22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 MELTEM CUMBUL 18 ARALIK 2011 / SAYI 1343 Hayal kurduğum sürece çalışıyor olacağım... Meltem Cumbul uzun zamandır senaryo yazıyor, konusu onda saklı ama kendine rağmen yazmanın kolay olmadığını da biliyor. Hayatla ilgili farkındalık düzeyini yükselttiğini anlatıyor: “Çözmek değil, anlamak var benim için, anlamlandırmak. Farkındayım; ne olduğunu, neden olduğunu... Biliyorum, engelleyebiliyor muyum? Hayır! Ancak kendimi ve insanları uyarabilirim.” eltem Cumbul, “Labirent” filmi ile 23 Aralık’ta yeniden beyazperdede. Timuçin Esen’le “Gönül Yarası”ndan yedi yıl sonra ikinci kez birlikte kamera karşısına geçtiği “Labirent”te bir istihbaratçıyı, ajanı canlandırıyor. Esen ve Cumbul, mesleklerinin gölgesinde, incelikli bir ilişki yaşayan iki deneyimli istihbaratçı olarak izleyici karşısına çıkmaya hazırlanıyor. Cumbul filmde hayat verdiği Reyhan karakterini mesleğinde soğukkanlı ve iş bitirici, kadın ve anne olarak ise yapıcı, idealist, şefkatli biri olarak tanımlıyor. Ama bir yandan da mesleği onu korkutuyor, çünkü o bir anne. İşte bu tehditle yaşıyor, anneliğini de aşkı da. “Labirent” filmi sizin için farklı bir yol, sinema için de farklı bir yapım. Bu filmde neyi buldunuz, sizde neyi tamamladı? Senaryoyu okuduğum an içinde olmak istedim. Böyle bir kadın karakter sinemamızda zaten yoktu. Yani yokluk beni tavladı. Neler vardı bu yoklukta? Aksiyon içinde her türlü rengi barındırıyor. Hem anne, anneliğine inat bir ajan, hem âşık... Filmdeki kadın öğesi, türlerine göre daha güçlü. Tutkulu ama bıçkın değil Reyhan karakteri. Soğukkanlı ve iş bitirici, hedef odaklı mesleki olarak. Kadın ve Röportaj: ALİ anne olarak ise yapıcı, idealist, şefkatli, suçluluk duygusu ise çok baskın. DENİZ USLU Neden? Çünkü mesleği onu korkutuyor. Fotoğraf: Eğer ölürse yavrusunu geride UĞUR DEMİR bırakacak. Bu korkuyla ve tehditle yaşıyor. Gerçek hayatta anne olmak istemediniz mi hiç? Annelik duygusu çok yaşanılır bir his. Tabii hayatta da yapılması gerekenler var. Bana sorarsanız aile ve çocuk hep ön plana geçsin istedim ama nasip olmadı. Anne değil de “kadın” olmanın önkoşulu ise ekonomik özgürlük, bu gerçek. Bir de kadın vücudundaki maskülen ve erkek vücudundaki feminen taraf sanırım yeni kuşakta daha belirgin, olmalı da. Belki bu şekilde birbirimizi daha iyi anlayabiliriz. Yazıyorsunuz aynı zamanda, hikâyelerinizi senaryolaştırmayı düşündünüz mü ya da günlük gibi notlar mı düşüyorsunuz? İki yıldır üstüne çalıştığım bir senaryo var. Kurgusal, uzun metraj bir film senaryosu. İçeriği şimdilik bana kalsın. Yazmak başka bir şey, ekip işi değil gibi. Kendinize rağmen yazarsınız ve elbette bir derdiniz olmalı. Günlük ise bende büyük bir travmadır. Kimsenin okumasını istemem, küçükken hep saklardım günlüklerimi. Yıllar önce konservatuvardayken günlüklerim okundu, hem de ailem tarafından. Olay çıkardınız mı? Sesimi çıkarmadım pek, bozguna uğramış gibiydim, çok içerledim. Orada yazdığım şeyler yüzünden sorgulandım, ailem tarafından! Günlükler mahremdir, orada kurduğunuz dünyanın dilini de bir başkası anlayamayabilir. Günlükler hep tehlikeli olmuş sanırım. Benimkinde “Big in Japan” şarkısı yazıyordu, belli tekrarlarla. Modaydı o dönem, güzel de şarkıydı. Onun bir şifre olup olmadığını sordu bizimkiler. Şaka gibi! Düşünsene, kendi dünyanla yazdığını başka bir dünya okuyor, yorumluyor ve sorguluyor. Bu tüme varımın en küçük parçası. M Kendimin peşindeyim Sizi ruhen neler aşağı çeker? Ben, kendi kendimi dibe çekerim. Oradan nasıl çıkarsınız? Sevgiyle... Yine kendime göstereceğim sevgiyle. Çünkü artık kimsenin üstüne bir şey atmak istemiyorum. Kendimle baş etmenin yollarını buldum. Herkes bulmalı. O yüzden suçlu her zaman benimdir. İşte suçlu olduğumu hissedersem yok olurum, kaybolurum. Hep bir bilinmeyeniniz var, olacak da... Saklı bir dünya benimki ama çok bilinçli bir saklama değil bu. Bilmediklerimin peşinde olmam da doğru, biraz eksik. Çünkü bilinmeyen kadar ilgilendiğim, merak ettiğim beni uçuruma ya da yola sürüklüyor. Kendimin peşindeyim, kendimi yakalamaya çalışıyorum. Kendinizi anlarsanız ve çözerseniz herkesi çözersiniz. Ölüme de inanmıyorum. Bu dünya bir rüya, öyle kabul ediyorum. Her şeyin planlı olduğuna inanmak beni kurtarıyor. Bir dönem uzak kaldınız. Soluklandınız, farklı işler yaptınız. Sanat da monotonlaşabiliyor mu? Üstünüze rolün yapışması çok sık yaşanıyor bu coğrafyada. Bu sebeple yedi yıl beklediğiniz de oluyor. Gerçi ben Türkiye’de bekledim, dışarıda film çektim. Beni düşünerek bir şeylerin yazılması, heyecan duyabileceğim şeylerin üretilmesi hoşuma gidiyor. Projelere baktığınızda sizi hikâye mi, tarz mı çekiyor. Işığı yakan ne olur sizde? Senaryo beni yönlendiriyor. Bütünü görmeye çalışıyorum. Hayatta da bu böyle. Bazen de hafif geçişler yapıyorum. Dinleniyorum, hem burada hem uzakta oluyorum. Bu bir enerji uyumu Timuçin Esen ve Meltem Cumbul kimyası tuttu. Zorlu bir ikili misiniz? Hep birlikteymişiz gibiyiz. Konuşmadan anlaşabildiğimiz durumlar var. Bu bir enerji uyumu, onu hissedebiliyorum, o da beni. Boşluklarımızı doldurabiliyoruz bu anlamda. Onunla oynarken çabalamama gerek kalmıyor. Meltem Cumbul, Timuçin Esen’le “Labirent” filminde. Meşgul olmayı seviyorsunuz, boşluğun maraz doğurduğunu düşünenlerden misiniz? Sürekli bir angajmanım var. Bu, beynimde de olabilir. Yani Sanırım hayal kurduğum sürece çalışıyor olacağım. Ansızın çekip gitmeleriniz de var mı? Evet, 34 yaşımdayken aldım başımı gittim. Çiçek sulamak, yemek yapmak ve sadece bakmak, hayal kurmak istiyordum. Bu yalınlık, boşluk hissetmemi engelledi. Gitme kararı önemli bir karar, her şeyden kolay vazgeçebilecek biri misiniz? Anlaşılmadığımı görünce, çabalasam da istediğimi duyuramayınca küskün olabiliyorum. Zaten kendime çok değer veriyorum, sonra hayatımdaki kişilere. Her şeyle baş etmeye çalışmak yorgun düşürüyor. Yalnızlık iyi bir dosttur böyle zamanlarda. Kendi içimde çok, dışarı yalnız olabilirim. Ama hiçbir şekilde yalnız bir hayatım olsun istemiyorum. Farkındalık düzeyimi yükseltmeye çalışıyorum, o kadar. O da bir yerden sonra yorucu olmuyor mu? Çözmek değil, anlamak var benim için, anlamlandırmak. Farkındayım; ne olduğunu, neden olduğunu... Biliyorum, engelleyebiliyor muyum? Hayır! Ancak kendimi ve insanları uyarabilirim. Ben Batı’yı temsil ediyorum Hollywood ve Bollywood maceralarınız da oldu. Ne kattı size? Uzun yıllar ağır bir tempoda çalıştıktan sonra kazandıklarımla tekrar bir yaratım sürecine girdim. Çünkü elde ettiklerimle yetinmemem gerektiğini düşündüm. Sahip olduklarımı geride bırakıp, özgürleşmenin sınavını verdim. İyi, derin bilgiye kolay ve rahat ulaşmak beni çok rahatlattı ve bir de havanın değişmesi. Tabii alaturkanın az olması da iyi geldi. Ben, Batı’yı temsil ediyorum. Ne kadar Doğu rolleri oynasam da, sevsem de, bir tarafım öyle olsa da temelimi oluşturan şey Batı. Türkiye’de, dünya Türkiye’nin etrafında dönüyor gibi bir algı var. Uzak kaldığınızda dışarıdan bakabildiniz mi? Kopuktu pek çok şey, her zamanki gibi. Kompleksleri var bu ülkenin, hem de çok. “Kurban” hissiyatı önümüze çıkıyor hep ve bu hoşuma gitmiyor. Sen çalışmaya yönlendirilensin, ortada bir kurban var gibi gösterilir ama aslında ölen kaçınılmaz şekilde sensindir. Benim Türkiye’de tartışmak istediğim çok alan var, tartışmayı severim ama burası buna uygun bir ülke değil. Konuştuğun anda yargılanabilirsin. O ADNAN BİNYAZAR Bir okurun anımsatmaları C M Y B C MY B kur, yazarın rüzgârgülüdür. Rüzgârgülü nasıl esintinin yönünü, şiddetini gösteriyorsa, okur da yazara duyarlığını etkileyecek tepkiler verir. Okurluk, yazılanı kendince yeniden biçimleyip bir yargıya varmak değil midir? İletileriyle yazdıklarıma yönelik görüşlerini bildiren Zulal Benlioğlu’nun, irdeleyici, tartışmaya yol açıcı, okunanı bütünleyici görüşleri vardırıyor beni bu kanıya. Atatürk’ün kültürel devriminin yayılımı aşamasında, Orhan Veli Kanık, Orhan Burian, Sabahattin Eyuboğlu, Vedat Günyol, Melih Cevdet Anday, Azra Erhat adları Ankara’da çağdaşlığın onur ibresiydi. Doğu ve Batı klasiklerinin çevrilip Tercüme dergisinin yayımlanmasıyla, aydınlanma devriminin dev adımı atılıyordu. Köy Enstitülerinin ileri aşaması Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsüyle de; Atatürk’ün, ulusalevrensel kültür bildirgesi sayılması gereken 10. Yıl Nutku’nda vurguladığı gibi, “geleceğin yüksek uygarlık ufkunda yeni bir güneş” doğmuştur. Bu atılımcı girişimler; insanlıkçı düşüncenin, ancak kültürel kurumlaşmalarla, kökü sanata ve bilime dayanan imece ruhuyla beyinlere yerleşeceğini gösteriyordu. Köy Enstitüleri, atılımın başlangıcıydı. Zulal Benlioğlu, ülkedeki yolsuzlukları, uğursuzlukları, sıkıntıları anımsatarak, şu soruyu soruyor: “Köy Enstitüleri kapatılmasaydı acaba güzel yurdum şimdi nasıl olurdu?..” Bunun yanıtı, soru’nun içeriğinde: Her sokak başında mahalle mektebi ayarında üniversiteler kurulmazdı, Yüksek Köy Enstitüleriyle temeli atılan aydınlıkçı üniversiteler yurdun her bucağına yayılmış olurdu. Benlioğlu başka bir iletisinde de, bu sayfalarda bir ay kadar önce yazdığım Cengiz Bektaş’la ilgili “İnsanlar ve Yapılar” başlıklı yazıma değiniyor. Bu vesileyle, Bektaş’ın da Ankara’dan İstanbul’a göçtüğünü belirterek, “Bu arada, bir rastlantı, Cengiz Bektaş’la ilgili programı ben de izlemiştim televizyonda. Ahşap evler konusunda ne kadar haklıydı. O kadar ki, kendi kendime, ‘İstanbul’a taşınsam Kuzguncuk’ta oturabilirim,’ demiştim o gün. Ama hepimiz terk edersek Ankara’yı, Anıtkabir’i kim koruyacak?..” diye soruyor. Bu sorunun temelinde bireysel bilinçle toplumsal bilincin inanca dönüştüğü yatıyor. Her bireyin toplum adına konuşması onun demokratik hakkıdır. Benlioğlu da, burada soruyu, birey olma bilinci kazanmış toplum adına soruyor. Bunun yanıtı da, soru’nun içeriğinde: Yeryüzünde tek kişi kalsa, kimse Atatürkçü düşüncenin kılına dokunamaz, onu yadsımaya kalkamaz! Son günlerde Atatürk adı geçtiğinde, bu gerçeği kavrayıp susulmasının, başka ülkelere laikliğin örnek gösterilmesinin nedeni bu olmalı... Cumhuriyet kadınının savaşım tarihine bir göz atalım: Kurtuluş Savaşımızda cepheye mermi taşıyan o, yalın ayaklı askerimize çorap ören o, cephede çarpışanların yaralarını sarıp sağaltan o!.. Her haksız uygulamada meydanları kadınların doldurması, onun, kökü emeğe dayanan yüce duygusunun, insanlıkçı bilincinin ürünüdür. O ruh, Ata’sının devrimci atılımlarına sahip çıkmakla yetinmiyor, Anıtkabir’i korumak için de kollarını sıvıyor... Yazılarımda kadını öne çıkararak cinsiyet ayrımı yaptığım sanılabilir. Oysa düşüncenin, sanatın, bilimin, cesaretin, onurlu yaşamanın, dürüstlüğün, yurt kaygısına düşmenin, değerleri çiğnetmeme bilincinin cinsiyeti yoktur. Laiklik, Atatürk, demokratik haklar tehlikeye girdiğinde direnmek, kadınlıkla, erkeklikle ilgili değildir, “insan” olmanın gereğidir. Çünkü en başta laiklik, bireylik bilincine ermiş kadınımızın varoluş nedenidir... binyazar@gmail.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle