28 Eylül 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

30 ARALIK 2012 / SAYI 1397 5 Adım ‘Nataşa’ değil Katya! Elveda Katya, yetimhanede büyüyen bir genç kızın denizci babasını bulmak için Rusya'dan Trabzon'a uzanan hikâyesini anlatıyor. Bunu yaparken de aslında hepimizin bildiği ama konuşulmayan bir konuyu açıyor; “Nataşa” algısını. Dolayısıyla toplumsal “ikiyüzlülüğümüz”ü ortaya dökerken vicdanlarımızla baş başa bırakıyor bizi. Üstelik, yapımcılığını Osman Sönmez'in, senaryosunu Nalan Merter Savaş ve senaryo danışmanlığını Cem Başeskioğlu’nun üstlendiği film, gerçek bir hikâyeye dayanıyor! Filmin “Katya”sı Rus oyuncu Anna Andrusenko, rolünü, Kadir İnanır, Rüçhan Çalışkur gibi usta oyuncularla çalıştığı seti ve “Nataşa” algısını anlatıyor. ESRA AÇIKGÖZ Elveda Katya filminde yer alma hikâyeniz nasıl gelişti? Rusya’da oyuncuların bağlı olduğu bir ajansa kayıtlıyım. Orada benim seçmeler için hazırlanan bir kaydıma rastlamışlar, ilk olarak bu vesileyle filmin yapımcısı Osman Sönmez benimle iletişime geçti. Daha sonra senaryoyu okudum ve filmin yönetmeni Ahmet Sönmez ile görüşmek üzere Türkiye’ye geldim. Neden istediniz Katya’yı oynamayı? Gerçek bir hikâyeye dayanması ve çok güçlü kurgulanmış olmasından çok etkilenmiştim. Aşk ve aile üzerine film, bir genç kızın baba arayışını anlatıyor. Sizin babanızla ilişkiniz nasıldır, nasıl bir ailede büyüdünüz? Ben tek çocuğum o yüzden büyük sevgiyle büyüdüm. Annem de babam da her zaman bana bu sevgiyi hissettirdi. Türkiye’ye gala için geldiğimde de beni yalnız bırakmadılar, oyunculuk kariyerimde de hep desteklerini hissediyorum. Oyunculuk hayali ne zaman başladı? Çocukluk yıllarımda. Ülkemde iyi bilinen bir ajansa kayıt oldum öncelikle, daha sonra bu yolculuk başladı. Bu film yolculuğunuzda nerede duruyor? Oynadığım karakterle 49. Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Kadın oyuncu ödülünü aldım, bir ödül alacağımın hayalini bile kurmamıştım. Antalya Altın Portakal’ın çok önemli bir ödül töreni olduğunu katılacağımızda öğrendim. Bana ilk uzun metrajlı sinema filmimde yine ilk ödülümü getiren Elveda Katya’nın yeri çok ayrı haliyle... Ödülü alırken heykeli kıracak kadar heyecanlıydınız... Adımı duyduğum an inanamadım, hatta yanımdakilere “Benim adımı mı söylediler” diye sordum. Ne yapacağımı bilemedim. Aşktan korkarak kaçan, aşkı yerine ailesini seçen bir adam, Yunus Kaptan. Siz aşk konusunda cesur musunuzdur? Pek sayılmam. Henüz 23 yaşımdayım ve önümde yaşayacağım farklı deneyimler de olacaktır muhtemelen, belki zamanla daha cesur olabilirim. Ne yazık ki, Karadeniz’de bir dönem yaygın olan seks ticareti nedeniyle, Rusya ve civarından gelen kadınlar için hâlâ aynı önyargı devam ediyor. Filmde de Karadeniz’de yaygın olan “Nataşa kültürü” üzerine ince espriler var. Bu filmden önce “Nataşa” sözcüğünün böylesi bir anlamı olduğunu biliyor muydunuz? Ben Türkiye’ye gelene kadar “Nataşa” kavramının bilincinde değildim. Buraya geldiğimde bana konu aktarıldı ve çekimler esnasında bu olguya tanık oldum. Filmde Kadir İnanır ve Rüçhan Çalışkur gibi yıllarını sanata vermiş, iki oyuncuyla çalıştınız. Nasıldı set? Sete gitmemin birkaç gün öncesine kadar Türkiye’nin en büyük aktörlerinden biriyle çalışacağımı bilmiyordum. Çekimlerin başlamasına yakın Kadir İnanır’ın kim olduğu söylendi, tabii ki çok heyecanlandım. Çekimler başladığında önce korktum ama sonra kendisini çok sevdim ve çok çok şey öğrendim. Rüçhan Çalışkur ise sette her zaman çok tatlı ve örnek bir insandı, benim gibi genç oyuncular için çok güzel bir tecrübe bu kadar büyük isimlerle aynı seti paylaşmak. Rüçhan Çalışkur’un pazarda sizi dövdüğü sahne gerçek zannedilmiş insanlar tarafından. Neler oldu? Evet, set ekibini fark etmeyen birileri polisi aramış olmalı ki bir anda ekipler orada belirdi. Yönetmenimiz duruma müdahale ederek gerekli açıklamaları yapınca ayrıldılar. Bir de buna benzer bir garip durumu da beni sokakta yürürken “Nataşa” zannettiklerinde yaşamıştım. Bunu engellemek için daha sonra hep yanımda setten birileriyle gezdim. Elveda Katya gerçek bir hikâye. Sizin de buna benzer bildiğiniz, duyduğunuz hikâyeler var mı? Çevremde örnekleri olmasa da benzer hikâyeleri duyuyoruz. Oyunculuğa dair hedefiniz nedir? Rusya’da bir dizim var devam eden. Öncelikle ülkemde adımı, kariyerimi daha güçlü kılmak istiyorum. Sinema tecrübesi bana çok şey kattı. Dizi bittikten sonra sinemaya ağırlık vererek o alanda kariyerimi güçlendirebilirim. Elveda Katya benim için güzel bir örnek oldu, bu yüzden gelecek yurtdışı projelerine de sıcak bakmaya devam edeceğim. Türkiye’de başka projede yer almayı ister misiniz? Neden olmasın. Dizi projemden sonra Elveda Katya gibi güçlü senaryosu olan teklifler olursa değerlendirebilirim. Peki oyunculuk dışında nasıl bir hayatınız var? Yoğun çalışırken sosyal hayata çok vakit ayıramıyorum ama fırsat buldukça arkadaşlarımla, ailemle olmaktan, baleden ve film izlemekten çok keyif alıyorum. ADNAN BİNYAZAR Toplumsal huzur B erlin uçağı kalkışa geçtiğinde, onca gürültü patırtının arasında sıcak bir sonbaharı solumanın erincini yaşıyordu İstanbul. Üç saat sonra, Berlin’in hiç dinmeyecekmiş gibi yağan yağmurları karşıladı beni. Aradan yıllar geçmesine karşın, uçağa her adımımı atışta, İstanbul’un aydınlık göğünü bırakıp kendimi Berlin’in kapkara bulutlarına hazırladığımdan, düş kırıklığına uğramıyorum. Yine de hakkını yemeyeyim, birkaç saat içinde ak yüzleri bozkır yanığına büründüren nice güneşli günleri de vardır Berlin’in... Uygarlık, dünyayı değiştirerek hayatı yaşanır kılmak, insanlığı mutluluğa erdirecek üretim düzeni kurmaktır. Bunun teraziyle tartılmaz, metreye vurulmaz ince ölçüleri var: Çağımızın kentlerine artık mevsimlerle değil, içinde barınanlara sağlanan yaşam düzeyi ile değer biçiliyor. Bu düzeyin tutturulamadığı toplumlarda duyarlık körleşmesine uğrayan insanın nesneden farkı kalmıyor. Kentlerde kimi durumlar yazgı sayılıp kanıksanınca, bu inceliklerin ayrımına ancak düzenini bulmuş ülkelerde varılıyor. Ayrıntı, toplumsal huzurun göstergesidir. Bu da günlük yaşamın işleyişinde varlığını duyuruyor. Berlin’e iner inmez gürültü kirliliğinden iz kalmadı, sesler kulağı tırmalamaz oldu. Kentsel düzen, trenlerde, otobüslerde, vapurlarda kendini belli eder. Trafik akıyor. Duraklarda uzun bekleme yok. Kuyruk hiç yok! Taşıtlar dakika sektirmeden yanaşıyor. Taşıtta herkes oturacak yer bulabiliyor. Bavulların bile ayrı yeri var. Ne otobüs arabanın, ne araba otobüsün önünü kesiyor. Ambulansın, itfaiye araçlarının sesi duyulur duyulmaz sürücüler sağa çekilip ona yol veriyor. Otobüsler, herkesin kafasının içindekini düşüneceği denli sessiz. Ortaokul düzeyindeki kızlı erkekli öğrenciler, dallara üşüşen kuşlar gibi içeriye doluşunca sessizliğin yerini cıvıltılar alıyor. Bu tatlı cıvıldayış taze bir hava getiriyor olmalı ki, uzun yıllar yaşadığım Berlin’de bundan rahatsızlık duyan tek kişiye rastlamadım. İnsanın olduğu her yerde insancalık da vardır; bir yerden bir yere giderken kimsede gecikme kaygısı yok. Herkes işine zamanında ulaşacağından emin. Kapılar tam kapanmadan, sürücü istese de otobüsü yerinden oynatamıyor. Engelliler, sürücünün orta kapıya yerleştirdiği bir düzenekle otobüse girip çıkabiliyorlar. Dar bir durumda, yolcular yardıma koşuveriyor. Çocuk arabalarının özel yeri var. Anneler arabaların hemen yanı başına oturabiliyorlar... Kış aylarında okula sabahın kör karanlığında başlanıyor. Kurallar da yasalar da çocuğa göre. Örneğin otobüs durağa yaklaşırken, sürücü, yağmurlu havalarda, sırtında çantasıyla, böcek irisi bir çocuğun yuvarlanarak otobüse yetişmeye çalıştığını görüyor, çocuğu bekleyip almadan kapıları kapamıyor. Çocuk da yetişkinler gibi, biletini gösterip sürücüye teşekkür etmeden oturmuyor yerine. Bunu gören yolcuların yüzüne mutluluk gülümsemeleri yayılıyor. Batı, duyguda şamatayı aşmış. İçinden geçen yüce duyguları sessizce, bakış incelikleriyle, gözlerde ışıldayıveren gülücüklerle yansıtıyor. Gerilimli anlarda da durum farklı değil. Yıllar önce bir yabancının sokağın ortasında bir Alman’a saldırdığına tanık olmuştum. Yabancı, Alman’ı var gücüyle yumrukluyor, Alman ise yalnızca yüzünü gözünü yumruklardan koruyarak gösteriyordu tepkisini. İşyerinde şaşkınlığımı dile getirdiğim arkadaşım, “Suç, her durumda zarara uğrayanda değil, uğratanda aranır” demişti. O anda söyleyecek söz bulamamış, bizde, sokak ortasında birbirleriyle öldüresiye dövüşenleri gözümün önüne getirerek, onca tecavüzün, cinayetin, ancak bireyleri duyarlık körleşmesine uğramış toplumlarda işlenebileceğine bağlamıştım... [email protected] BILMEDIKLERINIZDEN àKEYIFàALMAK C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle