01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 4 KASIM 2012 / SAYI 1389 Onun değeri ileride daha iyi anlaşılacak Eşini kaybedişinin beşinci yılında kimi zaman hüzünle, kimi zaman yaşadıkları güzel günlerin neşesiyle anlattı Erdal İnönü’yü ve birlikteliklerini. Zarif, güzel, dobra ve neredeyse eşi kadar esprili bir kadın Sevinç İnönü. Türk siyaset tarihinde unutulmayacak izler bırakan bir liderin eşi olarak çok ön plana çıkmasa da hep eşinin yanında, en büyük destekçisi olarak durdu tam 15 yıl boyunca. Erdal Bey’in üzülmesinden korktuğu için siyaset yapmasını istemedi ama kendisi de kısa bir dönem siyaset yapmaktan kaçamadı ve kendi deyimiyle bu deneyimden “ağzının payını aldı”. Erdal İnönü’nün ölüm yıldönümünde Sevinç İnönü’yle konuştuk. Bu vakıf bizim çocuğumuz Bu yalıyı çok severek almıştık 1970’te. Rabia Çapa neden oldu, onlar yerleşmişti. Çok severim Rabia’yı, rahmetli eşi Vecdi’yi de. Kurucu olmuştu SODEP’e. Hiç işadamı girmiyordu, bir tek Vecdi’yi ikna edebilmiş Erdal. Hatta bacanağı Peyami çok takılmış, “Solcu mu oldun” diye. O da Erdal’a güvenirim, demiş. Neyse Rabia aradı, “Ne olur, bakın” diye. “Yarın Ankara’ya dönüyoruz” dedim. Ama tutturdu, “Allah aşkına” diyor. Erdal da “İlahi kuvvetleri karıştırmasın, kırmamak için gideriz” dedi. Erdal buraya bayıldı. Ama ev dökülüyor, hatta Paşa çok kızmıştı, laf aramızda, “Nasıl adam edeceksiniz burayı” diye. Erdal’ın siyasetteki son zamanlarına doğru kolları sıvadım, tamir ettirdik. Sonra dedik ki, “Çocuğumuz olmadığı için burası çar çur edilir, en iyisi vakıf kuralım”. Zaten Erdal İnönü Vakfı’nı kurmuştuk, birikimimiz de vardı. O şekilde vakfettik. Fakat sonra kardeşim kredi aldı, beni de kefil yaptı, kredisini de ödeyemedi. 12 yıldır savaşıyorum. İcraya verdiler, satacaklar, akıllarına koymuşlar satmayı, en ufak bir pazarlık yaptırmıyorlar. Bence kararlaştırılmış gibi. Alıcısı da belki bellidir, bilemiyorum. Bunlar zannediyor ki, param var. Nereden para olsun, olan birkaç kuruşu da Erdal’ın sağlığı için harcadık. Neyse ben yine de savaşıyorum. Vakıf, özellikle çevre için çalışıyor. MAREM projemizle Marmara Denizi’nin oşinografik şartlarını araştırıyoruz. Bilim insanları yılda iki kere örnekler topluyor. Rapor hazırlıyor. Sonuç, çok kötü. Önlem alınmazsa hiç canlı türü kalmayacak. Sadece 1520 santim derinliğe kadar temiz su var, altı olduğu gibi bataklık... Erdal sağken üniversiteden hocaları buraya çağırır, renkli toplantılar yapardık. Şimdi onun kitaplarını bastırıyorum. Bir de ODTÜ defteri var. Uğur (Büke) beni zorluyor, İnşallah bitireceğim, yayınlayacağız. Sevinç İnönü için “Erdal’sız” geçen beş yılı anlatmak zor... AYŞE YILDIRIM / ESRA AÇIKGÖZ Baştarafı 1. Sayfada Erdal Bey’in politikayı çok sevmediğini şartlar nedeniyle girdiğini biliyoruz. En çok neden şikâyet ederdi? Valla eşim o kadar iyi bir insandı ki hiç şikâyet ettiğini duymadım. Ben devamlı şikâyet ederdim. Tabii, zorlamayla mecbur kaldığı için girdi, akademik kariyerini bırakmak istemiyordu, hiç düşünmemiş politika yapmayı, şartlar öyle gerektirdiği için yaptı. En çok da üniversiteler üzerindeki YÖK baskısı yüzünden. Çünkü birçok kişi üniversiteden uzaklaştırıldı gereksiz yere. Ona çok üzülüyordu, üniversitede fikir özgürlüğü gittikçe baskı altında kaldığı için, yönetimler üzerinde de baskı olduğu için ona karşı muhakkak bir şey yapmak gerektiğine inanıyordu. Politika dışından bir şey yapılamayacağına göre bari şunu biraz düzelteyim diye düşündü. Siz en çok neyden şikâyet ediyordunuz? Ben pek yakıştıramıyordum Türk politikasına, ortama. Çok yıpranacak, üzülecek diye düşünüyordum. Yıpranmaktan ziyade üzülecek falan diye, ben de şahsen üzülüyordum. Ama işte bu şekilde 15 yılı tamamladık. Ama anılarında da söylüyor zaten, “Yaptığım hiçbir şeyden şikâyetçi değilim, pişman olmadım” diye. Politika özel yaşamınızı sekteye uğrattı mı? Birlikte yapmak istediğiniz yarım kalan şeyler oldu mu? Tabii uğrattı, uğratmadı dersem yalan söylemiş olurum. Belli bir düzeniniz var, oradaki şeylere alışmışsınız; ne bileyim konserlere, sergilere giderdik, belli çevremiz vardı onlarla görüşürdük, sonra bambaşka bir çevreye girdik. Hiç alışmadığımız bir çevre üstelik. Tabii başında çok yadırgıyorsunuz, “Eyvah benim burada ne işim var, ne yapacağım ben” diyorsunuz. Ama zamanla alışılıyor; çok iyi dostlar edindik politikada. İnsan ülkesini çok daha iyi tanıyor. Değişik bölgelerden insanlarla tanışıyorsunuz. Bir sürü yere gidiyorsunuz. Biz zaten çok gezerdik, severdik gezmesini. İç turizme ilk başlayanlardanız. Özellikle otel falan olmadığı zamanlarda, 60’lı yılların başında düşünün; otellerde elektrik yok, ısıtma sistemi yok. Ama çok eğlenceli gezilerimiz oldu. Siz bu siyasi yoğunluğa rağmen, eşinize destek olmakla birlikte, çoğu siyasetçi eşinin “görüntüyü” kurtarmak için oynadığı rolün aksine kendi hayatınızı yaşamayı başarabildiniz sanırım? Bilmiyorum, benim kendime göre bazı şeylerim vardır, farklı bir şekilde düşünürüm. İlle de eşlerin muhakkak her yerde beraber olması gerekmez. Yani Amerikan tarzı politikayı sevmiyorum. Samimi, içten yapılırsa tamam, ama bazen zorlamalarla yapılıyor. Toplumun koyduğu baskı bu. Özel hayatın bu kadar ortaya dökülmesi şahsen beni rahatsız eder, gereği yok diye düşünüyorum. “Komşu kızı” İnönü ailesinde... Nasıl bir çocukluktu sizinki? Kalabalık bir aileydik. Beş çocuk olmuş, ama biri vefat etmiş. 2 kız, 2 oğlandık. Denizci ailesi. Dedem kaptanmış. Sonra meşhur armatör ailesi Yelkencioğulları’yla ortak olup armatör olmuş. Babam tek çocukları, nadir bir durum, bir Karadeniz ailesi için. Halam varmış, ama veremden ölmüş. O dönem verem özellikle Karadeniz’de yaygınmış. Halam, eşi ve çocukları veremden öldü. Dedemde de vardı, verem. Doktorlar, ada sayfiye yeriydi ya, adayı tavsiye etmişler, emekli olunca Heybeli’ye yerleşmiş. Paşa’nın eviyle aramızda bir Rum evi vardı. Komşu kızıyım yani ben (gülüyor). Amerika’da yaşam... Evlendikten sonra Erdal, Amerikalıların verdiği bursu kazanınca Amerika’ya gittik. Siyasi nedenlerle Erdal’ı yollamak istemiyordu üniversite, ama istifa etti. Neyse... Amerika’da iki odalı ucuz bir daire bulmuştuk. Gazetede polis alımına dair bir ilan görünce Erdal’a “Yanlış meslek seçmişsin, polis olsaydın daha çok para alacaktın” diye takılmıştım. Çünkü polislere 350 dolar veriyorlardı, Erdal’ın bursuysa 240 dolardı. 190’ı kiraya gidiyordu, haliyle yemeye pek bir şey kalmıyordu. Sonra dul bir Amerikalının evine sığındık. Kadın Türk’üz deyince biraz rahatsız olmuştu, ama nedense sonra sevdi bizi. Çatıdaki odasını verdi. Pencereye gelen sincaplara fındık, fıstık verirdim. Üç yıl sonra döndük, 27 Mayıs 1960’ın üzerinden birkaç ay geçmişti. Aslında birlikte çalıştığı, Nobel ödüllü profesör Eugene Paul Wigner, Amerika’da kalsın diye çok ısrar etmişti. Erdal, “Türkiye’den geldim, orada devam edeceğim çalışmalarıma” dedi. Eugene, “Çok hata ediyorsun, özellikle bizim gibi geri kalmış ülkelerde sivrilmiş insanlar için gerekli ortam sağlanamaz, harcanacaksın, başka işlere koşacaklar seni, yazık olacak” diye çok ısrar etmişti. Ben de istemezdim Amerika’da yaşamayı. Nedense sevemedim Amerika’yı. Erdal ve Sevinç İnönü, İsmet ve Mevhibe İnönü ile birlikte. Erdal Beyle 1956’da Heybeliada’da tanışmışsınız... Paşa, babamı Ömer’in düğününe çağırmıştı. Ben daha Dame de Sion’da okuyorum. Taksim Gazinosu’na gitmiştik, ilk orada uzaktan görmüştüm İnönü ailesini, Erdal, Engin, Ömer, Özden... Paşa tabii, il başkanı olduğundan babamı tanıyordu. Ancak biz tanışmıyorduk. Çünkü adaya gelmiyorlardı. Paşa’nın evinde, kardeşi Rıza Bey, eşi Adalet Hanım ve kızları Mutlu otururdu. Onlarla iyi ahbaptı bizimkiler. Ben de Mutlu ile iyi arkadaştım. Sonra Erdal’lar da adaya geldi, 1956’da ve tanıştık. Erdal’ın boyu çok uzun olduğu için geçerken duvardan başı gözükürdü. İlk görüşte aşk mıydı? Derin sevgi vardı. Çok iyi arkadaştık. Çok severdim eşimi, o da beni severdi tabii aşk da vardı. Amerika’ya giderken İngilizce biliyor musun, diye sormuştu. Çok hoşuma gitmişti. Fransızca eğitim almıştım, ama ikinci dilimiz İngilizceydi. Okulumuzda bir İngiliz sör vardı, bomba gibiydi. O yüzden İngilizcem iyiydi, ama konuşamıyordum. Erdal endişe etmiş, Amerika’da sıkıntı çekeceğim diye. Bana Asterisk’in ve Tenten’in İngilizcelerini getirmişti. Okumuştum. Beni bir imtihan etmişti. Evlenmeye nasıl karar verdiniz? Vallaha aileden istediler. Ben de kesinlikle bir Karadenizliyle evlenmemeye karar vermiştim, çok kıskanç oldukları için. Erdal’la evlenmeye karar vermemin ilk nedeni Karadenizli olmamasıdır (gülüyor). Şaka bir yana da kişiliği beni çok etkiledi. Siz de Erdal Bey gibi çok esprilisiniz... Bilmem, bulaşmıştır biraz tabii. Sevinç İnönü anne ve babasıyla... Erdal Bey siyaseti bıraktığında mutlu oldunuz mu? Tabii sevindim. Oh nihayet kurtuldu, dedim. Siz de kurtuldunuz? Evet, ama onun için daha çok sevindim. Biliyorsunuz ilk girdiğinde politikaya omuzlara falan kaldırıyorlardı. Eve her gelişinde ben bir türlü anlamıyordum niye bu kadar toz toprak içinde. Her hafta sonu palto, pardesüyü temizlemeciye gönderiyorum, yetiştiremiyordum. “Allah, Allah ne yapıyor bu adam” derdim. Beraber gitmeye başlayınca gördüm ne olduğunu. Meğer yere yatıyormuş, omuzlarına almasınlar diye. Siz hiç politikaya girmeyi düşündünüz mü? Kısa bir dönem belediye meclis üyeliği yaptım, ağzımın payını aldım. Arkadaşlar haberim olmadan adımı yazdırmışlar, neyse eğlenmiştim ama. Baya hoştu, ama rahat çalışamıyorduk. İstanbul Platformu diye hoş bir şey kurmuştuk. Park Otel’e karşı tekneyle eylemler yaptık, gazetecileri gezdirdik. Nasıl böyle yapılara onay veriyorlar bilmiyorum. King Kong diye ad koymuştum. Hâlâ öyle duruyor. Çirkin. Gümüşsuyu Derneği dava açmış, kazanmış, ama yıkılamadı. Sözen zamanında tıraşlandı... Platformu devam ettirebilsek iyi olacaktı. Herkes bir yana çekmeye çalıştı, yürümedi. Erdal İnönü siyasi yaşamda kendine has uslübu, güleryüzlü, sakin kişiliğiyle anıldı hep. Evde nasıl bir eşti? Evde de öyleydi. Şu çok konuşulan fare hikâyesindeki gibi. Amerika’daki evimizde meşhur fizikçimiz, Erdal’ın yakın arkadaşı Feza Gürsey ve ailesi misafirliğe gelmişti. Dört yaşındaki oğlu tuvaletten “Sevinç burada fare var” deyince baktım, ufak bir fındık faresi. Gayri ihtiyari, “Erdal koş, fare var” diye bağırdım. O da çok cool; “Sen beni kedi zannettin galiba” dedi. Çok gülmüştüm... Bunun gibi çok anımız var. En çok hoşuma gideni de, 68’de Erdal bir rahatsızlık geçirmişti, okul doktoru Salih Bey, hemen muayene etmiş, ilaç vermişti, sonra Paşa (İsmet İnönü) da doktoru Zafer Paykoç’tan kontrol etmesini istemiş. O da baktı. Nedense iki doktor ilaçlar konusunda anlaşamadı. Gündüzleri Salih Bey gelir, “İlaçlarını verdiniz mi” diye sorardı. Akşamları Zafer Bey gelir, “İlaçlarını aldın değil mi” diye sorardı Erdal’a. Bana çıkışırdı “Verdin değil mi?” diye. Ben de sürekli birinden diğerinin ilaçlarını saklardım. En sonunda Erdal “Ah Sevinç çok üzülüyorum, keşke iki kalbim olaydı birini Salih Bey, diğerini Zafer Bey tedavi etseydi, üzülmemeleri için” demişti. Çok inceydi. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle