Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
20 MART 2011 / SAYI 1304 11 Balıkların efendisi Balıkları üzerine kitaplar çıkarır. Laos arısı şikâyet edip durur. Yeni Balık Yemekleri üzerine ayrıca bir geldikleri bu ülkede neyi nasıl çalışma daha yapar. Çalışmalarını eşi pişireceğini şaşırmıştır. Deniz dostu üzerinde dener, etrafındaki kenarında balıktan yana şanslı, derya deniz bu ülkenin balıkları da, dili de herkesi bu balık dolu girdaba sürükler. Özellikle Laos’taki büyükelçilik yabancıdır. Tunus’a yeni gelen günlerinde verdiği yemeklerde Amerikalı kadın, ngiliz kocasına, “Bana konuklarını şaşırtmaktan hoşlanır. Bir buranın balıklarını anlatan bir kitap keresinde nadir bulunan dev tatlı su bulsana!” diye tutturur. Kocası söz verir AYL N ama böyle bir kitabı asla bulamaz. balığı “pa beuk” peşine düşer. ÖNEY TAN Mekong nehrinde yakalanan devasa Bunun üzerine oturup kitabı yazmaya balık, pilot bir arkadaşının karar verir. sayesinde Amerikan helikopteri ile Nevi şahsına münhasır ngiliz evin bahçesine kadar taşınır. Balığın bir kısmı diplomatın yemek ile ilgisi böyle tuhaf bir şekilde başlar. Gelecekte Akdeniz balıkları üzerine en misafirleri doyurmaya yeter de artar bile. Ne yediklerini göstermek için yemek sonunda iki kapsamlı kitaplardan biri olan “Mediterranean hizmetlinin zar zor taşıdığı tepside balık Seafood” kitabının hikâyesi böyle basit bir nedene kafası görücüye çıkar. Yılanbaşlı balık olarak dayanır. Pazardaki balıkların listesini çıkarayım da anılan hilkat garibesi balığın kocaman derken Alan Davidson, diplomatik kariyerini gölgede bırakacak, yemek dünyasında kafasını gören Fransız elçisinin karısı vazgeçilmez oluşumlara imza atacak, giderek hayatına yön verecek bir merakın içinde kendisini bulur. Deniz ürünlerine merak sardığı dönemde Tunus’ta uluslararası bir çelişkiyi çözmek için bir toplantı yapılır. Tam da o günlerde Sicilyalı balıkçıların Tunus körfezinde avlanması ülkeler arasında sorun yaratmaktadır. Balık avı problemlerini tartışmak için yaşayan en büyük balık bilimi uzmanı Giorgio Bini, Tunus’a gelir. Toplantılar sıkıcı ve politiktir ama Bini ile Davidson arasında ortak konuları olan balık üzerinden sıkı bir bağ kurulmuştur. Giorgio Bini ile dostluğu sayesinde ilk kitabını hızla yazar ve kendi imkânlarıyla bastırır: Tunus ve Orta Akdeniz Balıkları. Bu mütevazı kitap bir zaman sonra ortak bir tanıdık aracılığıyla efsanevi ngiliz yemek yazarı Elizabeth David’in eline geçer. Bir zamanlar Kahire’de yaşamış olan Alan Davidson David, kitabı ilginç bulur ve kitabında Türkiye’den hakkında bir eleştiri yazar. Ayrıca Davidson’a bir yayınevi aracılığı ile tariflere de yer veriyor. çalışmasını tavsiye eder ve kendi Bazı tarifler kısacık, editörü Jill Norman ile bağlantısını malzeme miktarı bile kurar. Artık tam da bu noktada yok. şte onun net ve deyim yerindeyse kader ağlarını kısa anlatımıyla örmüştür. Gerçekten de Alan kaygana tarifi… Davidson ağa takılan balıklar gibi Ayıklanmış hamsiyi yemek konusunda araştırmak ve hafif una bulayın ve yazmak tutkusuna takılıp kalmıştır. bol kıyılmış Tunus balıkları üzerine küçük kitap maydanozla tavada giderek büyür ve Türkçe’ye de çevrilen çevirin. Üstüne “Akdeniz Balık Yemekleri” kitabına çırpılmış yumurtayı dönüşür. Balık tutkusu büyür ve gittiği her diplomatik misyonda sanki asıl dökün. Bir tarafı hedefi bölge balıklarını araştırmakmış kızarınca öbür gibi çalışmaya devam eder. Kuzey tarafını çevirin. G Atlantik Balıkları ve Laos’ta büyükelçi iken kaleme aldığı Güneydoğu Asya ADNAN B NYAZAR K Hamsi kayganası dehşet içinde oracıkta düşüp bayılır. Alan Davidson, Laos’tan sonra ani bir kararla diplomatlığı bırakır ve kendini tamamen yazmaya verir. Aklında sadece balık, balık ve balık yazmak vardır. Davidson için o zamanlar sanki yemek dünyasında başka konu yoktur. Ancak çok kısa bir süre içinde birbirinden ilginç iki yayının doğmasına neden olacaktır. Kurucusu olduğu Prospect Books yayınevi ilginç başlıklı yemek kitapları ile sıra dışı yazarlara fırsat tanır. Kısaca PPC olarak bilinen Petit Propos Culinaire dergileri ise yemek yazınındaki en tuhaf yazı dizilerinin adresi olur. PPC’ler, Alan Davidson dışında Elizabeth David, Richard Olney, Jill Norman, Helen Saberi gibi kafadarların ortak ürünüdür. PPC yazıları yemek tarihi konusuna bambaşka bir bakış getirir. Giderek bu ilginç ortam küçücük derginin sayfalarına sığmaz, Oxford Üniversitesi’nde her yıl düzenlenen bir buluşma haline gelir. Günümüzde yemek dünyasında önde gelen yazarları, araştırmacıları ve meraklıları buluşturan ve dünya çapında bir ortak tutku ağı oluşturan Oxford Sempozyumu böylece doğacaktır. Alan Davidson ısrarla Oxford Sempozyumu için “yarı akademik” tanımını kullanır. Onun için önemli olan akademik kariyer değil araştırmaya olan tutkudur. Bir profesörle de bir öğrenciyle de aynı heyecanla konuşur, üniversite kapısı görmemiş araştırmacıların da sunabileceği müthiş bilgiler olduğunu düşünür. Kendi gibi eksantrik, tuhaf, uçuk kaçık bakış açısı olanlara ise bayılır. şte bu nedenle Oxford buluşması kendi içinde bir efsane olur, sıra dışı sunumlara ve çizgi dışı araştırmalara fırsat tanır. Bu arada tüm yemek yazarlarının tartışmasız kılavuzu olacak dev bir eser oluşturmaktadır. 20 yıllık bir emeğin ürünü olan ve Oxford Sempozyum katılımcılarının ve birçok yazarın da katkıda bulunduğu “Oxford Companion to Food” 1999 yılında, Alan Davidson’un ölümünden sadece birkaç yıl önce basılır. Böylece ülkeden ülkeye gezerken toplaya geldiği binlerce yemek kitabındaki bilgiler, tek bir eserde bir araya gelmiştir. Laos’ta helikopterle taşınan “Pa Beuk” balığı gibi nadir bulunur dev bir eser doğmuştur. Balık tutkusu yüzünden hayatının akışı değişen bu sıra dışı eski ngiliz diplomatın kütüphanesindeki hepsi de yemek ile ilgili kitaplar önümüzdeki Perşembe 24 Mart günü Londra’da müzayedeye çıkıyor. Müzayede kataloğunda 84. sırada, stanbul 1912 baskısı Osmanlıca bir balık ve balıkçılık kitabı da var. lgilenenlere duyurulur! G [email protected] Yaratıları arasında bir yaratıcı... R essam Mustafa Ayaz’la tanışalı nerdeyse elli yıl olacak. Ankara’ya her gittiğimde, ona uğrayıp resimlerini görmek isterim. Bu kez üç günlük Ankara günlerimin bir öğleden sonrasını “Mustafa Ayaz Müzesi ve Plastik Sanatlar Merkezi Vakfı”nda geçirdim. Son iki yıldır bu ziyareti Emin Özdemir’le birlikte gerçekleştiriyoruz. Resmi uzaktan duyumsamakla, boya kokuları arasında algılamak ayrı bir duygu. Başka bir öğle sonrasında da Amsterdam’da Rembrandt’ın şimdi müze olan evindeydim. Rembrandt’ın evini de boya kokusu soluyarak dolaşmıştım. Sanırım bu, kokunun, bellekte görmeyi bile aşan derin izler bırakmasından, nesnelere sinme kudretinden geliyor. “Mustafa Ayaz Müzesi” denen dev yapıyı, kimsenin desteği olmadan ortaya çıkardı Ayaz. Resimlerinin çoğunu vakfa bağışlamış. Sanırım elinde daha bir o kadar daha resim var. Bu, işin görünen yanı; bir de onca resmin birbirini aşacak ayrıntılarla yaratılma evresi var ki, bunun nasıl sabır ve emek istediğini, Ayaz’ın dikkatimizi çektiği ayrıntıları görünce kavrıyoruz. Sanatsal yaratıcılığın gizi bu büyük emekte! Her alanda olduğu gibi resimde de bir yozlaşma dönemi yaşanıyor. Kendine bir uğraşı alanı arayan, resim yapmaya başlıyor. Bunlar arasında, eline fırçayı alıp tuval boyayarak ressam olduğunu sananlar çoğunlukta. Ardından sergiler başlıyor... Kuru anlatıları roman sananlarla, parlak sözlere uyak bularak şiir yazmaya kalkanlar daha da çoğunlukta. Bizde “emek yerde kalmaz” diye bir deyim varsa da, sanatta mucize yoktur. Yapılan işe nerdeyse bir yaşamı adanacak kadar emek verilmiyorsa, elbette ortaya bir şeyler çıkar ama o “sanat” olmaz. Sanat, sanatçının kendine duyduğu inancın ürünüdür. On altı yaşındaki Salvador Dali’ye, “Dâhi olacağım ve herkes bana hayran kalacak!” dedirten bu inançtır. Picasso’ya, “Aramaktan asla vazgeçilemez, çünkü bulunamaz.” dedirten de aynı inanç! Ayaz, müzenin dört katında sergilediği resimleriyle iç içe dolaşırken coşkularının doruğundaydı. Öyle bir coşku ki, yetmişini bulan sanatçı, resimlerinin dünyasında en az yirmi yaş gençleşmişti. Zekâ fışkıran gözlerinden, onları ne büyük emekle yarattığı anlaşılıyordu. Hangi resmi ne zaman, nasıl bir duygu ortamında yaptığını anlatırken, kimi resimlerinin kıyısına köşesine yazdığı düşüncelere çekti ilgimizi: “Plastik unsurlarla düşünmek ve sevmek resim yapmak demektir.” Düşünmek ve sevmek... şte yaratının formülü! Düşünmek ve sevmek, yaratıcılığı etkin kılan iki büyük güçtür. Sanatın sanatçıdan istediği de budur. Düşünmenin, sevmenin yanında, duru bir erotizmin de ürünü Ayaz’ın resimleri. “Duyarlı verebilmek için, duyarlılıkla algılamak gerek. | Yeni biçimin kaynağı, yeni aşktır, yenilenen sevgidir.” Bu bağlamda resimlerinin düşünselduygusal yansımalarını da sezdiriyor. Bu işe yeni başlayanlar Ayaz’ın şu sözünü anlamak için ince elekten geçirmelidirler: “En son yapacağımı baştan yapmaya kalkmadım. Ömrüm o büyük savaşın hazırlığı ile geçiyor.” Sanatsal yaratı, beğeninin ürünüdür. Tuval boyayıcılar, Ayaz’ın yaratısının yüksek beğenisini kavrayıp anlamadan ellerine fırça almamalıdırlar. Sanatın hep aramak ama bulamamak olduğunu o zaman anlayacaklardır. Sanatta son nokta olmadığını, ama yalnız zamana nokta koyan sanatçılar bulunduğunu da... Emin, Ayaz, ben; elli yıllık dostluk da resim boyası kokuyor. O kokuyu sanatsal bir mekânda yaratıcısıyla birlikte solumak ne güzeldi!.. G [email protected] Yabancı dili küçükken öğrensinler Çocuklar için erken yaşta yabancı dil öğrenmek, yetişkinlerle kıyaslanmayacak kadar kolay. Bir dili, aktivitelerle, oyunlarla, şarkılarla “doğal olarak” öğrenen çocuklar, erken yaşta dil öğrenince, yetişkin olduklarında daha iyi odaklanacak, daha güçlü bir hafızaya ve birden F GEN çok görevi yerine getirme yeteneğine sahip olacaklar. ATALAY 110 yaş arası çocuklara ngilizce, Fransızca, spanyolca, Rusça ve isteğe bağlı diğer dillerde eğitim veren Language Lands kurucusu, çocuk doktoru Işıl Halaç’ın verdiği bilgilere göre, çocuklar için erken yaşta yabancı dil öğrenmek, anadillerini öğrenmek kadar kolay. Oyun tabanlı ve tamamen uygulamaya dayalı eğitim verdiklerini belirten Dr. Halaç’ın bu konudaki sorularımıza yanıtları şöyle: Yabancı dil öğrenmeye kaç yaşında başlanmalı? Biz programımızda 1 yaşında başlıyoruz, ne kadar erken başlanırsa o kadar yararlı. 1011 yaş sonrası yabancı dil öğrenme kolaylığı, büyüklerdeki platoya ulaşıyor. Büyükler, yabancı dil öğrenirken anadilleri ile kıyaslayarak, çevirerek öğrenirler, çocuklar bunu yapmadan doğal olarak öğrenirler. Erken yaşta kaç dil öğrenilebilir? 45 dil konuşulan evlerde, 56 yaşlarında 45 dili de konuşan çocuklar var. Erken öğrenmenin başka hangi alanlarda yararları var? ABD’de birden fazla dil bilen çocukların üniversite giriş sınavında ve sonrasında başarıları daha yüksek, bu başarıya matematik bölümü de dahil. Araştırmalar birden fazla dil bilenlerin, tek dil bilenlere oranla beynini daha çok kullandıklarını göstermektedir. Yine birden fazla dil bilenlerin daha gelişmiş hafızaya sahip olduklarını, daha iyi planlama yapabildiklerini ve çoklu görev becerilerine sahip olduklarını göstermektedir. Birden fazla dil bilmek çocukların farklı ortamlarda kendilerini rahat ve güvende hissetmelerini sağlar. Aynı zamanda, çocukların doğal bir uyum ve esneklik kazanmalarını, kendilerine güvenlerinin ve özsaygılarının artmasını da sağlar. En çok hangi dil tercih ediliyor? ngilizce en çok istek gören dil; ayrıca Fransızca ve spanyolcaya da istekler yoğun. Rusçaya da istek fazla. lk hangi dille başlamalı? Bu tamamen aileye ve çocuk daha ileri yaşta ise ve ilgi duyduğu bir dil varsa, çocuğa bağlı. Buraya 34 yaşında başlayan bir çocuğun kaç yıl gelmesi gerekir? Çocuğun ne kadar sıklıkla geldiğine ve yabancı dil öğretmenin amacının ne olduğuna bağlı. Haftada 3 kez düzenli gelirse, 23 yıl içinde konuşabilmesi, sorulara cevap vermesi beklenir. G [email protected] Alan Davidson Tasarrufu en iyi anlatanlar kazandı B ilim firması DuPont’un, Santralistanbul işbirliği ile ilköğretim okullarının 4. ve 5. sınıflarına yönelik düzenlediği “Enerji Tasarrufu” konulu afiş yarışmasının kazananları ödüllendirildi. Yarışmayı kazanan 5 finalist sınıf, Bilim Haftası’nda Santralistanbul’da bilim atölyelerine katıldı. 159 afiş arasından seçilen 5 afişi hazırlayan öğrenciler, Bahçelievler lköğretim Okulu, Hasan Şadoğlu lköğretim Okulu, Mustafa Öncel lköğretim Okulu, Ali Karay lköğretim Okulu ve Özel Anafen lköğretim Okulu’nda öğrenim görüyorlar. G C M Y B C MY B