01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 i sinemaya. 18 yıl ara verd ne bir Bunun sebebi yal kırıklığı kırgınlık, ne ha tı. Her yıl ne de kızgınlık i bir projeyle kafasında yen tedi, çeşitli yola çıkmak is adı. 18 yılda nedenlerle olm i söylemesi 18 film çektiğin dilerde Şerif u yüzden. Şim b i Ay Gören, yeni film yamam ile Büyürken Uyu ya dönüyor. tekrar sinema a hayatının Hem de sinem 50. yılında. 4 EYLÜL 2011 / SAYI 1328 ATAOL BEHRAMOĞLU Militan yimserlik (2) Önce geçen haftaki yazıyı gözden kaçıranlar için kısa bir özet: “Militan yimserlik” büyük Marksist düşünür Ernst Bloch’un (18851977) başyapıtı “Umut lkesi”nde rastladığım bir kavramdır. Bloch, gelecek konusunda ilkesiz ve temelsiz bir iyimserliği, (onun tanımıyla “banalotomatik ilerleme”ciliği ) “utangaç gericiliğe göz kırpan katlanmanın ve edilgenliğin hizmetinde” görüyor… Geleceği değişmez biçimde kapkara gören “Mutlaklaşmış karamsarlık” ise, “açıkça, adıyla sanıyla... utanmaz gericiliğin hizmetinde”dir…. Bloch’a göre, ilkesiz ve temelsiz iyimserlik, bu tür bir karamsarlıktan “daha az zehirleyici” değildir; çünkü sonuç olarak her ikisi de gericiliğin hizmetindedir… Şimdi, düşünürün geçen yazıda sözünü etmediğim bir görüşünü aktarmalıyım: Bloch, “Banalotomatik ilerlemecilik” kavramının, bu tür bir iyimserliğin teslimiyetçi, edilgen içeriğini vurgulamak için, “gerçekçi ölçüde….. bir parça karamsarlığın bile” böyle bir iyimserliğe tercih edilebileceğini söylüyor… Bu özetten sonra “militan iyimserlik” kavramını açımlamaya çalışmayı sürdürebilirim… Bunu, yaşadığımız ülkenin ve günlerin somutunda yapmak istiyorum… Çevremize baktığımızda, Marksist Alman düşünürün “banalotomatik iyimser” diye adlandırdığı kişilerin giderek azaldığını görüyoruz… Kalanlar olsa olsa, ya zaten her zaman var olan kaderci, bağnaz, bu dünyayla ilişkisi bulunmayan öte dünyacı kimseler; ya bugünden nemalanan çıkarcı ve fırsatçılar; ya da birtakım omurgasız, kimliksiz, korkak ve edilgen sözüm ona aydın taslaklarıdır… Buna karşılık, hem halk, hem de gerçekten aydın denebilecek, namuslu, sorumlu, ülkelerinin geleceğinden kaygılı insanlar arasında derin bir karamsarlığın, çıkışsızlık duygusunun çok büyük ölçüde yaygınlık kazanmış olduğu apaçık görülüyor. Ernst Bloch’un felsefesinin ve bu felsefenin bence omurgasını oluşturan “militan iyimserlik” kavramının önemi, anlamı ve işlevselliği de tam bu noktada göz kamaştıran bir pırıltıyla ortaya çıkıyor… Kitabın daha ilerideki sayfalarında işlenen bazı düşüncelerin, bu kavramın daha iyi anlaşılmasını sağlayacağını düşünüyorum….. Bloch’a göre “insan”, “insan olmak” bir “süreç hali”dir…(s.284) “O, bir palamut gibi meşe ağacının tamamlanmış gelişmesi içinde tüketilmiş değildir….. bir imkândır”…(s.291) Aynı cümlenin devamında da, bu “tüketilmemişlik” ve “imkân” kavramlarının, “dünyanın tüketilmemiş Bütünü’ne” doğru genişletildiğini görüyoruz: “Ve dünyanın tüketilmemiş Bütünü’nde de: Madde, onun bağrında gizli olan ve Süreç aracılığıyla açığa çıkan bütün suretlerin reel imkânıdır.”… “Umut lkesi”nin bütün bu bölümlerinde, diyalektik ve tarihsel materyalizmin, idealizmden ve mekanik materyalizmden farkı ve onlara üstünlüğü (herhangi bir felsefe tarihi kitabındaki düz anlatımlarla değil, fakat büyük bir düşünür, şair ve mantık ustasının, kılı kırk yaran irdeleyici düşünüş ve üslubuyla) dile getiriliyor… Bütün bunlara burada girmenin olanağı da gereği de yok… Ben “militan iyimserlik” kavramından anladığımı (Bloch’ta kendi düşünüş ve duygularımın farklı tanımlarla da olsa tıpatıp karşılığını bulmuş olarak) kendi cümlelerimle özetleyip yazımı tamamlamak istiyorum: Sürecin sadece gözlemcisi olmakla yetinerek; ona müdahale etmenin, onu yönlendirmenin kaygısını taşımayarak; bu yönde bir etkinlik içinde olmayarak geleceğin iyi olacağını düşünmek, bu tür bir edilgen iyimserlik, sonuç olarak kuşkusuz gericiliğin hizmetindedir… Gelecek günlerin bugünden farksız olacağını, daha kötüsü olmasa bile daha iyisi olamayacağını ileri süren mutlak karamsarlık da, doğanın, insanın, var oluşun bütün temel değerlerini yadsıyan, yaratıcılık duygusunu, eylemliliği, var olma heyecanını yok sayan, hor gören, sonuç olarak da yok eden bir başka gericiliktir ve o da var olan gericiliğin sürgit devam etmesine hizmet ediyor demektir… Dünyanın (toplumun, bireyin, somut koşulların) doğru bilgisine sahip olma çabası içinde ve Bloch’un tanımıyla “gerçekçi olabilirliğin” gerçekleşmesi için eylemde bulunan “militan iyimserlik” ise, şu anda yaşanmakta olan dünyada ve ülkemizde, insana, “hiçbir sonda bitmek istemeyen umut”a (s.254) en çok yaraşan, onu ve toplumu geleceğe en doğru biçimde taşıyacak olan, yol gösterici bir insani özellik ve bir erdemdir… [email protected] www.ataolbehramoglu.com.tr Bu film 50 yılın jübilesi ski Türk filmlerini izlerken hep bir sıcaklık oluşur içimizde. Hem Tabii. Herkes için öyledir ya. Bazı zamanlarda her şeyin önüne toplumsal sorunların anlatıldığı, sınıf çatışması, köy ve kent geçebilir aşk. Kişiden kişiye de değişebilir gerçi. Bazı insanlar için yaşamı, geleneksel aile yapısının dinamikleri ve insan vatan öncelik kazanıyor, bazıları içinse bir futbol takımı. Ama artık ilişkilerinin veriliş biçimleri dikkat çeker. Hem de sıcak ve samimi toplumsal gerginliklerin yaşanmaması gerekiyor Türkiye’de. Kürt, yanıyla yakalar izleyeni. Bu filmlere imza atan Alevi, laik, slamcı sorunları aşmamız gerek. Bir filmin toplumu çok önemli yönetmenleri vardır Türk değiştirecek gücü yoktur. Ama en azından bir katkı sağlayabilir, sinemasının. Onlardan biri de Şerif Gören. En insanları düşündürebilir, ne yapabiliriz diye sorgulatabilir. Bu filmin son 1993 yılında çektiği Amerikalı filmiyle öyle bir katkısının olacağını düşünüyorum. Siz de sinema hayatınız boyunca buna özen gösterdiniz, sinemadan uzaklaşan seyirciyi tekrar sinemayla toplumcu filmler çektiniz. barıştıran Gören, 18 yıl boyunca çektiği belgeseller dışında hiçbir sinema filmi yapmadı. Filmlerim güncel tarih gibidir. O günün toplumsal olayıyla mutlaka Bunun çok da belirgin ve özel bir nedeni yakın ilişkisi olmuştur. Keza bu çektiğim film de öyle. ZUHAL olmadığını söylüyor. Pek çok proje dönmüş kafasında ancak olmamış. Yine de 40 yıl TÜRK YE’DE HER SANAT DALI CESARET STER AYTOLUN boyunca aklında defalarca çektiği Necati Sinema biraz da cesaret işi. Siz gerçekten hep istediğiniz işleri mi Cumalı’nın Ay Büyürken Uyuyamam öykü yaptınız? kitabından yola çıkarak oluşturduğu senaryoyu çekmekten kendini alamamış. Biz de Gören’le filmi konuşmak üzere buluşuyoruz. Bir Türkiye’de her sanat dalı cesaret ister. O olmadan hiçbir şey çekingenlik var üzerimde, orası kesin. Çünkü uzaktan sert bir yapılamıyor. Eskiden sansür vardı, makaslanırdı filmler. Biz de duruşu var Gören’in. Ancak sohbet başlayınca bunun bir onları aşmak için çeşitli zekâ oyunlarına başvururduk. Şimdi önyargı olduğunu anlıyorum. Renkli, neşeli biri. Yine de ise otomatik olarak kendi otosansürümüzü uygulamaya mesafesini koruyor tabii... Çekimlerini tamamladığı Ay başladık. Bu da uçlara kaymamızdan, gerginliklerin Büyürken Uyuyamam’ı, son halini gördükten sonra Cannes’a artmasından kaynaklanıyor. Gerçek bir ileri demokrasiden göndermeyi düşünüyor, ayrıca bu filmin iki ve üçüncüsünü de bahsedebildiğimiz zaman bunlar ortadan çekecek. şte sinemaya bakışından hayattaki duruşuna dek kalkacak. Bir film çekiyorsunuz, içindeki ufak bir anlattıkları... ayrıntıdan dolayı hamamcılar ayağa kalkıyor ya da Türk sinemasına emek vermiş çok önemli taksiciler, dolmuşçular… Kimse bana ne isimlerden birisiniz. Ancak 18 yıllık bir ara verdiniz, hoşgörülü baksın ne de tahammül etsin. şimdi tekrar dönüyorsunuz. Neydi bu aranın Hiçbir şey istemiyorum zaten. Sadece saygı nedeni? göstersinler. Yakmasın, yıkmasın, Belli bir nedeni yok aslında. Neredeyse her kırmasınlar… Peki ya beklentiler? Film çektiğinizi yıl bir projem vardı, çeşitli nedenlerle duyan pek çok kişide bir heyecan yapamadım. Hep erteledim, erteledikçe oluştu? Sizi yoruyor mu beklentiler? eskidi, eskidikçe yenileri geldi. Bu döngü sürüp gitti. Böyle baktığınızda 18 yılda 18 Çok şey beklenmesini istemem. film çektim aslında. Ama gerçek anlamda, Ben başöğretmen değilim. Önderlik doğru zaman ve doğru proje buymuş etme gibi bir vasfım ve gayem de yok. demek ki. Sadece bir yönetmenim. Sanatın 18 yıl çok uzun bir süre. Sinemadan görevlerini yerine getirmeye, iyi bir eser uzak kaldığınız bu süreçte neler yaptınız? ortaya çıkarmaya çalışıyorum. Omuzlarınızın düştüğü hiç mi olmadı? Arada belgesellerim oldu. Bir Fransız kanalına iki belgesel çektim, Berlin Öyle bir şey hissetmiyorum. Ancak 80’lerde belgesellerim var. Arada birkaç bölüm hapishane dönemlerim oldu. şkenceler, dizi çektim. Aslında boş durmuş değilim. insanın kimliğini yok etme yönünde olduğu için, Ha, 18 yıl çok diyorsanız, öncesinde de elbette tedirginlik yaşadım. Yine de çok çalışmıştım. Böylece dengelemiş toparlanmasını bildim. Sinema bizim oldum. Zaten 1962 yılında başladım hayalimizdi. Gece yattığımda dahi, rüyamda sinemaya. 62 yılını da sayarsak, bu yıl, sinemada 50. filmler görürüm. Hayal gücüm bana destek yılım aslında. Bu film, 50 yılın jübilesi aynı oluyor. Galiba biraz çocuk gibiyim. Son yıllarda Türk zamanda. sinemasında çekilen film sayısı artıyor. Bu tek bir filmlik geri dönüş mü, devamı S NEMA Peki toplumsal konuların iyi işlenebildiği gelecek mi? SEKTÖRLEŞEMED yapımları görmek mümkün mü? Uzaklaşmak bazen iyi bazen de kötü Artık yeni prodüktörlerin aklında tek bir şey Türk sinemasında dünle bugünü sonuçlar doğurabilir. Seyirciyle diyaloğum var: "Bir komedi yapalım, kolay yoldan para karşılaştırdığınızda karşınıza nasıl bir ne kadar devam ediyor, onlara hâlâ yakın kazanalım." Ama bunların hepsi tutmuyor tabii. manzara çıkıyor? mıyım göreceğim. Uzak olduğumu Sonuçta sinemada öyle bir kural yoktur, olamaz. zannetmiyorum. Beğenecekleri bir film Eskisi gibi sinema yapılmıyor. Hangi filmin çalışıp çalışmayacağını kimse olacak. lginç bir film çektim. Eğer Zaten sinema sektör bile olamadı. bilemez. Türk sinemasında da dünya umduğum gibi olursa Ay Büyürken Dolayısıyla parası da yok. Küçük sinemasında da sorun var. Yılda yalnızca Uyuyamam 2 ve 3’ü çekeceğim. Çünkü paralarla dönen, günlük işlere döndü. dört beş film belli bir çizgiyi aşıyor. Çok Amerikalı’dan sonra 18 yıl geçti. Az sayıda Büyük sermayenin giremediği, kendi fazla film çekiliyor olsa da, bu kopyayla girerdi filmler, hafta sonu karaborsa olurdu. sermayesini de oluşturamayan bir yapısı olduğu rakam çok az. G O günkü şartlarla bugünün şartları değişti. Gözlükler de için gelişemiyor. Festivallerde ödül alan, az seyirciyle değişti. O yüzden bir de Gözlük adında bir film projem var. Daha iyi yetindiğimiz cılız çıkışlarımız var ama yetersiz işte! Ne zaman ki görsün diye insanlar… ekonomik desteğe ihtiyaç duymadığımız günler gelecek, işte o zaman Nasıl bir hikâye ve kurgusu var bu filmin? sektör olacağız. Genç sinemacıları nasıl değerlendiriyorsunuz? Necati Cumalı’nın Ay Büyürken Uyuyamam adlı öykü kitabından dört beş öyküyü birleştirip kendi yorum ve katkılarımla bugüne Yönetmen profili de günümüzde değişti. Film gibi film çeken bir adapte ettim. Aslında çok değişime uğradı senaryo. Çünkü her gelen kuşağız biz. Lütfü Akat’lar, Atıf Yılmaz’lar, Metin Erksan’lar, Halit yıl, yeni toplumsal değişikliklerle geliyor, dolayısıyla değişiyor hikâye. Refiğ’ler, Memduh Ün’ler… O kuşağın temsilcisiyiz. Şimdiki kuşakta Gündem hızla değişiyor Türkiye’de. Peki hangi toplumsal dizi sektöründen gelip film çekenler, fotoğraf ekolünden gelenler, farklılıklar ağır bastı sizde? Avrupa sinemasından gelen isimler var. Hepsinin de kendine göre Toplumsal barıştan yanayız. Yaşanan gerginliklerden yola çıkarak başarı ya da başarısızlığı var. Bence en başarısız kuşak, dizi kuşağı. bir barış öyküsü çektik biz. Öykümüz daha çok namus namussuzluk, Çünkü onlarda seyirciyle sinemasal bir bağ kurabilme derdi yok. ahlâk ahlâksızlık üzerine provokatif bakışımı taşıyor. Aşk da var tabii. Haftada 90 dakikayı yetiştirme derdine düşüyorlar sadece. Zaten aşk mevzuubahisse gerisi teferruattır. Kurgusundan müziğine her şeyiyle uğraşabildikleri zaman başarı Sizin hayatınızda da öyle mi oldu? gelecektir. G E S NEMADA YANLIŞIN AFFI YOK Sert bir bakışınız var, insan yaklaşmaya çekiniyor başta. Ancak gülümsediğinizde o mesafe hemen kırılıyor. Peki sette sert bir yönetmen misinizdir? şte, o hiç belli olmuyor. Bir dakikam çok komik olabilir, bir dakikam çok sert. ş dinamiğinde herkesin işini doğru yapmasını isterim. Yanlış yapanın hele de sinemada affı yok. Kolay bir iş değil çünkü. Artık zaten maddi değer olarak da büyüdü rakamlar. Kimse yanlış yapmamalı ki, iş aksamasın. Korkulur mu sette sizden? Yok canım, niye korksunlar. Sinemacı dediğin adamın çektiği film zaten Çekerken de bir milli takım antrenörü gibi elindeki malzemeleri, ekibini iyi kullanır, alacağı verimi yüzde 90’lara ulaştırırsa iyi bir iş çıkarır. Böyle çalışmak gerek. Aksi halde zaten o sizin değil, başkasının filmi olur. Bendeyse her şey bana aittir. Milli takım demişken, filmin oyuncu kadrosu için “Oyuncuların milli takımıyla çalıştım” dediniz. Aynen öyle. Düşündüğümden çok daha büyük performanslar sergilediler. Onları daha da iyi değerlendirmek zorunda kaldığımı hissediyorum. O kadar iyi isimler var ki filmde. Ben de kendimi milli takımla sahaya çıkmış hissediyorum. Başarınızın sırrı olarak neyi görüyorsunuz? Hâlâ çocuk oluşumu. Zıpır ve hiperaktif bir tarafım var, o çocuk halim beni besliyor işte. Oğlunuz Mehmet Gören bir yapım şirketi kurdu, hatta ilk olarak da babasının filminin yapımcısı. ş ilişkiniz nasıl? Tam da baba oğul ilişkisi gibi iş ilişkimiz de. Çatışmayız, konuşarak çözmeyi tercih ederiz.G kafasındadır, onu çeker. Soldan sağa: Fırat Çelik, Selin Şekerci, Şerif Gören, Ayça Bingöl, Hazal Kaya. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle