01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 4 KASIM 2012 / SAYI 1389 Macbeth’i cadılarından dinleyin M acbeth, Shakespeare’in en eskimeyen oyunlarından. Bugüne de dokunuyor anlatılanlar; hırs, iktidar, ihanet... Demet Evgar öncülüğünde kurulan Pangar Tiyatrosu’nun ilk oyun olarak onu seçmesi boşa değil. “Yerel kültürden yola çıkarak sosyal sorunları ve değerleri irdeleyen, ‘genç’ ve yerel oyun yazımına, gösteri sanatlarındaki yeni arayışlara açık, klasik metin uyarlamalarının yanı sıra çağdaş metinleri de sahneye taşıyarak geleceğe iz bırakan bir üretim arşivini oluşturmayı” hedeflediklerini anlatıyor Pangar’dan Nilgün Kurt. Pangar’ın 2012 İstanbul Tiyatro Festivali’ne de katılan Macbeth’i 1011121314 Kasım’da Kenter Tiyatrosu’nda. Macbeth’in üç cadısı, Hare Sürel, İncinur Daşdemir ve Esin Doğan anlatıyor... Macbeth’e nasıl dahil oldunuz? Hare Sürel: Aslında en başından beri, Pangar’ın kuruluşuna ve işleyişine dahilim diyebilirim. Demet Evgar ve Mehmet Birkiye’yle daha önce çalışmıştım. Yeni bir ESRA oluşum içindeyiz, Macbeth ilk AÇIKGÖZ oyunumuz, ilk heyecan, ben de cadılardan biri olarak çok büyük bir keyifle oyunda yer alıyorum. İncinur Daşdemir: Yönetmenimiz Mehmet Birkiye, konservatuvarda hocamdı. Cadılardan birini oynamamı isteyince dahil oldum. Esin Doğan: Bir gün Demet aradı; Mehmet hocayla beraber cadılardan biri için beni düşündüklerini söyledi. Ben de gülerek bir süredir bu rol için hazırlandığımı ve bunu büyük bir zevkle kabul edeceğimi söyledim. Çünkü okuldan beri Macbeth’te oynamak istediğim tek roldü cadı! İlginç bir şekilde geçen kıştan beri bu role hazırlanıyormuşum, haberim yokmuş, beden ve sesle ilgili birçok atölyeye katılmıştım ve bir öğrencime de Macbeth’in cadılarıyla ilgili bir sahne çalıştırıyordum, ben zaten bununla kafayı bozmuştum yani. Ne ifade ediyor bu oyun sizin için? E. Doğan: Bu, Shakespeare’in en önemli klasiklerinden ve tüm okul hayatımızda eğitimimizin önemli bir kısmını kaplar tiyatro okuyanlar bilir (gülüyor) ve profesyonel hayatta bunun içinde yer almanın büyük bir şans olduğunu düşünüyorum. Özellikle de iktidar hırsının bu kadar gündemde olduğu bir dönemde... İ. Daşdemir: Shakespeare, Macbeth ve Lady Macbeth üzerinden, güç istencinin eril ve dişil yönlerini mükemmel şiiriyle açığa çıkarır. Bu eser, bir kadın ve bir oyuncu olarak kadınlığın eril güçle ilişkisinin, Lady Macbeth üzerinden okumasını yapmak adına önemli bir eser benim için. Zaten ahlak ve iktidarın çatışması, yükselme hırsı, doğruluk gibi konular her çağda insanların gündeminde. 1600’lerde yazılmış olmasına rağmen bugünlere geldi, Macbeth’i ölümsüz yapan nedir sizce? Bugüne dair neler anlatıyor mesela? İ. Daşdemir: Macbeth, insanın güçle ilişkisini anlamamızda çok önemli noktalara değinen bir eser. İnsanın eylemselliği, ödediği bedeller vs. bunlar gündemini hiç kaybetmeyen konular. Bu nedenle de tüm çağlarda yoruma açık olmuştur Macbeth, Shakespeare’in diğer eserlerinde de olduğu gibi. E. Doğan: Evet, sadece Macbeth değil Shakespeare’in birçok oyunu günümüze kadar gelmiştir. İnsan ilişkilerindeki duygusal çatışmaları ve iktidar kavgalarını evrensel bir şekilde işlediği için günümüzde de güncelliğini hâlâ koruyor ve o yüzden bir klasik. Bizim oyunumuzda cadılar yöneten ya da kötü şeyler yapan karakterler değil, daha çok haberci niteliği taşıyorlar yani bağımsız medya diyebiliriz. Dolayısıyla krallar, lordlar, güç düşkünlüğü, ihanet de iktidarı ve yönetimi temsil ediyor. Siz de takdir edersiniz ki günümüzde bu koltuk kavgası çok da değişmiş durumda değil. H. Sürel: Bir eseri ölümsüz yapan, yüzyıllar sonra da insanlar için bir şey ifade edebiliyor olması sanırım… Büyük değişimler geçiriyoruz ama özünde duygu, düşünce ve durumlar çok benzer. Macbeth’in oyunun başında söylediği bir cümle var: “Bir insana yaraşan her şeyi yapmaya varım, ondan ötesini yaptım mı insan olmaktan çıkarım.” Böyle bir bakışı dillendirebilen bir karakteri tamamen zıt eylemlerin içinde görüyoruz. Çünkü kendi arzusu, tutkusu ya da çıkarı söz konusu olduğunda insana “yaraşan” şeyin anlamında bir kayma oluyor ve şekil değiştiriyor. Bugün hâlâ insanın erişmek istediği ve erişebileceğine inandığı şey için her yol mubahmış gibi… Bugünün cümlesi “Yaptım oldu”. Oyun da bunu tartışmamızı sağlayabilir, ne yaptık, niye yaptık ve ne oldu? “Neden hep sisli ve belirsiz bir geleceğe yatırım yapıyoruz? Şimdiki zamanı kimlere ihale ettik?” Böyle deniyor basın bülteninde. Sizin şimdiki zamanla aranız nasıldır? İ. Daşdemir: Tiyatroda zamanı büküyoruz, kurguluyoruz, atlatıyoruz, katlıyoruz. Bu zamanla ilgili tüm sorulardan daha heyecan verici benim için. H. Sürel: Zaman deyince ilk aklıma gelen yatırım. Tabii ki maddesel bir yatırımdan bahsetmiyorum. İnsan hayatını zaman diye bir kavramı cetvel seçerek onun üzerinden şekillendiriyor. Bu anlamda hep bir yatırım peşindeyiz. Kendimize yatırım yapmak durumundayız. Çevremize, inandığımız işlere… Önemli olan zamana esir olmadan onu bir araç olarak tutabilmek sanırım. Çünkü ben yoksam, benim adlandırdığım, zaman dediğim şey de zaten yok. Zaman insana hükmetmeye epey hevesli ama izin vermemek lazım. E. Doğan: Benim zamanla aram iyi; geleceğimi kimselere ihale etmedim, genel olarak algıladığımız anlamdaki cadılardan, büyücülerden de medet ummadım. İnsanların geleceklerini kendi tercihlerine göre şekillendirdiğini düşünenlerdenim. [email protected] Hare Sürel, İncinur Daşdemir ve Esin Doğan, Pangar’ın ilk oyunu Macbeth’in üç cadısına hayat veriyorlar. Hani şu oyundaki Macbeth’in “kader”ini yönlendiren üç cadıya. Bir kadın ve oyuncu olarak bu oyunun da, rolün de önemi büyük onların gözünde. İktidar, hırs, ihanet gibi kavramlarla bugünü de anlatan Macbeth, bu ay boyunca Kenter Tiyatrosu’nda. H. Sürel: Macbeth karakterlerin derinlikli olarak yazıldığı, pek çok zıtlığın, ikilemin boyutlu olarak aktarıldığı bir oyun. Cadılar da gizemli, doğaüstü bir güçten öte, aslen bir düşünceyi temsil ediyorlar. İnsanın içyüzü diyebiliriz belki. Aslında kehanet dediğimiz şey düşünce, cadılar da bir düşünceyi dile getiriyorlar. Büyüleri de kullandıkları dil ve tümceler, bana göre. Çünkü bir fikir ses bulduğunda, o söylenmeyen şey söylendiğinde eylem başlamış oluyor. Çok sayıda filme konu olan, binlerce kez sahnelenen bir eser Macbeth. Böyle bir oyunda oynamak korkutucu da değil mi? E. Doğan: Korkutucu (gülüyor). Tiyatrocu olan ya da olmayan herkesin bu oyunla ilgili ufak da olsa bir fikri var ve iyi ya da kötü birçok eleştiriye maruz kalacağınızı bilerek giriyorsunuz bu işe. En iyisini yapmaya çalışsanız da herkesin kafasındaki “en iyi” farklı. H. Sürel: İnsan bazen, şimdi bizim yapacağımız, insanlar için ne ifade eder diye heyecana kapılabiliyor tabii. Böyle bir oyun çalışırken şimdiye dek yapılmış yorum ve uygulamalara da hâkim olmak gerekiyor. Biz de yeni bir anlam yaratabilmek için bol bol okuma yaptık. İ. Daşdemir: Macbeth insanın deriniyle, tutkularıyla, güçle olan ilişkisiyle karşılaşma oyunu. Bu nedenle de zor gelebilir. Fakat bir o kadar da ilgi çekici bu. Çünkü mükemmel bir dili, şiiri, anlatımı var. Role hazırlık, o nedenle keyifli oldu. Güzel ve sıcak bir ekibimiz var. Güvercin de beslesen tutkuyla yapacaksın DENİZ ÜLKÜTEKİN T RT’nin Böyle Bitmesin dizisinin kalbi kırık Özlem’i Pınar Göktaş, öncesinde defalarca ekranda dizi ve reklamlarla yer aldı. Ancak asıl hikâyesi tiyatro. Cihan Sağlam’la birlikte kurduğu The Club, bu sezon Asmalımescit’te eski bir şarap mahzeninde oyunlarını sergiliyor. Oyunların içeriği de tıpkı mekân gibi eskiyle yeniyi birleştirecek. Sizi anneniz tiyatroya alıştırmış. Neden sonradan pişman oldu? Pişman olmak demeyelim de bunun bu kadar büyük bir tutkuya dönüşeceğini öngörememiş. Şu an en büyük destekçim ailem. İlk reklamla mı başladınız? Sahneye ilk defa Samsun Oda Tiyatrosu’nda ilkokul beşte kendi yazdığımız bir oyunla çıktım. Her şey gözüme olduğundan daha büyük gelmişti. Kendimi minicik hissetmiştim, ama harika bir histi. Televizyon kariyerim İstanbul’a geldikten bir sene sonra bir reklam filmiyle başladı. Bir masanın etrafında ortadaki kek için birbirine saldıran dört arkadaştan biriydim. Yönetmenin rol verirken “şöyle düşünün, kafanız çok iyi ve canınız tatlı çekmiş, öyle oynamanızı istiyorum” dediğini hatırlıyorum. 150 yıllık bir şarap mahzenini tiyatro haline getirmek nereden aklınıza geldi? Akla gelmekle bitmiyor tabii bu fikri nasıl gerçeğe dönüştürdünüz? 2011'de Asmalımescit’te sinema ve sahne alanında faaliyet göstermek üzere kurulan bir sanatsal oluşum The Club. Geçen sezon kendi yazdığımız sekiz yeni yerli metin oynadık. Bir apartman dairesini “black box” sahneye dönüştürdük. Biz bunları yaparken karşıdaki Adahan İstanbul Otel’de de açılma telaşı ve tadilatlar sürüyordu. Birgün bizi izlemeye geldiler. Aşk Şarkısı oyununu izlediler, çok beğendiler. “Otel’in altında bir şarap mahzeni var orayı sahne olarak kullansanız nasıl olur” diye teklifte bulundular. Gidip gördük ki “aman tanrım harika bir yer!” Her oyuncunun oynamak, her rejisörün oyun koymak isteyeceği bir mekân. Sadece ışık altında durup başınızdan geçen herhangi bir şeyi anlatsanız bile mekânın büyüsü sizi başka türlü etkiliyor. Böyle başladı her şey. Bu öneriyi çok önemli buluyorum. Bize, sanata ve yaptığımız işe inanan bir tavır da ayrıca. The Club için farklı temalara değinen bir tiyatro topluluğu diyebilir miyiz? Bu açıdan bakınca Domino nasıl bir oyun? The Club kendi hikâyelerini yazma, kendi hikâyelerini söyleme derdinde bir oluşum. Tiyatronun yanı sıra sinema alanında da projeler üretiyoruz. İlk uzun metraj sinema filmimiz Baks Bani var, festivallerle kontaklarımız sürüyor. Adahan İstanbul tarihi bir otel, çok eskiden İstanbul’un köklü Kamonda Ailesi’ne aitmiş. Bu yanıyla her yanı başka bir hikâye barındırıyor. Her tarafında ayrı bir yaşanmışlık var. Zaten Otel de özel dokuya sadık kalınarak yenilenmiş. Diğer yandan, iki sokak aşağıda Tarlabaşı yıkılmaya hazırlanıyor. Hayalet şehir gibi. Oraları yakın zamanda gezerken, eski bir evin duvarında “tarlayı büyükbaşlar kaptı” yazısını görmüştüm. Domino da böyle bir oyun. Kentsel dönüşümü merkeze alırken Tarlabaşı’nda bir mahalleye ve orada yaşayan insanlara yakından bakıyor. Cihan Sağlam yazdı ve o yönetecek. Çok kalabalık bir ekiple beraber aralık ayında prömiyer yapmayı planlıyoruz. Böyle Bitmesin dizisi nasıl gidiyor? TRT’de bir dizide oynuyor olmak, “acaba izlenmiyor mu” kuşkusu yaratıyor mu? Asla öyle bir kuşku yok. İnsanların tepkilerinden ve somut geri dönüşlerden de açıkça belli oluyor zaten. Özlem, oynadığım en kalbi kırık karakterlerden biri. Her bölümün senaryosunu merakla ve bir solukta okuyorum. Galiba temelde güzel olan da bu, hep beraber keyifle oyun oynuyoruz. Sizin için artık senarist de diyebilir miyiz? Oyun denemelerim var, evet. Ama bu beni senarist yapmaz. Kendime uygun oyun aramakla geçen zamanım ve kadın karakterlerin azlığı itti beni biraz da buna. Sadece oyuncu olmak bazen sizi üretmekten alıkoyan ve çaresizce telefon bekleyen birine dönüştürebilir. Oyunculuk alanımı yönetmenlik yaparak ve oyun yazarak geliştirmeye çalışıyorum. Diğer oyuncular tarafından fazlaca yetenekli bulunuyorsunuz. Acaba şimdiye kadar oynadığınız dizi ve tiyatro projelerinde bu yeteneğinizi tam anlamıyla gösterme fırsatı bulabildiniz mi? Ne güzelmiş, kim onlar? Teşekkür ederim. Bunları duymak çok mutlu ediyor insanı. Bence bir oyuncunun performansı oyuncuya bağlı olduğu kadar metne, yönetmene, ekibe de bağlı. Sahne de sinema da bir ekip işi ve matematiği var. Mühendislikten geldiğim için analitik düşünebiliyorum. Her zaman bir öncekinden daha iyisini yapmaya, kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Aslında her alanda tutkulu olmak önemli bence. Taklacı güvercin de beslesen, kazan dairesi ustası da olsan işini tutkuyla yapmak mühim. Tutkusu olmayan insanlar bana biraz kof geliyor. İTÜ’de mühendislik okurken bile bir tutkuymuş Pınar Göktaş için oyunculuk. Şimdi, TRT’deki “Böyle Bitmesin” dizisinin yanı sıra The Club’la tiyatroda yaratacağı yeniliklere hazırlanıyor. Artık oyunlarının mekânı bir şarap mahzeni olacak. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle