01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

25 ARALIK 2011 / SAYI 1344 3 Ruanda Katliamı’nda 1268 insanı kurtaran Paul Rusesabagina ile Brüksel’de konuştuk... Ruanda’da 100 gün, bir milyon cinayet ve bir aile Bir milyona yakın insan öldürüldü Ruanda Katliamı’nda hem de vahşice, baltalarla, satırla, tırpanla... Mümkün olduğunca yaşatılıp parça parça edilerek... Paul Rusesabagina ve ailesi bu vahşeti yaşadı, yöneticisi olduğu otele sığınan 1268 insanla birlikte. Katliam bittiğinde tek kan dökülmeyen yer işte o oteldi. Yıllar sonra yaşananları konuşmaya hazır olduğunda Hotel Rwanda filmi çıktı ortaya. Ama filmden öncesi ve sonrası vardı. İşte onlar... Hotel Rwanda filminden. ESRA AÇIKGÖZ Brüksel Ve Hotel Rwanda filmi 2000’de konuşmaya karar verdim. ABD yapım şirketi HBO ile temastaydım. Bir film yapmak istediklerini söylediler. Ben de gençlere bir şeyler bırakmak istiyordum. Ancak HBO’nun yapmak istediği benim vermek istediğim mesajdan uzaktı, anlaşamadık. Sonra yönetmen Terry George’la tanıştım. Birlikte günler geçirdik. Filmin her karesinde söz sahibi olmak istiyordum, çünkü bu bir kere yapılacaktı ve doğru anlatılmalıydı. İki ay sonra anlaşma imzaladık. Ancak iş paraya gelince sorun oldu, çünkü Hollywood’dakiler bunu finanse etmek istemedi. Düşünsenize, bu Afrika hakkında bir filmdi, katliamı anlatıyordu ve bütün kahramanları siyahtı! Niye etsinler ki? Sonunda fon bulduk ve çekimlere başladık 2003’te. Film için yıllar sonra ilk defa Ruanda’ya geri döndüm. Gitmeden önce en iyi arkadaşlarımı arayıp, gelecek hafta geleceğim, ancak kimseye haber vermeyin, dedim. İki kameraman, Terry George, karım ve ben havaalanından güvenlik eşliğinde çıkınca yüzlerce insanın beklediğini gördük. Benim için gelmişlerdi. Bazıları ağlıyordu. Birlikte büyük bir kutlama yaptık. Çok heyecan vericiydi. Ülkemde, dostlarımlaydım... Bak, burası senin ülken K atliam olduğunda kızlarım 16 ve 12 yaşındaydı, bir oğlum 15’indeydi, en küçük oğlumsa 1.5. Ruanda’nın nasıl bir yer olduğunu bile bilmiyordu. Ona ülkemizi tanıtmak için filmin gösteriminden önce çocuklarımı da götürdüm Ruanda’ya. On gün kaldık. O Ruanda’yı tanıdı, büyüklerse yıllardır ayrı kaldıkları ülkelerini tekrar gördüler. Kolay değildi. Katliamdan sonra onlar da büyük psikolojik sorunlar yaşadılar. Her şeyi içlerine atıyorlardı, bu yüzden agresiflerdi. Bunu çözebilmek için, her gün çocuklarımızla oturup, yaşadıklarımızı konuştuk, ta ki her şeyi içlerinden atana kadar... Belçika’da olmaktan onlar adına mutluyum, iyi bir okula gidip, iyi eğitim alıyorlar. Ancak kendim için ülkeme dönene kadar mutlu olamayacağım. Buna dair umudumu, hayallerimi hep diri tutuyorum. Bir gün, diyorum, bir gün... Hotal Rwanda Paul Rusesabagina Fon’unu da bu umutla kurdum. Savaş mağdurlarına özellikle kadınlara ve çocuklara yardım etmek istiyordum. Çocuklara eğitimleri için burs verdik, ancak hükümet paranın benim için geldiğini öğrenince vakfı kapattı. Okulu bitiren çocuklar işe giremedi. Bir dahaki sefere herkesin kazanacağı bir oyun oynamalıyız. Çünkü şu anda Ruanda’da hâlâ adaletsiz bir hayat var. Güçlü olanlar kendi isteklerini ülke çapında dikte ettiriyor. Adalet sadece kazanan için işliyor. Kazanan tarihi yeniden yazıyor. Hükümetle aynı fikirde olmayanlar katlediliyor. Karanlık çöktüğünde geliyor ve seçtikleri muhalifleri savunmasız halde yakalayıp alıyor, ortadan “kaybediyor”lar. 1996’da ordunun büyük kısmı Kongo’ya gönderildi. Görevleri muhalifleri takip etmekti, bölgeyi kana buladılar. Hâlâ da oradalar ve sivilleri öldürüyorlar. Yaklaşık yedi milyon insan öldürüldü Kongo’da. Ruanda patlamaya hazır bir yanardağ gibi. Neden bahsettiğimi bildiğinizi biliyorum çünkü Türkiye’de de böylesi patlamaya hazır yanardağlar var. Paul Rusesabagina karısı Titiana ile birlikte (altta). 1. Sayfanın devamı Avrupa’ya gitme izniniz vardı, ancak gitmediniz. Neden kalmayı seçtiniz, size bu cesareti veren neydi? Aslında hiç bilmiyorum... Bir şeyin geldiğini anlıyor, ama ne kadar tehlikeli olduğunu bilmiyorsunuz. Katliam başladığında üç gün evde mahsur kaldık. Niye beni seçtiler bilmiyorum ama birçok komşum bize geldi saklanmak için. Bir fırsatını bulup Mille Collines’e döndük, haliyle komşularım da geldi. Otelin sahiplerini arayıp, beni müdür olarak yetkilendirmeleri için ikna ettim. Böylece katliamdan kaçanları müşteri ya da çalışan gibi otele yerleştirdim. Daha çok kişi gelmeye başladı ve otel bir sığınak haline geldi... Tanıştığı yabancı işadamlarıyla, diplomatlarla bağlantıya geçiyor Rusesabagina, elinden geldiğince çok insana kapı açabilmek, güvence sağlayabilmek, birilerini harekete geçirebilmek için, ama... Birleşmiş Milletler katliam başlamadan önce Ruanda’daydı, ancak ülkeyi terk ettiler... Beni en çok hayal kırıklığına uğratan, yabancı hükümetlerin hiçbir yardımda bulunmadan ülkeyi terk etmeleriydi. Katliamın olacağını bildikleri halde... Onlara inanmak için çok iyi bir nedenimiz vardı, 1993’te bir barış anlaşması imzalandı ve bu anlaşmanın uygulanması için BM 2750 askerini yolladı Ruanda’ya. 7 Nisan’da 10 Belçikalı asker öldürülünce askerler geri çağrıldı. Bizi hırsızlar, katiller, aklınıza gelebilecek bütün suçlularla baş başa bıraktılar. Askerlerin de birer suçluya dönüşmesiyle katliam başladı. Kendimi ihanete uğramış hissettim. Nasıl hissetmesin? 100 günde bir milyona yakın insan baltalarla, satırlarla, kazıklarla öldürüldü Ruanda’da, yüzbinlercesi tecavüze uğradı. Rusesabagina ve beraberindeki 1268 insan Tanzanya’ya sığındı. Uzun süre mülteci kamplarında kaldıktan sonra dönebildiler ülkelerine. Katliam boyunca toprağa kanın değmediği tek yer Mille Collines’ti. Uluslararası medya kuruluşları onun peşine bunu fark edince düştü. Ancak kimseyle konuşmadı Rusesabagina. Neden? Bu yabancılar bizi birbirimizi öldürmeye terk ettiler. Şimdi de kitaplar, makaleler yazmak, film çekmek istiyorlardı... Yaşadığım hayal kırıklığı beni içime kapadı. Psikolojim bozulmuştu. İçim bir volkan gibi devamlı kaynıyor, kanıyordu. Peki neden Belçika’ya yerleştiniz, bu bir çelişki değil mi? Hâlâ ölüm tehditleri alıyordum, neredeyse öldürülüyordum. O nedenle 1996’da Belçika’ya yerleştik. Her şeye sıfırdan başladık. Birikmiş paramla taksi aldım. Bir yıl sonra ikinci taksiyi aldım, üç yıl sonra “Hayır, ben bunu yapmak istemiyorum” dedim ve üç kamyon alarak Afrika’yla iş yapmaya başladım... Gazeteciler, yönetmenler hâlâ beni aramaya devam ediyordu. Zamanla fark ettim ki, tek acı çeken benim. Kendime işkence ediyordum. Oyundan kaçarsam hiçbir zaman sayı yapamazdım. Yüksek sesle konuşmaya karar verdim. Hotel Rwanda filmi ve otobiyografisinin anlatıldığı “Sıradan Adam” kitabı bu kararın ürünü. Evet, “sıradan” bir adam Rusesabagina. Neden mi? Yanıtı o veriyor: “İki hafta önce eşim bana, duvarımızda asılı olan 17 yaşımdaki halimi gösterip, bu çocuğa ne oldu, diye sordu. Benimle başvuru yapan askerlerin çoğu o dönem, yarbay gibi yüksek rütbelerdelerdi ve onlar 94’teki katliama katıldılar. O zamanlar askeriyeye girmek isteyen o çocuk, ne otel yöneticisi olacağını, ne büyük bir katliam yaşayacağını, ne insanları kurtaracağını, ne iyi bir konuşmacı olacağını bilmiyordu. Liderlik, zor zamanlarda ortaya çıkıyor. Beni de o zamanlar ortaya çıkardı”. Üniversitelerde dört yüze yakın konuşma yaptı Rusesabagina. Hâlâ da yapıyor. İnsanlığın Ruanda Katliamı’yla yüzleşmediğini anlatıyor, hâlâ görmezden gelindiklerini. “26 kilometrelik, yedi milyon nüfuslu küçük bir ülke Ruanda” diyor, “Katliamda her gün on bin insan öldürüldü. Bir milyon insan yani nüfusun neredeyse yüzde 15’i vahşice öldürüldü. Ve uluslararası kamuoyu bize gözlerini, kulaklarını kapadı, hâlâ da kapıyor”. Ruanda’da hâlâ insanlar öldürülüyor, kaybediliyor, tecavüze uğruyor. Ve bütün bunlar şimdi, biz yaşarken oluyor. Daha ne kadar üç maymunu oynayabiliriz ki? Y ATAOL BEHRAMOĞLU [email protected] /www.ataolbehramoglu.com.tr C M Y B C MY B Yurttaş Kâzım’lara övgü... edek subaylığımın altı aylık eğitim döneminden sonraki bir yılını Trabzon’da yaptığım için Karadeniz’i ve Karadeniz insanını oldukça iyi tanıdığımı söyleyebilirim… Sonraki yıllarda da, en yakın zamanlara kadar, Karadenizimizin kıyılarını en batısından en doğusuna birkaç kez gezip tanıma şansım oldu… Rizeli “Yurttaş Kâzım” (Kâzım Delal) doğma büyüme oralı mıdır bilmiyorum… Fakat onun, Rize Salarha Vadisi’nde gerçekleştirilmek istenen Ambarlık HES (Hidroelektrik Santralı) projesine karşı verdiği savaşımda, yöresinin insanına özgü bir direşkenliğin çizgilerini de görüyorum… Gerçi inat hiç kuşkusuz her zaman iyi bir şey değildir. Fakat amaç doğru ve soylu olunca, sahibini bir kahramana dönüştürecek erdemlerden biri ve onların başta gelenlerindendir… Tıpkı Rizeli “Yurttaş Kâzım” örneğinde olduğu gibi… *** Kâzım Delal’ın 67 yaşında bir çiftçi olduğunu gazete haberlerinden öğrendik. Onun yaşındaki insanlarımızın çoğu, özellikle de kırsal kesimde yaşayanlarımız, elini eteğini işten güçten çekmiş, kahve köşelerinde zaman öldüren kimselerdir. Kâzım Delal onlardan biri değil. Efsanelerde devlere, canavarlara karşı savaşan kahramanlar gibi, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na karşı savaş açmış. Bakanlık söz konusu santralı kurmak için, ÇED’e (yani, “çevresel etki değerlendirmesine”) gerek olmadığına ilişkin bir rapor yayımlayarak işe koyulmaya hazırlandığında, Kâzım Delal mahkeme masraflarını karşılamak için sahip olduğu tek ineğini satarak idare mahkemesine dava açmış ve raporu iptal ettiriyor… Bakanlık, yine tıpkı efsanelerde kolları kesilen ejderhanın kesilen kollarının yerine yenilerinin çıkması gibi bu kez “ÇED olumlu raporu” (yani, bu yörede hidroelektrik santralı yapılmasının çevreye zarar vermeyeceği konulu bir rapor) yayınlıyor… Kâzım Delal bu rapora karşı da dava açarak Rize İdare Mahkemesi’nden “yürütmeyi durdurma kararı” almayı başarmış… Fakat iş bununla da bitmiyor… Ülkemizde her şey gibi dava açmak da varlıklıların tekelindedir. Diyelim ki hakarete uğradınız… Hakaret edene karşı dava açmak için yoksul ya da orta gelirli kimselerin altından kalkamayacakları ağırlıkta harçlar yatırılması gerekir ya da hakareti sineye çekersiniz… Mahkeme yürütmeyi durdurma kararı vermiş ama Kâzım Delal’in 4 bin 500 lira tutan mahkeme giderlerini ödemesi gerekiyor… Medyadan edindiğimiz en son haber, çevre savunucusu bu yiğit insanın, satacak ikinci bir ineği bulunmadığı için sahip olduğu “ufak bir emekli maaşı” karşılığında bankadan 2 bin TL kredi çektiği, kendisinin ve eşinin bir kenera koydukları küçük birimlerini de bir araya getirerek söz konusu parayı denkleştirebildikleriydi… *** Efsaneler, canavarlar, kahramanlar çağı gerilerde kaldı… Şimdi onların öykülerini çocuklarımız masallarda okuyor ya da sinemalarda izliyoruz… Çağımızda ise canavarlar ve kahramanlar biçim değişikliğine uğradı… Çağımızın canavarları şirketler, tröstler ve devletler biçiminde kılık değiştirdiler… Biraz dikkatle bakıldığında, birbiri ardına yükselen gökdelenlerde, devasa alışveriş merkezlerinde ve asıl ödevi onları korumak olan kurumların ve örgütlerin tümünde, efsanelerdeki ejderhaları, kolları ya da kafaları kesildiğinde yerine yenileri biten canavarları görmek güç değil… Günümüzün gerçek kahramanları ise Nâzım Hikmet’in “Memleketimden İnsan Manzaraları”ndaki Kartallı Kâzımı’ndan Rizeli Yurttaş Kâzım’a uzanan bir kahramanlık öyküsünde, çağımızın canavarlarına karşı halkın ekmeğini, umudunu savunan bu halk önderleridir… Onları yalnız bırakmayalım…
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle