16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

1 OCAK 2012 / SAYI 1345 5 Evrim Solmaz, Hanımın Çifliği’ndeki Gülizar rolünün ardından şimdi bambaşka bir kadın olarak karşımızda; Umutsuz Ev Kadınları’nın Zeliş’i. Haliyle dizideki kıyafetlerinden seksapalitesine kadar her şeyi çok fazla konuşuldu. Dizinin orijinali Desperate Housewives’ta onun karakterini canlandıran Eva Longoria ile kıyaslandığını söyleyen Solmaz, “Sıfır beden Longoria, 38 beden Evrim Solmaz. O dizide 30 yaşında, ben 39. Ama bana göre önemli olan bu fizikte o rolü çıkarabilmek” diyor. Kimsenin fiziğiyle yarışmıyorum... Aslında iki rolde de içinizden çıkan farklı vrim Solmaz, her canlandırdığı rolle Evrim Solmaz’ları görüyoruz. adından söz ettirmeyi biliyor. Çünkü karakterleri ince eleyip sık dokuyor. Tam da benim içimden çıkan kadınlar Onun için her bir rol, yeni bir kapı, yeni bir değil aslında. Ben özgürüm ama bana dünya. Ancak sektörün yıpratıcı çalışma sunulanlar arasında seçim yapmakta koşullarından da şikâyetçi. “Sanatsal durum, özgürüm. Belli bir çerçeve içinde üretmeyi, zamanı, emeği ve özeni ister. Biz yaratıcılığımı ifade ediyorum. Karakterlerin hızla tüketiyoruz. Birikim neyse onu profilleri belli. Rüküş olmayan birini rüküşe harcıyorsun” diyor. O yüzden de daha çeviremem. Seksi bir kadına mazbutluk kalifiye işler yapabilmek adına televizyonu katamam. Gülizar karakterinin bende ancak iyi bir zemin hazırlamak için bir katkı belirmesine, benim bile hayret ettiğim olarak görüyor. Aynı zamanda oyunculuk hareketleri yapmasına müsaade ettim. dersleri veriyor, pilates yapıyor, kung fu Zeliş ise beni zorladı, çünkü dünya eğitmenliği için ter atıyor. Yoğun çapında başarıya ulaşmış bir tempo onunki. Hepsine bir proje olarak hakettiği değeri verebilmek beklentileri arttırdı. Sizde nasıl bir yeri adına da oldukça enerji harcıyor. var Umutsuz Ev Ancak bir gün hayali, doğayla iç Kadınları’nın? içe yaşayabileceği bir düzene geçebilmek. İşte anlattıkları. Bu dizinin, bir Hanımın Çiftliği’ndeki Gülizar uyarlama olarak rolünün ardından şimdi de beklentisi yüksekti. O ZUHAL Umutsuz Ev Kadınları’nda yüzden endişelerim vardı. bambaşka bir karakteri, Zeliş’i Dünyada tutmuş versiyonuyla AYTOLUN canlandırıyorsunuz. Birbirine zıt bizdeki karakterlerin içerisinde, iki rol. Proje seçerken, özellikle ahenkli bir şekilde yer almak için bu farklılıklara mı özen gösterirsiniz? rolüme çok çalıştım. Eva Longoria hayranları nasıl buldu sizi? Tabii ki bir aktör ya da aktrist, Longoria hayranlarını biraz üzdü bu dizi. yelpazesinde ne kadar farklı renklere Sıfır beden Longoria, 38 beden Evrim ulaşırsa, o kadar mutlu olur. Ama bazen Solmaz. Benim oynadığım Gabriel’in Türkiye koşullarla sınırlı bu. Ben de kendi bilgi versiyonu Zeliş, 30 yaşında değil 39 yaşında. birikimim ölçüsünde, yaptığım Tabii ki yok artık dedirtti bu. Ancak değerlendirmeler neticesinde Hanımın oyunumla, sahnelere verdiğim değer ve Çiftliği’ndeki başarılı sezonun arkasından onların özünde anlatmak istediğimi, bu gelen teklifleri değerlendirdim. Burada rolün fizikte çıkartarak Longoria hayranlarına farklılık arzetmesi ve sağlam bir zeminde dahi vermeye çalışarak yendim olmasına dikkat ettim. tedirginliğimi. Kimsenin fiziğiyle yarışacak durumum yok. Peki Desperate Housewives’ı tam olarak uyarlamak mümkün oldu mu? Bu, zaten Amerikan ortak yapımı. Senaryo yazarı her bölümü Amerika’ya yolluyor. Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde Elbette bazı şeyler Türkiye’deki oyunculuk dersleri veriyorsunuz. Bu sizi nasıl izleyicinin gelenek ve besliyor? göreneklerine göre uyarlanıyor. Şu an aktif olarak İzmir ve İstanbul’da Canlandırdığım Gabriel eğitmenlik yapıyorum, altı yıldır öğretim karakteri, cüretkâr görevlisiyim. Öğretirken, öğreniyorum. cinselliğini, özgür Bilgilerim her an taze. Öğrencilerime daha iyi evliliğini kendi bilgi verebilmek için sürekli okuyorum, kadınlık kuvveti ile yüksek lisansımı bitirdim, doktora kurmuş. Biz yapacağım. Daha iyi bir hoca olmak, daha farklı üretmek ve yarına bir şeyler bırakmak irdeledik. istiyorum. Ayrıca kung fu da yapıyorsunuz? Savaş sanatlarıyla ilgileniyorum. Eğitmenlik eğitimi de alıyorum. Set, müthiş bir tempo. Bunlar beni rahatlatıyor. Ter Peki ileride nasıl bir yerde görüyorsunuz kendinizi? atıyorum, acı çekiyorum, bir şey öğreniyor, Evli değilim, çocuğum yok. Bütün enerjimi sanata verdim. Ama öğretiyorum. Bütün stresimi alıyor, beni ölmeden önce yapmak istediklerim var. Mutlu ve huzurlu bir yuva, yeniden şarj ediyor. Psikoloğa gidip ilaç öğrencilerim ve felsefesi olan işler üretmek... Belki biraz İstanbul’dan almaktansa, enerjimi farklı yere eviriyorum. Bahsettiğiniz yoğun bir tempo. Ancak en uzakta yaşamak da olabilir. temelde aradığınız ne? Bu yoğunlukta zor değil mi? Ben zaten şehir insanı değilim. Daha toprak, yıldız, orman istiyorum. Huzur benim için çok önemli. Ama Üreten, terliklerini sürüyen, kitaplarıyla filmleriyle, dostlarıyla yaşayan, huzurlu olabilmek için biraz huzursuzluk da yazan çizen biri olmak istiyorum. Tabii oyunculuk da devam edecek. gerekiyor. ADNAN BİNYAZAR E Sözün gücü S öz nasıl güçlü kılınır? Yunus Emre yüzyıllar önce vermiş bunun yanıtını: “Sözünü bilen kişinin yüzünü ağ ede bir söz.” İncedir sözün ölçüsü; söz var çöplük malıdır, söz var inci dizisi. Bir çift söz, yüzü ak da eder, ülkeleri savaşa da sokar. İnsan, sözü ağzına yakıştırdığı ölçüde insan... Sözün etki alanı genişledikçe önemi de artıyor. Oysa parlamento kürsülerinden bilim kürsülerine, sözü değer yitimine uğratan ne çok insan var! Dili ayar tutmayanlarla, ağzından yüzü “ağ eden” tek sözcük çıkmayanlar ortalarda cirit atıyor! “Söz, kurşundur; namludan çıktı mı geri dönmez,” özdeyişi boşboğazları uyarmak için söylenmiş olmalı. “Boğaz kırk boğum” deyimi ise, söz edebinin simgesi. İstanbul Milletvekili Şafak Pavey’in bütçe görüşmelerindeki konuşmasını izlerken düşündüm bunları. Pavey, gücünü sözünden alarak konuşuyor. Etkili sözcükler seçmesinden de belli bu. Bir konuşmanın sağlamlığı; konunun iyi bilinmesine, pürüzsüz anlatıma, bedensel dilin etkili kullanımına bağlı. Neyi, nasıl konuştuğunun bilincinde olan kişi, konuşurken ne ona buna sataşır, ne düzeysiz esprilerle şov yapar, ne ağza alınmayacak sözler kullanarak saldırganlaşır... Kişiliğini söz edebinin incelikleriyle donatan Pavey, ağzından kışkırtıcı tek sözcük çıkmadan, ülke gerçeklerini yurtsever bir aydın sorumluluğuyla dile getirdi. Liderine yaranma duygusuyla kendinden geçenlerin, bağırtı çığırtıyla sözünü güçlü kılacağı hayaline kapılanların, Şafak Pavey’in günlerce hazırlanarak Meclis kürsüsünde inançla yaptığı konuşmanın içeriğinden de, edebinden de öğreneceği ne çok şey var! “Hükümet, insanlık değerlerinde AB ile buluşamıyor.” “İnsanı, siyasal değerler, yüksek vatandaşlığa ulaştırıyor. Göç yönlerine bakın. Size insanın kaliteli hayat için nereye aktığını doğrudan gösterecektir. İyi yönetilmeyen ülkelerin vatandaşlarının, iyi yönetildiğini düşündükleri özgür ülkelere canları pahasına akması gerçeğine bakın. Gerçek her zaman hamasetten güçlüdür.” “Gerçek reform, kanunların toplumsal değerlere dönüşmesidir.” “Demokraside en önemli kıstas sorabilme hakkıdır. Soranlar cezaevinde. O halde soruyorum. İçinde yaşadığımız demokrasi mi? Demokrasinin illüzyonu mu?” “Hükümeti, tam da bütün koşullar lehimize iken kabadayı özgüveni ile değil, gençlerinin geleceğini her şeyden çok önemseyen akıl adabıyla davranmaya davet ediyorum.” TBMM’nin çatısı altına böyle konuşmalar yakışıyor. Pavey’i dinlerken ağzından çıkan tek sözcüğü kaçırmamaya çalışırken, söz uygarı insanların yarattığı demokratik ortamlara özlem duydum. Halk, ağzına geleni söyleyen palavracıların söz oyunlarından bıktı artık. TBMM, sözün düşünceye dönüştürüleceği yerdir. O ortamın hakkı verilmelidir. İnsanımızı güven içinde yüksek vatandaşlığa ulaştıracak siyasal değerler ancak o çatı altında oluşturularak, gençlerimize göç yolları aratmaz. Gençler öylesine umutsuz ki, kapılar açık tutulsa Türkiye boşalacak sanılır! Pavey kürsüde politikacı sorumluluğuyla somut verileri ortaya dökerken, Meclis’in bütün üyelerinin, Will Durant’ın şu sözünü gözden kaçırmamış olmalarını isterdim: “Politika, sanıldığı gibi, iktidarı ele geçirip korumanın değil, sosyal örgütlenmenin incelenmesidir.” Sosyal örgütlenmeyi ancak Türkiye’nin içinde bulunduğu sallantılı durumu kavrayıp sorunları yurtseverce algılayan Şafak Pavel gibi düşünenler gerçekleştirebilir. Siyasal ortam, ayrımcılığı demokrasi sayıp Türkiye’nin bütünleştirici ruhunu öldürmek isteyenlerden arındırılırsa... [email protected] Öğretirken öğreniyorum... Aksiyon filminde rol almak isterim İçimdeki kadınları tam olarak çıkaramadım dediniz. Siz hangi rolleri canlandırmak istiyorsunuz? Canlandırdığım karakterler, benim düşündüklerim değil, bana gelenler. Ama tabii ki büyük keyif alıyorum. Oynamak istediğim çok karakter var elbette. Tarif etmesi zor ama uzun zamandır “bunu ne olursa olsun ben oynamalıyım” dediğim, içimin onu oynamak için yandığı bir şeyle karşılaşmadım. Sadece, önüme gelen her türlü rolü en iyi şekilde canlandırmaya yöneldim. Hepsini de sevdim. Felsefesi olan bir aşk filminde ya da bir aksiyon filminde oynamayı çok isterim. Şehir insanı değilim Buzuki Orhan Osman’ın “Turkophony” albümü bu coğrafyanın caz müziğini dünya sahnesine çıkarmanın peşinde. Amerika ve Kanada’da yayımlanan albüm, 54. Grammy Ödülleri’nde “Best Jazz Instrumental Album” dalında ön aday oldu. Şimdi de Türkiye’de raflarda. Fotoğraf: MEHMET TURGUT alkanlar’dan Anadolu’ya kadar çok geniş bir Amerika’da ve Kanada’da yayımlanan albüm şimdi yelpazede yöresel ezgileri müziğine taşıyan Türkiye’de raflarda. Beş yıllık bir çalışmanın sonucu Orhan Osman artık farklı bir kulvarda ismini raflara çıkan albüm dünya müzik ustalarını bir araya duyuruyor. Buzukisindeki hünerini bilmeyen elbette getiriyor. Kimler mi var bu müzikal serüvende; Dave yok. Ama rembetikoyu şiire çeviren o enstrüman Weckl, Horcaio Hernandez El Negro, Amik Guerra, şimdi caz ve blues arasında kendine yer arıyor. Ivan Melon Lewis, Daniel Noel Martinez, Mor Orhan Osman, Almanya’da başlayan Karbasi, Thomas Kennedy, Eric Levy, müzik yolculuğunu, Yunanistan, Kai Eckhardt, Sean Rickman ve Stavros Bulgaristan, Amerika, Fransa ve daha Pazarentsis. Bu çalışmanın kayıtları birçok ülkede sürdürdükten sonra Türkiye, Amerika, Yunanistan, Londra Türkiye'de kalmıştı. Bu son durak onun olmak üzere farklı ülkelerde gerçekleşti. değişen müzikal yapısını da yönlendirdi. Mastering ise Bob Katz imzası taşıyor. Yunanca’da bozuk çalgı anlamına gelen “Turkophony” bu topraklardan yükselen buzuki, Orhan Osman’ın ellerinde bir bir caz çığlığı. Anadolu kadar Bulgar, gökkuşağına dönüyor. Şimdi de caz ve Greek motiflerinde de dolaştırıyor dünya müziği rengini alıyor. Bilenler dinleyeni. Albümde yer alan tüm ALİ DENİZ unutamaz onun meyhanesinde eserler Orhan Osman bestesi. Bazı eğlendikten sonra müptelası olmayan da bestelerde Mor Karbasi ve Sean USLU yok. Ama Orhan Osman yalnızca Rickman’ın sözleri var. “Turkophony” ilk olarak Eylül 2011’de meyhane müziği yapmıyor. Dünya Kaliforniya’da 1995 yılından beri world müzik ve jazz müziği sahnesinde de saygın bir isim. O yüzden yeni alanlarında faaliyet gösteren bir plak şirketi olan çalışması bir kırılma, bir başlangıç. Onun rüyası da Golden Horn işbirliği ile Amerika ve Kanada’da artık yaptığı bu müzikle anılması. Hatta bestelerinden piyasaya çıktı. Albüm; 54. Grammy Ödülleri’nde “Best yola çıkarak şekillendirdiği “Turkophony” projesini Jazz Instrumental Album” dalında ön aday oldu. Peki, de yıldızlar geçidine dönüştürdü. Geçen yıl bu hikâye nasıl başladı? Orhan Osman anlatıyor; Grammy’de caz müziği dalında aday adayı olup Bu topraklardan yükselen bir caz çığlığı B “proje dört yıl önce gelişti. O güne kadar yapmış olduğum çalışmalarımı inceledim ve gözlemlerim esnasında ne kadar az şey yaptığımı fark ettim. İçimde daha fazlası olduğunu biliyordum ve bunu usta müzisyenlerle paylaşmaya, onlarla performans ve kayıt yapmaya karar verdim. Bu süreç benim için çok zordu. Neticede sahnede yapmış olduğum iş ve yapmak istediğim çok farklıydı. İşin zor kısmı değişimi ve derdimi anlatmak oldu. Çünkü, ‘Senin olayın taverna. Burada ne işin var?’ diyorlardı bana. Elbette ben bu durumla çok eğleniyordum. Sahnedeki yüzlerini görmek için sabırsızlanıyordum. Derken projeyi hayata geçirmek için kolları sıvadım.” Orhan Osman dünya müziğinin kapısını aralarken yanına tanınmış ve tecrübeli virtüözleri de aldı. Onlarla çıktığı yolculuğa ilk dahil olan davulun efsane ismi Dave Weckl. “Ona internet üzerinden ulaştık. ‘Tadımlık Karadeniz’ adlı eserimi yolladım. Şarkıdan çok etkilenmişti. Onu çalabilmek için epey zaman harcadı. Dave’in gönderdiği kayıtları dinlerken projenin sonundaki ışığı gördüm. İnsanlar bizi ayakta alkışlıyor; çığlıklar kulağımda çınlıyordu. Dave bize, ‘benim ufkumu açtınız’ diyerek teşekkür etti. O artık projenin bir parçası olmuştu. Kai Eckhardt, bas gitarın dedesi de bize katıldı. Onunla birlikte Sean Rickman, Eric Levyi, Chris Robinson da geldi”. C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle