01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 Rojin Aslı Polat 19 HAZ RAN 2011 / SAYI 1317 CUMHUR YET PAZAR Ç N YAZDI ATAOL BEHRAMOĞLU Tanrıçaların ışığı altında Tanrı Retoriği Evrenin (âlemlerin) yaratıcısı, zıddı ve benzeri olmayan, her şeyi yapmaya muktedir (kadiri mutlak) anlamıyla “Tanrı” sözcüğü ilk kez ne zaman kullanılmış olabilir? “Tanrı” ve “Allah” sözcüklerini dilimizde eşanlamlı olarak kullanıyoruz. Konuyla ilgili çeşitli kaynaklar (örneğin .Z.Eyüboğlu’nun “Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü ya da wikipedia’nın ilgili maddesi) “Allah”ın branice “eloah/elilah”tan türetildiğini söylüyor… Eyüboğlu, Mezopotamya dillerinde “tanrı” anlamına gelen sözcüklerin “il”, “ul” ile başladığını belirtiyor… Örneğin Akadca “il”, Babil dilinde “il” ve “el” Tanrı anlamına gelen sözcüklermiş. Tevrat’ta sözü edilen, daha sonra Arapça söylenişleriyle slam uluslarınca benimsenen dört kutsal varlığın, “Azrail”, “Cebrail”, “ srafil” ve “Mikail” adlarının sonundaki “il” sözcüğü de tanrı demekmiş... Görüldüğü gibi sözcükler (kutsal kavramlar) kimsenin, hiçbir dinin tekelinde değil. Kökenlerine kısacık bir göz atış bile bunu göstermeye yeterli. Yine Eyüboğlu, sözlüğünde, Tanrı sözünün Sümerce “gök tanrı, gök” anlamındaki “dıngır”dan geldiğini ileri sürüyor… Bu sözcük, “tıngır, tıngri, tengri, tengere, tangara, tangrı”dan geçerek günümüzdeki “tanrı”ya ulaşmış… Wikipedia’nın ilgili bölümünde sözün Türkçe olduğu savunularak Orhun Yazıtları’nda geçmesi kanıt olarak gösteriliyor… Şöyle ya da böyle, “Tanrı” sözcüğü de tıpkı “Allah” gibi değişik söyleyiş biçimlerinden geçerek günümüzdeki biçimini almış… Her iki sözcükten türetilen deyimler, ifadeler, günlük dilin dokusuna işlemiş… Bulundukları dillerin herhalde hepsinde onlardan sayısız deyim, söz kalıbı üretilmiş… “Allah” sözü, Türkçede, “Tanrı”dan farklı olarak, çeşitli Türkçe vb. sözcüklerle birlikte (Allah korusun, allahaşkına vb.) deyimler oluşturmanın yanı sıra, Arapça deyimleşmiş biçimleriyle de kullanılıyor. Akla ilk gelebilecek örneklerden bazıları, “Elhamdülillah” (Şükür Allaha), “ nşallah” (Allah isterse), “Billahi, vallahi” (Allah hakkı için), “Bismillah” (Allahın emriyle), “Maşallah” (nazardan koruma duası), “Maazallah” (Allaha sığındık) vb.. olabilir… Osmanlıca konuşup yazmada herhalde kullanılmış olup şimdilerde günlük konuşma dilinde bulunmayan, yine “Allaha sığındık” anlamındaki “Eliyaüzübillah”, “Şehdullah” (Allah şahidimdir) vb. deyimlerin de konuşma dilimize tekrar kazandırılması da uzak bir olasılık olmasa gerek… çinde “Allah”, “ilah” sözcüklerinin geçtiği sözler ve deyimler, hem içerdikleri anlamlar, hem de Arapçanın ezgisel tınısıyla hoşa gidiyor, kulak okşuyor… Örneğin, “Hoşça kalın”, “mutlulukla kalın” gibi sıradan ve ezgi bakımından yoksul deyimler yerine, “Sizi Allaha emanet ediyorum” gibi tumturaklı bir söz hiç kuşkusuz daha etkileyici oluyor… Son zamanlarda bunlara bir de “özür dileme” yerine “helalleşmek” eklendi… Ne güzel! Böylece dilimizi hem zenginleştiriyor hem ona dinsel bir yücelik katıyor, hem de ezgi zenginliği kazandırmış oluyoruz… Ben buna “Tanrı retoriği” diyorum… Yani, tanrısallık kazandırılarak, “belagat” düzeyine yükseltilmiş, yüceltilmiş bir dil… Bütün bunlara günlük konuşma dili kapsamında pek bir diyeceğimiz olamaz… “ nşallah”, “maşallah” gibi deyimler zaten günlük konuşma dilimizin onlarsız olmaz deyimleri, tadı tuzudur… Fakat bu “Tanrı belagatı”, giderek neredeyse Arapça duaya dönüşen bir dil, siyasetin tepesine tırmanarak orada yerleşmeye başladığında, ne oluyoruz, nereye gidiyoruz diye sormak kaçınılmaz olur… Laik Türkiyemizde okullar, yargı kurumları, bütün kamu kuruluşları, parlamentonun kendisi, giderek her açılışta, her çalışma başlangıcında, bismillah, ya Allah, inşallah, maşallahlarla işe koyulup, Elhamdülillahlarla mı işi bitirecek dersiniz? Sakın “maazallah” demeyin… Çünkü gidiş tam olarak oraya… [email protected] www.ataolbehramoglu.com.tr fsane ya da gerçek ne fark eder ki... Onlar hâlâ korkusuz ve cesur kadın savaşçılar... At üzerinde, ellerinde ok, yay, kargı, mızrak ya da iki ağızlı baltayla tasvir edilen tek memeli kadınlar, Amazonlar... Gerçekle söylencenin birbirine geçtiği pek çok hikâye dinlemişizdir onlar hakkında. Yunan mitolojisinin bu sıra dışı, erkeksiz yaşamı savunan özel topluğu sadece soyunu devam ettirmek için yılda bir kez erkeklerle birlikte olurdu. Onlar da, ya savaşta tutsak aldıkları erkekler olurdu ki hamile kaldıktan sonra onları öldürürlerdi ya da komşu ülkelerin erkekleri. Doğan bebeklerden erkek olanları da komşu ülkelere verirlerdi, kızları ise kendileri gibi birer savaşçı olarak yetiştirirlerdi. Amazonların yaşadıkları coğrafya da birçok kaynakta farklı şekilde anlatılır. Kimi tarihçiler, Samsun yakınlarında kurdukları Themiskyra kentinde yaşadıkları söylenen bu savaşçı kadınların, zmir, Efes, Sinop gibi birçok kenti de kurduklarını anlatır. Platon ve Sokrates de Anadolu kıyılarında yaşayan Amazonların sık sık Yunanistan’a akınlar düzenlediğinden söz eder... şte Karadeniz ve Ege kıyılarında yaşadığı sanılan bu erkeksiz toplumun izlerini Urfa'da görmek şaşırtıcıydı. 2007 yılında Urfa'da Haleplibahçe ya da diğer adıyla Antik Edessa kentinde yapılması planlanan Dinler Parkı projesinin çalışmaları sırasında ortaya çıkmıştı, Amazon kraliçelerini tasvir eden mozaikler. Günümüzden tam 3 bin yıl öncesinin efsanevi kadın savaşçılarını inanılmaz bir görsel zenginlikle anlatıyordu mozaikler. Ana sahnede dört Amazon kraliçesi Hippolyte, Antiope, Melanipe ve Penthesileia. Tek göğüsleriyle Amazon kadınlarına özgü giysileriyle atlarının üstünde avlanıyorlardı. Hippolyte, elindeki kılıcı bir panterin boynuna saplamıştı, köpeklerinden biri pantere diğeri ise kanatları açık vahşi devekuşuna saldırıyordu. Melanipe, elindeki mızrağı aslana saplıyor, köpeği ise aslana saldırıyordu. Antiope, elinde labrys diye bilinen iki ağızlı balta ile ayı olduğu sanılan bir hayvanla burun burunaydı. Penthesileia ise şaha kalkmış süslü bir at üzerinde, yayını germiş, okunu fırlatmak üzereydi. Önünde bir leopar ve iki vahşi hayvan birbirleriyle boğuşuyordu. Mozaiği çevreleyen bordürün köşelerini ise “Edessa Güzeli”nin maskı süslüyordu. Mozaiğin genelinde doğadaki tüm renklerin kullanılması, aynı rengin farklı tonlarına yer verilmesi ve gölgelendirmeler, kısacası o küçücük taşlardaki renklerin zenginliğiyle ortaya çıkan sanat eseri büyüleyiciydi. E Rojin Aslı Polat BEREKET TANRIÇASI ARGANDE Argande için hazırladığım koleksiyonun ilham kaynağı işte bu mozaiklerdi. Bu yıl Urfa'ya yaptığım seyahat sırasında gördüğüm bu mozaikler beni çok etkiledi. Çektiğim fotoğraflar ve araştırma sonunda ortaya böyle bir koleksiyon çıktı. Aslında Argande'nin ruhuna da uygun düştüğünü düşünüyorum. Bilmeyenler için hatırlatmakta fayda var: Argande, Güneydoğu Anadolu'daki kadınların sosyal ve ekonomik olarak güçlendirilmesi amacıyla Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı ile GAP Bölge Kalkınma daresi Başkanlığı ortaklığı ve sveç Uluslararası Kalkınma şbirliği Ajansı finansmanıyla Mayıs 2008'den beri uygulanan “GAP Bölgesinde Kadının Güçlendirilmesinde Yenilikler Projesi”. Proje, kadınların işgücü piyasasına katılımını, Güneydoğu Anadolu'nun markalaştırılmasını ve yeni satış ve pazarlama fırsatlarının yaratılmasını hedefliyor. Argande koleksiyonunu hazırlamak üzere Batman ve Mardin'de kurulan atölyelerde yaklaşık 100 kadına istihdam olanağı sağlandı. Bölge kadınlarının elişlerini moda tasarımcılarının yaratıcılıklarıyla buluşturan projenin amacı 4 bin kadına istihdam yaratmak. Bunun yanında kendi girişimci kadınlarını yaratma konusunda da iddialı. Bence bu proje pek çok başarılı başka projeye de ilham kaynağı olacaktır. Hatta bu proje sayesinde Gaziantep ve Şırnak'ta neredeyse unutulmuş olan iki kumaş yeniden canlandı: Dokuma kumaşı Kutnu ve yüzde yüz yün dokuma kumaşı Selsepik. Argande koleksiyonunda kullanılan bu kumaşların üretimi arttı. Öyle ki çok özel bir kumaş olan Selsepik'i Şırnak'ta üreten 4 usta vardı, şimdi bu ustaların sayısı 20'ye çıktı. Kendisi de bir sosyal sorumluluk projesi olan Argande'nin kendi sosyal sorumluluk projesini de böylece yerine getirdiğini söyleyebiliriz. Böyle bir projenin içinde olmaktan ve hazırladığım koleksiyonla destek vermekten dolayı çok mutluyum. Proje sürdükçe Güneydoğu'da yüzlerce kadın kendi başlarına ayakta duracak, ekonomik özgürlüğüne kavuşacak. Günümüzün amazonları olacak... Argande, Anadolu'nun motiflerini ve yerel kumaşlarını modern tasarımlarla birleştiren bir marka olarak ulusal ve uluslararası pazarda da iddialı. Koleksiyon, Ağustos 2009'dan beri de Mudo'nun 6 ildeki seçkin 16 mağazasında satışta. Elde edilen gelirin tamamı Güneydoğu Anadolu'da Argande markasının üretimini yapan kadınlara aktarılıyor. lham kaynağı Amazon kadınları olan bu koleksiyonun marka adı olan Argande de ismini de Mezopotamya topraklarında hüküm sürmüş bir tanrıçadan alıyor. Argande, mitolojide Kommagene Krallığı'nın tek tanrıçası olarak geçer. Bereket sembolü olan bu güzeller güzeli kraliçe bugün Nemrut Dağı'ndaki dev taş heykeliyle yine o topraklardaki kadınlara bereket kapısını açıyor. Her gün güneşin ışıklarıyla aydınlanan Nemrut Dağı'ndan Güneydoğulu kadınları aydınlatmayı sürdürüyor. Argande'ye bugüne dek destek veren tasarımcıların koleksiyonları her sezon özel bir defileyle izleyici karşısına çıktı. Benim de içinde yer aldığım lkbahar/Yaz 2011 koleksiyon defilesi geçen yıl Ağustos ayında stanbul Fashion Week kapsamında düzenlendi. Yazımı bu koleksiyon için yazdığı şiirle destek veren sevgili şair Bejan Matur'un mısralarıyla bitirmek istiyorum. Matur'un dizeleri koleksiyonumda anlatmak istediğim duyguyu çok güzel ifade ediyor: Gizemli ellerin Ve bakışların Geçmişin kadınları Bin yıl beklese de Aşk hâlâ. Atlara ve oklara hâkim Tanrıçalar, Tek göğüsleriyle aşka koşar Atların soluğu karışır soluklarına... Zamanın kadınları Kaybolmuş olsa da, Güzelliği avlar. Kaplanların çizgileri, Karışır tutkularına. Geçmişin kadınları Toprağın ruhunu açar Yıldızların söylediğini taşır hayata. Güzellik Tanrıça ruhu kadar zamansız Bin yıl öncesinden bugüne bakar. Atların ve okların tanrıçaları Beklemenin ve ısrarın. Günah ağacı kadar ölümsüz, Zamana akar. Nehirlerin büyüsü Sürüyor hâlâ. Gözlerde ve Gülüşte zi Taşların. ( lk Belediye Caddesi No: 5 D: 5 Tünel. Beyoğlu. stanbul. 0212 293 84 04. [email protected]) C MY B C MY B Rojin Aslı Polat’ın tasarımcılık serüveni, 198789 yılları arasında Ankara Güzel Sanatlar Atölyesi’nde aldığı moda tasarımı eğitimiyle başladı. Hacettepe Üniversitesi’nde Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirmeden Paris’in en prestijli moda okullarından ESMOD’da (l’Ecole Supérieure des Arts et techniques de la Mode), prêtaporter master’ı yaptı. 1990 yılında ITKIB Genç Moda Tasarımcılar yarışmasında mansiyon ödülü kazandı. 1992’de Beymen Academia’nın düzenlediği yarışmada birinci oldu. 1992’den 1999’a kadar Beymen’in Academia ve erkek departmanlarında çalıştı. 19992009 yılları arasında Derishow bünyesinde iki sezon erkek koleksiyonu hazırladıktan sonra Derishow Delight’ın tasarım ekibinin başına geçti. Rojin Aslı Polat, 2009 dan itibaren kendi ismini taşıyan markası için tasarımlar yapmayı sürdürüyor. G
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle