Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Küllerinden doğan şehrin romanı... Bütün kitaplarında Antakya, İskenderun ve Hatay var Ayla Kutlu’nun. Hikâye başka yerlerde geçse bile alır oraya getirir. Oradan söz etmezse, yazdıklarında bir eksiğin oluşacağı önyargısını taşıyor çünkü. Kutlu şimdi de son romanı “Asi... Asi...” ile Antakya’yı “Doğu’nun Kraliçesi”ni kahramanlaştırıyor. yla Kutlu’nun son romanı “Asi... Asi...”nin merkezinde Antakya ve Asi ırmağı var... Antakya ve Asi; Ayla Kutlu’nun romanında karakterlerin yaşadığı atmosfer, mekân, coğrafya olmakla yetinmiyor, kitabın kahramanı oluyor. Ege Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümü öğretim Röportaj: üyelerinden Prof. Dr. Dilek Direnç “İçinden Nehir Akan Roman” TÜREY KÖSE başlıklı yazısında bu kitapla ilgili olarak “Antakya’yı ve burada her uygarlığı ve güzelliği var eden Fotoğraf: dünyanın en eski, en ilham verici NECATİ ırmağı Asi’ye adanmış bir SAVAŞ güzellemedir” diyor. Ayla Kutlu, Antakya’yı “Doğu’nun Kraliçesi”, “Muhteşem Antakya”, “Tanrısal kent”, “Eşsiz Kent” gibi sıfatlarla yüceltiyor. Yazar, doğduğu kenti bir romanla onurlandırırken, Asi nehri akıyor bu romanın ortasından... “Yıkarak, yıkayarak”... Ayla Kutlu ile Oran’daki evinde sohbet ettik. Evi bize tarif ederken, balkonuna sarı bir battaniye asacağını söyledi. Sarı battaniyenin izini sürüp evi bulduk. Ayla Kutlu’nun halk sanatlarına ilgisi eve damgasını vurmuş. İki bin parçadan oluşan, bazıları 100150 yıllık oya koleksiyonu, duvarlarda cam altı resimler, 200 yıllık deve süsleri, boncuk ve oyalardan yapılmış perdelerle ev küçük bir halk sanatları, el sanatları müzesi gibi. Baş köşedeki koltukta da evin kedisi “İğde Zarif Hanım” uyukluyor. Ayla Kutlu’nun yaşadığı mekânda “romanmekân” ilişkisi ve özellikle doğduğu kent Antakya’nın yazarlığına etkisi üzerine sohbet ettik. A Yazarlığınız için Antakya’yı bunca eşsiz kılan nedir? Bu son kitabımdan önceki kitaplarımda bir yerlere kendiliğinden Antakya, İskenderun ve bütünüyle Hatay daima giriyordu. Başlarda bu gibi spontan eklemelerin kendi anılarımdan süzülüp kahramanlarıma mal ettiğim durumlardan geldiğini sanıyordum. Bu, her yazar için doğaldır. Bunların, yazdıklarıma ilişkin eleştiriler sırasında insanların çok etkilendiği yerleri oluşturduğunu giderek anlamaya başladım. İnsanları etkileyen yanı, aykırıymış gibi konup, anlatılan olay veya mekânı birden büyülü bir yapıya dönüştürmeleriydi. İşte o zaman yazarlığıma etkisi olan şeyin en başta mekân, bu mekânlar içinde de Hatay’a özgü olan birçok yaşanmışlık olduğunu anladım. Daha sonra, yazdığım yerlerin olağanüstü izlerini yakalamaya, saklamaya ve metinlerimde kullanmaya başladım. Peki, o büyülü atmosfer nasıl oluşuyordu, bu konuda düşünmeye başlamam da keşfimin sonucudur. Ben zaman üstünde, yetişilen yerin anlamı üstünde, ses, koku, görsellik ve duyumlar üstünde yazar olarak çok ve uzun uzun düşünen bir insanım. Geçmiş uygarlıkların insana bıraktığı elle tutulmaz bir mirasın sahiplerindenim ben. Bunun anlamını ve korumanın önemini biliyorum. Kitaplarınız özellikle Asi... Asi... okuru Antakya’ya çağırıyor... Şehirler, bütün sevdiklerimiz gibi, insanın kafasında anlam kazanmaya başladığında ister istemez belirli bir atmosfere bürünür. Ben de zaten belirli bir atmosfer olmasa ne yazabiliyorum, ne de yazdıklarımı beğenebiliyorum. Antakya bana sürekli olarak bu ilhamı veren bir şehirdi, bu yüzden tarihindeki zenginliğin benim gönlümde yeniden bir yansımasını buluyorum. Bütün kitaplarımda başka yerlerde geçmek durumunda olan hikâyeleri bile alır mutlaka Hatay’a getiririm. Beş bin yıl öncesini anlatan Kadın Destanı’nda bile görünür bu tutkum. Gılgamış ve Enkidu sedir ağaçlarını kesmeye Heron dağına giderler. Heron dağı Lübnan dağlar silsilesindedir. Ben onları 200 kilometre kadar yukarı çıkarıp Amanos dağlarına getirdim. Antakya’nın “dişi şehir” olduğunu vurguluyorsunuz... Neden “dişi”? Antakya tarih boyunca defalarca işgal görmüş, değerlerini yitirmiş, depremlerle mahvolmuş. Doğal afetler defalarca yok olmanın sınırına getirmiş. Hatta 850 bin nüfuslu bir şehirken nüfusunun 30 bine kadar düştüğü dönemler olmuş. Depremler, kıtlıklar, işgaller. Başka yerler olsa şehir bırakılır giderdi. Antakya sürekli kendini bir Anka kuşu gibi yeniden yaratmış, küllerinden doğmuş, kültür ve sanat şehri haline gelmiş. Doğurgan, üretken özellikleri var. İnsan türünde de dişilik üreticilikle eşanlamlıdır. BEN FAZLA MUTLU KADIN GÖRMEDİM Antakya, romanda tarihselmitolojik arka planı işaret ediyorsa, Asi de “doğayı, doğanın kudretini” simgeliyor. Asi, atmosferin bir parçası olmaya razı gelmiyor, romanınızın “başkahramanı” oluyor. “Bölenayıran”, “bereket saçan”, ya da “yıkıp götüren ve her şeyden sonra sakin sakin akmaya devam eden” nehir, yazın için çok güçlü bir metafor değil mi? Asi Antakya’nın kültüründe çok etkili. İçinden ırmak geçen şehirlerin hepsi o ırmağı bir tanrı gibi kabul etmişlerdir. Asi ırmağını burada roman kahramanım yaparken bugünkü Asi olarak düşünmedim. Bugünkü Asi’ye baktığımız zaman yüreğim eziliyor. Haksızlığa uğramış, mahvedilmiş bir ırmak, ırmak bile diyemiyorsunuz dere gibi bir şey. Ama ben onu öyle düşünmek istemiyorum. O çocukluğumdaki hayal gücüme karışan; güçlü ve aştığı mesafelerin yorgunu olan büyük bir akarsuydu. Romanların da kendi doğruları vardır. Roman kahramanlarınızı istediğiniz gibi hareket ettiremezsiniz de, istediğiniz karakterde yaratabilirsiniz. Asi tercihime uydu, bana isyan etmedi. Eğer ters bir karakter yerleştirmiş olsaydım onun kimliğine, eminim o da bana isyan ederdi. Kitabın adı neden yinelemeli “Asi”, Asi’nin “asi”liğine bir vurgu mu? İlk Asi, yatay bir Asi. Bereketi, insanlık değerlerini, geçtiği topraklara ait değerleri taşıyor. Asi, geçtiği bütün topraklardan getirdiği uygarlığı da taşıyor. İkinci Asi ise dikey. Asi, ayağa kalkıştır, isyandır. Asi’nin dikleştiği zamanlar vardır, o zaman Asi taşar. İsyan, öfke ve yıkım getirdiği zamanlar olur. Bu baş kaldırış birtakım sırların ortaya çakmasını sağlıyor. Roman bu sırlar üzerine kuruluyor. Antakya son dönemde televizyon dizilerinin de gözdesi. Geçen dönem “Asi” adlı bir dizi de yayımlanmıştı. “Sen de Gitme Triandafilis” çok başarılı bir uyarlamaydı. Başka bir romanınız ya da öykünüzün sinemaya uyarlanması için öneri geldi mi? Eserlerimden yapılmış beş film var. Biri dışında mutsuz oldum. Film veya dizi yapılması için birilerine vermeyi düşünmüyorum. Kitabın tek mutlu olabilmiş kadın karakterinin Bestami Ağa’nın zorla hayatına soktuğu Siren olması garip değil mi? Neden kadın karakterler bu kadar mutsuz? Ben fazla mutlu kadın görmediğim için herhalde. Kitabın kahramanlarından Ganime de çok mutsuz kadın, artık trajik boyutlara varıyor mutsuzluğu ve sonra en acılaşan insan oluyor. Acı çeken kadınlardan biri de April Göksu, ama çok sessiz taşıyor acısını. G Bir tür pop sanatçısı gibi davranıyorlar Ankara’da yaşıyorsunuz. Ankara’da yaşayan bir yazar edebiyat dünyasında daha az mı “görünür” oluyor? 10 yıldır Ankara ve Hatay’da yaşıyorum. Sanatçının piyasaya çıkmasının sanatına karşı biraz haksızlık olduğu gibi bir duygu taşıyorum. Edebiyatı bırakıp piyasaya çıkmaya başladılar, piyasa için olmayı yeğlediler. Bir tür pop sanatçısı gibi davranıyorlar. Bu, popçuları hor gördüğüm anlamına gelmesin. O başka bir iş. Halkı eğlendirmeye, oyalamaya, hoşça vakit geçirmesine dönük bir işi yapmak sanatçılık değil. Edebiyat gibi insanı yüceltmeye yönelik bir uğraşı, vakit geçirilen bir araca dönüştürmeye evet demeyi sadece edebiyatçıya değil, hiçbir sanatçıya yakıştırmıyorum. G C M Y B C MY B