01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 BU ÇETE, BAŞKA! Kendinizi çete olarak tanımlıyorsunuz. Neden? Edebiyatın böyle bir çeteye ihtiyacı var mı? G. hsan: Sanmıyorum. Geçenlerde bir sözlükte, bizi “Gereksiz insanlardan oluşan gereksiz bir hareket” diye tanımlamış bir arkadaş. Bu güzel bir tanım; bence de Afili Filintalar’ın bir “gerek”i yok. M. Menteş: Çete, tabii ki bir mecaz. Cemal Süreya “Edebiyatçıların birbirlerini sevmemesi, edebiyatı sevmemeye varır” der. Biz, birbirinin eserine değer veren, dikkat kesilen kişileriz, hepsi bu. S. Orhan: Evet ama, çete aynı zamanda riskli bir sözcük. Fakat burada çete sözcüğünün en çocuksu anlamını görmek mümkün. Ayrı mahallelerin çocuklarının oluşturduğu bir çete Afili Filintalar evet, ama ne organize bir suç örgütüyüz ne de edebiyat dünyasında tartışılan kliklerden biriyiz. Edebiyata yön verme, yeni bir anlayış getirme, gençlere yol gösterme gibi hobilerimiz de yok. Peki ne derdiniz var da yazıyorsunuz? Yazmasa ne yapardı bu filintalar? A. Canıgüz: Kurt Vonnegut’un, yazar adayına öğütlerini okudum. “Her zaman size dert olan bir konuda yazın,” diyordu, “size dokunmayan kimseye dokunmaz.” Ha bu dert nedir, herkesin ayrı bir cevabı vardır buna. Benim ilgimi çeken meseleler daha ziyade insanın sonsuz yalnızlığıyla ve bununla baş etmek için geliştirdiği rasyonel ya da irrasyonel çözümlerle ilgili. Marangozluk, çocukluğumdan beri ilgimi çeken bir meslektir. Ama yazar olmasam, marangozluk yapar mıydım, bilemem, sanırım elim yatkın değil. Marangoz olamadığım için yazmayı tercih etmiş olmam da gayet muhtemel. G. hsan: Vallahi benim bir derdim var ki bin dermana değişmem. Fakat onu söyleyemiyorum. Ama yazmasam ölmezdim! Hatta daha rahat olurdum. A. Tohumcu: Kendi sitemde değil, burada yazmak istememin nedeni hayatımda bir kerecik olsun bir gruba dahil olmayı istemek. Elbette, sözüm neydiyse onu yazmaya devam ediyorum. Ama bu birliktelik biraz da olsa tembelliğimden, topluluklara karşı ürkekliğimden sıyırıyor galiba beni. Bu filintalar ne olursa olsun yazardı, yazacaklar da. Filintalar için bilinen başka bir yaşam biçimi olduğunu sanmıyorum. Değil mi ki benim için öyle! S. Orhan: Yazmak, içine doğduğu dünyanın önerdikleriyle yetinmeyelerin başvurduğu yollardan biri sanırım. Yazmasaydım, belki bu tutkuyu başka bir şey doldururdu, belki de hasta olurdum. G 19 HAZ RAN 2011 / SAYI 1317 ZÜLAL KALKANDELEN Türkiye’nin 2011 genel seçimi, siyaset bilimi ve siyaset sosyolojisi açısından çarpıcı sonuçlarıyla mutlaka uzun süre değerlendirilecek. Ben bugün özellikle beni çok etkileyen bir yönü üzerinde durmak istiyorum. Seçimden çok kısa bir süre önce kamu vicdanını sarsan iki önemli olay oldu. Birincisi, 31 Mayıs’ta Başbakan Erdoğan’ın Hopa mitinginde protesto gösterilerine katılan 54 yaşındaki emekli öğretmen Metin Lokumcu hayatını yitirdi. Ne oldu Hopa’da kısaca hatırlayalım. Doğu Karadeniz’de HES diye anılan hidroelektrik santralların neden olduğu doğa katliamını ve çay üreticilerinin sorunlarını dile getirmek için toplanan insanların arasındaydı Metin Lokumcu. K Protesto için “Karadeniz’in asi çocukları Çaykur’u özelleştirtmeyecek”, “Su hayattır satılamaz” gibi pankartlar asılmıştı S çevredeki binalara. Nedense polis ve Başbakanlık korumaları bu pankartların indirilmesini istedi. Demokratik haklarına sahip çıkanlar direndi. Polis baktı ki kalabalık dağılmıyor, tazyikli su ve gaz bombası ile harekete geçti. Adli tıptan alınan ilk ön rapora göre, astım bronşit hastası olan Lokumcu biber gazı ve heyecanın tetiklemesi sonucu kalp krizinden öldü. Otopside herhangi bir darbeye rastlanmadığı açıklansa da görgü tanıkları aksini söylüyor... E Bunun ardından Başbakan, “Eşkıya Hopa’ya inmiş” şeklinde bir yorumda bulundu. NTV’de Ruşen Çakır, kendisine Lokumcu B konusundaki sözleri nedeniyle eleştirildiğini hatırlatınca, “Bilemem... Ben Başbakanım. Kasetleri izleyin, öğretmene yakışmayacak davranışlar içindeydi” dedi. *** kinci olay, ataması yapılmadan ölen kanser hastası Şafak Bay’la ilgili. Nedir Şafak Bay’ın hikâyesi? 2005 yılında öğrenciyken kemik kanserine yakalandı. Ama eğitimini bırakmayarak Fırat Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Fakültesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü’nü tamamladı. Bir yandan hastalığıyla mücadele ederken, bir yandan da atanabilmek için KPSS sınavına hazırlandı. Kendisi gibi atanamayan öğretmenlerle birlikte “Ataması Yapılamayan Öğretmenler Platformu”nu kurdu. Soruna dikkat çekmek için açlık grevi yaptı. Sekiz aydır GATA’da tedavi görüyordu. Rüyalarında bile öğrencilerini gördüğünü söylüyordu. Tek isteği, atamasının yapılmasıydı. Yapılmadı ve en sonunda kansere yenilip öldü... *** AKP iktidarı yaklaşık dokuz yıldır ülkeyi yönetiyor. Beğenen de var, beğenmeyen de... Bu partiye oy verenin de kendine göre nedeni var, vermeyenin de... Ancak bu iki olay karşısında insanoğlunun tepkisi ortak olmalı değil mi? Yaşamını kaybeden bir öğretmen karşısında malum tavrı takınan bir başbakan ve ölmekte olan bir öğretmenin son arzusunu yerine getirmeyen bir hükümet var karşımızda... Her şey bir yana, AKP hükümetine karşı duyulan bütün olumlu ve olumsuz düşünceler bir yana, bir ülkede tam seçimden önce bu kadar trajik iki olay oluyorsa, o halkın bu konuda tavır göstermesi beklenir. Hopa’nın kesin olmayan sonuçlara göre CHP’ye yüzde 50 oy vermesi elbette anlamlı ama yetmez... Metin Lokumcu ve Şafak Bay olaylarına tepki duymak için hemşeri ya da akraba olmamız gerekmiyor. Bu gibi durumlarda mağdurlarla hiçbir ortak noktamız olmasa bile, sadece insan olduğumuz için tepki duyup tavrımızı koymamız beklenmez mi? Oysa bu ülkede tersi oluyor, iktidar partisi oyunu artırıyor... Merak ediyorum; iktidar partisinin yandaşları bu olayları nasıl hazmetti, yüreklerinde bu iç yakan trajedileri nasıl soğuttu? Bu sorunun yanıtı önemli. www.zulalkalkandelen.com / [email protected] Soldan sağa ön sıra: Aslı Tohumcu, Murat Menteş, Gökhan Özcan, Kaan Çaydamlı. Soldan sağa arka sıra: Ferhat Uludere, Alper Canıgüz, Şenol Erdoğan, Egemen pek, Selçuk Orhan. Afili Filintalar görev başında ideolojilere sahip olsalar da, insanın bir arada durabileceğini gösteren “entelektüel” bir platform yazarlardan oluşuyor. Sahip oldukları olduğunu en azından şimdilik düşünüyorum. Gökdemir hsan: Şahit olduğum kadarıyla efendi araçlar da dil ve kurguları. insanlar. Ben şahsen kibriti ahmeri arıyordum; Genç kuşak edebiyatçılar, Afili arkadaşlarda fazla var mı diye bakmaya gelmiştim. Selçuk Orhan: Bizi bir araya getiren, aslında genç Filintalar adıyla kurdukları internet kuşağın okuma alışkanlıklarından başka bir şey değil; sitesiyle, kitaplarının yanı sıra sanal onların dağınık, kararsız ama heyecanlı kitaplıklarının düzenine uyuyoruz. dünyada da okuyucuyla buluşuyor. Peki nasıl bir dil ve kurgunun peşindesiniz? F. Uludere: Siteye ilk geldiğimde üzerinde çalıştığım Murat Menteş’in de dediği gibi, yeni romanın bölümlerini yayımlamaya başlamıştım, “Burada yönetici, müdür, patron yok. lakin bir süre sonra bundan vazgeçmek zorunda kaldım. Ben burada, daha ziyade eğlenceli şeyler Herkes, bireysel niteliklerini öne yazmak istiyorum. çıkarmakta, istediğini yazmakta S. Orhan: Zaten Afili Filintalar ekibi her biri ayrı yönelimleri olan yazarlardan özgür.” oluşuyor. Bu bir edebiyat akımı ya da meslek birliği değil. Dolayısıyla ne siyasal ne nlar, yeni kuşak genç edebiyatçılar sanatsal anlamda ortak bir hedefi yok. olarak oldukça ilgi çeken ve takip Nasıl dahil oldunuz ekibe? edilen yazarlar. Kendi okur Anlaşabiliyor musunuz? Fikir ayrılıkları ve cemaatleri olduğunu bile söyleyebiliriz. lk çatışmalar da yaşanıyor mu? defa bir internet sitesinde, “Afili Aslı Tohumcu: Çeteyi uzaktan, sessizce Filintalar”da bir araya geldiler, düzenli ZUHAL takip ediyordum. Dünya görüşleri ve düzensiz yazıyor ve okuyucuyla edebiyatları farklı bu kadar çok, koca koca buluşuyorlar. Biz diyelim 30, siz deyin 40 AYTOLUN adamın (ve iki tane de kadının) bir arada kişiler. Kendilerini bir çetenin üyesi olarak bulunmaları özellikle ilgi çekici geliyordu tanımlıyorlar. Eksiliyor, çoğalıyorlar, bana. Ne zaman sonra, Samed Karagöz sayesinde organikler bir anlamda. Ve yine ilk kez bir internet sızdım içeri. Muhakkak fikir ayrılıkları oluyor ama sitesinin yazarları olarak Virgin Megastore’da bir araya filintaların özel durumu, sanırım bu ayrılıkların gelip, kitaplarını imzaladılar. mza gününe 12 yazar çözülmemesinde, ayrılıkçı tarafların eteklerindeki taşları katıldı. Biz de röportaj için imza öncesine sözleştik. rahatça dökebilmelerinde... Buluşabildik mi, 40 dakika gecikmeyle evet. lk olarak S. Orhan: Zaten Türkiye’de okurların, birbiriyle hiç fotoğraf çekimine yeltendik, bi gayret toplandık, stiklal uzlaşmayan insanların da konuşabileceğini, Caddesi’ne çıktık. Sonra imza için çağrıldık, bölündü tartışabileceğini görmesi iyi oluyor. işimiz. Sonrasında bir tek röportajı yapmak kaldı geriye. Ş. Erdoğan: ster Menteş, ister Emrah Serbes ya da Ama anladım ki, 10 kişiyle ne röportaj yapması Alper, ne bileyim Ferhat olsun, her biri zaten okuduğum kolaymış, ne fotoğrafı çekmesi ne de oturup yazması. ve kendimi yakın hissettiğim yerli yazarlardır. 23 kitapla Kimini fotoğraf için yakalayamadık kiminin yanıtlarını kabul edilmiş insanların varlığı, beni bu dar ülkede alamadık. Köşe kapmaca oyunu hissi oluştu ya bir ara, rahatlatıyor. Ne yazdıklarından öte bir durum bu. neyse ki toparlandık. Üç eksik beş fazla bir röportaj Burada beni besleyecek bir ayrılık ben hiç bizimkisi. Afili Filintalar çetesinin üyeleri anlatıyor... sezinlemedim. Zira bu ülkede yaşıyorsanız basit ve ego Kimdir bu afili filintalar? Neden bir araya geldiniz, merkezli gelişmemiş çıkımları ötelemeyi zaten neyi arıyorsunuz? öğrenmişsiniz demektir. Ferhat Uludere: Yazı yazmayı seven bir grup insan M. Menteş: Hiçbir konuda fikir ayrılığı olmasa, farklı diyelim. Bir araya gelip yazıp çiziyor ve insanlarla kişiler olduğumuzun bilincine varamazdık. paylaşıyorlar. Neden bir araya geldiğimize gelirsek... Çatışmıyoruz. Saldırmadan, çemkirmeden, yıkmadan, Onlar zaten bir araya gelmişti beni yanlarına aldılar. Ben bozmadan iletişim kurma yeteneğine sahibiz. Bir tür de “Abi siz neden bir araya geldiniz” diye sormadım süper gücümüz var yani. hiç. Peki biri çok iyi bir yazı girdiğinde kıskançlıklar da Murat Menteş: nsana, düşünceye, edebiyata, söze oluyor mu? değer veren kişilerdir. Hoşbeş için bir araya geldik. F. Uludere: Ben yazıyı kimin yazdığını değil okurken Onur Ünlü’yü arıyoruz. Bugünlerde pek göremiyoruz aldığım hazzı düşünüyorum. Bencilce biraz ama böyle kendisini. bakınca yazarı kıskanmıyorum. Şenol Erdoğan: Afili Filintalar’ın şahsen “farklı” Bu çete biraz farklı; çünkü O lk defa bir internet sitesinin yazarları, imza gününde bir araya geliyor, kitaplarını imzalıyor. Ne hissediyorsunuz? A. Tohumcu: Hep yazıştığım filintalarla yüz yüze gelmek eğlenceli oldu. Yoksa imza günleri bende, genelde üniversite sınavı sabahı heyecanı yaratıyor. Ben tek başıma yazmışım kitabı, okur tek başına okumuş, bu ikisinin bir araya gelmesi heyecan verici belki ama acaba ne kadar doğru beklentiler açısından? G. hsan: Okurla, medya ya da başka bir kurumun dolayımı olmadan, doğrudan ilişki kurmaktan yanayım aslında. Mesela “Abi, bi’ çay içelim” diyen herkese çay ısmarlayabilirim, yanımda param varsa. Buna rağmen imza gününe ve bu röportaja, mızıkçılık yapmamak için katıldım. M. Menteş: Edebiyat yalıtma, dışlama değil, iletme, kapsama işidir. Elbette beraber hareket edeceğiz. Bazen de ayrı hareket ederiz. Dostuz yani. Peki sizce önümüzdeki süreçte neleri göreceğiz ve hatta neleri görmeliyiz? F. Uludere: Aslında çok açık değil mi? Daha çok site ve daha çok insan bir araya gelip imza günleri düzenleyecek. nsanlar twitter’da kendilerini gösterip şöhret olacak ve nitelikli iş sayısı çok azalacak. nternet kendi şöhretlerini yaratıyor ve daha bol bol da yaratacak. Yani bundan sonra sanırım edebiyatı da internet belirleyecek. Ş. Erdoğan: 1990’larda ilk gençliğini yaşamış biri olarak, hatırlıyorum, o zamanlar şöyle bir cümle kurardık: “Olum, lan, şimdi böyleysek... Off... leride neler yaşarız be!” 80 sonrası sıkışmışlığın patlama noktası bizdik. Özgür cinselliğe, açık aktivizme, yozluktan uzaklaşan bir politik yapıya inanan çocuklardık. 20 yıl geri tepeceğini hiç bilemezdik ama bunun. Sonraları, değişmeye başlayan bu özgür ve özgürlükçü ve dahi üretken ortam hızla kayboldu. Ama dönemin politik dayatmaları onu bir şekilde yeniden hortlatmaya ağırdan da olsa başladı ve ardı da gelecek kanımca. G Edebiyat yalıtma değil, kapsama işidir... S. Orhan: Bense pek çok Afili yazarını kıskanarak okuyorum. M. Menteş: Güzel bir soru. Dostumuzun yeteneğine, ifade gücüne bakıp onu boğmak istiyor muyuz? Kişisel yetersizliğimizden ötürü meşum hislere ve fikirlere kapılıyor muyuz? Immm, sanmam. Her tür farklılığa açık mı site? Örnekse neyi denemek istersiniz? G. hsan: Vallahi ben şahsen test ettim: Bazen depresif, bazen deneysel yazar, bazen Kürt, bazen Alevi, bazen Marksist, bazen sulu mizahçı, bazen de parodik sufî kimliğimle, ama daha çok Alper Gencer’in yayıncısı olarak iştirak ediyorum çeteye; bir zararını görmedim. Demek ki hepsi mümkün! Ş. Erdoğan: Yok bence açık değil. Dergim olan Underground Poetix’in altıncı ve yedinci sayısının kapağını koymuştum sayfama. Menteş, bu kapaktaki pornografik yapının bazı site okurlarını rahatsız edebileceğini, asla kaldırmamı istemediğini, sadece fikir beyan ettiğini yazdı. Ben de kör göze parmak şeklinde bir otosansür uyguladım kapağa. Daha da merak uyandırıcı oldu. Gülümsemek lazım böyle durumlarda. S. Orhan: Afili Filintalar’ın bir manifestosu ya da yönetmeliği olmadığı için özel olarak farklılıklara açık olmak gibi bir iddiası da yok. Farklılıklar yazarların kişisel ilgi, üslup ya da görüşlerine bağlı olarak kendiliğinden doğuyor. NTERNET N D L ... Her birinizin kendisine has bir okuyucu kitlesi var. Peki internet sizin için nasıl bir adım oldu? Ya edebiyata katkısı? A. Tohumcu: nternetin edebiyatıma katkısı, normalde tanışamayacağım insanlarla ve özellikle de okurlarımla bir araya getirmesi üzerinden yazma “motivasyon”udur benim için ve daha ötesi, geri duracağım bir çılgınlıktır. Ş. Erdoğan: nternetin dili, kendi dilinizden öte olamaz. Varsa, sizde bir karakter problemi vardır. Kitabında, dergisinde, makalesinde “küfredemeyen” biri, interneti bunlardan özgün ve özgür görüp, yazıyorsa, orada bir sorun var demektir. Kâğıt bakidir, ama elektrik er ya da geç kesilecektir! Anlayana... S. Orhan: nternet kullanıcısı metinleri okumaz, tarar. O yüzden de okuma alışkanlığındaki bu dönüşümün roman, şiir ya da öykü gibi yoğunlaşma gerektiren edebiyat metinlerine olası etkisi beni tedirgin ediyor. Bu denetimsiz veri akışı karşısında televizyon reklamlarına bakarken kilitlenip kalan bebekler gibi olabiliriz. Bu nedenle ben, internet üzerine düşündüğümde yazamıyorum. Peki ya, bu söyleşinin bir son sözü var mı? Ş. Erdoğan: Yazmanın yayımlamaktan daha önemli olduğunu söylerim sadece. Gerisi balon bir ego. Herkes kabul etsin. G Fotoğraf: VEDAT ARIK ki Öğretmen C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle