22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

31 TEMMUZ 2011 / SAYI 1323 5 Şöhret ellerimle geldi Erdem Yener kimine göre müzisyen, kimine göre bir reklam efsanesi, kimine göre de iyi bir oyuncu. O tüm bunların farkında ama kendi olabilmenin peşinden gidiyor. Şimdi ise kenara çekilip yeni albümü için çalışıyor. Sonrası mı? Grubunu toparlayıp yollara düşmeyi istiyor. ALİ DENİZ USLU vardı. Sonra albüm geldi”. YENİ ALBÜM İÇİN YOLLARDA “Kirli” hem müzikal hem de sözel anlamda iyiydi ama kayboldu gitti. Neydi derdi Kirli'nin? Yener'e göre medeniyet kirlilik demek. Medeniyet denen her neyse geliştikçe, büyüdükçe, palazlandıkça yalandan oluşan bir ahlak anlayışıyla samimiyetini kaybediyor, kirleniyor. Onun derdi de kendiyle. Şarkılarında da dediği gibi günün birinde gerçek bir insan olarak ölebilmek için yaşıyor. Erdem Yener iyi de başladı ama kolunu kanadını kıran bir şeyler vardı, hatta gerçekten kolu kanadı kırılmıştı. Yener, “ 'Belki' iyi bir şarkıydı. Sahaya indiğimi düşünüyordum artık. Ama dediğin oldu, evde düştüm ve topuğum kırıldı. Uzunca bir süre iyileşemedim, bu kırık zihnimde de yara açtı. Moralim bozuldu. Yeniden ivme kazanmam lazımdı, ısıtıp ilk albümü veremezdim. Ben de ikinci albüm için kimsenin bana ulaşmayacağı bir yere gidip kapanmak istedim. Tüm stüdyomu aldım güneyde bir yere gizlendim. Evde kutular açılmamış, paketler üst üste dizilmişken bir telefon geldi, Avea için arıyorlardı. Başta istemedim, ısrar ettiler. Evi, kutuları öyle bırakıp İstanbul'a döndüm.” Yener ilk başlarda işin bu boyuta geleceğini hissetmese de çekim sonrasında oluşan enerjinin kendisini bile şaşırtığını anlatıyor. ATAOL BEHRAMOĞLU Medellin Şiir Demek (2) Bu yıl 21.si gerçekleştirilen Medellin Uluslararası Şiir Festivali’nin mimarı 1951 doğumlu Fernando Rendon, şair ve 1982’den bu yana yayımlanmakta olan Prometeo adlı şiir dergisinin kurucusu. Şiiri hakkında bir değerlendirmede şöyle deniyor: “Onun şiirini bir yolculuk duygusu, zamanların ve mekânların yerini değiştirme duygusu hissetmeksizin okuyamazsınız...” Rendon bunu şiiriyle olduğu kadar olağanüstü şiir festivaliyle de gerçekleştiriyor demektir... 1991’den bu yana, bu yıl 21.si gerçekleştirilen Medellin Şiir Festivali’yle 21 yıldır neredeyse bütün dünyayı bu pek de büyük sayılamayacak Kolombiya kentine taşıyor. Bu yıl Afrika şiiri özelinde gerçekleştirilen festivalin kitabında 86 şair saydım... Kitaptaki İspanyolca çevirilerin mükemmelliği izleyicinin olumlu tepkilerinden anlaşılıyordu. Ayrıca yine festival kitabında, bu şiirlerden birinin İngilizce çevirisi de yer alıyor, böylece katılımcı şairlerden İspanyolca ya da bir ötekinin dilini bilmeyenler, herkesin şiiri hakkında az çok fikir sahibi olabiliyordu... Medellin’in bana hayatımın ve şair oluşumun en büyük onurlarından birini yaşattığını söylemem gerekiyor. Açılışta yer alan birkaç şair arasındaydım.. Aslını okuduğum ilk şiirim (“Yaşadıklarımdan Öğrendiğim...”), Türkçe bilmeyen binlerce izleyicinin ciddi alkışıyla karşılandı. Fakat İspanyolcası okunduktan sonraki alkış, çığlık ve haykırış fırtınası dinmek bilmedi... Böyle bir olağanüstü izleyici coşkusu, ben de içlerinde olmak üzere herhalde kimsenin beklemediği bir şeydi... Kendimden söz etmekten hoşlanan bir değilim. Fakat bunu yazmalıydım... Şiiri sahnede okuduktan sonra İspanyolcasını dinlemek için oturduğum sandalyeden kalkarak bu sevgi ve coşku selini birkaç kez selamlamak ve teşekkür sözleri söylemek gereği duydum... Değerli aktör Hulio’nun sadece İspanyolcalarını okuduğu sonraki iki şiirim de sevgi ve alkışlarla karşılandı... Fakat önce Türkçesini okuduğum “Guevara....”nın İspanyolca okunuşundan sonra, yine herhalde orada bulunan hiç kimsenin tahmin edemeyeceği bir şey oldu... Alkışların sona ermesinin üzerinden bir kaç saniye geçmemişti ki önce birkaç sesin mırıldandığı “Comandante Che Guevara” şarkısını az sonra binlerce kişi bir ağızdan söylüyordu... Bu bütün hayatımın, şu anda da gözlerimi yaşartan, sizin de gözlerinizi yaşarttığını tahmin ettiğim en olağanüstü anlarından biridir... Katılımcı bütün şairlerle birlikte kapanışta da şiir okudum... Biri başkent Bogota’da olmak üzere toplam yedi kez Kolombiyalı izleyici önüne çıkmış oldum... Kendi şiirim için olduğu kadar Türkçemiz için de (birçok uluslararası şiir buluşmasında olduğu gibi) övgü sözleri işittim... Ben hiçbir uluslararası şiir buluşmasında, bu kadar çok sayıda, şiire bu kadar duyarlı insanla karşılaşmadım... Düşünün, Envigado adlı bir banliyö mahallesinde, yoksul, kötü aydınlatılmış ama yine dopdolu bir belediye tiyatro salonunda, program sonrasında yanınıza yaklaşan, en çok ortaokul çağlarında bir oğlan çocuğu, heyecandan tirtir titreyerek “şiirlerinizi çok sevdim...” diyor ve şiirlerinizin bulunduğu bölümün ilk sayfasını imzalatmak üzere üzere festival kitabını uzatıyor... Buna benzer daha pek çok anı, izlenim, duygu şöleni... Medellin şiir demek olduğu kadar Botero da demek... Bu büyük ve özgün ressam ve yontucunun Mewdellin’li olduğunu bilmiyordum... Şehrin büyük bir alanında yontuları, alanın yanı başındaki Antioquia Müzesi’nde resimleri sergileniyor... Şehrin ve sanatçının mutlu buluşması... Medellin Şiir Festivali ve Kolombiya anılarımdan daha sonra yine söz etmek isterim. Bu yazıyı ise eğlenceli bir anımla bitireyim. Kaldığımız Grand Hotel’in cana yakın çalışanlarından hiçbiri, sokaktakiler gibi, İspanyolca dışında zırnık yabancı dil bilmiyordu... İngilizce bildiğini iddia eden bir resepsiyon çalışanı, bir şişe su isteğimi anlamış gibi yaptıktan az sonra, bir başkası telefon ederek, İspanyolcaİngilizce karışımı bir dille “Koka kolamız yok...” dedi... Sonunda İspanyolca, telaffuzuyla yazıyorum, “una butey agua pura” yani, “bir şişe gazsız su” demeyi öğrendim... Fakat bu kez de odama dört şişe su getirildi. Kabul ederek “gracias” (telaffuzuyla, grasyas, “teşekkür ederim”) demekten başka yapacak şey yoktu... Şimdi, oradaki dinletilerin öncesinde neredeyse bütün yabancı şairlerin yaptıklarını ben burada yapayım: Grasyas Medellin, Grasyas Kolombiya; Grasyas bu ülkenin sıcak, barışçıl halkı, unutulmaz şiirseverleri... Grasyas... Binlerce kez... ataolb@cumhuriyet.com.tr www.ataolbehramoglu.com.tr rdem Yener bambaşka bir adam. Müziği, sahnesi, reklam oyunculuğu ve dizilerdeki karakterleri... O, Pandora'nın Kutusu gibi onunkiler günah değil elbette ama bu adamın elinden her iş geliyor. Ben ise onu hep “Belki” parçasıyla hatırlıyorum. Evet, güzel bir şarkıydı! İşte biz de Erdem Yener ile buluştuk. “Şöhret” hikâyesini dinledik. Tabii söze müzik ile başladık. Anlatıyor: “1999 yılından bu yana müzik yapıyorum. Ankara’da “+4” isimli grubumla beş yıl boyunca her barda çaldım. Müzikten para kazanmak ne mümkün? Zaten ben hayatım boyunca müziği finanse etmek için her şeyi denedim. Sonra İstanbul'a yerleştim ve Kedi Müzik çatısı altında stüdyo müziği yapmaya başladım. Para kazanmıyordum, hatta üstüne para bile verebilirdim o iş için. Tabii param yoktu! Bir yandan da reji asistanlığı yapan bir arkadaşımın ofisine gidiyordum. Bedava internet vardı orada, yani o derece zor durumdaydım. Sonra bir gün bir el mankeni lazımdı beni seçtiler ellerim güzel diye. Şöhret ellerimle geldi. Sonra set kafasını sevdim. Orada olabilmek için her işi yapmaya razıydım. Hiç gocunmuyordum; mutfağı temizliyorum, kül tablalarını boşaltıyorum; böylece kendime orada yer açmaya çalışıyorum. Rejide sorumluluğum yoktu zaten. En küçük işleri yapıyordum, figüran ayarla, oyuncuları uyandır... İşin cast kısmı zamanla artmaya başladı. Sonra da cast direktörü oluverdim”. E TEPKİNİ GÖSTER, İSYANSA İSYAN Şimdi halinden memnun Erdem Yener. Bu yaz ikinci albümü bitirip, bir ekip kurup yollara düşmek istiyor. Elbette bu albüm için farklı şeyler var kafasında. Reklamdaki karakterin önyargılarını kırmak ise çok da kolay olmayacak onun için. Peki ya Erdem Yener'in dünya ile nasıl bir ilişkisi var? Bazen bir insanı tanımanın en iyi yolu hayata nereden baktığını görmekten geçer. İşte yanıtı “Medeniyet bize dayatıyor, hem de her şeyi. Kültürünü, aidiyetini, hissiyatını... Konuşmak güzeldir ama eylem zordur. Bilmeden ahkâm kesmek korkunç, bilerek kesmek ahmaklık ama şimdi ne biliyorlar ne de ahkâm kesiyor insanlar. En kötüsü bu! İnternet ise ölümcül bir virüs. Tamam, iyi güzel de zamanı öğütüyor, hayatı yaşamakla ilgili çok şey kaçırıyoruz. Başkalarının hayatlarıyla çok zaman kaybediyoruz. Şimdi herkes, her şeyden haberdar olsa da iletişim yok, dokunma yok. Yabanileştik o yüzden”. Sanal âlemde belli kontroller var ama hayat mücadele gerektirir. Yener ise epey karamsar bu konuda ama umutsuz değil; “İnternette görmek istemediğini hayatından çıkıyorsun, “block”luyor, “ignore” ediyorsun. Bu kolay ama hayat dediğin gibi mücadele gerektirir. İşte bu yüzden direncimiz kırılıyor. Cahil cesareti olan, saçma özgüven sahipleri dilediği gibi at koşturabiliyor. Tepkini göster, isyansa isyan. Korkarak bir yere varamayız ki! Toplu hareket her zaman iyileştiricidir. Hem gerçekten rahatsız olan sokağa çıkar”. G ROCKÇIDAN REKLAM YILDIZI OLUR MU? Tabii tüm bunlar Erdem Yener'in “Avea'sı Olmayan Çocuk” olmasından önceydi. Zaten “Kirli” isimli ilk albümü de bu dönemde geldi. Albüm 2008 yılında yayımlandı. Bu albümü de reklamla finanse etttiğini anlatıyor Yener, “Bir kek reklamı yapıyoruz, iki profil iki kamera var. Arada deneme çekimlerine ben de giriyorum oyunculara yol göstermek için. Bu çekimleri gece tekrar izliyoruz. Yönetmen bu tekrar izlemelerde dedi ki; 'Biz Erdem'e, Erdem olduğu için mi yoksa komik olduğu için mi gülüyoruz?' İşte albüm için kapı o an açıldı”. Müzik, reklam, derken kendine sormadı mı rockçı adamdan reklam yıldızı olur mu diye? Gülerek anlatıyor: “ Davayı sattım mı? diye düşündüm ama hep müzik yapabilmek için çalıştım, reklam bunu sağlıyordu. Hem onu oyunculuk gibi görmedim, kaçmanın yolları Bavullar bu kez sanat dolu Almanya'ya göçün 50. yılı nedeniyle düzenlenen etkinlikler kapsamında Goslarer Musem Türkiye'den bir sergiye ev sahipliği yapıyor. “Bavulum Dolu Sanatla” adlı serginin ana malzemesi kaçınılmaz olarak tahta bavullar. öçyurt, gurbetsıla, umutdüş kırıklığı, uyumuyumsuzluk, yabancılıkötekileştirme sinemanın ve edebiyatın gözde temalarından. Fatih Akın’ın Hamburg’da yaşayan bir Türk, biri Sırp, biri Yunan üç eski arkadaş arasındaki ilişkiyi anlattığı “Kısa ve Acısız” ve Almanya’da yaşayan, alkole ve uyuşturucuya teslim olmuş bir Türk ile psikiyatri kliniğinde tanıştığı Sibel arasındaki ilişkiyi anlattığı “Duvara Karşı” filmleri belleklerde. Türklerin ellerinde tahta bavullarıyla Almanya’ya doğru yola TÜREY KÖSE çıkışlarının üzerinden tam 50 yıl geçti. O bavullara öncelikle geride bırakılanların fotoğrafları konmuştu, sonra en temiz, en yeni giysiler, memleketi anımsatacak hatıralar ve kocaman umutlar. “Almanya’ya Türk Göçünün 50. Yılı” etkinlikleri kapsamında Almanya’nın Aşağı Saksonya eyaletinin Goslar kentindeki Goslarer Musem’da “Bavulum Dolu Sanatla / Kunst Aus Dem Koffer” adlı sergi 30 Temmuz’da açıldı. Bu kez, ressamlarheykeltıraşlar bavullarına doldurdukları İbrahim Karaoğlu, “50 yıl önce “sanatla” Almanya’ya doğru yola çıktı. Almanya’ya göç eden Türklerin yanlarında Sanat eleştirmeni İbrahim Karaoğlu ve heykeltıraş Filinta götürdüğü en değerli eşyalarıydı tahta Önal’ın küratörlüğünde düzenlenen sergi 16 Eylül’e dek bavullar” diyor. Ressamlar, heykeltıraşlar 50 sürecek. Sergide, ressam Cuma Ocaklı, Mehmet Alagöz, yıl sonra bu bavulların içini “sanatla” Habip Aydoğdu, Ekrem Kahraman, Reyhan Abacıoğlu ve doldurmuş. Cuma Ocaklı bir Şahmeran heykeltıraş Filinta Önal’ın yapıtları sergilenecek. “Bavulum boyamış tahta bavulun üzerine, Filinta Önal Dolu Sanatla / Kunst Aus Dem Koffer” adlı kitap eleştirmen içine bir heykel yerleştirmiş. Mehmet Alagöz İbrahim Karaoğlu tarafından TürkçeAlmanca olarak kendi düşlerini boyamış , Habib Aydoğdu yayımlandı. İbrahim Karaoğlu serginin sunum yazısında da kırmızı bir bavulun içine kendi “sanatını” şöyle diyor: koymuş. Reyhan Abacıoğlu da “düş kentleri” “Savaş ve yıkıntı… Ölüm bulutlarının çekildiği yerde, ikiye boyamış. Reyhan Abacıoğlu, “Siz bavulunuza ne bölünmüş gökyüzüyle Almanya. Yalnızca gökyüzü değil; koydunuz” sorumuza şu yanıtı veriyor: düşleri ve uykuları bölünmüş bir ülkeydi. Zamanı eskiten bir “Benim boyadığım bavulun üstünde düş kentleri var. özlemle yeniden var olmak, savaşın korkularından arınmak Cami de var, kilise de var, üst üste binmiş, aynı yerde ve eski bir acının kızgın lavlarını söndürmek için yeni bir değişik zamanlar ve mekânlar var. Bu dönüşümün kıyısında olmak istiyordu. Her şeyi sergide yer alacak bavulum tam bir yeniden kurmak için göçmen işçileri de heterotopia örneği... M.Foucault çağırdılar. Önce İtalyanlar, İspanyollar, tarafından tanımlanan bu kavramdaki gibi Yunanlılar sonra da Türkler, Faslılar, tek bir gerçek mekânın içinde birçok Portekizliler, Tunuslular ve Yugoslavlar gitti mekân ve zaman barındırıyor ‘Düş Almanya’ya. 50 yıl önce ellerinde tahta Kentleri’ adını verdiğim bu dizi... bavullarıyla, buharlı bir kara trenle İstanbul’daki Sadece bavul değil birçok tuval Sirkeci Tren Garı’ndan davul ve zurnayla yolcu üzerinde de yer alıyor bu kavramdan yola etmiştik vatandaşlarımızı. 50 saatlik bir çıkan resimlerim. Şimdilik iki bavul ve 5 yolculuk sonrasında Köln Deutz Tren büyük tual. Ama sayı artacak, ahşap İstasyonu’nda bandoyla karşılanmıştı bavullar arıyorum. Pek kolay olmuyor bu... göçmenlerimiz. Böyle başladı Almanya’da Türk Antikacılar, İzmir’in pek çok hurdacısı göçmenlerin tarihi. Başlangıçta misafirdi onlar, ahbabım oldu bu sayede. ” sonra ‘Gurbetçi’ ve ‘Almancı’ diye tanıtıldılar, Abacıoğlu, “Belirlenmiş bir temadan şimdi ise Almanya Türkleri olarak Cuma Ocaklı yola çıkmak sınırlayıcı olmuyor mu?” biliniyorlar.” G sorumuz üzerine de şunları söylüyor: “Bana heyecan verdi bu konu... Göç başlıbaşına çok etkili bir çıkış noktası. Aynı anda hem umudu hem de hüznü bu denli barındıran başka bir durum var mıdır bilmem. Yıllar önce o ahşap valizler, hangi umutlarla hazırlandı? Hangileri gerçekleşti? Hangileri düş kırıklıklarına dönüştü? Neler kazanıldı ve neler yitirildi? Kaç aile parçalandı? Gidenlerin kaçı entegre oldu gittikleri topluma? Kaçı, arada bir noktada kaldı, artık ne oralı, ne buralı... Kendini gerçek anlamda bir yere ait hissedememek... İnsanın giderek doğaya ve kendine yabancılaştığı bir çağda katlanarak büyüyen yalnızlık duygusu ile başedebilmek... Bir tema çoğu kez insana sınırlanıyorum duygusu verse de, bazen tam tersi heyecan verici olabiliyor. Temanın açtığı kapıdan geçtikten sonrasında yine kendi özgür alanındasın.” “Gidiş bavulları canlı renklerle, umutla bezeli görünüyor. Dönüş bavullarını nasıl boyardınız?” diye soruyoruz. Abacıoğlu “Tüm bunları düşündüğümde bir dönüş valizi varsa eğer; dışında dönüşün sevinci boyansa da içinde yılların hüzün tortularının olması kaçınılmaz gibi” diyor. G C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle