederim” diyor. beni cesaretlendirmesi sonucu farkında olmayanlar var. Yarın ortaya çıktı ve şarkılar ölebilirim, aniden toprağın Çünkü sahne yazmaya başladık, Össan dibini boylayabilirim, çok onun özgürlük Deneç de takıma eklenince, zengin olsam ne yazar, malım alanı. “Rüyadan her şey çok rahat ilerledi. mülküm olsa ne yazar? Bu Müzikal anlamda derdimi o karamsar bir bakış açısı asla Kaçış” da iyi kadar iyi anladı ki, benim değil, tam tersine özgürlükçü bir ilk albüm! yapmak istediğim müziği bir tavır. Hayatla derdim var anlatmama gerek kalmadı, tabii ki! Şu anda böyle bir zaten bunu nasıl anlatabilir ki dünyada yaşadığım için mutlu bir insan? Albümü çıkarma aşamasını çok da değilim. Mutlu olanları da izliyorum, parası olan fazla dert etmedik o dönem, tek derdimiz mutlu oluyor, düzenin piyonları! Yaratılan sevdiğimiz ve duymak istediğimiz tınıyı sisteme, satılmış ruhlara, zorla ayak uydurmamız yakalayabilmekti. istenilen kurallara karşı tepkiliyim! Albüm heyecanı, keyfi yanında, uzun ve can Seni sahnede izlemeli. Ayine çevirebiliyorsun sıkıcı bir süreç. İyi yoldaşlar bulmak gerek. salonu. İlerisi için neler var kafanda? Müzikal anlamda yoldaş bulmak zor ama o Sahneye çıkınca o sahnenin her adamları bulduğun zaman kenetleniyorsun. metrekaresini işgal etmek zaten içgüdüsel Müzisyen adam mükemmeliyetçidir ve arada olarak ortaya çıkıveriyor. İşin içine görseller, çok fazla çatışma yaşanabilir. Biz de çatışmalar kostümler girince daha da başka bir atmosfer yaşadık ama beraber bir yola çıktığımızı, bu oluşuyor. Çıkıp çalmıyoruz sadece, adını yolun inanılmaz zor bir yol olduğunu ve her ne koyamadığımız acayip bir ruh oluştu. Zamanla hesaplaşman var mı, bitti mi? Ya da olursa olsun birbirimizi bırakıp gitmeyeceğimizi belki hiç olmamıştır... Ne dersin? aklımıza kazımıştık. Sana inanan bir prodüktör, bir menajer, bir şirket bulman gerek. Masaya Olmaz olur mu. Zaman resmen bizimle oturduğum adam ve kadınların çoğu “bu müzik dalgasını geçiyor ve hiçbirimiz de kalkıp bir çok sert, bunu değiştirelim” diyor ve vaatler zaman makinesi icat edemeyeceğimiz için bu veriyorlar, bu sefer diretmeye başlıyorsun ve oyunun piyonları olarak hayatımıza devam onlar da arkalarını dönüp gidiyor, gittikleri için ediyoruz. Hesaplaşma bitmedi. Beni çok uzun rahatlıyorsun çünkü yapmak istediğin müziği süre oyaladı, şimdi o oyaladığı zamanı unutmam yapamayacaksan bu işin hiçbir manası ve başka şeylere adapte olmam lazım. kalmıyor, gayet samimiyetsiz başka dünyalara “Rüyadan Kaçış”, zamanı çok fazla kafaya açılan kapılar. Sonra başka biri çıkıp diyor ki taktığımı ortaya koyan bir albüm. ALİ DENİZ USLU A gö ZÜLAL KALKANDELEN Türkiye’de kadın olmak C M Y B C MY B ir belediye otobüsü durağa yaklaşır. Kapılar açılır ve genç bir kadın biner. Boş bulduğu bir koltuğa oturduğu anda, otobüsteki bir adam kendisine ters ters bakarak şunları söyler: Hanım hanım, kalk o koltuktan! Az önce bir erkek oturuyordu “H orada. Henüz erkek sıcağı olan koltuğa kadın oturursa günah olur!” Bir romandan ya da filmden alıntı değil bu sahne; kurgu değil, gerçek hayatta yaşanmış bir olay. Meydana geldiği yer, eğitim düzeyinin daha düşük olduğu bir köy ya da kasaba değil, İstanbul. Üstelik de İstanbul’un sosyal demokrat eğilimli olduğu bilinen semtlerinden Kadıköy... Yıl 1912 değil, 2012. Bu olay benim başıma gelmedi. Otobüste bulunan bir tanıdık anlattı. Bir erkek olarak duyduğu utanç öfkesiyle birleşmiş, hâlâ etkisinden kurtulamamıştı. Yobaz adamın sözleri otobüste genel bir rahatsızlığa yol açmış; genç kadın yapılan hakarete dehşet içinde karşılık vermiş ve otobüs yoluna devam etmiş. Bu münferit bir olay” diyeceğinden hiç Birilerinin çıkıp “B şüphem yok. Kadın cinayeti yaşanmadan gün geçmeyen Bunlar münferittir” deyip geçmemiş ülkemizde Başbakan da, “B miydi? Otobüsteki o kötü niyetli, cahil adamın düşüncesini kaç kişinin paylaştığını bilmek olanaklı değil. Ancak ülkede bu tür çarpık düşüncelerin gelişmesine uygun bir ortamın var olduğu da ortada. B *** Üç gün önce 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutlayan Türkiye’de oldu bu olay. Bunun gibi daha nice inanılması güç durumlar yaşanıyor bu ülkede. Ama ben, Kadınların durumunu tek tek olaylar bazında “K değerlendirmeyelim” diyenler için istatistiki verilere de baktım. Altını çizdiğim bilgileri paylaşıyorum. Merkezi New York’ta bulunan Dünya Ekonomik Forumu’nun yıllık olarak yayımladığı ve ülkeleri kadınerkek eşitliği açısından değerlendiren Küresel Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksine göre Türkiye, 2011’de 135 ülke arasında 122. sırada. Bu konumla, Cezayir, Lübnan, Ürdün ve Tunus gibi ülkelerin gerisinde. Ancak bölgelere göre ayrım yapıldığında Türkiye, Avrupa ve Orta Asya Bölgesi içinde sonuncu. Yine aynı endekse göre, kadınların ekonomik hayata katılımında 132., fırsat eşitliğinde ve siyasi katılımda 89., eğitimde 106., sağlıkta 62. sıradayız. Okumayazma oranında 104. sırayı alabilmişiz. Bu sonuçla Suudi Arabistan, İran ve Lübnan’ın gerisindeyiz. Dünyada kadınların işgücüne katılım ortalaması yüzde 52 iken, Türkiye’de bu oran yüzde 24 ile 28 arası, AB’de ise yüzde 64. 2008 verilerine göre, Türkiye’de her 10 kadından 4’ü erkeklerin şiddetine maruz kalıyor. Dört kadından biri yaşadığı şiddet sonucu fiziksel olarak yaralanıyor. Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre, son 7 yılda öldürülen kadın sayısı yüzde 1400 arttı. *** Açıkça görüldüğü gibi, 21. yüzyılda Türkiye’de kadın olmak, her türlü fiziki ve manevi saldırıya, sömürüye, aşağılanmaya açık, riskli bir yaşamı öngörüyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (Human Rights Watch) raporuna göre, Türkiye’deki yasal boşluklar ve kanun uygulayıcıların yaklaşımları nedeniyle, kadınlar şiddete karşı etkin olarak korunamıyor; hayatlarını kurtarabilecek uygulamalara erişimleri olanaksız hale gelebiliyor. Hükümet, bu konularda gerekli düzenlemeleri yapmakla uğraşacağına, eğitimde 4+4+4 sistemiyle kız çocuklarını eve hapsedecek bir uygulamayı başlatıyor. İstedikleri kadar “geliştik” diye iddia etsinler; bir ülkenin gelişmişliğini gösteren en önemli faktör, kadınlara verdiği değerdir. 2012 Türkiyesi’ni yöneten mantıkla ve bu sonuçlarla tarih ilerlese de, ülke ancak geriye gider. www.zulalkalkandelen.com / [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle