02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

9 MAYIS 2010 / SAYI 1259 9 Gerçek Sağlar, “Sakarya Fırat” dizisinde terörist Küpeli Necla’yı canlandırıyor. Starlık hayalim yok aşadığı sakatlık olmasaydı belki de bir balerindi. Tıpkı hayal ettiği gibi tütülerin içinde sahnede olacaktı. Tam sınavlara hazırlanırken yaşadığı sakatlığa rağmen sınava girdi, kazandı. Ancak kabullenmese de bale hayatının bittiğini bir yıl sonra anladı. Hayal kırıklığını bir kenara bırakıp oyunculuğa yöneldi. Şimdilerde çok da mutlu aslında. Gerçek Sağlar'dan söz ediyoruz. Sakarya Fırat dizisinin terörist Küpeli Necla'sı. Tiyatrocu annesi Serap Sağlar ve eski Kültür Bakanı Fikri Sağlar’ın yönlendirmeleriyle oyunculuğa geçiş yapan, sonrasında tek başına ve sağlam bir eğitimle kendine yolunu çizen kızları. Gerçek Sağlar, 6 yaşından beri birlikte şimdiki babası Fikri Sağlar'la. Biyolojik babası da bir tiyatrocu, Mehmet Büyükağaoğlu. Yaşamına giren herkesin üzerinde bir etkisi var, yadsımıyor. Hatta kendini şanslı sayıyor. Gerçek Sağlar, bugünlerde naif görünümünün aksine bir terörist olarak ekranda. Yaklaşık bir aylık askeri eğitimin ardından 9 kiloluk silahıyla siper alıyor, koşuyor, bir teröristin hikâyesini aktarıyor. Bu sadece bir rol tabii ki, o yüzden de gelen her türlü eleştiriye açık. Ailenin etkisi olmuştur elbette ancak ZUHAL çocukluğunuzdan hatırladığınız neler var, nasıl AYTOLUN başladı oyunculuk? Derler ya kulislerde büyüdüm diye. Ben iki sandalye arasında uyuduğum günleri çok net hatırlıyorum. Orada Fotoğraf: Vedat Arık gerçek anlamda sahnenin tozunu yutmuştum. Ama en çok baleyi sevdim. Ancak sakatlığımdan dolayı bir yıl devam edebildim. Sonrasında da ailemin yönlendirmesiyle oyunculuğa geçiş yaptım. Çok da sevdim. Yine sahnedeydim aslında. Dönüm noktası gibi. Kesinlikle. Bazı şanssızlıklar avantaja dönüşebiliyor hayatta. Geleceğimi tütüler içinde hayal ediyordum. ADNAN BİNYAZAR Y Şimdi ise çok memnunum. Hatta son nefesime kadar sahnede olabilmeyi istiyorum. Konservatuvarı bitirdikten sonra bir de yurtdışı var sanırım. 4.5 yıl kaldım orada, Colombia Üniversitesi'nde yüksek lisans yaptım. Bu gidişin sebebi de anne baba tiyatrocu ve yine babam olan Fikri Sağlar da kültür bakanıydı tiyatroda okurken. Hep bir soru işareti vardı kafamda. Ben mi elde ediyorum bulunduğum yerleri yoksa istemesem de ailem sayesinde olacak mı? Bunu kendime kanıtlamak istedim. Sadece oyunculuk değil, hayatta nasıl ayakta durulacağını da gördüm. Şimdi baktığınızda onlar nasıl birer deneyim olarak yansıyor bugüne? Beni oluşturan bir 4.5 yıldır bu. Bir kere artık hiç umrumda değil, eski kültür bakanının kızı olduğu için oynuyor, Serap Sağlar'ın kızı olduğu için burada lafları. Hiç ilgilenmiyorum. Nerede olduğumu çok iyi biliyorum, nereye kadar gidebileceğimi de. Sakarya Fırat dizisiyle “Eski bakanın kızı terörist oldu” başlıkları atıldı bir dönem. Bunları bekliyorduk zaten. Bu çok ters köşe bir rol. Oyuncular farklı karakterleri canlandırmayı çok sever, bana da böyle bir şans hiç tanınmamıştı. Konu çok ağır olmasına rağmen ilginç geldi. Terör, Türkiye'nin gündemini oluşturuyor. Nasıl tepki alacağım konusunu çok düşündüm ama nereden geldiğim, olaylara nasıl baktığım, duruşum çok belli. Birinin bu sorumluluğu alması gerekiyordu. Ben aldım. Peki tarafsız bir duruş koruyabiliyor mu sizce dizi? Hiçbir tarafa yakın değil. Sadece gerçekleri ortaya koyuyor. Aslında çok da sert gidiyor. Hatta bir bölümde kendimi izlerken, canlandırdığım karakterden nefret ettim. Küpeli Necla'nın anlatmak istediklerini aktarmak değil, hikâyesinin neden ve sonuçlarını anlatmak istiyorum. Yoksa Necla'yı asla savunamam. G Kurtuluşumuz kitaplarda... işi birbirini dışsal yönleriyle etkileyebilir, içselliğinin kapısını ise kendinden başka kimse açamaz. Duyarlığı gelişmemişe o kapı ona hep kapalı kalacaktır. Kapı her anahtarla da açılmaz. Bir anahtar varsa, o da kitaplardır, sanatsal yaratılardır. Anahtarın ne olduğu, Yunus Emre’nin şu dizesinden de çıkarılabilir: “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm...” “Yunus göründün” mü korkma; bil ki, anahtar avucunun içindedir... Dostoyevski’yi okuyan yalnızca olaylarla didişmez, onun yaratım dünyasına da girer. Shakespeare düşünceden düşünce yaratan bir dehadır. Flaubert, toplumsal yapının çözümcüsü, tutkuların kazıbilimcisidir. Algılama yeteneği gelişmiş olanın dünyası, onların dünyasıdır. Bir, kitaplarla beslenmiş duyarlıklı kişileri getirin gözlerinizin önüne, bir de ekranlara yansıyan son günlerin vahşet cehennemini! İki üç yaşındaki çocuklara tecavüzde bulunanları, yalnızca öz kızını değil, ondan doğanı da iğfal edenleri, ilköğretim öğrencilerini satışa çıkaranları... Genç bir öğretmen olan Ali Turgay Karayel’den aldığım ileti, beni onların iğrenç dünyasından aldı, insanın “insan” olduğu dünyalara götürdü. Karayel, duyarlıklarını geliştirmek için öğrencilerini kitaba nasıl yönlendirdiğini anlatıyor iletisinde: “İnebolu’nun merkezi ile köylerindeki tüm okullara kitaplıklar kuruyoruz. Amacımız ‘9 Haziran İnebolu Şeref ve Kahramanlık Günü’ne değin on bin kitabın, bayrağımızın dalgalandığı her okula girmesi... Bugüne değin, yalnızca üç haftalık bir çalışmayla beş bin kitabı kazandırdık bile okullarımıza! Bu etkinliği gerçekleştirmek için bağışçılar bin lira katkıda K Anlatmak istediğiniz bir hikâye, yer almak istediğiniz bir proje var mı? Şimdiye kadar hep dizilerde hüzünlü roller oynamıştım. Bir tek küpeli Necla farklı oldu. Sinema yapmak istiyorum. Bir dönem filminde rol almayı çok isterim. Ben sanki bir dönem kadınıyım. Eskiyi çok özlerim. Kitap okurken bile biyografiyi tercih ederim. Hem hayatların içine girmek hem de o dönemleri yaşamak çok keyifli. Peki yarın nasıl bir kadın olarak anılmak istersiniz? Manevi anlamda kocaman bir kadın olmak isterim. Hayalim mutlu bir kadın olarak bu dünyadan gitmek. Çocuğum olursa da gerçekten aşk çocuğu olacaktır. Annem hep aşk dediğim için kızıyor. “Ne istiyorsun peki hayattan?” diye soruyor. Ben destansal bir aşk yaşamak istiyorum. Bu ütopik gelebilir ama istiyorum. Mesleki açıdan da geçerli. Hayalini kurduğum dönem filminde bir gün rol alacağım. Star olup, çok tanınmak gibi bir hayalim yok. Fikri Sağlar'ın kızı olduğunuz için son olarak politikayla kurduğunuz bağı da sormadan geçemeyeceğim. Babamdan dolayı çok iç içe büyüdük. Ancak ben politik açıdan çok uç noktalarda olmaktan hoşlanmıyorum. Uçlarda olan bir politik görüşüm de yok zaten. İnsanların hak ettikleri düzende insanca yaşamalarını sağlayacak bir görüşüm olduğunu söyleyebilirim. G bulunuyor. Bu parayla da yaklaşık üç yüz kitap alınabiliyor. Kurulan kitaplıklara bağışçıların adını veriyoruz. Ben de rahmetli babam adına bir liseye kitaplık kurdum. Bu girişimim başkalarını da etkiledi; örneğin bir lokanta sahibi birkaç yıl önce yitirdiği oğlu; emekli bir öğretmen de 27 yaşındayken ölen kızı adına bir kitaplık bağışladı. Katılımcılar arasında avukat, eczacı, esnaf gibi farklı meslekten kişiler de bulunuyor.” Bir Fransız devlet adamı, İkinci Dünya Savaşı’nda Almanlar Paris’i kısa sürede işgal edince, “Fransa’yı öğretmenler yıktı!” demiştir. Öyle ya, öğretmenin, öğrencilerine bilinç aşılamadığı bir toplumda direnç olur mu! Ana baba yeterli kültürü almamışsa, erdemli bir öğretmenin dışında kim, genç beyinlere yurt sevgisi, toplumsal bilinç, güven duygusu aşılayabilir?.. Karayel bu nitelikleri taşıyan öğretmenin hangi ruhla çalışması gerektiğine de değiniyor iletisinde: “Bu çalışmadan dolayı okulları gezdiğimde çoğunda nitelikli kitapların olmadığını, olsa da sayılarının yetersiz olduğunu üzülerek gördüm. Sorun’un çözümü, ülkeyi yönetenlerden beklenmemeli. Bunu beklemenin bizim açımızdan zaman kaybı olacağı açık. Bu iş, yurtsever öğretmenlerin işi.” Kennedy başkan seçildiğinde Amerikan halkına şöyle seslenmişti: “Amerika’nın size ne yapacağını düşünmeyin, sizin, Amerika’ya ne katacağınızı düşünün!” Yurtseverliğin suç sayıldığı bu sancılı günlerde, aydınlar, insanımızı bir kültür varlığı olarak yetiştirmeyi temel görev saymadı mı, sancının giderek bütün bedeni sarması kaçınılmaz olur. G [email protected] Tutukevlerindeki çocuklara “Umut Mektupları” ÖZEL ÇOCUKLARIN BAYRAM COŞKUSU emir parmaklıklar ardında yaşayan çocuklar, yakında üniversiteli ağabey ve ablalarından “Umut Mektupları” alacaklar. Mektuplar, baharı soğuk betonlar ardına taşıyacak papatyalar eşliğinde, rengârenk zarflarla yollandı onlara. Marmara Üniversitesi Çocuk Hakları Kulübü üyeleri, demir parmaklıklar ardındaki çocuklara, üniversiteli ağabeyleri ve ablaları olarak yalnız olmadıklarını, unutulmadıklarını anımsatmak; yeni hayaller kurmalarını sağlamak, güzel günlere dair umutları paylaşmak için “Umut Mektupları” hazırladılar. Bir amaçları daha vardı bu mektupları yazarken. O da, onların masum dünyalarından habersiz yaşayan, onların çocuk olduklarını çoktan unutan, onlara yaşlarının kaldıramayacağı anlamlar yükleyerek, yaşlarının birkaç katı yıllara mahkum eden bireylerin yüreklerine, vicdanlarına ulaşmaktı! Tutukevlerinde yaşayan çocuklara gönderilen mektup şöyle: Destansı bir aşk yaşamak istiyorum D FİGEN ATALAY BAHAR UMUDUMUZ OLSUN! Gelecek güzel günler için umut besleyen bizlerin söylemek istediği bir şeyler var. Bizler, Marmara Üniversitesi öğrencileri olarak tüm renkleri yüreklerinde bulunduran, özgürlüğünden mahrum edilmiş siz kardeşlerimizi yüreklerinizin en sıcak yerinden öpüyoruz. Uzun süredir yazmayı planladığımız mektubu kaleme almak için bir masanın etrafında toplanmış düşünüyoruz. Bir yarısı güneş ışınları ile aydınlanmış, diğer yarısına gölge düşmüş bir masa. Hayata benzetiyoruz bunu biraz da. Bir tarafı dünya üzerinde yapılan haksızlıkları getiriyor akla, diğer tarafı düşlerimizde yaşattığımız dünyaları. Biliyoruz; görmeden, duymadan, konuşmadan nefes almaya devam eden kör, sağır ve dilsiz bir toplumda yaşamak zor. Biz tüm zorluklara rağmen ışığa dokunabilmek için mücadele veren ağabeylerimiz ve ablalarımızdan güç aldık, alıyoruz. Onlardan aldığımız güçle taşıyoruz umudu yarınlara, güneş ışınlarını masanın diğer tarafına. Ve istiyoruz ki sizler de bizden güç alın, sizleri oralara sürükleyen nedenleri ortadan kaldırmak için sonuna kadar mücadele edeceğimizi bilin... Olanca gücümüzle yanınızdayız, yanınızda olacağız. Yüreklerimizdeki güzel günlere dair umutlarımızı, hayallerimizi, inançlarımızı hiçbir demir parmaklığa mahkum etmeyelim... Bahar umudumuz olsun papatyalarla... Uçurtmalar uçurabileceğimiz bir gökyüzü, ağaçları altında sevda türküleri söyleyebileceğimiz bahçeler yaratalım... Masaya vuran güneş ışınlarının sıcak aydınlığında umudun tomurcuklarını beraber ekelim... Daha yaşanılır bir dünya kuracağımızın sözünü verelim birbirimize... Gelecek, siz varsanız güzel Umut ise gülümsediğinizde… G B C M Y B C MY B ahçeşehir Dr. Abdullah Soyluoğlu Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi’nde öğrenim gören çocuklar, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı şarkılar, halkoyunları, marşlarla kutladılar. Çocuklar, Bahçeşehir Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nda düzenlenen gösterideki performanslarıyla, annebabalarını ve öğretmenlerini hem mutlu ettiler hem de gururlandırdılar. Merkez kurucu müdürü Müge Hale Çifçi, özellikleri farklı da olsa her çocuğun, uygun eğitimöğretim yöntemleri ve gerekli olanaklar içinde öğrenebileceğini ve yeteneklerini geliştirebileceğini söyledi. Çiftçi, “İşte bu etkinlik çerçevesinde bu tiyatro sahnesine çıkan çocuklarımız bunun nasıl gerçek olabildiğini, eğitilerek nasıl topluma adapte olabildiklerini, özgüvenlerinin nasıl geliştiğini tüm izleyenlere gösterdiler” dedi. Etkinlikte veliler adına bir konuşma yapan Hüseyin Barış'ın annesi Şenay Çalışgan, anne ve babalara, “Çocuklara yüreğimizdeki sevgimizi gösterelim, eğitimden vazgeçmeyelim. Bizim çocuklarımız hasta değil. Sadece eğitime ve sevgiye ihtiyaçları var” diye seslendi. G
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle